Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 29-09-2022, 17:27
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart Marx ve Kapital

Marksist tutum adlı sitede marks ve kapital üzerine Elif Çağlı'nın yazı dizisini buraya alıntılıyorum.

Kapitalizm veya marks üzerine bişeyler yazmak konuşmak isteyen ise önce bi zahmet muhatabını tanısın.

Bilgi sahibi olmadan hakkında bu kadar konuşulan başka bi adam/bir konu herhalde tarihte yoktur.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 29-09-2022, 17:28
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

https://marksist.net/elif-cagli/marx...alini-okumak-1

Marx'ın Kapital'ini Okumak /1

Elif Çağlı
9 Ocak 2019


Çalışmaya giriş
Kapitalist üretim tarzı, üreticilerin üretim araçlarının sahipliğinden yoksun kalıp işçileşmelerine ve o nedenle sermayenin emri altına girerek kendilerine yabancılaşan emek ürünleri üretmelerine dayanır. Vaktiyle meta değil de kullanım değerleri üreten üreticilerin, ürettikleri ürünlerle ve birbirleriyle doğrudan bağlar kurdukları eski dönemler çoktan sona ermiştir. Kapitalist toplumda işçi, kendi işgücünün de sıradan bir değişim değeri haline geldiği bir meta egemenliği dünyasında yaşar. İşgücünün metalaşması, işçiyi üretim sürecinde yatan sırları ve gerçek toplumsal ilişkileri kavrayabilmekten uzaklaştırmıştır. İşçilerin bu gerçekleri kavrayabilmesi için, kapitalizmin içyüzünü onlara kavratacak bir mücadele bilimine ihtiyaç vardır. Ve işçi sınıfına bu mücadele bilimini sağlayan da Marksizm olmuştur. Burjuva iktisadı, sermayenin ideolojik egemenliğinin doğrudan parçasıdır ve işçilere ekonomik-toplumsal gerçekleri sermayenin prizmasından çarpıtılmış biçimde sunar. Marksizm ise bu çarpıtmaları yere sermiş ve işçi sınıfının kendi ekonomik-toplumsal gerçekliğini kavrayabilmesinin yolunu açmıştır.

Artık kapitalizmin iyice çürüdüğü ve insanlığı yıkıma sürüklediği bir dünyada yaşıyoruz. Açık ki, işçi sınıfının dünyayı sermaye egemenliğinden kurtaracak mücadeleyi yükseltmesi, günümüz koşullarında gerçekten de yaşamsal bir zorunluluk oluşturuyor. Marksizm dünden bugüne, işçi sınıfının devrimci mücadelesine yol gösteren bilimsel meşale oldu. Bugünse, sınıfın öncüsünün Marksizm temelinde sağlam bir bilinçle donatılması gereği çok daha yakıcı bir önem kazandı. Bu bağlamda, Marx'ın neredeyse ömrünü vererek kapitalizmin sırlarını gözler önüne serdiği devasa çalışması Kapital'in kavranmasına hizmet etmek devrimci bir görevdir.

Kapital çalışmaları, Marx'ın sorunların nedenlerini açıklayabilmek için önce onların kökenine inen soyutlamalarla ilerlettiği son derece derin, detaylı ve karmaşık bir nitelik taşır. Bu nedenle, Kapital ciltlerinin öze değin noktaları ortaya çıkartan bir yöntemle okunmaması durumunda, ondan eğitim aracı olarak yararlanmada arzulanan sonuca ulaşılamayacaktır. İşte, çeşitli bölümler halinde okuyucuya sunulacak bu çalışmanın amacı da, arzulanan sonuca ulaşabilme çabalarına katkıda bulunabilmektir. Çalışmanın verimi açısından, Marx'ın Kapital'indeki satırların eşliğinde ve fakat kendi cümlelerimizle özetlemeler, açıklamalar yapılarak ilerlenecek, doğrudan Marx'ın ifadelerinden yapılan aktarımlar ise tırnak içinde gösterilecektir. Çalışmamızda, Yordam Yayınları tarafından Türkçe çevirisi yapılıp basılan Kapital ciltleri esas alınacaktır.

Bunun dışında, Marx'ın konuya dair farklı eserlerinden ek yapmak gerektiğinde bu alıntıların kaynağı belirtilecektir. Çalışma içinde geçen iktisadi kavramlarda genelde Yordam çevirisindeki karşılıklar kullanılacaktır. Ancak daha önceki yazılarımızda da benzer konulara değindiğimiz için, okur açısından kolaylık sağlamak üzere, daha önce kullandığımız farklı Türkçe karşılıklar varsa bunlar kavramların ilk kez geçtiği yerlerde parantez içinde belirtilecektir. Çalışmamız boyunca, Kapital'in iç akışında yer alan kısım, bölüm gibi ayrımlarda ve çeşitli üst, alt başlıklarda Yordam Yayınlarının çevirisindeki düzen esas alınacaktır.

Kapital'in yöntemi
Marx, Kapital birinci cilde yazdığı 25 Temmuz 1867 tarihli önsözde, Kapital'de inceleyeceği konunun kapitalist üretim tarzı ve onunla uyuşan üretim ve dolaşım ilişkileri olduğunu belirtir. O dönemde bu ilişkilerin klasik yurdu İngiltere'dir ve o yüzden Marx da teorisini geliştirirken başlıca örnek olarak İngiltere'den yararlanmıştır. Zaten söz konusu olan, kapitalizmin genel yasalarını keşfedip açıklığa kavuşturmaktır. Bu bakımdan, İngiltere örneği temelinde ele alınan hususlar, katı bir zorunlulukla işleyen ve kendilerini ortaya koyan eğilimlerdir. İngiltere kadar gelişmemiş ve daha arkadan gelen örneklerde ise, bu eğilimler kendilerini zamanla ortaya koyacaklardır. "Anlatılan senin hikâyendir" misali, sanayi bakımından daha gelişmiş olan ülke, daha az gelişmiş olanına yalnızca kendi geleceğinin imgesini göstermektedir.

Marx, Kapital birinci cildin Almanca ikinci basımına yazdığı 24 Ocak 1873 tarihli sonsözde de önemli noktalara değindi. Örneğin, İngiltere'de ünlü iktisatçı David Ricardo ile kapanan klasik ekonomi politik döneminin ortaya koyduğu bir gerçek vardı. Ekonomi politik ancak sınıf mücadelesinin yeterince gelişmediği dönemler boyunca bir bilim olabilmişti. 1830 sonrasında ise, genelde Avrupa'da sınıf mücadelesi hem pratikte hem de teoride giderek daha açık ve düzeni tehdit edici biçimler almış ve böylece bilimsel burjuva ekonomisinin de ölüm çanları çalmaya başlamıştı. Marx'ın deyişiyle, artık iktisadi alanda şu ya da bu teoremin doğru olup olmadığı değil, fakat sermaye için yararlı mı yoksa zararlı mı olduğu hususu belirleyici önem kazanmıştı. William Petty (1623-1687), Adam Smith (1723-1790), David Ricardo (1772-1823) döneminde çıkar gözetmeyen iktisadi araştırmaların yerini, artık para karşılığı yapılan seyirlik dövüşler, tarafsız bilimsel incelemelerin yerini ise özürcülüğün kötü niyeti almıştı. 1848'deki kıtasal devrim patlak verdiğinde, kapitalist gelişmenin anavatanı İngiltere'de burjuva iktisadı adına ortaya konan çalışmalar, artık burjuva iktisatçıların egemen sınıfın dalkavuklarına dönüştüğünü ilan ediyordu. İşte bu durum, ekonomi politiğin (nam-ı diğer politik ekonomi) bilimsel anlamda iflası demekti.

Marx döneminde yaşanan bu gelişmeler, onun Politik İktisadın Eleştirisi İçin Ön Taslak'tan (Grundrisse) başlayıp, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'ya (kısaca "Katkı") ve Kapital ciltlerine ilerleyen çalışmaları boyunca, görüşlerini neden politik iktisadın eleştirisi bağlamında ortaya koyduğunu yeterince açıklar. Hele ki, o tarihlerden günümüze uzanan zaman dilimi boyunca yaşanan gelişmeler ve nihayetinde kapitalizmin artık çürümüş bir sisteme dönüştüğü hesaba katılırsa, burjuva iktisadın, Marx'ın onu eleştirdiği dönemden fersah fersah daha fazlasıyla bir egemen sınıf ideolojisi olduğu aşikârdır.

Marx, tüm bilimlerde bir çalışmanın başlangıcının daima zor olduğunu belirtir. O nedenle de, Kapital birinci cildin birinci bölümünün ve özellikle de meta analizinin en büyük güçlüğü yaratacağını ekler. Bu noktayı hesaba katarak vurguladığı üzere, değerin özüne ve değerin büyüklüğüne ilişkin açıklamalarını mümkün olduğu ölçüde ortalama okuyucunun seviyesine indirmeye çalışmıştır. Fakat yine de, gerçekliğe soyutlamalarla ilerleme mecburiyeti nedeniyle, Kapital'deki anlatım bir hayli karmaşıktır. Unutulmasın ki, iktisadi biçimlerin analizinde diğer bazı bilim alanlarında olduğu gibi mikroskop veya kimyasal ayıraçlardan yararlanılamayacağına göre, bunların yerini soyutlama gücü almak zorundadır.

Burjuva toplumu için emek ürününün meta biçimi ya da metanın değer biçimi, iktisadi bütünün hücre biçimidir. Marx, meta analizinin eğitimsiz olanlara sadece kılı kırk yarmak gibi görüneceğini vurgular. Ancak söz konusu olan bilimsel bir çalışmadır ve nasıl ki diğer bilim alanlarında örneğin mikroskopik anatomi dışlanamayacaksa, burada da okurun kitabın zor anlaşılmasından yakınma hakkı olmayacaktır. Marx düşüncelerini bu şekilde dile getirirken, yeni bir şeyler öğrenmek ve beraberinde bizzat düşünmek isteyen bir okuyucuyu varsaydığını da eklemiştir.

1867 tarihli önsözde belirttiği üzere, bilimsel eleştiriye dayanan her görüşü hoşnutlukla karşılayan Marx, kamuoyunun önyargıları söz konusu olduğunda ise İlâhi Komedya'nın yazarı büyük Floransalı Dante'nin izinden gitmeye kararlıdır: "Sen yolunda yürü, bırak ne derlerse desinler!" Nitekim Marx "kimse Kapital'in edebi eksiklerini benden daha sert bir şekilde eleştiremez" diyerek iğneyi kendine batırırken, düzeysiz eleştirileri ise dikkate bile almamıştır.

Marx'ın ortaya koyduğu gibi, toplumların iktisadi yaşamının tüm tarihsel dönemler için değişmez, genel geçer yasaları yoktur. Gerçeklik somuttur ve her farklı tarihsel dönemin kendine özgü yasaları vardır. Üretici güçlerin gelişme düzeyindeki farklılıklar, neticede söz konusu toplumdaki egemen üretim ilişkilerini ve bunların ifadesi olan yasaları belirler ve açıklığa kavuşturur. İnsanlık tarihi boyunca yer alan değişik üretim tarzlarının ve nihayetinde kapitalist üretim tarzının özelliklerini bu temelde kavramaya çalışan yöntem, diyalektik yöntemdir.

Her alanda doğru bir kavrayışa ulaşabilmek için birincil derecede önemli olanın yöntem sorunu olduğuna dikkat çeker Marx. O nedenle burjuva iktisadın eleştirisi kapsamında çalışmalarını yürütürken de, öncelikle üzerinde durduğu konu yöntem sorunu olmuştur. Kapital'in yöntemini anlayabilmek için, Grundrisse ve Katkı'da yer alan açıklamalar başta olmak üzere, Marx'ın yöntem konusundaki çeşitli değinmelerini dikkatle kavramaya çalışmak gereklidir.

Doğru yöntem, somuttan soyuta ve soyuttan somuta ilerleyerek gerçekliği kavramaya çalışan bilimsel düşünce sürecinin bütünlüğünü içerir. Düşüncenin dışında var olan dış dünya yani somut, aslında bilimsel analizde gerçek hareket noktasıdır. İnceleme süreci, önce somut gerçeklikten alınan parçaların (bütünden soyutlanan detayların) analiziyle ilerler. Sonra bu soyutlamalar neticesinde incelenip çözümlenen parçaların birleştirilmesiyle, bir üst düzeyde kavranan somut gerçekliğe varılır. Bilimsel inceleme ve bilimsel sonuçlara varma sürecindeki bütün bu faaliyetlerin anlamı, analizin sentezle, tümdengelim yönteminin tümevarım yöntemiyle birleştirilmesidir ve zaten diyalektik yöntemin özü de budur.

