Konu: Kulleteyn
Tekil Mesaj gösterimi
  #13  
Alt 29-09-2012, 22:55
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

yıkayabildiği ölçüde yıkadı. Yine hapşırmalar. Burnu artık
ama akıyordu. Yine de sümükler kanlıydı. Yani aksa da
kan sümüğe karıştığından pek belli olmuyordu. Hava açıktı, güneş
vardı. Biraz öteye gidip uzandı. Bakanlara aldırmadan.. Uyuya kalmıştı.
Gözlerini açtığında, kendisini birinin sırtında bulmuştu.
Husso'ydu bu. Meğer evine götüren yaşlı kadın da onun anasiymiş.
Kadın, Türko'nun camiden gelmediğini görünce, önce beklemiş, sonra
camiye gitmiş, sormuş. Başma gelenleri ve pınara gittiğini öğrenince
de Husso'yu bulup göndermiş ardından. Alıp eve götürsün diye. Husso
da çeşmenin biraz ötesinde ölü gibi yatar bulmuş ve sırtlanmış, doğru
eve.
Hemen yün yorganın altına soktular. Terletmeye çalıştılar.
- Bi terlese kurtulur., diye düşünüyorlardı.
Hem "ateşler içinde" yanıyor, hem üşüyordu.
Yorganın altında, başına gelenleri düşündü bir süre. Karnının ilk
ağnyişi, "abdesthâne"ye koşuşu, tmklayışı, temizleme çabası, "şeriat"!
koltuğunun altında unutuşu, delikten bok yığınına dÜŞÜTÜŞÜ, Ahmet'le
birlikte çabalan, "Şeriaf'i çıkarayım derken aynı yığma batışı, orada
boğulma tehlikesi atlatışı, kurtarılışı, sonra kulleteyn ve daha
sonrası... Hele, kendini tutamayıp şalvara tıriklayiŞl... Neydi bu
başına gelenler? Dalıp gitti.
- Ce?.â! Bir cezadır bu. "Şeriat"! pisliğe düşürdün! Cezanı
çekeceksin!!!
Ses, gök k e s i m i n d e n g e l i y o r d u . Bulutlardan. Tanrı, işte orada.
Daha önce, söğüt ağacında, dalları yaratırken görüldüğü biçimiyle. Bu
kez atlı. Çevresinde de melekler. Kanatlı kanatlı. Cami ve kulleteyn dC
orada. Basra'll, Kûfe'li âlimler de.. Hepsi bUİUtlann üstünde. Ne var ki
nur yok. "Alim"ierde n u r l u değiller. Yüzler ve kılıklar çirkin çirkin.
Niçin; belli değil. Bağnşıyorlardı:
-Suçlu!!
-Günahkâr!!!
- Cezasını çekmeli!!!
- "Şeriat"ı "abdesthane"ye götürmüştür. Ayeti ve hadisiyle birlikte
pisliğe d ü ş ü r m ü ş t ü r . Büyük günâh işlemiştir!
- Tu-ıklı artık âlim olamıyacak!
66
- Olamıyacak!!!
Bağırmaların kendine yönelik olduğunu gören Türko, üzgün,
ağlıyordu. Tann'ya seslendi:
- Yüce Tann, bir şey söylesene şunlara!
- Söyledikleri doğru!
- Doğruymuş! Herşeyi bildiğin halde, sen de onlardan yana!
- Günâh işledin!
- "Akıl, baliğ" (ergin) değilim ki, günahkâr olayım! Karnımı
ağntan da sensin. Şimdi suçu benim üstüme atirsin! Adalet değU!
- "Alim" yapmayacağım seni!
- Yapmasan yapma! Sen yapmasan da ben olurum!
- Nasıl?
- Görürsün!
Ağlıyordu içli içli. Ne suçu vardı sanki?! Tann'ya küstü? "Daha da
olmazsa gavur okuluna giderim!" diye düşündü. Sonra döndü; "hayır,
ben yine âlim olacağım, görsün onlarî" diye söylendi.
- Olacağım işte. Büyük âlim olacağım! O Basra'll, Kûfe'li âlimleri
geçeceğim!
- Olacahsın helbet!
Bi de ne görsün: Anası.
- Helbet olacahsın kuzum, anan kurban olsun. Alim olacahsın,
sen onlara bahma. Sen ohu, gör nasıl âlim olabilirsin? Onlar da
görsünler.
