Konu: Kulleteyn
Tekil Mesaj gösterimi
  #26  
Alt 30-09-2012, 05:15
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

151

151
- iki gözün de "kor" olur inşallah!
- Kız bah, ağzımı açürma. Gizli gizli de yedirdiğini bilmir miyik,
görmedim mi?
- Hele dur, ne yedirmişim gizli gizli? Ne ycdirdim de o kor
olasıca gözüne böyüdü?
- Ne bulursan yedirirsin. Yoğurdun ğaymağım da ona yedirirsin
hep.
- "Kel fesat"mı haber verdi?
"Kel fesai" dediği, oğullarından Mehmet'ti. Mehmet'in başında
büyükçe bir demir pâra kadar kel vardı. Çıban yeri. Küçük konuğun
gelmesinden, hele kalmasından Mehmet de hoşlanmamışu hiç. Neden
ki, kimi yiyeceklerine, onun da ortak olduğunu görüyordu. Dahası da
vardı: Anası, yoğurdun kaymağını ille de yeğenine ayırıp ycdiriyordu.
Mehmet, bu durumu babasına iletince, babası çılgına dönmüştü. "Elin
dığası,.gelmiş çocuklann nzğını yiyir!" diyerek söylenip durmuştu.
Ahmed'in kansıyla tartışmalarına küçük konuğun kendisi dc tanık
olmuştu birçok kez. Bir güh şöyle konuşmuşlardı:
- Kız bah hele, artıh dayânamirim, babasına mektup yazdır da
gelsin dığasinı götürsün. Gendi dığalanmızı geçindirdik ıc o mu galdı?
- Aşın da ekmeğin de başına çalın.sın herif!
- Babanın "gor"una (mezarına) sıçarım .senin!
- Babama da, "gor"una da gurban ol. Ne patlirsin, yazdınrim; babası
gelir götürür! Babamı, "gor"unu ne gariştirirsin "kor" ola.sıca
adam?!
- Ben bilmem, bu dığa daha çoh kalmasın bu evde. Elimizde -
avucumuzdakini, onun bunun bohunu dökerek kazanirik.
- Vıy, gözün çıhsm senin! Nasıl ki çıhmış?
- Çoh söleme, kes sesini!
Zavaİh kadın ağlamaya başPadı.
- Ah benim savak gardaşım, ah! Sen kalh, gözünün agı-'garası bir
tek oğlunu götür Kürtlerin içine at, sonra da çocuk gelsin, böle
"hınzır"ın aşına-ekmeğtnc muhtaç olsun. Ah canı sagolasıca gardaşım,
ah!
152
Bibisini böyle ağlar ve sızlanır görünce, yanına gitti.
- Bibi, eniştemin dediklerini duydum. Sen de ağlama! Ben zeten
galmıycam. Seninle "bogün" çarşıya gidek, paramla alacahlanmı alah
'(alalım), sonra ben giderim. Sen ağlama, bene de ağlamak gelir!
Ağlama he mi?
Bibisi de artık ağlamayı kesti. Belki daha çok ağlayacaktı, içi de
doluydu; ama oğlanı üzmek istemedi. Burnunu çekti, sonra da hem
göz yaşlarım, hem de burnunu "yazma"sının ucuyla sildi.
Tam o sırada biri, bir haberle geldi:
- Gülbeyaz hala! Duran'm hocası Hafız Celâl gelmiş, "oğlanı
babasına gölürecem!" diyirmiş.
Haber, bir ölçüde sevindirmişti bibisini. Hafızı sevmiyor olsa
bile o da biraz sevinmişti. "Anamı, babamı da görürüm" diye..
Gel gör ki, babası, Erzurum'un Hınıs ilçesine bağlı Simo
köyündcydi. İmamdı orada. Tutak'sa oraya, yaya bir kaç gün
uzaklıktaydı. Motorlu araç bulunmazdı. Atı, arabayı da öyle herkes
bulamazdı. Hafız Celâl'in taa oralarda işi neydi? Bir işi olmalıydı. Bir
çıkar kokusu almasa, adımını bile atmazdı.
