Tekil Mesaj gösterimi
  #7  
Alt 13-11-2012, 19:34
cenkvarol - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
cenkvarol cenkvarol isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 28 Aug 2011
Mesajlar: 1.160
Standart

Ana konumuza bir ilavede daha bulunmak istiyorum. Bu kısmı ilk mesaja ayrı bir başlık olarak da ilave edecem.

Ana Tanrıça bağlantılı ayak izi motifleri:


Ana tanrıça tapınması ile Kabe merkezli İslam inancı arasındaki bir başka benzerlik “ayak izi” motifinde karşımıza çıkmaktadır. İlkin Ömer ÇAPAR'ın “Roma Tarihinde Magna Meter (Kybele) Tapınımı” başlıklı makalesinde vermiş oluğu bilgilere bakalım:


"…Gallia Narbonensis'de Arausio'da bulunmuş insan ayağı biçimindeki bir mermer parçası da yine tanrıçaya adanmıştır. Burada insan ayağının tanrıça ile ilişkisinin ne anlama geldiği sorulabilir. Bununla ilgili şimdiye değin inandırıcı bir açıklama yapılmamıştır. M.Ö. 1. yüzyıla ait bir madeni para üzerinde de tanrıça ayni şekilde biçimi bozulmuş bir insan ayağı ile gösterilmiştir. Şu halde bu insan ayağı motifi neyi ifade etmektedir? Her ne kadar M.Ö. 2. bin yıl Hitit devleti ile M.Ö. 1. bin yıl Geç Hitit prenslikleri anıt ve belgelerinde ayakla ilgili işaret ve kayıtlara rastlıyorsak da, bunların tanrıçaya olan ilgisi ve özellikle maddi anlamları -yürümek fonksiyonu- dışında ne ifade ettikleri noktası şimdilik açık kalmaktadır. Ne var ki aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Roma çağında ayak motifinin tanrıçaya bağlı olarak tekrardan görünmesi ilginçtir.


Acaba bu motifi tanrıçanın sağlık verici niteliği ile birleştirmek mümkün müdür? Tanrıçanın kendi tapınımına resmen girenlerin yanında tüm insanlığı da kapsayan koruyuculuk özelliği içinde varlıkları hastalıklardan iyileştirme fonksiyonu hiç de önemsiz değildir. Ancak, ayak motifi tanrıçanın bu özelliğiyle ne ölçüde ilişkilidir?"


Yukarıdaki anlatımda ana tanrıçayla ilgili ayak motifinin varlığından bahsedilerek bunun tanrıçanın sahip olduğu şifa verici özelliğiyle bağlantısının olabileceğinden bahsedilmektedir. Benzeri bir ayak izi motifi Kabe’de de bulunmaktadır.

Makam-ı İbrahim olarak adlandırılan yapının içerisinde İbrahim peygambere ait olduğuna inanılan ayak izleri bulunmaktadır. Tefsir ve fıkıh alanlarında otorite kabul edilen ve çok sayıda hadis rivayet edenler arasında yer alan sahabi İbn Abbas tarafından yapılan açıklamalarda; Makam-ı İbrahim'in geçmişte de olsa şifalandırıcı bir yapıya sahip olduğundan bahsedilmiştir. Bu konuda kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir:


"Ebû Saîd el-Hudrî (ö. 64/638) bu konuda şunları anlatmıştır: Abdullah b. Selâm'a, Makâm-ı İbrahim'in üzerindeki izi sordum. Bu taş günümüzde olduğu gibi kalmıştır. Ancak Allah, Makâm-ı İbrahim'i bir mucize yapmak istemiştir. Hz. İbrahim'e insanları hacca gelmeye davet etmesini emredince, Hz. İbrahim taşın üzerine çıktı. Üzerine çıkınca taş bütün dağlardan daha yüksek oldu. Hz. İbrahim şöyle seslendi: "Ey insanlar! Rabbinizin davetine icabet edin,." Bu çağrı üzerine insanlarda ona cevap vererek: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" dediler. Bu esnada Allah'ın dilemesi ile Hz. İbrahim'in ayaklarının izleri taşın üzerinde kalmış oldu.


