Konu: Kulleteyn
Tekil Mesaj gösterimi
  #17  
Alt 29-09-2012, 23:10
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

94
memelerini bu odada görmüştü. Bacak arasmı da. Ama yalnızca "dış"
kesimini. Safo, Sabo (kötürüm kız) ve analan da oradaydılar. Yemek
yiyeceklerdi, sofra hazırlanıyordu. Beş-altı kişinin sığabileceği
büyüklükte ve taş-topraktan yapılma bir sedirin üzerinde. Bir kalbur.
Üstünde geniş bir tepsi. Bir - iki "gagala" (yuvarlak ekmek) ve lavaş,
yağlarının iyice gitmediği belli olan ağaç kaşıklar, büyükçe iki çanak.
Sofranın yanında buharı yükselen pilav tenceresi. Ayran dolu bakraç.
Duvarlara dayalı, ün, bulgur, buğday dolu çuvallar, yağ, peynir
tenekeleri. "Koşat"lı tavandan ve tavana yakın yerdeki pencerenin
sağından solundan asılı soğan, başak demetleri, "lazıt"lar, mısır,
"kadid"ler (güneşte kurutulan pişmiş gibi olduğu için çiğ de yenebilen
etler), köşelere konmuş sütler, yoğurtlar, "kurut"lar; duvarlara asık,
çapaları eskimiş, islenmiş "üzerlik"ler, göze çarpacak yerde at nalı,
göz boncukları... Ve sinekler, sinekler. Sofra hazırlanmıştı. Onu
oturttular, kendileri de oturdu. Kaşıklamaya koyuldular. Bir pilava, bir
ayrana dalıyordu kaşıklar. Yarışırcasına.. Yarışa, üşüşen sinekler de
katılıyordu. Yerlerden, yiyeceklerden kalkıp sofraya, sofradan uçup,
yerlerdeki yiyeceklere, süte, yoğurda konuyorlardı. Düşüp ölüyordu da
zavallılar. Düşüp ölenlere baktı, batıp çıkmaya çahşanları izledi;
düşüncelere daldı. Ezberlemeye çahştığı "kırk hadis"ten bir hadise
takıldı." - Sineğin bir kanadı batarsa, öbür kanadını da batırırı. Çünkü
bir kanadında zehir, öbür kanadında panzehir vardır." diyordu hadis.
"Bunca sineğin kanadıyla nasıl uğraşılır?" diye düşündü. Bir yandan
pilavı ve ayranı kaşıklarken, öbür yandan da bakışlarını sinekler
üzerinde dolaştu-ıyordu. Ve hadisteki öğüde kayıyordu aklı. "Üşüşen,
sürüyle gelen ve yiyeceklere düşen bunca sineğin bir bir üzerinde
durmak, kanatlarına bakmak, hangisinin hangi kanadının battığını,
hangi kanadının batmadığını görüp ayırt etmek, batınlmamış olanları
bir bir batırmak... Nasıl olur, nasıl olabilir? Nasıl başa çıkılabilir?
Öyleyse neden öğütlenir bu?". Düşündü, düşündü; içinden çıkamadı.
Bol yağlı pilav ve ayranla kannlar doymuştu. "Tanrı'nın yerdiği
nimete bin şükür". Kalkılacakü artık. Uygunca uzattığı ağniı ayağını
yavaşça çekti. Zonglayan tabanını gözü gibi koruyordu. Bir yere
dokunmasın diye olanca özeni gösteriyordu. Doğrulup kalkmaya
çalıştı. "Ahh", sakındığı durum basma geldi. Koruduğu tabanı, sediri ı
kıyısındaki sivri yere değmişti birden. Hem de çok kötü biçimde. O95
ânda aklı başından gitti. İçine işleyen ağrıdan bayılacak gibi oldu,
düşmek üzereyken direğe tutundu. Ev halkının hepsi birden ilgilendi
onun durumuyla. Başına biriktiler. Elinden, kolundan tuttular,
oturttular. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Dayanılmaz acıya
karşı koyabilmek için dişlerini sıkıyordu. Bi yandan da bükülmüş,
tabanını, halkalaştırdığı avuçları araşma almıştı. Biraz sonra kendine
geldi. Ve Safo'nun ağladığını gördü.