Sonradan anlaşılacaktı ki. Celâl "cer" peşinde. Öğrencisinin
babasının da yardımıyla daha iyi "cer" yapabileceğini ummuş. Onu
götürürse, işin daha da iyi yoluna gireceğini düşünmüş. Hatun'u
(Duran'ın anası) da görebilirdi orada. Bir zamanlar Hatun'la evlenmek
için az mı çaba harcamıştı? Bu gidişle hem ziyaret, hem ticaret
olacaku.
İşte Cçlâl'i,'laa oralara iten, bu hcsaplanydı.
Ahmet, karısıyla tariışuktan sonra, haberi olamadan çıkmışü.
- Bibi, eniştem nere gitti?
- Cehennemin garayoluna..!
-Haberi duyunca çok sevinecek!
- Sevinmez olsun, gözü çıhsın inşallah!
Faik girdi içeri. Dayısının oğlunu çok severdi. Hep birlikte olsun
isterdi. O da onu severdi.
- Faik ben gidirim.
153
- Nere gidirsin? , .
- Simo'ya.
- Yalan.
-Vallaha.
- Sen nasıl gidecen?
- Hafız Celâl gelmiş, o götürecek. "-Ben götürecem." demiş
Faik çok üzülmüştü habere.
- Ana! , .
- Ne diyirsin ola, gavurun sıpası?
- Duran'ıbırahma, gitmesin!
- Gavur baban da ele mi diyir?
- Demek onun yüzünden.
- Ya kimin yüzünden olacah?
-Böyürsem ona gösteririm!
-!!! •
- Dayımı görürsem, seni bu gavura niye verdiklerini soracam.
Seni verecek başha goca bulamamışlar mı?
- Ah oğul, ben bu herife geliriken dayın küçükdü. Hepimiz yetim
galmışüh. Bu herif "azablıh" (hizmetkârlık) edcridi; Anamdan isteddi.
Anam ne etsin? Dul bir karı. 3 yetimi geçindiremirdi. Kaldırıp verdi
beni, yazı-gader. Allah'ın emri de öleymiş; iş olup bitti. Emrine
gurban olim Allah'a! Alnımın gara yazısı işte!
- Sen de bizi ondan doğurmayaydm?
- Hele eşşegin sıpasına bah! Ey dur hele, neydeydim? Onun
nikahı altında başha birini mi buiaydım?
- Olmazdı he mi?
- Ey heç olurdu?
Ahmet içeri girdi o sırada. Güleçti. Belli ki, ona da haber
vermişlerdi.
- Duran! Hafız Celâl, babanın imam olduğu köve gidecekmiş,
seni de götüreceğini sölemiş.
154
- Bilirim. Duyduh.
- Gitmek istirsin? •
- îstirim. Görestim anamı, babamı.
- Herhal, onlar da seni göresti.
İyi ama. Hafız Celâl şimdi nerede? Kimlerde kalıyor? Ne zaman
yola çıkacak?
Ahmet enişte, bütün bunları iyice öğrenmek için çıktı.
O da hazırlanmalıydı bir yandan. Ayakkabı, ceket, şalvar alacakü,
arlık almalıydı.
- Bibi, haydi şimdi biz çarşıya gidek de alacahlarımızı alah,
- He oğul gidek!
Bibisi çarşafını aldı ve çıktılar.
Bir ceket, şalvar, işlik almışlar; parasının birazı da artmıştı. Cici
giysilerini hemen de giymişti. Birden bâ^kalaşmışü sanki,
Bibisiylc çarşıdan evç doğru yürürken arkadan bir ses işittiler:
- Gülbeyaz hala!
Koşarak yanlarına gelen, bir gençti. ^
- Gülbeyaz hala! Senin yeğenini mahkemeden istirler.
- Estagfirullah, oğul ne mahkemesi?
- Başı kesik adam görmüşinüş.
- Tövbe estagfirullah, ola sen ne diyirsin, başı kesik adam kim?
Araya girip bibisine anlattı:
- Bibi ben gördüm. Esmer'e gelinken gördüm. Herifi kesmişler,
başını da yanırra koymuşlar.
- Vıyy Allah esirgesin, Allah başlara vermesin.
Dönüp inahkemcnin bulunduğu binaya gittiler. Vardılar ki Hafız
Celâl de orada. Husso ve Hammame de.. Hafız da yasa dışı nikâh
kıjanaktan sanık olarak çağrılmış. Önce Hafız Celâl'in gidip elini
öptü.