Anası hemen kollarını açtı, kucakladı, bağrına bastı.
- Ana, Tanrı kızdı, "âlim yapmıyacağim!" dedi.
- Desin o. Kızgınlığı geçer. Seni çok sevir o.
- Sevse karnımı ağrıtır mı, burnumu kanatır mı?
- Neyse sen de öyle deme!
- Ana!
- He yavrum!
Gözlerini açtı. Bir adam bağırıyor:
- Açın yorganı! Çocuğu boğacaksınız! Çekilin biraz!
"Doktor" diyorlardı.
Kartallı Köyü'nde de doktor olur muydu? Olurdu. Az kalırdı, yine
67
de. olurdu. Ama her zaman değil. Mall-davan olanlarm hayvanlarına
bakmak için geldiğinde. Hayvanlardan hastaların yanında, insanlardan
hastalarla da ilgilenirdi. Hayvan sağlık memuruydu, ama "doktor"
derlerdi. İyi ki o gün de gelmişti köye.
Hastanın rahat soluk almasını sağladı. Çantasında, iğnesi-ilaci bile
vardı. Çıkarıp bir iğne yaptı. Sonra:
- Şunları da yedirin çocuğa! diyerek, yedirilmesi gerekenleri
söyledi. Ve:
- Kurumuş gitmiş, çokça su içirin! dedi.
Molla Nasır. Hâfiz Celâl; Ahmet ve başkaları da orada,
başucundalardı. Ölecek diye hepsi korkmuştu. Gözünü açınca da
sevinmişlerdi.
Tanrı kızarsa nasıl hoşnut edileceğini sordu. " İ b a d e t l e , "âlim"
olmakla hoşnut edilebileceğini söylediler. "Şeriat"ın pisliğe
duyduğu üzüntüyü anlattı. Artık üzülmemesini
söylediler. Molla Nâsir çıkarıp bir yeni "şeriat" (kitabı) gösterdi. Vö
armağan etti. Türko çok sevinmişti. Yatağın içinden doğrulup elini
öperek karşılık verdi hocasına. Ancak bir derdi vardı: Dersleri kalmıştı.
Kalkıp gitmeli, okumalıydı. Molla Nâsır, kalkmamasını, iyileşinceye
dek kaimasını söyledi. Söz aldı. İyi çalıştıracağına ilişkin de Sözverdi.
Hafız Celâl de birşeyler söyledi. Biraz sonra çıkıp gittiler. Ahmet geri
konuşlular:
- Babam diyir ki, o hcle cy olup kalksın; dövmiyccem artık.
- Dögcmcz kizelen (zaten).
- Niye?
- Benim hocam, artık Molla Nâsir.
- Essahtan, unutmuştum ben. Dögemez, doğru. Hocan o değil.
Molia Nâsır.
- Ahmet, sen gene de babana söyleme, he mi?
- Söylemem, korhma. Söyler miyim heç?
Ahmet, herkesten çok sevinmişti onun gözlerini açıp konuşuyor
olmasına. Yine geleceğini söyliyerek gitti.
Tavuk kesmişlerdi. Bir parça getirip önüne koydular. Hem de çok
sevdiği budundan. Ayran da vardı. Lavaşla etten biraz yedi. Biraz da
68
ayran içti. Daha çok yemek için kendini zorladı. Yanındakiler de
zorladılar. Ama iştahı yoktu. Yiyemedi daha. Biraz sonra da uyudu.
5-6 gün kaldı Hâlo Şivâno'lardan Husso'nun evinde. Daha da
kalması gerekiyordu belki. Ama derslerinden dolayı kalmak istemedi.
Orada da çalışabilirdi, arada sırada çalışıyordu da. Fakat gönlünce değil.
Camide ve belirli yerlerdeki çalışması başkaydı, daha verimliydi. Cılız
gövdesinin çelimsiz bacaklarında, gezip dolaşacak ölçüde güç bulur
bulmaz izin istedi. İyice iyileşmediğini, birkaç gün daha kalması
gerektiğini söylediler, ama dinlemedi. Üstünü-başını giyip çıktı.
Bir-iki kitabı da koltuğunda gitti. Asıl yerine. Ve büyük bir açlıkla,
özlemle derslerine, ezberlerine.