Abdullah b. Amr b. Âs (r.a)'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Haceru'l-Esved ile Makâm-ı İbrahim Cennetten çıkmadırlar" İbn Abbas (r.a) demiştir ki: "Dünyada, Haceru'l-Esved ile Makâm-ı İbrahim'den başka Cennet varlığı yoktur. Zira onlar Cennet cevherlerinden iki cevherdir. Eğer onlara müşrikler ellerini dokundurmuş olmasalardı, ona dokunan dert sahiplerine Allah mutlaka şifa verirdi". Mücâhid'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Makâm-ı İbrahim'e dokunulmaz. Zira o, Allah'ın mûcizelerinden bir mûcizedir". Yine ondan nakledildiğine göre, Kâbe'de açık mûcizeler vardır, Makâm-ı İbrahim vardır" ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir: "Makâm-ı İbrahim'deki mûcize, Hz. İbrahim'in üzerindeki ayak izleridir."

Ana konuya bir ilavede daha bulunmak istiyorum.

Tin suresinin ikinci ayetinin meali Diyanet tarafından “Sinâ dağına andolsun!” diye çevrilmektedir. Yalnız buradaki kast edilen dağın Sina dağı olup olmadığı konusunda tefsirciler arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Farklı tefsircilerce ayette geçen “Sînîn” kelimesinin şu anlamlara geldiği belirtilmiştir: “Sina dağı”, “mübarek dağ”, “güzel dağ”, “kendisinde meyve veren ağaç bulunan herbir dağ”, “ağaçlar dağı”.

Bu açıklamalarda dikkat çekici olan “ağaç” vurgusunun yapılmış olması. “Ağaçlı dağlar” tabirini ormanlar olarak kabul etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Dağların “ağaçlı” olması özellikle belirtilmek istenmiş gibidir. Bunun dışında sadece “Sina Dağı” açıklamasını ele alacak olursak orada da yine bir “ağaçla” karşılaşılacağı unutulmamalıdır. Sina dağı Musa'nın Allah ile konuştuğu ve On Emir'i aldığı yer olarak bilinmektedir:

“Mûsâ, ateşin yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.” (Kasas Suresi -30)

“Dağların Anası” olarak da tapınılan Ana tanrıça inancıyla ilgili yapılan anlatımlarda tanrıçanın yüksek dağ tepelerine ve karanlık orman köşelerine özel bir tutkusunun olduğu belirtilmektedir. Romalı şair Catullus’un yapmış olduğu anlatımlarda ana tanrıçanın karanlık orman köşelerine duyduğu özel ilgisine yer verilmiştir. Yine Catullus tarafından yapılan bir anlatımda tanrıçanın mekanının ormanlık oluşundan bahsedilmektedir:

"…Attis, derin denizleri hızlı gemiyle aştı. Sabırsız tez adımlarla Phrygia ormanlarına ulaştı ve tanrıçanın ormanlık mekanına girdi. Orada, çılgın öfkenin dürtüsüyle esrimiş, kesip attı keskin çakmak taşıyla kasıklarından ağırlıklarını... lekeledi taze kanla toprağı; hızla kaptı sonra, karbeyazı elleriyle hafif tefi, senin tefini, Kybele, senin gizemlerini. Haydi Galluslar... gidin Phrygia ormanlarına kadar, orada ziller çalar, orada tefler yankılanır, Phrygialı kavalcı üfler derin derin eğri kamışına orada... Maenaslar sallarlar şiddetle sarmaşık taçlı başlarını, orada tiz ulumalarla kutlarlar dinsel şenliklerini.”