Marx, yöntem konusundaki açıklamalarında, sunuş tarzının araştırma tarzından ayrılması gerektiğine de dikkat çeker. Araştırma sırasında, incelenen malzemenin tüm ayrıntılarıyla ele alınması, farklı gelişim biçimlerinin çözümlenmesi ve bunların iç bağlantısının kavranması gerekir. İşte gerçek hareket ancak bu işlerin yapılmasından sonra tasvir edilebilir. Bir başka deyişle, araştırmada yüzeyden başlanıp bin bir zorlukla derinlere inilir ve sorunun temelinde yatan nedenler keşfedilir. Sunuşta ise asıl önemli olan, artık keşfedilmiş olanı okuyucuya açıklayabilmektir. Marx'ın diyalektik yöntemi, kapitalist toplumun işleyişini ve onun çelişkilerle dolu hareketini, bu çelişkilerin kendilerini en çok da periyodik çevrimlerin bunalım noktasında hissettirdiğini açıklığa kavuşturmuştur.

Kapital'in İngilizce basımına yazdığı Kasım 1886 tarihli önsözde Engels, ilerleyen yıllar içinde Marx'ın Kapital'de yazdıklarının nasıl doğrulandığına ve Kapital'in Avrupa'da devrimci işçiler tarafından nasıl da benimsendiğine değinir. O dönemde İngiltere'de patlak veren iktisadi bunalıma dair Engels'in kaleme aldığı satırlar, Marx'ın Kapital incelemelerinin önemini gözler önüne sererken günümüz dünyasına da ışık tutmaktadır.

Engels, ancak üretimin ve dolayısıyla pazarın sürekli ve hızlı bir genişlemesi sayesinde işleyen İngiliz sanayi sisteminin, o dönem durma noktasına geldiğini vurgular. Serbest ticaret kaynaklarını tüketmiş ve hızla gelişmekte olan yabancı sanayi her yerde İngiliz üretiminin karşısına dikilmeye başlamıştır. Üretici güçler geometrik diziyle artarken, pazarların genişlemesi buna ayak uyduramamakta ve en iyi ihtimalle aritmetik bir dizi oluşturmaktadır. 1867'den beri yinelenen, yaklaşık on yılı kapsayan ve durgunluk, refah, aşırı üretim, bunalım evrelerinden oluşan sanayi çevrimi sanki durmuş, İngiltere sürekli ve kronik bir çöküntünün umutsuz bataklığına terk edilmiş gibidir. Burjuvazinin dört gözle beklediği refah dönemi bir türlü ufukta görülmemekte ve iyileşme belirtileri sanılan görüngüler de kısa zamanda yeniden buharlaşmaktadır. İşsizlerin sayısı yıldan yıla kabarırken, burjuva düzen bu soruna bir çözüm bulamamaktadır. Egemenler cenahında, işsizlerin sabırlarını yitirip kendi kaderlerini ele almak üzere ayağa dikilecekleri bir devrimin korkusu büyümektedir. Engels'in önsözü bitirirken vurguladığı ve günümüzde de yaşandığı gibi, böylesi dönemler işçi sınıfının devrimci mücadelesini yükseltebilmek için Marx'a çok daha özenle ve dikkatle kulak verilmesi gereken dönemlerdir.

BİRİNCİ KISIM: META ve PARA

Marx Kapital'e yazdığı önsözde, bu eserinin 1859 yılında yayınlanan Katkı'nın devamını oluşturduğunu belirtir. Nitekim Kapital'in alt başlığı da "Ekonomi Politiğin Eleştirisi" adını taşır ve birinci cildin ana konusu "Sermayenin Üretim Süreci"dir. Katkı'nın içeriği, Kapital birinci cildin birinci kısmında özetlenmiştir. Marx bu özet tekrarı yalnızca bağlam ve bütünlük kaygısıyla yapmadığını, konunun sunumunun iyileştirilmeye çalışıldığını belirtir. Marx'ın Grundrisse notlarından başlayıp, Katkı'nın yayınlanması ve zaman içinde değişen planlar temelinde Kapital'in yazılmasıyla ilerleyen "Ekonomi Politiğin Eleştirisi" çalışmasında "Meta, Para ve Sermaye" analizi temel ekseni oluşturur.

Kapital'in birinci cildi kendi içinde çeşitli alt bölümlere ayrılan üç kısımdan oluşur ve birinci kısmın başlığı "Meta ve Para" adını taşır. Bu kısım boyunca Marx, burjuva iktisatçılar tarafından çeşitli şekillerde çarpıtılarak sunulan metanın sırlarını deşifre etmektedir. Tarih içinde metanın ortaya çıkmasından basit meta üretiminin açıklanmasına, yine tarih içinde meta değişiminin kaçınılmaz sonucu olarak para adlı mübadele (değişim) aracının oluşum ve başkalaşımına, mübadele sürecine ve paranın çeşitli rollerine değinir. Marx'ın bu kısımda üzerinde durduğu pek çok nokta, olgunlaşmış bir kapitalist işleyiş içinde meta değişimine ve paranın rollerine ilişkin artık olup bitmiş sonuçlar değildir; geçmiş zamanlardan hareketle metanın ve paranın tarihi boyunca başkalaşan halkalarını inceleyerek ilerler. Kapital'i eğitim amacıyla incelemeye girişen okur bilmelidir ki, "Meta ve Para" kısmında yer alan pek çok açıklama tarihsel gelişime ışık tutar. Kaçınılmaz olarak, yalnızca modern kapitalist gelişmeyle varılan son halkayı gözler önüne seren bir mahiyette değildir, ama bu son durumlara nerelerden gelindiğini aydınlatmaya yöneliktir. Bu gibi hususlar söz konusu olduğunda okuyucuya gerekli özet bilgiler verilerek, esasen bugünü anlamak bakımından büyük bir önem taşıyan noktalar üzerinde odaklanılacaktır.

Bölüm 1: Meta
1. Metanın İki Unsuru
Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği "muazam bir meta yığını" olarak görünür ve bu yüzden incelemeye metanın analiziyle başladığını belirtir Marx. Metalar, yiyecek, içecek, giyecek maddesi vb. olarak taşıdıkları özelliklerle, şu ya da bu türden insan ihtiyacını karşılayan şeylerdir. Bu ihtiyaçların mideden mi yoksa hayallerden mi kaynaklandığı meta açısından hiçbir değişiklik yaratmaz. Daha da önemlisi, metanın doğrudan doğruya nihai bir tüketicinin ihtiyacını gideren bir tüketim nesnesi (ekmek, ceket vb.) biçiminde mi, yoksa bir üretim aracına sahip olmak isteyen kişinin ihtiyacını karşılayan bir üretim aracı (makine, vb.) biçiminde mi olduğu da önemli değildir. Asıl olan, meta olacak şeyin öyle ya da böyle birilerinin işine yaraması, yani bir kullanım değerine sahip olmasıdır. Kullanım değeri demir, buğday ya da elmas gibi bir metada cisimleşir ve onu tüketecek kişinin kullanımıyla, bir başka deyişle tüketimiyle gerçekleşir.

Kullanım değerleri toplamı, üretim tarzı her ne olursa olsun (ister feodal, ister kapitalist vb.) o toplumun servetinin maddi içeriğini oluşturur. Fakat kapitalist toplumda kullanım değerleri aynı zamanda mübadele (değişim) değerlerinin maddi taşıyıcılarıdırlar, yani her bir meta hem bir kullanım değeri hem de bir mübadele değeri (değişim değeri) içerir. İki meta birbiriyle aralarındaki değişim oranına göre değiştirilirken, iki farklı kullanım değeri de karşılıklı bir elden bir diğer ele geçmektedir.

Örneğin ceket ve keten bezi gibi iki ayrı metayı ele alalım. Bunların arasındaki mübadele oranı, ceketi keten bezine eşitleyen bir denklemle gösterilebilir (1 ceket = 20 metre keten bezi gibi). Bu eşitliği sağlayan, bu iki farklı metada eşit miktarda ortak bir şeyin olmasıdır. Eşitlikteki bu ortak şey, metaların kullanım değeri olarak taşıdığı herhangi bir doğal özellik olamaz. Çünkü karın doyurmaya, giyinmeye, ısınmaya vb. yaramak gibi doğal özellikler ancak metanın kullanım değerini ilgilendirir, değişim değerini ise zerre kadar ilgilendirmez. İşte metaların hangi ortak şeye göre mübadele edildiklerinin keşfi, ancak soyutlamalarla ilerleyen bir analiz neticesinde mümkün olabilmiştir. Bu analiz boyunca metalar kullanım değerlerinden soyutlandıklarında, geriye tek bir ortak özellik, hepsinin emek ürünü olma özelliği kalmıştır.

Marx, tarihsel akış içinde paranın ortaya çıkışını açıklayabilmek için soyutlamalarla ilerlerken, önce parayı devre dışı bırakır ve iki metanın mübadelesinin bir üçüncü meta üzerinden yapıldığını varsayar. Ceket ve keten bezi örneğimize geri dönecek olursak, şimdi bu ikisiyle eşdeğer olan bir üçüncü meta, değişilecek iki metanın değişiminde değer ölçüsü oluşturacaktır. Örneğin bu üçüncü meta buğday olsun ve 50 kilo buğdayın 1 ceketle ve 20 metre keten beziyle eşdeğer olduğunu varsayalım. Bu durumda ceket ve keten bezi arasındaki değişim 50 kilo buğday değeri üzerinden gerçekleşecektir. (Bu gibi örnekleri aynen Kapital'deki örneklerden değil de, günümüz ölçü birimleri ve günümüz değişim değerleri itibarıyla vermenin daha yararlı olacağını düşündük. Bugün ceketin 200 lira, keten bezinin metresinin 10 lira ve buğdayın kilosunun 4 lira olduğunu varsayıp, buradan hareketle geçmişe uzanarak eşitlik denklemlerini oluşturduk.)

Burada bir ara açıklama yapmak yararlı olacaktır. Bu kısımda incelediğimiz pek çok alt başlık boyunca, Marx genel bir eşdeğer olarak paranın modern kapitalist yaşamdaki rolünü çözümlemeye doğru ilerlemektedir. Fakat bugünün Kapital okuru için, meta değişiminde paranın rolü zaten artık herkesin bildiği, çoktan olup bitmiş ve tarihsel geçmişini sorgulamaya gerek duymadan yüzeyde kavranabilen bir gerçekliktir. Bu nedenle, bugünün okuru açısından Kapital'in buna benzer bölümlerinde soyutlamaların karmaşıklığına takılmadan, net sonuçları kavratmaya doğru ilerleyen özetlemeler yapılacaktır.

Meta değişiminde asıl önemli noktaya gelecek olursak, vurgulamak gerekir ki, metalar kullanım değerleri açısından farklı niteliklere sahiptirler. Oysa mübadele değerleri olarak yalnızca nicelikleri farklıdır ve hepsi farklı niceliklerde ama ortak bir niteliğe sahiptirler. Bu ortak nitelik, tüm metaların insan emeğinin ürünü olmalarıdır. Çeşitli emek ürünlerini kendi kullanım değerlerinden soyutladığımızda, o artık bir ceket ya da kumaş gibi kullanıma sunulan yararlı bir nesne değildir. Bu soyutlama neticesinde salt bir mübadele değeri olarak kavramaya çalıştığımız meta, artık terzilik ya da dokumacılık gibi özel bir üretici emeğin ürünü de değildir. Kısacası mübadele değerini ve paranın rolünü kavrama yolunda yaptığımız bu soyutlamalarla, zihnimizde tüm metalar farklı büyüklüklerle ifade edeceğimiz soyut insan emeğine (ortalama bir insanın emek gücü) indirgenmiş olurlar. Bir başka deyişle, şimdi metalar hayalimizde farklı büyüklüklerde harcanmış insan emek gücünden (işgücünden) başka bir şey değildir.

Açık ki, bir kullanım değeri (örneğin ceket, kumaş vb.) harcanmış ortalama insan emeğinden bir miktar içerdiği için bir mübadele değerine sahiptir. Bu mübadele değerinin büyüklüğünü, içerdiği o harcanmış emek gücünün miktarı belirler. Bu miktar ise, harcanan emeğin süresiyle (saat, gün gibi belirli bir zaman birimiyle) ölçülür. Unutulmamalı ki değişim değerlerinin özünü oluşturan bu emek, çalışkanlık tembellik gibi özelliklerinden ve dokumacılık, terzilik vb. gibi farklı niteliklerinden soyutlanmış, böylece her ayrı meta için eşit değer ölçütü oluşturduğu varsayılmış ortalama bir emek gücüdür.