69

12

Hava güzeldi dışarda.
İçinde bir kıpırdama. Yaşamak gibi.
Metin ezberi için dışarıya çıkmalıydı. Her zamanki gibi. Koca
kabaralı ayakkabıları giydi. Ama güçsüzken daha da güçsüzleşen
bacaklarına, olduğundan da ağır gelmişti. Taşıyamayacağım anlayınca
çıkardı; bi yana koydu. Yalın ayak kaldı.
Yürüyerek çalışması gerekiyordu. Bir ileri bir geri.. Gelenek
öyleydi. Gel gör ki dizlerinin "fer"i yoktu. Gözleri karardı; düşecek
gibi oldu. Duvara dayandı. Geçti işte. Yine de güçsüz. Çöktü.
içine. Delikleri duvarın dibinde olan karıncalar vardı.
bir çaba içindeydiler. Hiç zaman yitirmek istemezcesine bir o
yana, bi bu yana gidip geliyorlardı. İnsancıkların yerine, yaşamı
yakalamak istiyorlardı sanki. "Yaşamı yakalamak"! Tümünün olan bir
yere, tümünün olacak ya da olabilecek bir şeyler taşıyorlardı.
Hiçdeğilse büyük ölçüde.. Bunun coşkusu var gibiydi içlerinde. Kimi
buğday tanesi götürüyordu tek tek. Gövdelerinden daha büyüğünü
götürebilenler bile vardı. Ne şaşılası şey! Kimiyse küme küme olmuş,
güçbirliğiyle daha büyüğünü götürmeye koyulmuştu. İşte bir küme.
Koca bir başağı sürüklüyor. Kağnı arabalarıyla taşınan ve harmana
götürülen buğday başaklarından. Yer yer düşer ve yeller alır, oraya
buraya sürükler. Kimi yoksullar, arabalardan düşenleri, tarlada kalanları
bir bir toplarlar. "Vergi" bile verirler bundan. Kör, yaşlı kocasıyla
birlikte geçinebilmek için böyle başak toplayan bir nineyi anımsadı
birden. Yaşlı kadın, topladığı buğday başaklarından, iki sandık dolusu
buğday biriktirmişti. "Kışlık yiyecekleri"ni sağlamıştı böylece. Ne var
ki, "devlet"in vergi görevlileri gelmişler, sandıklara yapışırcasına
sarılan yaşlı kadını bağırta bağırta koparıp itmişler, bir de tekme
atmışlar ve sandığın birini alıp götürmüşlerdi. "Devlet hazinesi"
zenginleşsin diye! Karıncalar için böyle bir durum yoktu. Bir bir
birileri gelip ellerinden almıyacaktı. Dalıp izledi
Duvara tırmanan böcekleri de vardı. Bir süre de onlara
baktı. Fzberme yöncKii sonra. Çöktüğü yerden kalkmadan..
^0
"Emâli" adlı kitaptan, "ve mâin filu aslahu" diye başhyan iki
dize:
Yol gösterici, Kutsal ve Yüce olan Tann'ya,
İnsanlara en uygun olanı yapmak gerekli (farz) değildir.
"Sünnet ehlfnin görüşüne göre böyle. Tanrı, insanların yararına
en elverişli olanı dilerse yapar, dilerse yapmaz. Yapmakta ve
yapmamakta özgürdür. Başka türlüsü Tanrı için eksikliktir. "Mutezile"
görüşüne göreyse, insanların yararına en elverişli olanı yapmak
zorundadır Tann. Bağdat Mutezile'sine göre, bu zorunluk hem dünya,
hem Ahiret işlerinde sözkonusudur. Basra Mutezile'sine göreyse,
zorunluğun Sözkonusu olduğu alan, yalnızca din ve Ahiret işleridir.
Dünya işlerinde, dilediğini yapmakta Tanrı özgürdür. En elverişli olanı
yapmıyabilir.
İslâm Tannbiliminin derin könolanndandır bu.
Dizeleri ezberledi, anlamlan üzerinde durdu, düşündü; öbür dizelere
geçti. Epeyce ezberleyip inceledikten sonra, "Emâiî"yi kapayıp koydu
onu bir yana. Başını kaldırdı. Bakındı biraz. Üzerinde çuvallar yüklü
bir kağnı, gıcırdayarak gidiyordu. Değirmene doğru. Zavallı öküzler,
her "öküz" gibi zorlana zorlana çekiyorlardı arabayı. Yanında da bi it,
dili dışarda soluya soluya ve arada bir de iğnelerini batıran sinekleri
yakalamak için başını çevirip sağını solunu ısıra ısıra gidiyordu.