"Galluslar-İlkçağda Anadoludaki Sıradışı Rahipler" adlı makalede anlatan Roma kaynaklı anlatımlarda Ana tanrıçanın rahipleri olan Gallusların uzun saçlı sıfatını kazanmak için saçlarını uzattıkları ve bazen de saçlarının bir kısmını tanrıçaya adadıklarından bahsedildiğini daha önce söylemiştim.

Bu bilgilerdeki "saçların bir kısmının tanrıçaya adanması" ifadesinin altını çizerek Buhari'den alınan bir hadisi paylaşmak istiyorum:

“… Resûlullâh salla`llahu aleyhi ve sellem Mekke`ye gelince, hüccâca şöyle i`lân buyurdu: Hüccacdan kurbanlık sevk edenler (ihramlarını muhâfaza etsinler) edâ-yi hac edinceye kadar ihramlıya işlemesi harâm olan şeylerden hiç bir şey işlemek bunlara halâl değildir. Kurbanlık sevk etmiyenler ise Beyt`i tavâf ve Safâ ile Merve arasında sa`yetsin, saçından bir parça kestirip ihrâmından çıksın! Sonra (Arafât`a çıkılacağı sırada) hac için ihramlansın!...”(Buhari, Kitabü’l Hac, Hadis No: 821)

Ana konuya bir başlık daha eklemek istiyorum. Bu ara ilk mesajda gerekli ilaveleri yapamadığım için yazının son haline aşağıdaki linkten bakılabilir.

http://hakikatbununneresinde.blogspo...sehre-and.html

Tanrıçanın aşığı Attis'in yeniden diriltilen parmağı:

Tanrıça Kibele ve Attis'in doğuş mitosu hakkındaki bilgileri, Yunanlı ve Romalı yazarların bildirdiklerinden kısıtlı bir şekilde de olsa öğrenebilmekteyiz. Bu anlatımlarda Attis tanrıçaya kendisini adamasından sonra tanrısal konuma ulaşmış bir insan ya da rahiptir. Bu mitoslarla ilgili en detaylı bilgiyi verenlerden birisi de Pausanias’dır (M.S. 2. y.y. sonu). Pausanias bu mitosu şu şekilde anlatmıştır:

“... Attis’e Ana Tanrıça (Kybele) âşık olur. Attis ona sadık kalacağına söz verir ama Pessinus kralının kızına âşık olur. Attis kralın kızı ile evleneceği sırada düğün konukları arasından Agdistis (Kybele) görünür ve kıskançlığından Attis’i çıldırtır. Dağa kaçan Attis, bir çam ağacının altında kendini hadım eder ve ölür. Kanından menekşeler meydana gelir. Bu yaptığından pişman olan Agdistis (Kybele), Zeus’a yalvarır ve Attis’in yeniden dirilmesini ister. Ancak, Zeus Attis’in bedeninin hiç çürümeyeceğini, saçının hep uzayacağını, yalnızca sağ elinin küçük parmağının hareket edeceğine söz verir. Tanrıça, Attis’i Pessinus’ta gömer ve o her yıl yapılan törenlerde tanrı olarak anılır.” (Pausanias, VII.17.9–12.)

Bu mitostaki iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan birincisi tanrılar tanrısı Zeus’un yapacağı yeniden diriltme olayı, ikincisi ise yeniden dirilteceği Attis’in sağ elinin küçük parmağının hareket etmesine izin vererek parmağını diriltiyor olması. Bu anlatım insanın aklına yeniden diriltme ile birlikte yine bir “parmak” bahsinin geçmekte olduğu Kurandaki bir ayeti hatırlatmaktadır.

"İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?”