Kadın, koşup bir çapıt getirdi. Bir parça da ekmek. Ayağını
uzatmasını söyledi. Taban kütük gibi şişmiş, kızarmış ve ateş gibi de
yanıyor. Kadın ekmeği çiğnedi. İyice hamurlaştıktan sonra çıkardı
ağzından. Çapıtm üzerine yaydı ve tabanın üstüne koydu. Sıkıca da
bağladı.
- Bununla olgunlaşır, sonra deşilir, birşeyi kalmaz. Sabahleyin
yine gelirsin; temizler; yine bağlarım.
Kadmm ekmeği çiğneyip çapıta koymasıyla, anasının yaptığı bir
iş gözlerinin önünde canlandı: Anası da ekmeği çiğner, ağzından
çıkarır, tülbentin bir ucuna koyup düğümlerdi. Ve meme emmek için
ağlıyan çocuğun ağzma (yalancı meme olarak) sokuştururdu. Anasının
memesinde süt bulamamaktan huysuzlaşan çocuk da bunu ağzına
alınca sesini keser ve emer dururdu.
Adam da onun ayaklarmın çıplaklığıyla ilgilendi Ölçüsünü aldı,
keçi derisinden bir çift çank dikmeye başladı. Bitirdi..
- Şimdilik bunları giyersin. Sonra sığır derisinden dikerim.
Kolay taşıyamadığı için her zaman giyemediği kabaralı
ayakkabılarından daha iyiydi' çarık. Güzelce giyindi. Tabanındaki
sargıyı çikanp atüktan sonra.
Artık gitmeliydi. Hemen gitmek istediğini söyledi. Yastık,
yorgan da yıkanmış, kurutulmuş, hazırdı. Kadın seslendi:
- Safo, haydi yardım ct dc birlikte götürün.
Safo yorganı, o da yastığı aidı. Götürdüler. Camide, döşek diye
kullanılan minderin üzerine bıraktılar. Safo gitti, o da kitabına
yöneldi.
Akşam oldu, güçlükle abdest aldı. Ayaklannı yikarkcn sargının
üstüne "mes verdi". Cemaatten gelen birkaç kişiyle birlikte namaz
96
kıldı. Herkes gidince yalnız kaldı. Okumaya koyulacaktı ki, Safo'nun,
elinde ekmek ve bir küçük çanakla yoğurt getirdiğini gördü. Elinden.,
aldıktan sonra Safo'yu gönderdi. Kamı aç olmadığı için uygun bir yere
koydu getirilenleri. Yalnızlık, gittikçe "ben vanm!" diyordu. Okumaya
kendini vermek istedi. Ama ayağındaki zonglamalar bırakmıyordu.
Ortalık karanlıklaşmaya başlamıştı. İdare l'âmbasını ateşledi. Yine
cemaatten birkaç kişi geldi. Yatsı namazı kılındı. Cemaat çekilip gitti.
Berbat bir yalnızlık. Ayağındaki ağrılar gibi içine işliyordu. Fakiler,
yataklarını götürdükleri tanıdıklannda yataciiklardı. Bir-iki gün içinde o
köydeki işlerini bitirince, başka köylere gideceklerdi zekât toplamaya.
V Keşke o da Safo'larda kalsaydı. Yalnızlığın böylesine zor olduğunu
düşünememişti. Üstelik, utanmıştı da. O yüzden onlarda kalmayı
önermemişti. Onlar, onun camide yalnız kalacağını bilselerdi,
bırakmazlardı. Neyse şimdi geceyi geçirmeye bakmalıydı. Karnı
acıkmıştı. Safo'nun getirdiklerini alıp önüne koydu. Ekmeğin her
lokmasını kaşık gibi yaparak yoğurdu yemeye başladı. Yavaş yavaş
yiyip bitirdi. Başını kaldırdı ki, idare lâmbası, ıx;k "idare" edecek gibi
değil. Yağı az kalmıştı. YaVım saat ya yeler, ya yetmez. Başka da
yoktu. Söndürmeli, yatmalı, uyumalıydı. Kibriti, yanına, bulabileceği
bir yprc koydu, lambayı söndürdü. Yatü, bir süre sonra da uyudu.
Gece yarısı, tabanından gelen zonglamalarm saldırılarıyla uyandı.
Her yan karanlık. Kibrit alıp çaktı, sözüm ona lambayı yaktı.
Tabanını kucağına aüp üzerine eğildi. Yaranın ucu az kaşınıyordu.