Kağm tepeyi aşana dek izledi. Bakışlarını yere çevirdi sonra. Karıncalar
çalışmalarını sürdürüyordu, tşte bir de gübre böceği^ "Mayıs ustanı".
Top yaptığı boku, yuvarlıya yuvarlıya götürüyordu. Top, yüksekçe bir
yere çıkarılıyor, sonra yuvarlanıyordu aşağıya. Ve tıstan, yeniden işe
koyuluyordu. Bir daha, bir daha. tam gübre böceğine göre bir iş.
Ayrıca sinek sürüsü. Türlü, irili ufaklı böcekler. Ayağa kalktı.
"Tann çok boş şey yaratmış" diye düşündü.
Sonra "tevbe estafirullah" dedi kendikendine. Koltuğunun altındaki
kitaplardan öbürünü açtı..
"Kev'ab": Memesi daha yeni tomurcuklanmış kız. Çoğulu
"kevâib". Ellerinde içki dolu bardaklarla kendilerini cennettekilere
sunacaklar. Ayakta bir süre durarak düşündü. "Yeni tomurcuklanmış
memeler" nasıl olur ki? Biraz yürüdü, yine durup düşündü.
"Tomurcuklanmış meme". Anasının memesini bilirdi yalnızca. Birden
71
- Uf, aman, âl da zıkkımlan! Çaka dişleye yaraladın, parçaladın bü
kum "ça»air"kd.
Anası, kısa aralıklarla doğurduğu kardeşlerini, GüİĞnaz'ı^ Zinnur'u,
Yetef'i emzirirken böyle diyerek memesini ağızlarına sokardı. Kuru
göğüslere saldıran çocuk, süt bulamayınca, "sall^- memeleri çeker,
uzaür, öfkeli öfkeli çi§iieıdi. Suçsuz memeler İSÜtSÜzlUklert yüzünden
hırpalaıf<h bu yüzden. Uçları çatlak çatlak olmuştu. Kanarlardı da.
Soğukta, sıeafcta, karda -yağışta çıkanhp çıkarılıp çoçûğa uzatılmaları
yüzünden bu duruma gelmişlerdi. Zavallı anası, ağlardı meme uçlarının
acısından. Yine de bağrına bastiğt yavrusunu emzirmekten geri
duntiâzdı.
Peki ''fO!nureuklanıriîş"ı nasıl olurdu bu memelerin? BtUi ki
ağaçlardaki tomurcuklar gibL İyi de süt olur muydu böylcsindc? Süt
yoksa neye yarardı? Üzerinde daha çok durmadı, geçti.
Karşıya baktı; zaman zaman görüp durumuna acıdığı kötÜFÜm kızı
gördü yînes. Yansına değin toprağa gömülü evin öne doğru çıkık ve
yıkık Ötivannın dibindeydi. 5-6 yaşında. Kalçadan yukan sağlam. Belki
de kalçalar da. Bacaklar işe yaramaz durumda. Ayak bileklerinden
yukarıya doğru bükük. Ayakların altı üstüne gelmiş. Esmer, gözleri
Üzüm gibi, Allı-güUü de bir fistanı var. Elinde ekmek. Tavuklar
arasında. Elindekini kaptırmama çabasında. Gözleri ekmekte olan
tavuklara karşı büyt^ bir savaş veriyor. Tavuklar üşüşmüş, çevresini
sarmışlar. Önceden arkadan sokulup bir gaga atıp kaçıyorlar^ Tümünü
kapıp kaçmak için de fırsat kolluyorlar. Kızın silahı, elindeki küçük
bir çubuk. Bir eliyle ekmeğini yiyor, öbür eliyle de kovmaya çalışıyor
kanatlı eânâVarlarL Tavuklar, ekmeği kaçırmayı kafalarına koymuş.