“Evet bizim, onun parmak uçlarını (parmaklarını) bile düzenlemeye gücümüz yeter." (Kıyame Suresi 3-4)

İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltirken onların kemiklerinin bir araya getirilecek olmasını anlamak kolay yalnız kemiklerden bahsettikten sonra birden bire sadece parmaklardan veya parmak uçlarından bahsediliyor olması oldukça tuhaf. Kemikleri biraraya topladıktan sonra herhalde sıra onları ete büründürmeye gelecektir. Bununla ilgili vücudun onca yeri varken neden parmak uçlarından bahsedilmiştir?

Bu tuhaflık en başta Müslümanların dikkatini çektiği için ayette geçen ifade "parmak ucu" şeklinde çevrilip tefsirlerde genelde “parmak izi” olayına atıfta bulunarak açıklama getirilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımları anlamak güçtür, çünkü birincisi Allah "parmak izi" demeyi beceremeyen bir tanrı mıdır, ikincisi öbür tarafta birilerinin kalabalığa karışıp kaybolması mı söz konusudur.

Bu ayette kastedilen gerçekten de tüm insanların parmakları olabileceği gibi bir başka ayette ceza olarak uygulanması emredilen kesilen parmakların yeniden diriltilmesiyle ilgili de olabilirdi. Aynı şekilde bu anlatım tanrıça motifli geçmiş bir mitostan kalan bir tanrının yeniden diriltme kudretinin bir benzeri, bir uzantısı olarak söylenmiş de olabilirdi.

Ana konuya bir başlık daha eklemek istiyorum. Bu ara ilk mesajda gerekli ilaveleri yapamadığım için yazının son haline aşağıdaki linkten bakılabilir.

http://hakikatbununneresinde.blogspot.com/2012/11/incire-zeytine-ve-guvenli-sehre-and.html


Ana tanrıçanın sevgilisi Attis’i öldüren domuz:


Ana tanrıça Kibele (Kybele) ve Attis’in birlikteliklerine ilişkin antik Yunan ve Roma yazarlarına ait Lidya versiyonu olarak adlandırılan anlatımda, Attis ile yabandomuzu arasında yakın bir ilişki vardır. Bu hayvan Atys ya da Attis’i öldürür ya da bu hayvanın avlanması sırasında Attis istenmeyen yazgısına yenik düşerek öldürülür. Bu anlatım şeklinde Attis, Kibele’nin aşığı ya da hadım rahibi değil; kral soyundan gelen yaşayan bir kişi olarak görülür.

Herodotos (M.Ö. 5. y.y.); Hermesianax (M.Ö. 3. y.y. başı) ve Pausanias’ın (M.S. 2. y.y. sonu) anlatımına dayanan Lidya versiyonu, bir kralın oğlu ya da rahip olan Attes ya da Atys isimli kişinin kaza sonucu yabandomuzu avı sırasında bir kişi tarafından öldürülmesine ya da arada hiçbir aracı olmadan direk yabandomuzu tarafından öldürülmesine dayanır. Pausanias’a ait olan bir anlatım şu şekildedir.

“Phrygialı Kalaos’un oğlu olan Attes üreme iktidarı olmaksızın doğmuştur. Büyüyünce Lidya’ya gider ve onlara Ana Tanrıça kültünü kabul ettirir. Attes, Ana Tanrıça tarafından o kadar hürmet ve takdir görür ki Zeus bu olaya sinirinden ve öfkesinden Attes’in arkasından ülkeye bir domuz gönderir. Bu domuz birçok Lidyalı ile birlikte Attes’i de öldürür. Bu yüzden Pessinus’taki Galatyalılar domuza dokunmazlar.” (Pausanias, VII.17.9–12.)

Yukarıdaki bilgilerin yer aldığı “Anadolu’da Kibele - Attis Kültü” adlı yüksek lisans tezinde şöyle bir not da düşülmüştür.