Bir metanın mübadele değerini belirleyen emek, tüm üretim sürecinde onun yalnızca tüketiciye sunulan biçimi aldığı son safhada harcanan emek gücü değildir; o metanın ortaya çıkabilmesi için onun içine giren tüm unsurlar itibarıyla baştan sona dek harcanan emek güçlerinin toplamıdır. O nedenle mübadele değerinin kavranabilmesi için bu noktada da bir soyutlama yapmaya gerek vardır ve işte bu toplamı, bir metanın üretimi için toplumsal olarak gerekli emek-zaman olarak adlandırırız. Toplumsal olarak gerekli emek-zaman, herhangi bir kullanım değerini toplumun verili üretim koşulları altında, ortalama toplumsal hüner derecesi ve emek yoğunluğuyla elde edebilmek için gerekli olan emek-zamandır. Asla göz ardı edilmemeli ki, bir metanın mübadele değerini bulmak üzere, baştan sona fiilen harcanan somut işgücü saatlerini hesaplamaya girişmek gibi bir düşünce saçmadır! Çünkü metanın mübadele değerini belirleyen "toplumsal olarak gerekli emek-zaman" ölçüsü bir soyutlamadır ve işte sorunu kavrayabilmek için de, ancak soyutlamalar ve varsayımlar temelinde ilerleyen bir akıl yürütmeye ihtiyaç vardır.

Mübadele değerinin özüne ilişkin açıklamadan anlaşılacağı üzere, eşit büyüklükte emek miktarları içeren metalar aynı mübadele değeri büyüklüğüne sahiptirler. O halde, bir metanın değerinin bir başka metanın değerine oranı, birinin üretimi için gerekli olan emek-zamanın diğerinin üretimi için gerekli olan emek-zamana oranıdır. Bir metanın üretimi için gerekli olan emek-zaman değişmiyorsa, o metanın değer büyüklüğü de değişmez. Fakat emeğin üretkenliği artarsa o metanın üretimi için gerekli emek-zamanı azalacağından metanın mübadele değeri düşer, üretkenlik azalırsa mübadele değeri yükselir. Emeğin üretkenliğini belirleyen başlıca koşullar ise, işçinin ortalama hüner derecesi, bilimin gelişme düzeyi ve kullanılan teknoloji, üretim sürecinin toplumsal bileşimi, üretim araçlarının kapsam ve etkinliği ve doğal koşullar olarak sıralanabilir. Sonuncusuna bir örnek vermek gerekirse, elverişli mevsim koşullarında harcanan belirli miktarda emek-zamanı diyelim 4 kilo buğdayda maddeleşirken, olumsuz koşullarda aynı emek-zamanı diyelim 2 kilo buğdayda maddeleşir.

İçimize çektiğimiz hava örneğinde olduğu gibi, bir şey insana yarar sağlayabilmek için üretici emek harcanmasını gerektirmiyorsa (yani böyle bir emek ürünü değilse), o şey meta değildir. Bir mübadele değerine sahip değildir, fakat yararlı olduğu için bir kullanım değeri vardır. Üretici emek harcanmadan insanın kullanabileceği bedava hava, bedava su, doğal çayırlar vb. böyledir. Dikkat edilmesi gereken önemli bir husus daha vardır. Doğanın sunduğu kullanım değerleri dışında, bir şey meta olmamasına (yani bir mübadele değeri taşımamasına) rağmen yararlı bir üretici emek ürünü olabilir. Eski dönemler hatırlanacak olursa bu durum kolaylıkla kavranır. Şöyle ki, kendi ürünüyle kendi ihtiyacını karşılayan, örneğin buğday üreten bir kişi bir kullanım değeri yaratmış demektir, fakat bu kullanım değeri bir meta değildir. Çünkü bir kişinin meta üretiyor olması için, kendi ihtiyacı (kendi kullanımı) dışında başkalarının kullanımı için üretmesi, yani bireysel değil toplumsal kullanım değeri üretmesi gerekir.

Marx bu genel açıklamadan sonra, bir yanlış anlama olmaması için önemli bir tarihsel gerçeğe işaret eder ve şöyle der: "Ve sırf başkaları için üretmesi de yetmez. Orta Çağın köylüsü, feodal bey için haraç-tahıl, papaz için öşür-tahıl üretirdi. Ama haraç-tahıl da öşür-tahıl da, başkaları için üretildikleri için meta olmuyordu. Meta olabilmek için, ürünün, kullanım değeri olarak hizmet edeceği başkasına, mübadele yoluyla aktarılması zorunludur".

2. Metalarda Cisimleşmiş Emeğin İki Yönlü Niteliği
Mübadele değerini anlamaya yönelik soyutlama neticesinde tanımlanan ortalama emek, kullanım değerlerinin yaratıcısı olan gerçek, somut emeğin taşıdığı özelliklerden uzaklaşmış varsayımsal emektir. Marx bu hususa özellikle dikkat çeker. Böylece kullanım değerlerinin yaratıcısı olan yararlı somut emekle (ceket üreten terzilik emeği veya keten bezi üreten dokumacılık emeği gibi), değişim değerini kavramayı mümkün kılan soyut emek (özelliklerinden soyutlanarak varsayılan bir ortalama emek) olarak emeğin iki yönlü niteliği ortaya konmuş olur. Marx, emeğin bu iki yönlü doğasını eleştirel olarak ilk ortaya koyan kişinin kendisi olduğunu belirtir ve bu noktanın ekonomi politiği anlamanın çıkış noktasını oluşturduğuna dikkat çeker.

Üretilen şeyler nitelikçe farklı kullanım değerleri (keten bezi veya ceket gibi) ve dolayısıyla nitelikçe farklı yararlı emeklerin (dokumacılık emeği veya terzilik emeği gibi) ürünleri olmasaydı, birbirlerinin karşısına değişilecek metalar olarak çıkamazlardı. Bu değişim ihtiyacını yaratan toplumsal işbölümüdür ve bu işbölümü tarih sahnesine çıkmasaydı meta da çıkmazdı. Fakat kullanım değerlerinin yaratıcısı olarak, üretici emek kuşkusuz meta üretiminin olmadığı tarihsel dönemlerde de vardır ve genelde insanın tüm toplum biçimlerindeki varoluş koşuludur. İnsan üretim faaliyeti sırasında genelde doğa güçleri tarafından desteklenir ve bu nedenle toplumsal maddi servetin kaynağı yalnızca insan emeği değil, bunun yanı sıra doğadır da. Marx "toplumsal servetin biricik kaynağı emektir" diyenleri eleştirirken, ünlü İngiliz iktisatçısı William Petty'nin deyişini hatırlatır: "Emek onun babası ve toprak onun anasıdır." (W. Petty, değeri emek ile belirleyen ilk klasik iktisatçıdır.)

Terzilik, dokumacılık vb. gibi nitelikleri farklı tüm üretici faaliyetler neticede insan beyninin, kaslarının, sinirlerinin, elinin, kısacası insanın emek gücünün (işgücünün) üretici şekilde harcanmasıdır. İnsanın emek gücünün bu nitelikteki üretici faaliyetlerde harcanabilmesi için de, elbette insanın işgücünün az çok gelişmiş ve belirli nitelikler kazanmış olması zorunludur. Fakat ortalama emek gücü soyutlaması, fiilen harcanan işgücünü, özelliklerinden sıyrılmış ve bu sayede aynılaştırılmış basit işgücü olarak varsayar. Meta değişiminin sırlarını çözmek için başvurulan bu soyutlama mantıksız değildir. Çünkü insan emeği, ortalama olarak kavramak istersek, temelde her sıradan insanın canlı organizmasında var olan gücün (basit emek gücü) harcanmasıdır.

Farklı ülkelerde ve farklı uygarlık dönemlerinde basit ortalama emeğin niteliği değişse bile, "varsayılan değer" incelemeye konu olan belirli bir toplumda verili koşullarda kabul edilen bir soyutlamadır. Düşüncede tek tipleştirilmiş, aynılaştırılmış (yani soyutlanmış) bu "basit emek", aslında gerçek yaşamda yani somutta var olan çeşitli niteliklerdeki karmaşık emeğin rolünü kavrayabilmek için bize bir kalkış noktası sunar. Zira dikkatlice düşünecek olursak, aslında "karmaşık emek" neticede basit emeğin belirli ölçülerde yoğunlaştırılmış, çoğaltılmış halidir. Bunu bir eşitlikle ifade etmek gerekirse, küçük miktarda bir karmaşık emek büyük miktarda bir basit emeğe eşittir; örneğin 1 birim karmaşık emeği 8 birim basit emek olarak varsayabiliriz. Bu noktada gerçek yaşamın, yani somutun kavranmasına kuşkusuz fiili matematiksel hesaplar yapılarak varılamaz! Ama sorunun kavranabilmesi için, diyalektik düşünce sayesinde işin doğasında, özünde mantıksal olarak bunların olduğunu keşfederiz.

Bir meta diyelim ceket gibi görece karmaşık nitelikte bir emeğin ürünü olabilir. Fakat bu ürünün içerdiği emek gücünün değeri, bu değere denk gelen daha basit bir emek gücünün yarattığı değerle eşleşebilir (örneğin bu sayede 1 ceket 20 metre keten bezine eşitlenebilir). Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu noktada akıl yürütürken, bu oranların somutta hesaplanıp kararlaştırıldığını sanmak büyük bir yanılgı olur. Marx'ın çözümlediği ve bize anlatmaya çalıştığı olgu, biz hesaplayıp karar vermeden nasıl olup da metaların birbirleriyle belirli oranlarda değiştirildiğidir. Aslında kavranması gereken konu, insanlık tarihinin akışı içinde trampayla başlayıp meta değişimine ilerleyen bir süreçte, çeşitli emek ürünlerinin mübadelesi neticesinde zamanla oluşmuş oranlardır. Marx'ın sözleriyle, "farklı emek türlerini, ölçü birimleri olarak basit emeğe indirgeyen farklı oranlar, üreticilerden bağımsız bir toplumsal süreçle belirlenir ve bu yüzden, onlara, geleneksel olarak belirlenmiş gibi görünür".

Marx, meta değişimine egemen olan sorunları çözümlerken işi kolaylaştırmak için, bundan böyle her türden emek gücünün basit emek gücü cinsinden ifade edileceğini belirtir ve bize diyelim 1 ceketin neden 20 metre kumaş ettiğinin sırrını açıklar. Değer büyüklüklerindeki bu fark, 1 metre keten bezinin ceketin içerdiğinin yirmide biri kadar basit emek gücü içermesinden, bir başka deyişle ceketin üretimi sırasında 1 metre keten bezinin üretimine harcanan basit emek gücünün yirmi katı kadar basit emek gücü harcanmış olmasından ileri gelir.

Üretilen bir ürün için harcanan emeğin, aynı anda bir yandan bir kullanım değeri yaratırken diğer yandan bir değişim değeri yaratmış olması şeklinde ikili bir niteliği vardır. Emeğin bu ikili karakteri nedeniyle, üretkenlikteki artış kullanım ve değişim değeri bakımından farklı sonuçlar doğurur. Diyelim eskiden 2x zamanda bir ceket üretilirken, üretkenlikteki artış sonucu şimdi 1x zamanda 1 ceket üretilirse bunun anlamı kullanım değerleri olarak maddi servetin artması demektir. Çünkü şimdi 2x zaman içinde toplum 1 değil 2 ceket sahibi olacaktır. Görüleceği üzere, kullanım değeri yaratan özelliğiyle emek (yararlı emek) kendi üretkenliğindeki artış ya da azalma ile doğru orantılıdır. Buna karşılık, aynı örneğe emeğin değişim değeri yaratması açısından baktığımızda durum değişir. Çünkü eskiden 2x zaman içinde üretilen bir ceketin değişim değeri şimdi 1x zaman üzerinden belirleneceğinden, demek ki üretkenlikteki artış neticesinde aynı ceketin değişim değeri yarıya düşmüş olacaktır. Fakat neticede eskisiyle aynı süre içinde şimdi daha fazla miktarda meta (1 yerine 2 ceket) üretilmektedir ve sermaye sahibini ilgilendiren asıl husus da zaten budur.