Hiç mi hiç aman yermiyorlar. İşte kaçırdılar. Bu kez savaş birbirleri
arasında. Kızın ekmeğinin kaçırıldığını ve ağladığını görünce fırlayıp
koşmak istödû Biraz koştu da. Ama bacaklarında ki gücü yetmedi
buna. Hızlıca yürümeye çahştı; bu kez de ayağı takılıp düştü. Tavuklar
ekmeği didişiyor, çocuk da sesini pek yijfcselüfleden ağlıyordu.
Tavuklara yetişip ekmeği kurtaramayacağını anladı. Bununla birlikte
yapabileceği hiçbir şey yok değildi. Kitaplarını biraktı. Taş, kesek,
tezek ne bulursa alıp atmaya başladı. Attıklarından birini tutturdu da.
72
Ekmeği paylaşmaya dalmış tavukların tam ortasına düşmüştü attığı.
Tavuklar içiri yıldırım duşnaüş gibi oldu. Ekmeği bırakıp kaçtılar.
Artık çabalamak, kanatlı canavarlardan yeniden gelip kapmadan gidip
almalıydı ekmeği. Olanca gücünü kullanıp hızlandı ve başardı.
Kurtarmıştı. Ekmek didiklenip küçülmüş, çamur toz^toprak olmuştu
ama, "ona dâ şükür". Sildi, temizledi ve götürüp kıza verdi. Kızın
ağlaması durmuştu. Gözlerinden dökülen yaşlar, kalınca çizgiler
oluşmuştu tozlu yanaklarında. Eliyle kızın yanaklarını sildi. Sonra
kitaplarını aldı. Ve döndü; yıkık duvarın üstüne çıkıp oturdu.
Ayaklarını da salladı keyiflice. Artık dinlenebilir ve orada da
okuyabilirdi. Kıza bakarak düşüncelere daldı. Önce kendi bacaklarının
da öyle olmadığına sevindi. Kızın öyle ölmaşınaysa üzüldü. Kim
yapmıştı onu öyle? Yapan eden Tann'ysa, niye yapmıştı, ne istiyordu
yaptığı için içerledi Tann'ya. Kendisi Tanrı olsaydı öyle
yapmazdı. Herkesi iyi, güzel yapardı; "Sünnet ehli"ni tutması
gerekiyordu, fakat görüşüne pek katılmıyordu. Ne demekti "insanların
yararına en uygun olanı yapmak Tann'ya gerekli değil"? Gerekli olmaz
olur mu? Mutezile'nin görüşünü daha doğru buluyordu, tnsahlarln
yararına en uygun olanı yapmak zorundadır Tanrı. Madem ki
"Tanri'yıml" diye ortaya çıkmış, işlerini doğru-dürüst yapmalıdır. Ama
yapmıyor işte. Şimdi bu zavallı kız ne yapsın? Elindeki ekmeğini bile
tavuklara kaptırıyor. Bacakları tutsa, kaçıp ozaklaşabitecek,
yürüyebilecek. Ne kötü! Acıdığı ve kızdığı için "levbe tevbe" bile
demedi. Kavga bile edebiHrdi Tanrı'yı görse. Düşüncelerine ve
duygularına gömülü bir sırada, evden bir başka kızın çıktığını gördü.
Bacakları sağlam, gezen, yürüyen bir kız. Yüzü kötürüm kızın
yüzüne benziyor. Kardeş oldukları "belli. Berikinden epeyce büyük.
Genç kızlara özgü bükülüşleri bile var. 11-12 yaşlarında olmah.
Bükülüşleri de, birçok yerde olduğu gibi orada da kızları çok küçükken
verir" olmalarından. Elinde taze bir lavaş. Sıcak sıcak. Yağlı.
Lavaşı böldü, birazını kötürüm kıza verdi, kalanını da:
- "Bühaî" (yel)., diyerek ona götürüp uzattı. Kürtçe konuştular.
Şunları diyorlardı:
- Ekmeğin tümünü bize verdin, sana hiç kalmadı.
Olsun, yine alırım, bizde çok var. Anam tandırda ekmek

73
yapıyor. Dur biraz daha getireyim.
Kız kopup gitti. Az sonra da döndü. Bu kez ehnde İM lavaş vardı.
Ortalannda da erimekte olan yağ. Yağlar, eriyip lavaşa yayılırken
parmakların arasından da damlıyor aşağıya. Kız, fistanına
damlatmamaya çalışıyor. Ne güzel de bir fistanı var. Kırmızılı, çiçekli.