155
- Hocam, beni götürecekmişsin, ele dediler.
- Hee, götürecem. Bir-iki gün sonra yola çıhanh.
- Ben hazırlandım.
-Ey,pekey!
Sonra Husso'ya yaklaşıp konuştu.
- Hâlo Husso, senin işin daha bitmedi mi?
- Beni o gün bıraktılar, gittim, şimdi mahkemeye geldim.
Komutan iyi adamdı, beni serbest bıraktı. Ama iş mahkemeye
götürüldü. Şimdi duruşma var, biraz sonra çağırcaklar, bakalım ne
olacak?
- İyi olur inşallah. Beni görmeye niye gelmedin?
- İşler ivediydi gelemedim, mahkemeden sonra uğrayacaktım.
- Ben de Hafız Cclâl'lc babama, anama gideceğim. Hınıs'ın bir
köyüne. Babam orada imam.
- Demek bu adamla gideceksin?!
- Evet. Biraz kalıp sonra yine geleceğim sizin köye.
.-İyi:' •• '
Husso, Hammame, babası. Hafız Celâl, Kâmil ağa ve tanıklar
içeri alındılar. "Türko" da, bibisiyle birlikte girdi içeri. Girmeleri
gerektiğini sanarak..
Husso'dan başlandı. Önce kimlik belirlemesi yapıldı. "Tercüman"
aracıhğıyla. Sonra soruldu:
- Mûsâ kızı Hammame Söğüt'ü zorla kaçırdığın ileri sürülüyor,
doğrumu?
-Vallah "mzanım" (vallaha bilmiyorum).
Husso "bilmiyorum" derken, "Türkçe bilmiyorum, .söylenenleri
anlamıyorum." demek istemişti. "Tercüman" araya girdi, Türkçe'ye
çevrildi. Soruya verdiği tüm karşılıklar aktarıldı vc yazıldı. Husso,
kızın 18 yaşmı aştığını, zorla kaçırmadığını, anlaştıklarını, birbirlerini
çok sevdiklerini ve öyleyken babasının kendisine vermeyip 2 karılı bir
adama verme yoluna gittiğini, bu arada kızın hiç haberi olmadan Hafız
Celâl'in, kızla adam için nikâh kıydığını söylemişti.
Hammame'ye geçildi:
156
Yine kimlik belirlemesi. Ardından soru:
- Bu adam; Hüseyin (Husso) Şivano Cino, seni zorla kaçırdı mı?
- "Nızanım" (bilmiyorumi Türkçe anlamıyorum)!
Soruyu, anlayacağı dile, yani Kürtçe'ye çevirdiler. Soruya verdiği
karşılık da çevrildi. Husso'yu sevdiğini, babasının Husso'ya vermeyip
evli bir erkeğe, iki kuma üstüne verdiğini öğrenir öğrenmez Husso'yla
anlaştıklarını, evden çıkıp Husso'ya gittiğini söylüyor ve hâkime,
Husso'dan ayırmaması için yalvarıyordu. Bunlar da yazıldı.
Kızın babasına geçildi:
Kimlik belirlemesi ve .sorular, cevaplar, Kürtçe'ye, Kürtçe'den
Türkçe'ye çeviriler, tutanağa geçilmesi.. Kızın babası, Husso'nun,
kı/ını ayarilığını, sonra da kaçırdığını, söylüyor, Husso'nun
cezalandırılmasını isliyordu.
Ardından Kâmil Yılmaz dinlendi.
Kimlik belirlemesinden sonra soruldu: .
-İki karın varmış senin," doğru mu?
- Yoh.
-Kaçkannvar?
- Karım heç yoh!
Gerçeklen de Kâmil Yılmaz, iki kanlı olsa da, resmen "bekâr"
gözüküyordu. Hiçbiriyle evliliği, "resmi" değildi. Zâlen resmi nikâh o
yörede fazla yaygın değildi. Kimileri hiç bilmiyordu bile bu tür
nikâhı.
- Demek ki karılarından hiçbiriyle resmi nikâhın yok.
-Yoh.