Konu Şüpheci Dinsiz tarafından (01-10-2022 Saat 20:02 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 29-09-2022, 19:28
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

https://marksist.net/elif-cagli/marx...alini-okumak-2

Marx'ın Kapital'ini Okumak /2

Elif Çağlı
3 Şubat 2019


3. Değer Biçimi veya Mübadele Değeri
Üretilen bir şey hem bir kullanım değerine hem de bir mübadele değerine (değişim değerine) sahip olduğu takdirde bir metadır. Kullanım değerleri olarak metalar, örneğin demir, buğday, kitap vb. gibi farklı özelliklere, biçimlere sahiptirler. Ancak değişim değerleri olarak hepsi para biçiminde ortak bir değere bürünürler. Marx tam burada okuyucunun dikkatini önemli bir noktaya çeker: "Şimdi, bugüne kadar burjuva iktisadı tarafından el sürülmeden bırakılmış bir işe girişeceğiz; yani, bu para biçiminin doğuşunu gösterecek ve dolayısıyla, metaların değer ilişkilerinin içerdiği değer ifadesinin gelişimini, en basit ve en fark edilmez biçiminden itibaren, göz alıcı para biçimine gelinceye kadar izleyeceğiz. Böylece, aynı zamanda, para bilmecesi de çözülecek." Marx'ın takip eden satırları, meta mübadelesinde basit değer ilişkisinden başlar ve adım adım para biçiminin analizine uzanır. Kapital'deki bu açıklamalar, Marx'ın para bilmecesini nasıl çözdüğünü ortaya koymaktadır. Bunun anlaşılabilmesi için, Marx'ın açıklama sistematiğini bozmadan ve kullandığı kavramları atlamadan konuyu özetlemek isabetli olacaktır.

A. Basit, tek başına veya rastlantısal değer biçimi
Metalar arasındaki basit değer ilişkisi, herhangi bir metayla bir diğer meta arasındaki ilişkidir. Örneğin "x kadar A metası = y kadar B metası" şeklindeki değer ilişkisi bize bir metanın basit değer ifadesini verir. Bu basit değer ifadesini herhangi iki metayla somutlamak istersek, örneğin 1 ceket = 20 metre keten bezi diyebiliriz. Kuşkusuz bu eşitliği tersinden, yani 20 metre keten bezi = 1 ceket şeklinde de ifade edebiliriz. Burada Marx basit değer ilişkisini dile getiren eşitliği daha yakından inceler. 20 metre keten bezi = 1 ceket ilişkisinde keten bezi kendi değerini ceketle, yani bir başka metaya göre (göreli) ifade etmektedir. O nedenle eşitliğin sol tarafında yer alan göreli değer biçimi diye adlandırılır. Eşitliğin sağ tarafında yer alan ise eş değer biçimi diye nitelenir. Örneğimizi başka metalar üzerinden de versek, benzer tüm eşitliklerde sol taraf göreli değer biçimi, sağ taraf eş değer biçimi olarak adlandırılacaktır. Burada eşitliği sağlayan faktör, aslında her iki metanın da mübadele değeri büyüklüğünün eşit olmasıdır.

Mübadele değerleri açısından metalar, fiziksel biçimlerinden ve onu yaratan emeğin özelliklerinden soyutlanmış ve böylece aynılaştırılmış insan emeğidir. Ceket ve keten bezi üzerinden ifade edecek olursak, söz konusu soyutlama terzilik emeğiyle dokumacılık emeğini her ikisinde de ortak olan soyut emeğe (ortalama insan emeği) indirger. Böylece her bir metanın ayrı ayrı değeri aynı ölçü birimiyle, her birinin üretimi için toplumsal açıdan gerekli emek-zamanla belirlenmiş olacaktır. Metaların değerleri bu emek-zamanla ifade edildiğine göre, göreli değeri ya da eş değeri temsil eden metanın üretimi için gereken emek-zaman şu ya da bu nedenle değiştiğinde, eşitlik denklemi de değişecektir. Marx bu problemi, "göreli değer biçiminin nicel bakımdan belirlenmesi" olarak adlandırır.

Bu bağlamda, 20 metre keten bezi = 1 ceket denklemindeki farklı yönlü değişimlerin sonuçları gözden geçirilebilir. İhtimaller şunlardır: Ceketin değeri sabit kalırken keten bezinin değeri değişebilir; ceketin değeri değişirken keten bezinin değeri sabit kalabilir; ceket ile keten bezinin değeri aynı anda, aynı yönde ve aynı oranda değişebilir. Örneğin ceketin değer büyüklüğü sabit kalırken (diyelim 2x emek-zamanı), verimlilik düşüşü nedeniyle 20 metre keten bezi daha fazla emek-zamanda üretilirse (diyelim 3x emek-zamanı), haliyle eşitlik denklemi de buna göre değişecektir. Aynı akıl yürütme, keten bezinin değer büyüklüğünün sabit kalması durumunda ceketin değer büyüklüğünün değişmesi üzerinden de yapılabilir. Üçüncü şık olarak, şayet keten bezi ve ceketin üretimi için gereken emek-zaman miktarları aynı anda, aynı yönde ve aynı oranda değişirse eşitlik denklemi değişmeyecektir. Bu durumu genelleyerek ifade edecek olursak, bütün metaların değerleri aynı zamanda ve aynı oranlarda yükselir ya da düşerse bunların göreli değerleri değişmez.

Şimdi de metaların eş değer biçimini daha yakından kavramak için tekrar örneğimize dönelim. Bir A metasının değerini bir B metasıyla ifade ettiğimizde, ikincisini sanki para gibi bir eş değer biçimine sokmuş oluruz. 20 metre keten bezi = 1 ceket eşitliğinde, ceket burada yalnızca keten bezinin mübadele değerini ifade eden bir kullanım nesnesidir. Marx, eş değer biçiminin tam gelişip tarihin ilerleyişi içinde nihayet para olarak boy göstermesine dek esrarlı bir niteliğe sahip olduğunu vurgular. Zaten bu yüzden kaba burjuva iktisatçıları bu konuda hep yanılmışlardır. Eş değer rolünü altın ve gümüş oynamaya başladığında ise, onlar mübadelenin sırrını yine çözememiş ve bu kez de sırrın değerli madenlerden kaynaklandığını düşünmüşlerdir.

Eş değer biçiminin özelliği, Marx'ın açıkladığı üzere, çok uzun yıllar önce büyük araştırmacı ve düşünür Aristoteles (MÖ 384-322) tarafından dile getirilmiştir. Aristoteles'e göre, "5 yatak = 1 ev" ifadesiyle, "5 yatak = şu kadar para" ifadesinin içerik bakımından hiçbir farkı yoktur. "Eşitlik olmadan mübadele, ölçekdeşlik olmadan da eşitlik olamaz" diyen Aristoteles, metanın para biçiminin, yalnızca, basit değer biçiminin daha gelişmiş durumu olduğunu da açıkça belirtmiştir. Fakat o, bu noktadan öteye gidememiş ve eşitliği sağlayan ortak özün ortalama insan emeği olduğunu açıklayamamıştır.

Marx bunun nesnel nedenini açıklar. Aristoteles'in yaşadığı dönem antik Yunan'ın köleci toplumudur ve o nedenle kuşkusuz ondan kapitalist toplumdaki genelleşmiş meta değişiminin sırrını çözmüş olması beklenemezdi. Değer ifadesinin sırrı, ancak meta biçiminin emek ürününün genel biçimi halini aldığı ve dolayısıyla insanlar arasındaki meta aracılıklı ilişkinin egemen toplumsal ilişki haline geldiği bir toplumda çözülebilmiştir. "Aristoteles'in dehası, metaların değer ifadesinde bir eşitlik ilişkisinin olduğunu görmesindedir. Yalnızca, içinde yaşadığı toplumun tarihsel sınırları, onun bu eşitlik ilişkisinin «gerçekte» nerede olduğunu bulmasına engel olmuştur".

Marx bu açıklamalardan sonra "bir bütün olarak basit değer biçimi" üzerinde durur. Hatırlanacağı üzere bir metanın basit değer biçimi, onunla bir başka meta arasındaki eş değer ilişkisinde ifadesini bulmaktadır. Buradan hareketle, tek bir metayla diğer tüm metalar arasındaki basit değer biçimlerinin bir dizisini oluşturabiliriz. Bu dizi temelinde meseleye bir bütün olarak bakıldığında, metaların karşılıklı ilişkide kendilerini iki farklı yönleriyle (biri mübadele değeri, diğeri kullanım değeri) ortaya koydukları anlaşılır. Aslında tüm farklı üretim tarzlarında emek ürünleri birer kullanım nesnesidirler, fakat yalnızca belirli bir tarihsel gelişim çağı emek ürünlerini metaya dönüştürmüştür. Bir emek ürününün metaya dönüşmesi, onun bir kullanım değerinin yanı sıra bir de mübadele değeri kazanması anlamına gelir. Buradan anlaşılacağı üzere, tarihsel akış içinde meta biçimin gelişmesi aslında mübadele değeri biçiminin gelişmesi demektir. Metanın basit değer biçimi, mübadelenin tarihî gelişimi içinde bir dizi dönüşümden sonra nihayet fiyat biçiminde olgunluğa erişmiştir.

B. Toplam veya genişlemiş değer biçimi
Basit değer biçimini, bir ve aynı metanın (örneğin keten bezi) diğer tüm metalar üzerinden (örneğin, ceket, çay, demir vb.) eş değerinin ifade edildiği bir dizi şeklinde de düşünebiliriz. Bu durumda bir metanın, örneğin keten bezinin değeri metalar dünyasının sayısız diğer unsuruyla ifade edilmektedir. Marx bunu ise genişlemiş göreli değer biçimi olarak adlandırır. Keten bezinin genişlemiş göreli değer biçiminin bize anlattığı önemli bir gerçeklik vardır. Demek ki, keten bezinin mübadele değerinin eş değeri olan şu ya da bu kullanım nesnesi üzerinden ifade edilmesinin, onun mübadele değerinin belirlenmesi açısından hiçbir önemi yoktur. Böylece mübadele değerini belirleyenin rastlantısal bir olgu olmadığı ortaya çıkar. O halde, eş değer denklemini kuran bir yasa (harcanan emek-zamanı yasası) vardır! Böylece, metanın değer büyüklüğünü şu ya da bu nesneyle mübadele edilmesinin belirlemediği, tam tersine metanın harcanan emek-zamanı yasasına göre verili değer büyüklüğünün onun mübadele ilişkilerini düzenlediği kavranabilir hale gelir.

Hatırlarsak, keten bezinin genişlemiş göreli değer ifadesinde çeşitli metalar eş değer cismi olarak yer almaktadır. Bunlardan her birini ise özel eş değer biçimi olarak adlandırabiliriz. Marx, "genişlemiş göreli değer biçimi" denen şeyin de aslında yalnızca akıl yürütmenin bir parçası olduğunu ve dolayısıyla bütünsel gerçekliğe oranla kusurlu bulunacağını vurgular. Çünkü gerçek yaşamda yalnızca tek bir meta diğer metalar dünyasıyla karşı karşıya gelmemekte, tüm metalar zincirleme ilişkiler içinde birbirleriyle şu ya da bu şekilde ilişkiye girmektedirler. Burada önemli bir hususa dikkat çekelim. Şayet bu bölümdeki açıklamalara, Marx'ın burgu gibi derinlere inen analizini kavrama tutkusuyla yaklaşılmazsa, tüm bu soyutlamalar ve peş peşe gelen kavramlar kafa karıştırıcı bir yığın gibi görünebilir. Oysa işte bu soyutlamalar bizi adım adım bütünsel gerçekliğe ilerletmekte, kapitalist işleyişi kavramaya yaklaştırmaktadır.

C. Genel değer biçimi
Mübadele ilişkisinde para biçiminin açıklanmasına doğru ilerlerken, Marx şimdi tüm metaların değerinin tek bir metayla (örneğin keten beziyle) ifade edildiği bir durumu varsayar. Böylece metalar değerlerini hem basit biçimde hem de birlik halinde ifade etmektedirler. Bu şekilde ifade edilen değer biçimleri artık tüm metalar için ortak olduğundan genel değer biçimi olarak adlandırılır. Genel değer biçimi, metalar dünyasının toplumsal ifadesidir. Çünkü genel değer biçiminde tüm metalar kendi kullanım değerlerinden sıyrılmış ve tümü için ortak olan bir şeyle (örneğimizde keten bezi ) ifade edilmiştir. Örneğimizde keten bezi, geri kalan tüm metalar için genel eş değer olmuştur. Böylece metalar artık birbirleriyle bu genel eş değer üzerinden ilişkiye girmekte ve o sayede birbirlerinin karşısına eşit mübadele değerleri olarak çıkmaktadırlar. Eşitliği sağlayan unsur, aslında tümünün aynı miktarda harcanmış emek-zamanı içermesidir. İşte soyutlamalar neticesinde gelinen bu noktada, artık metaların değişimine egemen olan gerçekliğe yaklaşılacak ve genel bir eş değer olarak para biçimine geçiş kavranabilecektir. Tarihte para işlevini görecek özgül bir meta türünün (altın, gümüş gibi bir para-meta ) diğer tüm metalar için kesin olarak eş değer rolünü oynamaya başlamasıyla, genel eş değer biçiminden para biçimine geçiş gerçekleşmiştir.