Tek tük bulunur böyle.
elindekini bitirince, kız lavaşın birini daha verdi. Ve çıkıp
yanma olurdu. Onun gibi ayaklarını sallıyârak.. Yanyanaydılar. Kızın
boyu biraz dikçeyse de uymuşlardı birbirlerine. Ne güzel, ne mutlu bir
durum. İçinde yine bir kıpırdanma. Yine yaşamak gibi bir şey. İki yıl
önce, hep birarada bulunduğu bir kız gözünün önune_geldi. Babasının
imam olduğu Şirvanşeyih Köyü. Köyün ortasında bir pınar. Kaynaşır
çocuklar bu pınarın başında. Üstündeki taşlara çıkar, ayaklarını
sallarlar. O, hep, minik Sevdâ'nm yanında olmak isterdi. Araya başka
çocuk sokmazdı. Sokulan oldu mu, kavga ederdi.
- Get ola, girme araya!
- Sene (sana) ne?
- Sevda, koyma onu!
aldırmazdı bile. Kendisi için itişenlerin çekişmesine
karışmazdı, nazh nazh otururdu. O zaman iş başa düşer; kavga-dövüş
sürüp giderdi. Kimi zaman da onun ille de Sevdâ'nm yanında
bulunması ddğalmış gibi benimsenir, yer ona bırakılır ve araya da
kimse sokulmazdı. İşte şimdi yine tadına doyulmaz bir durum.
Yanında, yıkık duvardan ayaklarını sallamış oturan, tatlı tatlı gülerek
ekmeğini iştahla yiyen güzelce kız. Türkçe bilmiyor, ama zararı yok.
Türko Kürtçe biliyordu.
- Bak seni tanıyorum. Sana bu köyde "Türko" diyorlar. Çok da
zekîmişsin.
- Kirasöylüyor?
- Herkes. Büyük Hoca Molla Nâsır da söylüyormuş. "Bu çocuk,
büyük âlim olacak" diyormuş
- Olacağım elbette. "Kûfe'dekiler"den, "Basra'dakiler"den daha
büyük.
Sen gördün mü onları?
74
öğrendiler. Kızın
- Görmedim, ama biliyorum.
- Nasıl biliyorsun?
- Kitaplarda okuyorum. Babam da söylemişti.
Konuşurken sorup birbirlerinin adlarım da
adı:Safo.
Safo'nun göğüsleri ilgisini çekti. Göğsündeki iki çıkıntıya gözü
ilişti birden. Göğüs kapalı ve giysi kalın olsa da çıkıntılar belli
oluyordu. "Tomurcuklanmış memeler" bu muydu acaba? Göstermesini
istese kız gösterebilir miydi? Gösterse, o da baksa, kimse bir şey der
miydi?
Kötürüm kzın, neden o durumda olduğunu sordu Safo'dan. İki-üç
yaşındayken tandıra düşmüş, ayaklan yanmış; Bunu öğrenince daha.
önce kınayıp kızdığı Taniı'dân özür dilemesi gerekiyordu. Ama, Tann
da çocuğun tandıra düşmesine meydan vermeseydi! Yine kızılacak yanı
vardı.
Gözleri üzerindeydi. Aman, işte bir "tıstan". Küçük "tosbağa"
yavrusu gibi. Fistanın altına doğru sokuluyor.
- Safo gel bu yana, tıstan, Ustan! Fistanın altından girdi.
Kucaklar gibi çekti Safo'yu kendine doğru. Safo da sıçrayıp
aşağıya indi. Tıstan da savrulup düşmüş, aşağıda, ayakları yukarda
çırpınıp duruyordu. Dönebilmek için. Bir süre debelendi, sonra döndü.
Safo, uışla ezmek istedi, ama o engel oldu:
- Öldürme, günâh!
gitti.
O da çıkıp gidecekti artık: Ama Safo, biraz kalmasını istiyordu.
Biraz (.Lıiıa kal'
- Derslerim vnr. okumalıyım.
- Okursun. biraz da dinlen. Bak, çok zayıflamışsın.
- Bil sovolmaz.
Safo'nun ıtı:ı-ini artırdığını görünce yüreklendi, "memeleri"ne
bakmak istedi2ini so\ lodi.