- Yani "nikâhsız" yaşıyorsun?
- Eslafirullah, heç "nikahsız" olur?
Adam, bir çeşit "iliraf'la bulunmuştu. Belki de yargıcın amacı
bunu sağlamaktı. Bu itirafı; başka itiraf izledi:
- Nikâhın var mı?
- Elhamdülillah, var.
- Nikâhlarım kimler kıydı?
- Şey, hâkim Beg..
157
-Hadi söyle!
- Hocalar.
- Peki son nikâhını kim kıydı? Hammame'yle olanı?
-HâfızCelâl.
Bunlar da tutanağa geçti.
Sıra; Hafız Celâl'in yasa dışı nikâh kıymasına ilişkin davada:
Kimlik belirlemesi. Ve sorular:
- Hammame Söğüt'le Kâmil Yılmaz için dini nikâh kıydığın ileri
sürülüyor, ne diyorsun?
Hâfız'da bet-bcniz kalmamıştı. Sapsarı kesilmişti zavallı.
- Tövbe cstagiirullah!
- Nikâh kıydın mı, kıymadın mı; onu söyle!
- Nikâh değildi Hâkim Bcg!
-Ya neydi?!
- Duayıdı!
- Ne duası? ^ •
- Şey, "ya mukallibel-kulûb...".
Yargıç, yaşlı biriydi, dinsel nikâhlarda hocaların neler
okuduklarını biliyordu, ağzı da yatkındı okunanlara:
-"Vc'n-kihû'l-eyâmâ"yı da okudun mu?
Ağzından kaçırdı hâliz:
-Ohudum!
- O, âyet değil mi?
- Hee, Nûr suresinde.
- Mânâsını da biliyor musun?
-Bilirim.
-Nedir?
- "Eyyimlerinizi evlendirin!" demek.
-"Eyyim" ne detaek hoca?
- "Evli olmayan, bekâr." demek.
- Peki senin nikâhını kıydığın Kâmil Yılmaz da "bekâr"mıydı?
- "Hükmen" bekâr sayılırdı.
158
-Ne demek "hükmen"?
- "Şerian ğarrâ"ya göre..
- O ne demek? "Ğarrâ"nın mânâsı ne?
- "Alnı ak" demek.
. - Öyleyse "Şerial-i garrâ"da, "ahıı ak şeriat" demek?
- Hee, ele Hâkim Beg!
- Şerialin "yüzü ak" mı?
- ElhamduHUâh!
- Sen Şeriatçı mısın?
-Hâşâ!
Başka yörelerde, başka mahkemelerde ve özellikle kentlerde
olsavıii. "bu sorunun davayla ilgisi yok." denirdi belki de. Oralarda bu
türden çıkışlar, pek alışılan türden değildi. Kaldı ki, bu türden bir çıkış
olsaydı, yargıç, böyle bir sorunun davayla yakından ilgili
bulunduğunu söyleyebilirdi.
Hâfız'dan sonra bir-iki kişi daha dinlendi. Karar için "gereği
düşünüldü". Verilen kararın özeti: Kız "reşid" olduğundan ve bir "zor
kullanma" bulunmadığından, Hussso suçsuz.
Husso "beraat" etmişti, ama durum. Hafız Celâl için değişikti.
Hafız, "yasa dışı dini nikâh kıyma"nın sanığıydı, cezalandırılabilirdi.
Ancak, da\;ı\:ı ilişkin kanıtlar yeterii görülmediğinden adları verilen
tanıkların dinlenmesi için duruşma, iki ay sonraya bırakıldı.
Ve herkes çıkü. -
Ne var ki, "başı kesik" adamdan sözedilmemişti hiç. Oysa, o da,
bibisi de, orada ondan da sözedilebileceğirii sanıyorlar, bekliyorlardı.
Mübaşire sordular. Mübaşir listeye bakü, onun adının bulunmadığını,
savcılıktan çağrılmış olabileceğini söyledi ve savcının odasını
gösterdi.
Gösterilen kapıdan içeri girdiler. Karşıda, masasında oturan bir
adam.
- Ne istiyorsunuz? diye sordu.
Bibisi konuştu:
- Bu benim gardaşımm oğlu. Duran.
159
Alıntı ile Cevapla