Ağrıyla birlikle. Sargıyı açmanın doğru olmıyacağmı düşündü. Elini
siirgınm üzerinde yavaşça gezdirdi. Biraz çok dokununai dayanılmaz bir
sancı beliriyordu. Yine de dayanarak biraz kaşıdı. Sonra iki avucunu
parmaklarıyla halkalaştirarak içine aldı tabanını. Çevresinden sıkmaya
başladı. Ağrıyı çıkarıp atmak istercesine. Olmadı, yüzüne
yaklaştırmaya çabaladı. Hiç olmadı. Zonglamalar iyice sıklaşmıştı.
Derinden gelen atışlar, bir ân bile ara vermiyordu. Kölü bir düşmanla
karşı karşıyaydı ve yalnızdı.
Savaşırken gözü tabuta ilişti. Kapının yakınındaki köşeye
dayalıydı tabut. Yalnızca kendi çevresini aydınlatan idare lâmbasının
baygın ışığından yansıyanlarla, olduğundan da büyük gözüküyordu.
Büyüdükçe de büyüyordu. Canlanmıştı sanki. O yana bakmamaya
çalıştı. Ne var ki, gözünü alamıyordu. Savaşmak zorunda olduğu97
düşman iki olmuştu: Ayağındaki ağn ve karşıdaki tabut. Biraz sonra
bir düşman daha eklenecekti: Karanlık. Lâmbanm yağı, bitti, bitecek.
İki - üç tane de kibrit çöpü kalmıştı. Ezberindeki ayet ve dualardan
okumaya başladı. Yetinmedi, gidip rahleden Kur'an'ı aldı. Sarıldı,
sığındı. Tabut, gittikçe büyüyen gölgesiyle birlikte, kapıyı tuünuştu.
"Cehennem bekçisi" görünümündeydi. Hayır, durmuyor, yürüyordu.
Ve işte lâmba da söndü. Şimdi ne olacak? Yapılabilecek hiçbir şey
yok. Koyu bir karanlık. Dışarısı biraz farklı, çıksa iyi olur, ne ki tabut
var kapının orada. Korkunç bir hayalet gibi. "Gibi"si de yok, ta
kendisi. Taşıdığı ölülerle özdeşleşmiş sanki. Ölüler tabut kılığına, ya
da tabut ölüler kılığına girip canlanmış. Büyük bir korkuya kapıldı.
Çıt olsa çıldu-acak. "Tabutun canlanması...". Korku içinde düşünmeye
koyuldu: "Tabut canlanır mı? Hayır olamaz. Tahtalardan yapılma.
Tahtalar canlı değil. Canlanamaz da. Varlıklar, 'canlı ve cansız' diye
ikiye ayrılmıyor mu? Tabutu oluşturan tahtalar, cansızlar kesiminden.
Canlanmış olamaz. Canlanamaymca da zarar veremez...". Bu
düşünceler sonunda bir güç buldu kendinde. Kur'an'ı yerine götürüp
koydu. Okumayı mokumayı bıraktı. Dahası; gidip tabuta dokunmaya
karar verdi. Koılcusu tümüyle şilinsin diye.. Ayağına da dikkat ederek,
yavaş yavaş gitti; tabutu bulup eliyle dokundu. "Canlı" değildi.
"Olamazdı da zaten". Her yan yine karanlıktı ama, içine aydınlık
gelmişti bir .tür. Kapıyı açü, büsbütün rahatladı. Dışarısı da karanlıktı,
ama zararı yok. Önemli bir düşmanı yenmişti. Tabut korkusu yoktu
artık. Karanlık düşmanını da yenmiş sayılırdı. Ah öbür düşmanı,
ayağındaki zonglamaları da bir yenebilse.. Geri içeri girip girmemekte
duraksarken, terslik bu ya, yaralı ayağını eşiğe vurdu. Sarsılıp düştü.
-"Vay anam!!!"
Duyduğu acı, dayanılacak gibi değildi. Dayandı. Dişini sıkarak,
biraz da ağlıyarak. Başka elinden ne gelirdi ki..? Bu sırada yaralı
tabanından bi şeyler boşandı. Belli ki yara deşilmişti. Atışlar,
zonglamalar da sona ermişti. Ağn, sancı diye birşey kalmamıştı.
- "Oh, kurtuldum!"
Rahatlamıştı. Üçüncü düşman da yenilmişti. Artık yatağına
dönüp uyuyabilirdi. Savaşı kazanmış olmanm mutluluğuyla.. Öyle
yapü, gitti, yattı ve uyudu.
98
Alıntı ile Cevapla