D. Para biçimi
Mübadelede para biçimine geçişle birlikte, şimdi eşitlik denklemlerinde 20 metre keten bezi veya 1 ceketin karşısında, diyelim "x miktar altın" eş değer olarak yer alır. Altın (ya da gümüş vb.) şimdi tüm öteki metaların karşısına para-meta niteliğiyle eş değer olarak çıkar. Bu noktada Marx'ın Kapital'de yer alan satırlarına değinmeden önce, onun Katkı'da yer alan bir açıklamasını hatırlamak yararlı olacaktır. Doğrudan değiş-tokuşun (trampa), değişim sürecinin ilkel biçimi olduğunu belirtir Marx. O dönemlerin farklılığı, yalnızca bazı kullanım değerlerinin meta biçimine girmesidir. Üretilen bir kullanım değerinin meta olabilmesi için, onun üreticinin kendi tüketiminin emdiği miktarı aşmış olması gerekir. Fakat şurası önemli ki, üreticinin kendi tüketimi için fazla olan kullanım değeri bir başka üreticinin kullanım değeri fazlasıyla değişilse bile, bu ürünler daha baştan meta olarak üretilmemiştir. İşte o nedenle, bunlar henüz doğrudan kullanım değerleri sınırları içinde ancak trampa yoluyla metalaşmaktadırlar. Marx, değiş-tokuşun tarihte eski toplulukları dağıtıcı bir rol oynadığına değinir: "Metaların değişim süreci, ilkel toplumların bağrında değil, bu toplumların sona erdikleri yerde, sınırlarında, öteki toplumlarla temasa geçtikleri tek tük noktalarda belirir. Değiş-tokuşun başladığı yer orasıdır. Değiş-tokuşun topluluğun içine atlayarak, o toplumun üzerinde dağıtıcı etkide bulunduğu yer orasıdır." (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yay, 2011, s.70-71)

Mübadelenin başlangıçta aynı topluluğun insanları arasındaki ilişkilerden çok, ayrı ayrı toplulukların aralarındaki ilişkilerde görüldüğünü belirtir Marx. "Üstelik" der, "her yerde başlardan beri rol oynamasına karşın para, gene de, antikçağda yalnızca bazı tek-yanlı gelişmiş uluslarla, tüccar uluslarla sınırlı egemen öğedir. Antik dünyanın en gelişmiş kısımlarında, Yunanlılarda ve Romalılarda bile para, modern burjuva toplumun önkoşulu olan tam gelişmesine, ancak bu toplulukların dağılma dönemlerinde erişebilmiştir. Demek ki, tamamen basit olmakla birlikte bu kategori, tarihsel olarak, ancak toplumun en gelişmiş aşamalarında bütün gücüyle görülmektedir. Para hiç de bütün ekonomik ilişkilere nüfuz etmez. Örneğin Roma imparatorluğunda, bu imparatorluğun en yüksek gelişme noktasında, aynî vergi ve aynî yükümlülükler temel olarak kalmıştır. Para sistemi, ancak orduda tam olarak gelişmiştir." (age, s.261)

Paranın tarihini hatırlayacak olursak, Marx'ın aktardığı üzere, 5. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında yaşayan çeşitli Cermen ırklarının gelenek ve göreneklerine ilişkin kayıtlar, onların itibarî parasının gerçek maddesinin altın ya da gümüş olmayıp, öküz ve inek olduğunu ortaya koymaktadır. Modern zamanlara geldiğimizde ise, para olarak eski kullanım nesnelerinin yerini, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin aldığını görürüz. Örneğin paranın altına endekslendiği durumda, metaların değişim değerini artık eş değeri olan altın miktarıyla belirtiriz (örneğin 20 metre keten bezi = x miktar altın gibi). Böylece metanın değerini altın-para biçiminde ifade etmiş oluruz. Marx'ın Kapital'deki ifadesiyle, "eş değer biçiminin toplumsallık kazanmasına aracılık eden özgül meta türü, şimdi, para-meta haline gelmiş olur ya da para olarak işlev görür. Metalar dünyasında genel eş değer rolünü oynamak artık onun özgül toplumsal işlevi ve dolayısıyla toplumsal tekeli haline gelir."

Meta değişiminin gelişim tarihi içinde, altın, diğer metaların karşısına para olarak çıkmış ve giderek daha geniş çevrelerde eş değer olma işlevini üstlenmiştir. Altın bu işleviyle metalar dünyasında tekelini kurduğunda para-meta haline gelmiş ve tarih içinde işte ancak bu noktada genel değer biçimi para biçimine dönüşmüştür. Meta değişiminde paranın ortaya çıkışı ve işlevi açıklığa kavuşturulduktan sonra, buradan fiyat biçimi'ne geçişi kavramak ise son derece kolaydır. Çünkü bir metanın, diyelim altın cinsinden basit değer ifadesi aslında onun fiyat biçimidir. Bunu keten bezi üzerinden örnekleyecek olursak: "20 metre keten bezi = x miktar altın" ya da x miktar altının karşılığı diyelim 200 liraysa, "20 metre keten bezi = 200 lira"dır. Meta fetişizmine geçmeden önce, Kapital'de buraya kadar anlatılanları özetle vurgulayacak olursak, demek ki "basit değer biçimi" gerçekte "para biçimi"nin çekirdeğidir.

4. Metanın Fetiş Karakteri ve Bunun Sırrı
Meta analizinin metayı karmaşıkmış gibi göstermesine karşın, aslında meta ilk bakışta ve kolayca anlaşılabilecek bir şeydir. İnsan emeğinin ürünü ve insan ihtiyaçlarını karşılayan bir kullanım değeri olarak baktığımızda metada hiçbir esrarengiz taraf yoktur. Neticede insan, kendi üretim faaliyetiyle doğadaki maddeleri kendisi için yararlı olacak şekilde dönüştürmektedir. Örneğin bu şekilde ortaya çıkan bir tahta masa, bir kullanım nesnesi olarak sıradan bir şeydir. Fakat aynı tahta masa bir meta kisvesine bürünür bürünmez, artık o duyularla kavranamayan ve sırlarını çözmemiz gereken mistik bir karakter kazanır. Bunun sırrı, geçim araçlarının üretimi için harcanan emek-zamanın niteliğinde saklıdır.

Mübadele değerini harcanan emekle açıklayan ilk kişi, Marx'ın deyişiyle "burjuva üretim ilişkilerinin etkenleriyle birlikte ithal edilip, hızla geliştikleri, tarihsel gelenek yoksunluğunu aşırı bir bolluğun dengelediği humuslu bir toprak"tan, Amerika'dan çıkan Benjamin Franklin'dir. Franklin 1719'da yazdığı ve 1721'de baskıya gönderdiği gençlik yapıtında, modern ekonomi politiğin temel yasasını formüle etmiştir. O, mübadele değerinin değerli madenlerle açıklanamayacağını, başka bir değer ölçüsü araştırmanın gerekli olduğunu ileri sürmüş ve bu ölçünün emek olduğunu belirtmiştir. Franklin "emekle, herhangi bir başka şeyin olduğu gibi, paranın değeri de ölçülebilir" demiştir. (Aktaran: Marx, Katkı, s.77) Fakat Franklin'in çözümlemesi eksiktir; ayrıca da Franklin'in mübadele değeri tahlili ekonomi politiğin yalnızca bazı özel noktalarını incelemekle sınırlı kalmış ve klasik ekonomi politiğin inşasına doğrudan bir etkide bulunamamıştır.

Aslında geçim araçlarının üretimi için harcanan emek-zaman, farklı gelişme aşamalarında aynı derecede olmasa bile, her toplumda insanları ilgilendirmiştir. Konumuz açısından önemli olan husus ise şudur: İnsanlar herhangi bir biçimde birbirleri için çalışmaya başlar başlamaz, emekleri de toplumsal bir biçim kazanır. Meta biçiminin gizemlere bürünmesi de zaten bu toplumsal niteliğe bağlıdır. Çünkü meta ortaya çıktığında, insanlara kendi emeklerinin toplumsal niteliği artık kendilerinin dışında ve emek ürünlerinin ne hikmetse kendiliğinden sahip olduğu bir özellik olarak görünür. Dolayısıyla, üreticilerle toplam emek arasındaki toplumsal ilişki de sırlara bürünür ve sanki üretici insanlar arasında değil de üretilen şeyler arasında kurulan bir toplumsal ilişki gibi yansır. Oysa altını çizmek gerekir ki, üretilen şeyler arasındaki hayal ürünü ilişkilermiş biçimini alan, aslında bizzat insanların kendilerinin belirli toplumsal ilişkisinden başka bir şey değildir. Nasıl ki insan kafasının ürünleri din dünyasında insanın dışında uhrevi bir görünüm kazanıyorsa, aynı bilinç çarpılması insan elinin yarattığı metalar dünyasında da gerçekleşir. Marx, "emek ürünleri metalar olarak üretilmeye başlar başlamaz onlara yapışan ve dolayısıyla da meta üretiminden ayrılmaz olan bu şeye fetişizm adını veriyorum" der. Buraya kadarki analizlerin ortaya koyduğu gibi, metalar dünyasının bu fetiş karakteri, meta üreten emeğin kendine özgü toplumsal karakterinden kaynaklanır.

Kullanım nesneleri, birbirlerinden bağımsız olarak harcanan kişisel emeklerin ürünleridir. Metalar böyle üretilir ama bu kişisel emeklerin bütünü de toplam toplumsal emek'i oluşturur. Meta üretiminin egemen olduğu bir yerde, üreticiler arasındaki toplumsal ilişki de ancak bu toplumsal emeğin ürünlerinin mübadelesi yoluyla kurulur. Bu yüzden, üretici bireyler arasındaki ilişkiler onlara, doğrudan insanlar arasındaki toplumsal ilişkiler olarak değil de paraya bağlı maddi ilişkiler, bir başka deyişle metalar arasındaki toplumsal ilişkiler olarak görünür. Gözden kaçırmamak gerekir, meta üretiminde her bir üreticinin kendi emeği, ancak toplam toplumsal emeğin bir unsuru olarak ve yalnızca mübadele ilişkileri temelinde kendini ortaya koyar. İşte bundan dolayı, üreticiler kendi emek ürünlerinin toplumsal ilişkilerine yabancılaşırlar. Üretilen şeyler daha baştan mübadele için üretildiğinde, emek ürünlerinin karakterindeki kullanım değeri ve mübadele değeri şeklindeki bölünme (adeta bir kişilik parçalanması!) genelleşir.

Marx, bu andan itibaren üreticilerin kişisel emeklerinin de iki yönlü bir toplumsal karakter kazandığına dikkat çeker. Üretici bir yandan toplumsal işbölümü sisteminin bir unsuru olarak belirli bir yararlı kişisel emek harcamaktadır, diğer yandan her bir yararlı kişisel emek bir diğer tür yararlı emekle mübadele edilmektedir. İşte ortalama toplumsal emek soyutlaması da tam bu noktada, farklı emeklerin gerçekte sahip oldukları eşitsiz özelliklerinden (çalışkan-tembel, güçlü-güçsüz, vasıflı-vasıfsız gibi özelliklerinden) soyutlanarak ortak bir niteliğe indirgenmesiyle gerçekleştirilir. Böylece mübadelenin ve mübadele değerinin sırrını kavramayı mümkün kılacak şekilde, emek ürünlerinin hepsinde ortak olan değer ölçütü elde edilmiş olur. Üreticiler farklı türden ürünlerini mübadele sırasında birbiriyle eşitlerken, aslında kendi farklı emeklerini de eşitlemiş olurlar. Fakat kuşkusuz, bu onların bilmeden yaptıkları bir şeydir ve ancak onların bilmeden yaptıklarının bilimsel analizi sayesinde bu gerçeklik ortaya çıkartılabilmiştir.

Demek ki mübadele değerinin sırrı, metaya bakanın dıştan hemen kolaylıkla çözebileceği türden değildir. Marx, "aksine, değer her emek ürününü toplumsal bir hiyeroglife çevirir. İnsanlar, sonradan, kendi toplumsal ürünlerinin gerisinde yatan sırra ulaşmak için, hiyeroglifin anlamını çözmeye çalışır" der. "Çünkü kullanım nesnelerinin değerler olarak belirlenmeleri, insanların dilleri kadar toplumsal bir üründür." Fakat ancak kapitalizmin gelişimine bağlı olarak çok sonraları gerçekleşen bilimsel iktisadi keşif, mübadele değerleri olarak emek ürünlerinin, kendilerinin üretimi için harcanan insan emeğinin nesnel ifadeleri olduğunu ortaya koyabilmiştir. Kuşkusuz burada kastedilen, yalnızca göze görünen son üretim safhasında harcanan insan emeği değil, ürünün baştan sona emdiği ortalama toplumsal emektir.