“Galatlar’ın et yememesini bu şekilde anlatan bir açıklamanın yapılması ve bu külte girenlerin balık ve yabandomuzu eti tüketmemeleri muhtemelen buradaki anlatımlarda tanrılarını ya da prenslerini öldürdüğü için lanetledikleri bu hayvanın etini yememek için olmalıdır. Ayrıca, bu tanrı ve tanrıçanın toprak ve tahıl ürünleri ile ilişkisini düşündüğümüzde; Attis, tarladaki topraktan çıkan ekinleri, tanrıça da toprak ana olarak Attis’i kucaklayan anneyi, Attis’i öldüren yabandomuzu da tahıl başına gelecek kötülükleri simgelemektedir. Bundan dolayı da bu hayvan verimsizlik ve bereketsizlik getireceğinden istenmeyen bir varlık olmuştur.”

Bilindiği gibi domuz İslam inancında eti yenmesi haram sayılan bir hayvandır. Kuran’da 4 ayette (Bakara-173, Nahl-115, Enam -145, Maide-3) domuz etinin yenmesinin haram olduğu söylenir. Bunlar içerisinden bir önceki ayetiyle Kabe’ye yapılan haçtan bahseden Maide suresinin ilgili ayetleri şu şekildedir:

Maide Suresi:

2-“Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! Allah'ın (koyduğu) şeriat hükümlerine, Haram ay'a, (hediye olarak Kâbe'ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, Rabb'lerinden bir fazl ve (O'nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram'a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin. Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram'dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.”

3-“Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı…”

Ana konuya bir başlık daha eklemek istiyorum. Bu ara ilk mesajda gerekli ilaveleri yapamadığım için yazının son haline aşağıdaki linkten bakılabilir.

http://hakikatbununneresinde.blogspot.com/2012/11/incire-zeytine-ve-guvenli-sehre-and.html

(Aşağıda yazılanlar ilk mesajdaki "Dağlarda ve ormanlarda mekan tutan ana tanrıça" başlığına ilave edilmiştir.)

Mitoslar dışında, arkeolojik verilerden de yararlanmak Ana Tanrıça kültünün Filistin’de de görüldüğünün kanıtlanması açısından önemlidir. Bunun için, günümüzde dahi kendini heybetli bir şekilde gösteren Sion Dağı bize bazı ipuçları sunar.

Kudüs kentinde, Haram-i Şerif’in üzerine oturduğu dağın bu bölgeye tek tanrılı dinler gelmeden önce ve tek tanrılı dinler döneminde kutsal olduğu söylenmektedir. (Işık F., “Doğa Ana Kubaba: Tanrıçaların Ege’de Buluşması”, 1999: 1.)

Eski Ahit‟te, Zekeriya bölümünde, 8. kısımda; RAB, o dönemin Kudüs‟ünde varlık gösteren tanrıyı kıskandığını belirtirken Kudüs’te bir dağa kutsal görülerek tapınıldığını da belirtmiş olur:

“… Sion’a döndüm, Yereşalimin (Kudüs) içinde oturacağım ve Yereşalime (Kudüs), gerçekler şehri, ve ordular RABBİ’nin dağına, Mukaddes dağ denilecek.”

Böylece, çok tanrılı dinler zamanında, Sion Dağı’nın kutsal sayıldığını ve dağların hakimesi Ana Tanrıça Kybele’nin bir benzerinin Kudüs‟te var olduğunu anlayabiliyoruz. Arapçada dağ anlamına gelen Cebel sözcüğünün de Kybele’den türeyip türemediği, merak konusudur. (Yavuz Y., “Eski Anadolu’daki Dinsel İnançların Günümüz Toplumlarına Etkileri”, 2002: 133.)

"İslamı yanlış yaşıyorlar" değil, doğrusu "İslam yanlış, yaşanılmıyor." CENKVAROL

http://hakikatbununneresinde.blogspot.com/

Konu Neva tarafından (20-11-2012 Saat 00:26 ) değiştirilmiştir. Sebep: Uye tarafindan, ana konuya ilave edilmek istenen mesajlar birlestirildi.
Alıntı ile Cevapla