- Safo. "Kev ab"
- Nedir o/
75
- "Memeleri yeni tomurcaklîanmtş kız"mış. Kuı^an da geçiyor.
Gennet kızlanndanmış.
- VaUaha! senin "meme''lenn de onlarmki gibi mi? Göster de
göreyim! .
- Burada olmaz, gel! Evde, anamdan başka kimse yok. O da
tandırın başında ekmek pişirmeye dalmış.
Birhkte girdiler içeri. İçice bir kaç oda. Kapüarı birbirine açüıyor.
Kiminin de hiç açüıp kapanan kapısı yok. Tandırın bulunduğu kesini
de, aynı evde ama, ayrı bir bölümde. İyice dipteki odalardan birine
gittiler. Oraya-burayâ yoğurt, ayran dökülmüş, üzerine de sinekler
konmuştu. Yağ, peynir, kışlık yiyecekler oradaydı. Bir tulumdaki
peynirin ağzı açıktı. Küflü küflü duruyordu. Safo, peynirin ağzını
kapadı. Fistanını çıkardı, peynir tulumunun üstüne koydu ve çıkip
üstüne oturdu. Ayaklarını sallamıştı yine. Çırılçıplak.
- Haydi gel bak memelerime.
Baktı, elini dokundurdu. Çok, çok hoşianmıştı.
- Demek ki cennet kızları senin gibi olacak. "Tomurcuklanmış
memeler de" seninki gibi. Öğrendim işte.
- Haydi em!
- Ben bebek miyim?
- Babam, anamın memelerini emiyor. ,
- Sen nereden biliyorsun?
- Gördüm.
- Hadi oradan.
- Vallahi gördüm. Onlar şey ederlerken de gördüm. Uyuduğumu
sanıyorlardı. Bense uyur gibi yapıyor, onlar işe girişirken yorganın
altından bakıyordum.
Dudaklarını kızın memelerine dokundurdu. Daha da hoşuna
gitmişti. Kızın da çok hoşlandığı belliydi. Memelerine, özellikle
uçlarına dokunuldukça gıdıklanıyor gibi bir tepki gösteriyor olsa da,
gülüyor, bir daha dokunulmasını isöyordu. Kız çıplaktı, ama nedense
bacaklarını birieşlinnişti. Bacaklarının arası nasıldı aeaba?
ayırmasını söyledi.
76
-Olmaz!
- Niçin?
- Bilmem! Kızlığım gider sonra!
- Kızlığın nasıl gidef? ı
- Sen şey yaparsın!
- Vallaha birşey yapmam ben.
- Öyleyse niye görmek istiyorsun?
- Fıkıfi[''fâi!^öriat'te, "ferc"den sözediliyor. "Ferc-ı dâhil (kadınlık
organının iç kesimi), "feıC-i hâriç" (kadmhk orgamnm dış kesimi) diye
geçiyor. Nasıl olurmuş, görüp öğrenmek istiyorum.
- Öyleyse dışını gör!
- Tamami
Orada biri gelip o durumu görse, çok doğal biçimde ve içtenlikle,
bir "fıkıh" konusunu incelediğini söylerdi ona. Öylesine bir doğallık
içindeydi. Yine de duyduğu rhutlulüfc'büyüktü.
Kız bacaklarını biraz ayırdı. O da. yaklaşıp baktı. Daha çok bir
incelemeci gözüyle. Aldığı tadın bilincinde bile olmadan.
fistanını giydi. Çıkıyorlardı.
burada unuttun.
aldı.
- Haydi anamm yamna gidelim.
- Ben hiç okuyamâdınv, gideyim artık.
- Gel, çok kalmazsın orada.
Kız, çeke çeke götürdü. Tandırın bulunduğu bölüme vardılar. Biraz
dumanlıydı; Kadm da elleri yana yana, gözlerini çupışlıra çırpışüra
ekmek pişiriyordu. Ekmekler, gagala, lavaşıyla koca bir yığın
olmuştu. 'Hamur da çok az kalmıştı. Sonuna gelmiş olmalıydı.
Kadm. bakıp da Türko'yu görünce büyük'bir sevecenlik gösterdi.Hemen ekmek uzattı, kıza da -üstüne sürülsün diye- yağ getirmesini soyledi.

- Ben yedim.
-Ne zaman?
- Biraz önce Safo getirip;
77
Alıntı ile Cevapla