Bilimsel iktisadi keşifler, teoride mübadele dünyasının sırlarını aydınlatmıştır. Ne var ki, ürünleri mübadele eden insanların pratikte en çok ilgilendikleri husus, kuşkusuz, kendi ürünleri için ne kadar yabancı ürün elde edecekleridir. Bunun anlamı, ürünlerin hangi oranlarda birbiriyle mübadele edileceğidir. İşte Marx'ın mübadele değerine ilişkin analizleri bu sorunun yanıtını ortaya koyar. Fakat dikkat edilsin, bu yanıt zaten tarih içinde çoktan o şekilde gerçekleşmiş olan mübadele oranlarının iç sırlarının çözümü anlamına gelir. Yoksa birileri oturup bazı bilimsel hesaplamalarla mübadele oranlarını belirlemiş değildir! Kısacası, metaların birbirleriyle hangi oranlarda değişileceği, mübadelenin gelişimi içinde oluşan ve artık neden öyle olduğu sorgulanmadan kabul gören bir karaktere sahiptir. O nedenle Marx, "Bu oranlar, alışkanlık yoluyla belli bir kararlılık düzeyine ulaşır ulaşmaz, emek ürünlerinin doğasından kaynaklanıyormuş gibi görünür" der.

Metalar birbirlerinin karşısına belirli değer büyüklükleri olarak çıkarlar. Bu mübadele değerleri, mübadelede bulunanların iradelerinden, ön bilgilerinden ve eylemlerinden bağımsız olarak, değerleri belirleyen koşullardaki değişmeler nedeniyle sürekli değişir. Kişisel emekler birbirlerinden bağımsız harcanıyormuş gibi görünse de, aslında toplumsal işbölümünün unsurları olarak her açıdan birbirlerine bağımlıdırlar. O nedenle ürünler için harcanan emeğin ölçüsü de, bu karmaşık toplumsal nitelikçe belirlenen toplumsal oranlara tabidir. Ancak, bu önemli hususun bilimsel olarak kavranabilmesi için meta üretiminin tam olarak gelişmiş olması gerekir. Marx, konunun yanlış anlaşılmaması için burada son derece önemli bir noktaya işaret eder. Metanın değer büyüklüğünün emek-zamanla belirlendiğinin keşfi bir sırrın çözümüdür ama tarihte bundan önce metalar zaten belirli oranlara göre değişilegelmiştir. Sırrın çözümü mübadeleye bir yasa koymamış, yalnızca derinde saklı yasayı ortaya çıkarmış ve mübadele değeri büyüklüklerinin sanki rastlantısal olarak belirlendiği görüntüsüne son vermiştir.

Marx şöyle der: "İnsan yaşamının biçimleri hakkındaki düşünceler ve dolayısıyla bunların bilimsel analizi, genel olarak, gerçek gelişmenin tersi bir yol izler. Analize, post festum (iş olup bittikten sonra) ve dolayısıyla gelişim sürecinin tamamlanmış sonuçlarıyla başlanır." İşte bu nedenle, burjuva iktisadı da değer büyüklüğünün nasıl belirlendiğini anlamak için, zaten çoktan olup bitmiş bir noktadan hareket etmiş ve aslında onca zaman onca tarihsel hareketin sonucu olarak ortaya çıkmış bulunan meta fiyatlarıyla işe başlamıştır. Keza, metaların değer olma niteliklerinin saptanması için yalnızca metaların ortak para ifadelerine başvurmuştur. Zaten derinlerde yatan gerçekleri gizleyen de, işte bu "zaten olup bitmiş gerçekler" bağlamında metalar dünyasının çoktan tamamlanıp ortaya çıkmış olan para biçimidir.

Metalar dünyasına dair mistisizm kuşkusuz kapitalist üretim tarzının ürünüdür. Marx, diğer üretim biçimlerini ele aldığımızda bu tür büyülerin ortadan kalkacağına işaret eder ve bunu örneklemek için "karanlık Avrupa Orta Çağına geçelim" der. "Burada bağımsız adam göremeyiz; herkes bağımlıdır: serfler ve toprak beyleri, vasallar ve metbular, ruhban sınıfından olmayanlar ve papazlar. Kişisel bağımlılık, burada, kendi üzerinde yükselen yaşam alanları kadar, maddi üretimin toplumsal ilişkilerini de karakterize eder. Ancak, kişisel bağımlılık ilişkileri toplumun veri olan temelini oluşturduğundan, emeklerin ve ürünlerin kendi gerçekliklerinden farklı hayal ürünü bir kisveye bürünmelerine gerek olmaz. Bunlar toplumsal işleyişe aynî hizmetler ve aynî ödemeler olarak katılır. Burada emeğin dolaysız toplumsal biçimi, meta üretimi temelinde olduğu gibi emeğin evrenselliği değil, doğal biçimidir. Angarya da meta üreten emek gibi zamanla ölçülür; ama her serf bilir ki, efendisinin hizmetinde harcadığı emek gücü, kendi kişisel emek gücünün belli bir miktarıdır. Rahibe verilen öşür, onun takdisinden çok daha açık bir şeydir. Dolayısıyla, insanların burada birbirleri karşısında büründükleri farklı roller ne şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin, emek harcayan kişilerin toplumsal ilişkileri, her durumda, kendi kişisel ilişkileri olarak görünmekte ve şeylerin, yani emek ürünlerinin toplumsal ilişkileri kılığına bürünmemektedir."

Emek ürünlerinin meta kılığına bürünmediği ve emeğin dolaysız olarak toplumsallaştığı, yani ortaklaşmacılığın hüküm sürdüğü bir durumu anlamak önemlidir. Bunun için uygar halkların tarihlerinin başlangıcına kadar gerilere gitmeye gerek olmadığını belirtir Marx. (Kapital'in birinci cildinin 2. basımına Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'dan şu dipnot eklenmiştir: "Son zamanlarda, ilkel ortak mülkiyet biçiminin özgül olarak Slavlara, hatta sırf Ruslara özgü bir şey olduğu yolunda, gülünç bir ön yargı yayılmış bulunuyor. Bu, Romalılar, Cermenler, Keltler arasında mevcut olduğunu gösterebileceğimiz, fakat, kısmen kalıntı halinde de olsa, bugün çok çeşitli örnekleriyle Hintliler arasında hâlâ görülegelen ilk biçimidir. Asya'da, özellikle de Hintliler arasında, görülen ortak mülkiyet biçimleri üzerinde yapılacak daha tam bir araştırma, ilkel ortak mülkiyetin değişik biçimlerinden bunun çeşitli yok oluş biçimlerinin nasıl çıktığını ortaya koyacaktır. Böylece, örneğin, Roma ve Cermenlerdeki özel mülkiyetin çeşitli ilk tipleri, Hindistan'daki ortak mülkiyetin çeşitli biçimlerinden çıkarılabilir." (Karl Marx, "Zur Kritik etc.", s. 10.)

Zira kendi ihtiyacı için tahıl, hayvan, iplik, keten bezi vb. üreten bir köylü ailesinin ataerkil tarım sanayisi hemen elimizin altında bulunan bir örnektir. Bu köylü ailesinde üretilen farklı şeyler ailenin karşısına aile emeğinin farklı ürünleri olarak çıkar; fakat birbirlerinin karşısında metalar olarak yer almazlar. Bu ürünleri üreten farklı emekler (çiftçilik, hayvancılık, iplikçilik, dokumacılık, terzilik gibi) kendi doğal biçimleriyle toplumsal işlevlerdir ve ailenin işlevleri kendiliğinden gelişen kendi işbölümüne sahiptir. "Emeğin aile içindeki dağılımını ve aile üyelerinin her birinin çalışma sürelerini, emeğin mevsimsel olarak değişen doğal koşullarının yanı sıra cinsiyet ve yaş farkları düzenler. Bireysel emek güçleri burada zaten ailenin ortak emek gücünün organlarından başka bir şey olmadıkları için, bireysel emek güçlerinin zaman süresi ile ölçülen harcanma miktarları da, kendiliğinden, emekleri toplumsal olarak belirleyen unsurlar olarak görünür."

Şimdi de Marx'ın işaret ettiği üzere, ıssız bir adada tek başına yaşayan Robinson öyküsünü hatırlayabiliriz. Robinson'un bütün ürünleri sırf kendisinin kişisel ürünleridir ve bunlar onun için dolaysız kullanım nesneleridir. Fakat neticede bu bir kurmacadır, hayatın gerçeğinde ise tek başına yaşamını sürdüren insan değil topluluk vardır. Bir topluluğun toplam ürünü toplumsal bir üründür ve bu toplumsal ürünün yeniden üretim aracı olarak iş görecek kısmı toplumsal olarak ayrılır. Diğer kısmı ise topluluğun üyeleri tarafından geçim araçları olarak tüketilir ve bu nedenle bu kısmın onlar arasında paylaştırılması gerekir. İşte "bu paylaşımın türü, toplumsal üretim organizmasının özel türüyle ve üreticilerin buna karşılık gelen tarihsel gelişme dereceleri ile birlikte değişecektir". Özetle vurgulamak gerekirse, verili üretim ilişkileri o toplumdaki bölüşüm ilişkilerini de belirleyecektir.

Marx, meta üreticilerinden oluşan bir toplum için en uygun din biçiminin Hıristiyanlık ve özellikle de onun burjuva gelişiminin ürünleri olan Protestanlık, deizm (vahiy esasına dayalı tüm dinleri reddeden tek tanrı inancı) vb. olduğunu vurgular. Marx'ın burada, Eski Asya, Antik vb. üretim tarzlarına ilişkin verdiği bilgi çok önemlidir. "Eski Asya, Antik vb. üretim tarzlarında, ürünün metaya dönüşmesi ve dolayısıyla insanın meta üreticisi olarak varlığı, ikincil bir role sahiptir; bununla beraber, toplulukların çöküş aşamasına girmeleri ölçüsünde, bu rolün önemi de artar. Gerçek tüccar halklar, Epikür'ün tanrıları ya da Polonya toplumunun gözeneklerinde yerleşmiş Yahudiler gibi, ancak eski dünyanın çatlaklıklarında yaşardı. Bu eski üretim organizmaları burjuva üretim organizmasından çok daha basit ve saydamdır. Ne var ki, bunlar, ya diğer insanlarla arasındaki doğal soydaşlık ilişkisinin yarattığı göbek bağını henüz koparmamış olan bireysel insanın olgunlaşmamışlığına, ya da dolaysız efendilik ve kölelik ilişkilerine yaslanır. Bunların varlık koşulları, emeğin üretkenliğinin düşük gelişme düzeyi ve insanların maddi yaşam süreçlerindeki ve dolayısıyla birbirleriyle ve doğayla ilişkilerinin bu gelişme düzeyine uygun gelen darlığıdır. Bu gerçek darlığın tinsel yansıması eski doğa ve halk dinleridir."

Marx, gerçek dünyanın dinsel yansımasının ancak maddi koşullardaki değişimle ortadan kalkabileceğini belirtir. Gündelik yaşamdaki pratik ilişkilerde gerçekleşen değişim, insanlara kendi aralarında ve kendileriyle doğa arasında gözle görülür akla uygun ilişkiler sunmaya başladığında bu gerçekleşecektir. "Toplumsal yaşam süreci, yani maddi üretim süreci, üzerindeki mistik sis örtüsünden, ancak, özgürce bir araya gelmiş insanların ürünü olarak, onların bilinçli planlı denetimleri altına girdiğinde sıyrılabilir. Ama bu da, toplumun maddi bir temelini ya da kendileri de yine uzun ve ıstıraplı bir gelişim tarihinin kendiliğinden ortaya çıkan ürünleri olan bir dizi maddi varlık koşulunu gerektirir."

Klasik ekonomi politik, değeri ve değer büyüklüğünü eksikli şekilde de olsa analiz etmiş ve bu biçimlerde saklı bulunan içeriğe işaret etmiştir. Fakat bu içeriğin niye o biçimi aldığını, emeğin zaman cinsinden ölçüsünün kendisini neden emek ürününün değer büyüklüğü olarak ortaya koyduğunu açıklayamamıştır. Marx burjuva iktisadının yanlışlarını ve eksiklerini gözden geçirirken, söz etmeye bile değmeyen bayağı iktisadı zaten bir yana bırakmıştır. Yalnızca W. Petty, A. Smith, D. Ricardo gibi önemli örneklerde somutlanan ve burjuva üretim ilişkilerinin iç bağlantılarını araştıran klasik ekonomi politiği dikkate almıştır. Örneğin klasik ekonomi politiğe son biçimini veren ünlü İngiliz iktisatçısı David Ricardo, değerin emek-zaman tarafından belirlendiğini, eksiklerine rağmen en açık biçimde ortaya koyan ve geliştiren iktisatçıdır. O nedenle, kendisinden sonra gelen burjuva iktisatçılar da eleştiri oklarını zaten ona yöneltmişlerdir.

Ricardo benzeri örnekler dışında genelde burjuva iktisadı, değer biçimini, hiç önemi olmayan ve metanın doğasına yabancı bir şey gibi ele alır. Bunun nedeni derinlerde yatmaktadır. Çünkü burjuva iktisadı, kapitalist üretim tarzına üretimin ebediyen varlığını sürdürecek nihai biçimi gözüyle bakar. O nedenle de değer biçiminin, para biçiminin ve sermaye biçiminin özgül yanlarını kaçınılmaz olarak gözden kaçırır. İşte bu sebeple, değer büyüklüğünün emek-zamanla ölçüleceğini benimseyen iktisatçılar arasında bile, para hakkında karmakarışık ve çelişmeli düşüncelere rastlanır.

Marx'ın çözümlemesi, modern kapitalist yaşamdaki egemen ve karakteristik biçimiyle olmasa bile, metanın tarihin daha erken zamanlarında ortaya çıktığını ortaya koymuştur. Fakat kuşkusuz meta biçimi yalnızca burjuva üretimin en genel ve en gelişmiş biçimidir. O nedenle, metanın kapitalizmdeki egemen konumunu kavramak burjuva iktisadı için nispeten kolay olmuştur. Para sistemi söz konusu olduğunda ise burjuva iktisatçıların yanılsamaları çeşitlidir. Örneğin para sisteminde para olarak işlev gören altın ve gümüşe, sanki mübadeleyi sağlamak için kendinde birtakım doğal özellikler saklayan şeyler gözüyle bakılmıştır.

Marx burjuva iktisadın saçma yaklaşımlarını sergilemek üzere, eski Yunanlıların ve Romalıların yalnızca yağmacılıkla yaşadıklarını düşünen Fransız Frederic Bastiat'ı (1801-1850) örnek verir. Kapital'deki dipnotunda Marx, "yüzyıllarca yağmayla yaşanması için, ortada sürekli olarak talan edilecek bir şeyin olması ya da yağma konusu olan şeyin aralıksız olarak yeniden üretilmesi gerekir" der. Şöyle devam eder: "Bundan dolayı, buradan Yunanlılar ve Romalıların da bir üretim süreçlerinin, yani, tıpkı burjuva ekonomisinin bugünkü dünyanın temeli olması gibi, o zamanki dünyanın maddi temeli olan bir ekonomilerinin olduğu anlaşılır. Yoksa Bastiat, köle emeğine dayanan bir üretim tarzının bir yağma sistemine dayandığını mı söylemek istiyor? Böyleyse, tehlikeli bir noktada duruyor demektir. Aristoteles gibi dev bir düşünür köle emeğini değerlendirirken yanıldıysa, Bastiat gibi cüce bir iktisatçı ücretli emeği değerlendirirken niçin doğru düşünüyor olsun?"

Marx, maddi yaşamın üretim tarzının toplumsal, siyasal ve düşünsel yaşam sürecini genel olarak belirlediğini ortaya koymuştur. Onun bu görüşünü eleştiren bir Alman-Amerikan gazetesi, Marx'ın bu söylediklerinin kapitalist dünya için doğru olduğunu, ama Katolikliğin güçlü olduğu Atina ve Roma'da doğru olamayacağını iddia etmiştir. Marx buna bir yanıt vererek bu dayanaksız eleştiriyi çürütür: "Şu kadarı apaçıktır: Ne Orta Çağ Katoliklikle, ne de antik dünya politikayla karnını doyurabilirdi. Tersine, birinde politikanın, diğerinde Katolikliğin başrolleri oynamasını, o toplumların kendi geçimlerini sağlama tarzları açıklar. Bunun dışında, örneğin, onun gizli tarihini toprak mülkiyeti tarihinin meydana getirdiğini bilmek için, Roma Cumhuriyeti tarihi ile bir parça tanışıklık yeter. Diğer yandan, maceracı şövalyeliğin toplumun bütün iktisadi biçimleri ile bağdaşabileceğini sanmakla yaptığı hatanın cezasını Don Kişot çoktan çekmiş bulunuyor."

Konu Şüpheci Dinsiz tarafından (30-09-2022 Saat 05:42 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 29-09-2022, 19:29
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

https://marksist.net/elif-cagli/marx...alini-okumak-3

Marx'ın Kapital'ini Okumak /3

Elif Çağlı
4 Mart 2019


Bölüm 2: Mübadele Süreci
Meta ilişkisi yalnızca mübadeleye konu olan ürünler arasında kurulan bir ilişki değildir. Metalar kendi başlarına piyasaya gidemeyeceklerine göre, bunların ellerinden tutup mübadeleyi gerçekleştiren meta sahiplerini de tanımak gerekir. Metaları ellerinin altında bulundurup dolaşıma sokanlar, birbirlerinin karşısına alım ve satım işlemi yapmak isteyen kişiler olarak çıkarlar. Her bir meta sahibi, ancak her iki tarafın (alıcının ve satıcının) katıldığı bir irade beyanıyla kendi metasını elden çıkarır ve yabancı bir metanın sahipliğini elde eder. Sözleşme sistemi o ülkenin hukuk sistemi içinde gelişmiş olsun ya da olmasın, alım-satım işlemi aslında sözleşme biçiminde hukuki bir ilişkidir, bir irade beyanıdır. Bu hukuksal veya iradî ilişkinin içeriğini belirleyen ise, bizzat iktisadi ilişkinin kendisidir. Kişiler burada birbirleri için, ancak metaların temsilcileri ve dolayısıyla meta sahipleri olarak mevcutturlar.

Metanın karakterini tasvir ederken Marx güzel bir benzetmeden yola çıkar. Metanın "doğuştan bir eşitlikçi ve sinik olarak", en nahoşu bile olsa her metayla yalnızca ruhunu değil, her an bedenini de değişmeye hazır olduğunu vurgular. Bir ürün, sahibi için doğrudan bir kullanım değeri ifade etmiyorsa meta niteliği kazanabilir ve ancak o takdirde ona kullanım değeri olarak ihtiyaç duyan bir başka ele geçer. Meta sahibi her zaman kendi metasını, kullanım değeri kendisini tatmin edecek bir diğer meta ile değiştirmek ister. İşte metaların bu değişim ihtiyacı, çeşitli ürünleri birbirlerinin karşısına mübadele değerleri olarak çıkartmaktadır.

Meta sahibi açısından bakıldığında, mübadele onun için kişisel ihtiyacını giderecek bireysel bir süreçtir. Fakat bir metanın aynı değerdeki bir başka metaya çevrilerek gerçekleştirilmesi ise genel bir toplumsal süreçtir. Meta değişimi sürecinin bir yönüyle bireysel ve diğer yönüyle toplumsal bir nitelik taşıması aslında bir çelişkidir. İşte bu çelişkiyi çözen, belirli bir metanın o toplumda genel eş değer kabul edilmesi olmuştur. Meta sahiplerinin metalarını birbirlerinin karşısına mübadele değerleri olarak çıkartabilmeleri, genel eş değer kabul edilen belirli bir metayla karşılaştırmaları sayesinde mümkün hale gelmiştir. Mübadelenin tarih içinde kazandığı genişlik ve derinlik, metanın içinde saklı bulunan kullanım değeri-değişim değeri çelişkisini geliştirmiştir. Bu çelişkinin bindirdiği basınç, tarihsel süreçte sonunda özel bir metanın paraya dönüşümüne dek ortadan kalkmamıştır.

Bir kullanım nesnesine mübadele değeri olma ihtimalini kazandıran özellik, sahibinin dolaysız ihtiyaçları açısından fazla olması ve o nedenle değişim amacıyla elden çıkartılmasıdır. Bu elden çıkarmanın karşılıklı olması şarttır ve bunun için gerekli olan tek şey, insanların birbirlerinin karşısına metaların özel sahipleri ve birbirlerinden bağımsız kişiler olarak çıkmalarıdır. Marx'ın belirttiği gibi, ne var ki böyle bir karşılıklı yabancılık ilişkisi, ataerkil aile biçiminde olsun, eski Hint topluluğu biçiminde olsun, İnka devleti biçiminde olsun, ilkel bir topluluğun üyeleri için söz konusu olamaz. Meta mübadelesi ancak, toplulukların yabancı topluluklarla ya da yabancı toplulukların üyeleriyle temas kurduğu noktalarda başlar. Ama nesneler bir kere topluluğun dışında meta haline gelince, gerisin geriye topluluğun kendi içinde de meta haline gelir.

Birbiriyle değişilen ürünlerin mübadele oranları başlangıçta tümüyle rastlantısaldır. Ama giderek mübadelenin sürekli tekrarı, onu düzenli bir toplumsal sürece dönüştürür. Zamanla, en azından emek ürünlerinin bir bölümünün daha baştan mübadele amacıyla üretilmeleri zorunlu hale gelir. Bu andan itibaren kullanım değerleri mübadele değerlerinden ayrılır ve üretilen bir şeyin mübadele değeri, artık onun kullanım değeri açısından ne ifade ettiğine göre değil mübadele sürecine göre belirlenir. Böylece zamanla, daha baştan meta olarak üretilmiş ürünlerin birbirleriyle mübadele oranları bizzat üretimlerine bağımlı hale gelir. Zaman içinde belirli ürünlerin hep belirli oranlarla değişilmesinin tekrarlanması sayesinde oluşan alışkanlık, bunları değer büyüklükleri olarak sabitler. Nihayet meta mübadelesinin gelişmesiyle birlikte, genel eş değer biçimi yalnızca belirli meta türlerine sabitlenir ya da para biçiminde kristalleşir.

Para biçiminin hangi meta türüne yapışıp kalacağı başlangıçta rastlantısaldır. Para biçimi önceleri, ya topluluğun dışındaki bazı en önemli yabancı mallara, ya da içerideki elden çıkarılabilir mülkiyet unsurlarının en önemlisi olan kullanım nesnesine, örneğin hayvanlara bağlanır. "Bütün varlıkları taşınabilir ve bu nedenle dolaysız olarak elden çıkarılabilir biçimde olduğundan ve yaşayış biçimleri kendilerini durmadan yabancı topluluklarla temasa geçirerek ürün mübadelesini teşvik ettiğinden, para biçimini ilk geliştirenler göçebe kavimler olmuştur. İnsanlar, pek çok örnekte, insanları köleler olarak ilk para malzemesi yapmış, ama toprağı hiçbir zaman para malzemesi yapmamışlardır. Böyle bir fikir ancak artık gelişmiş bulunan burjuva toplumunda ortaya çıkabilmiştir. İlk kendini gösterişi 17. yüzyılın son üçte birinde olmuş, ulusal ölçekte uygulanması ise ancak bir yüzyıl sonra, Fransız burjuva devriminde denenmiştir."

Meta mübadelesinin ve dolayısıyla meta değerinin yerel sınırlar dışına taşarak genişlemesi ölçüsünde, para biçimi de doğal özellikleriyle genel eş değer işlevine en uygun metalara, yani değerli madenlere bağlanmıştır. Paranın daha sonra değinileceği üzere çeşitli işlevleri vardır, burada üzerinde durulan işlevi yalnızca meta değerinin görünüm biçimi (değer biçimi) olmasıdır. Bu işleviyle para, metaların değer büyüklüklerinin kendilerini toplumsal olarak ifade etmelerini sağlayan malzemedir. Metaların değer büyüklükleri arasında nicel farklar olduğundan, paranın bu işlevini yerine getirebilmesi için, nicel farklılıklara uygun şekilde parçalanabilir ve parçalarından yeniden bütünlenebilir olması gerekir. İşte altın ve gümüş bu özelliklere doğal olarak sahiptir.

Altın ya da gümüş gibi değerli bir maden para-meta olduğunda, onun kullanım değeri iki yönlü hale gelir. Birincisi, örneğin dişçilikte ya da lüks eşya olarak özel bir kullanım değerine sahiptir. İkincisi, altın-para meta olarak kabul edildiğinde, genel eş değer olarak toplumsal işlevinden kaynaklanan formel (biçimsel, resmi) bir kullanım değeri kazanır. Şurası önemli ki, mübadele sürecinin paraya dönüştürdüğü metaya (örneğin altına) kazandırdığı şey altının değeri değildir, ona para-meta rolünün yüklenmesi şeklindeki özgül değer biçimidir. İşte bu önemli hususun kavranmaması, altının ve gümüşün değerinin yalnızca bir hayal ürünü olduğu yanılsamasına yol açmıştır. Ayrıca paranın bazı işlevleri söz konusu olduğunda, altın ya da gümüş paranın kendisi yerine sadece simgesini kullanmak mümkündür ve bu da paranın yalnızca bir simgeden ibaret olduğu şeklindeki bir başka yanılgıyı doğurmuştur. Marx, paranın yalnızca bir simge olduğu fikrinin, tarihte iktisatçılardan çok önce hukukçular tarafından gündeme getirilmiş olduğuna değinir. Kıymetli metallerin değerinin yalnızca hayalî olduğu fikri, vaktiyle Avrupa'da bazı hukukçular tarafından yayılmıştır. Onlar bunu krallara dalkavukluk hizmeti olarak yapmışlardır. Bütün Orta Çağ boyunca krallıkların paranın ayarını bozma haklarını, Roma İmparatorluğu'nun geleneklerine dayanarak desteklemişlerdir.

Para-metanın niteliğini doğru kavrayabilmek bakımından bir hususun iyice anlaşılması çok önemlidir. Altın veya gümüş paranın maddesini oluşturan kıymetli maden de (altın ve gümüş) mübadeleye konu olduğunda metadır ve diğer her meta gibi kendine ait bir değişim değeri vardır. Bu kıymetli madenlerin de meta olarak değişim değeri, tıpkı diğer metalar gibi, her birinin üretimi için gereken emek-zamanla belirlenir. Altının diğer metalarla hangi orana göre değişileceği (yani göreli değer büyüklüğü), demek ki daha piyasaya çıkmadan önce üretim sürecinde (yani maden kaynağını bulma ve madeni çıkarma işlemi) belirlenmiş olur. O nedenle, altın (ya da gümüş, vb.) para olarak dolaşıma girdiği anda onun mübadele değeri zaten içerdiği emek-zamana göre önceden bellidir. Altın ya da gümüş paranın bu şekilde bir sır olmaktan çıkartılan ve açıklığa kavuşturulan niteliğine rağmen, bu konuda yanılsamalar dünden bugüne varlığını sürdürmüştür. Bunun nedeni, metaların mübadele değerlerinin ve onların karşılığında yer alan para biçiminin tarihsel bir süreç içinde nasıl oluştuğunun kavranmamasıdır. Yanılsamalara kapılanlar meseleye hep tersten bakarlar. Kıymetli bir maden olan altının, sanki resmi otoriteler tarafından para olarak kabul edildiği için diğer metaların değeriyle eşleşebilen bir değişim değeri kazandığını düşünürler. Oysa işin gerçeğinde tarihsel süreç hükmünü icra etmiştir ve sonuçta metalar kendi değer biçimlerini temsil etmek üzere, altın ya da gümüş gibi para yerine geçen bir genel eşdeğeri yanı başlarında hazır olarak bulmuşlardır.

Bölüm 3: Para veya Meta Dolaşımı
1. Değerlerin Ölçüsü

Marx ele alınan konuların anlatımını kolaylaştırmak açısından, bu eser boyunca altını para-meta olarak varsayacağını belirtir. Altının ilk görevi, metaların değerini nitelikçe aynı ve nicelikçe aynı adlı karşılaştırılabilir büyüklükler olarak temsil etmektir. Daha önce de belirtildiği üzere, metaların böyle ortak bir ölçüye sahip olmaları, paranın yarattığı ve onlara kazandırdığı bir sihir değildir. Tersine, bütün metalar mübadele değeri olarak nesnelleşmiş insan emeğidir ve dolayısıyla da ortak bir ölçüyle ölçülebilirler. Bu yüzden de, zamanla kendi değerlerini hep birlikte ortak bir değer ölçüsüne yani paraya dönüştürülebilmişlerdir. Şurası çok önemli ki, değer ölçüsü olarak para, metalarda içkin değerin (yani harcanmış emek-zamanın) ifadesi, onun dışsal görünüş biçimidir.

Paranın metada içkin emek-zamanın ifadesi olması hususunun doğru anlaşılmaması, yanlış teorilerin icadına neden olmuştur. Örneğin vaktiyle İngiliz Robert Owen (1771-1858) gibi bazı ütopik sosyalistler, doğrudan doğruya emek-zamanı temsil edecek emek-para şeklinde kuponlar tasarlamışlardır. Kapitalist ekonominin kendine özgü yasaları olmasaydı ilk bakışta mantıklı görünebilecek olan bu hayalin mantıksızlığını Marx açıklar. Kapital'de bu noktada yer alan dipnotunda, örneğin bir kâğıt paranın neden doğrudan doğruya "x kadar çalışma saatini" temsil etmediği sorusunun yanıtını verir. Bu sorunun yanıtı, kapitalizmde emek ürünlerinin neden doğrudan kullanım değeri olarak değil de meta olarak ortaya çıkmak zorunda olduğu noktasında saklıdır. Kapitalizmin işleyişi, üretilen ürünlerin meta ve para-meta olarak ikiye ayrılmalarını gerektirir. Owen'ın yanılgısı, kapitalizm altında yaşanmasına rağmen emeğin doğrudan doğruya toplumsallaşmış olduğunu varsaymasıdır. Oysa emeğin doğrudan doğruya toplumsallaşması ancak meta üretimine tam karşıt bir üretim biçiminde mümkün olabilir. Dolayısıyla, Owen düşüncesini iyi niyetlerle ileri sürmüş olsa bile bir ütopiktir ve neticede Owen'ın "emek-para" tasarımı, bir tiyatro bileti ne kadar para ise o kadar paradır.

Paranın altın para olduğu dönemde bir metanın değerinin altın olarak ifadesi onun para biçimi ya da fiyatıdır. Artık, "1 ceket = x miktar altın" gibi tek bir denklem, ceketin değerini toplumsal açıdan ifade etmeye yeter. Böylece, daha önceki bölümlerde para biçiminin nasıl ortaya çıktığını açıklamak için anlatılan "göreli değer biçimi", "genel değer biçimi" gibi açıklamalara hiç gerek kalmaz. Şimdi metaların değer büyüklüklerini ifade etmek için bir fiyat listesindeki kayıtlara göz atmak kâfidir. Ancak asla unutulmasın ki, paranın maddesini oluşturan altının meta olarak tıpkı diğer metalar gibi bir mübadele değeri olsa da, altının para olarak bir fiyatı yoktur. Çünkü onun varlığı, yalnızca tüm metaların karşısında yer alan genel eş değer olmaktan ibarettir.

Atlanmaması gereken son derece önemli bir husus var. Metaların para ya da fiyat biçimi yalnızca düşünsel ya da hayalî bir biçimdir. Metalar toplam toplumsal üretim sürecinde kendileri için harcanan ortalama emek-zamana göre mübadele değeri kazandıklarına göre, bu değer zaten onların para ya da fiyat biçimi ifade edilmeden önce her birinde içsel olarak mevcuttur. İşte para biçimine sıra geldiğinde yapılan iş, bu öncel değeri o dönem için geçerli parayla zihinde eşitlemektir. Günümüzde geçerli olan kâğıt ya da madeni para devrinin öncesinde, tarihte altın-paranın esas alındığı dönemlerde bu hayali eşitlik, metanın değerini gerekli miktar altınla eşitleyerek sağlanmıştır. Dikkat edilirse, meta değerinin altınla ifade edilmesi tamamen düşünsel (matematiksel) bir işlemdir ve bu işlem sırasında yalnızca hayalî altın karşılığının kullanılması yeterlidir. Bu nedenle, milyonlar değerindeki malın karşılığını altın olarak hesaplamak için bir zerre bile gerçek altına ihtiyaç yoktur. Marx bu gerçekliği şu sözlerle ifade eder: "Her meta sahibi bilir ki, metaların değerlerini fiyat biçimine ya da hayalî altın biçimine sokmakla, onları altına çevirmiş olmaz; ve yine bilir ki, milyonlar tutarındaki metaların değerini altın olarak takdir etmek için, gerçek altının zerresine bile ihtiyaç yoktur. Bu nedenle, para, değer ölçüsü olma göreviyle, yalnızca hayalî veya düşünsel para olarak iş görür. Bu durum, teorilerin en muhteşemlerinin ortaya atılmasına yol açmıştır."

Açık ki, paranın değer ölçüsü olma safhasında görevini yerine getiren yalnızca hayalî paradır. Fiyat biçimine gelince, meta sahibinin, söz konusu eşitliğin fiyat cinsinden ilanı anlamına gelen bir etiketi metanın üzerine asması ya da Marx'ın deyişiyle "dilini ona kiralaması" yeterlidir. Marx burada dil metaforuna başvurmakla tarihsel bir çağrışım yapmak istemiştir. Onun Kapital dipnotta aktardığına göre, vahşiler ya da yarı-vahşiler mübadele sırasında dillerini malın değerini anlamak için kullanırlarmış. Daha sonraları da, örneğin Doğu Eskimolarında mübadelede bulunan kişi, alacağı malı her seferinde önceden yalarmış. Dil dünyanın kuzeyinde, hâlâ tarihin eski dönemlerini yaşayan insanlar tarafından bu şekilde kendine mal etme organı olarak kullanılmış. Marx bu tarihi gerçeklikten hareketle, modern dünyadaki durumla alaycı bir karşılaştırma yapar. "Dil, kuzeyde bu şekilde kendine mal etme organı olarak kullanılırken, güneyde göbeğin birikmiş mülkiyet organı sayılması ve Kâfirlerin, bir kişinin ne kadar zengin olduğunu şişkoluğuna göre tahmin etmesi şaşılacak bir şey değildir" der.

Metanın fiyatı, değer ölçüsü olarak kullanılan gerçek para maddesine bağlıdır. Şöyle ki, altının, gümüşün veya bakırın ayrı ayrı değer ölçüsü olması durumunda, meta tamamen değişik fiyat ifadeleri kazanacak ve tamamen farklı miktarlarda altın, gümüş ya da bakırla temsil edilecektir. Piyasada aynı anda altın-para ve gümüş-para gibi iki farklı meta değer ölçüsü olarak iş görüyorsa, altınla gümüş arasındaki değer oranına göre (günümüzdeki döviz kurları gibi!) bütün metaların yan yana giden iki farklı fiyat ifadesi olacaktır. Fakat altın ya da gümüşün değerindeki her oynama iki fiyat arasındaki oranı bozacaktır. Bu durum, değer ölçüsünün iki tane olmasının, aslında değer ölçüsü olma görevine aykırı düştüğünü fiilen kanıtlar.

Marx Kapital'in ikinci basımına düştüğü notta, İngiltere tarihinden buna örnek verir. Kral III. Edward'dan II. George'a gelinceye kadar, paranın tarihi, altın ve gümüşün yasayla belirlenmiş mübadele oranlarının, bunların değerlerindeki dalgalanmalara bağlı olarak süreklileşmiş bir bozulmalar dizisi olarak ilerlemiştir. Değeri çok düşük bulunan metal dolaşımdan çekilir, eritilir ve ihraç edilir, iki metal arasındaki oran sonra tekrar yasayla değiştirilirmiş. Fakat çok geçmeden aynı çatışma gene başlarmış. Marx "Bütün tarih boyunca bu alanda olanlardan öğrendiklerimiz şu basit sonuca varıyor: nerede yasayla iki metaya değer ölçüsü olma görevi verilmişse, orada, gerçekte, her zaman, bunlardan yalnızca biri bu görevi yerine getirir" der ve ilgili tarihsel örnekten gereken sonucu çıkartır.

Para, değer ölçüsü ve fiyat ölçüsü olmak üzere birbirinden tamamen farklı iki görevi yerine getirir. Değer ölçüsü para, daha önce üzerinde durulduğu gibi, insan emeğinin toplumsal cisimleşmesini temsil eder. Fiyat ölçeği olabilmesi içinse, belli bir ağırlıktaki altının ölçü birimi olarak sabitlenmesi gerekir. Tüm ölçü birimleri için geçerli olduğu üzere, burada da ölçü oranlarının değişmezliği son derece önemlidir. Değerli madenlerin para olarak işlev gördüğü dönemlerde, metaların değerini diyelim sabit bir altın miktarıyla ifade etmek gerekli olmuştur. Bir libre ağırlığındaki altın, ons gibi daha küçük ölçeklere bölünmüş ve meta değerleri bunun üzerinden ifade edilmiştir. Bir ons altın 31.10 gram saf altına eşittir ve ons ölçeği günümüzde de altın piyasasında geçerlidir.

Şurası önemli ki, metaların değerinin sabit kalması durumunda altının değerindeki değişme ne olursa olsun, altın sabit bir fiyat ölçeği olarak daima aynı işi görür. Çünkü böyle bir değişme, metaların altın-parayla ifade edilen tüm göreli değerlerinde aynı şekilde değişime (yükseliş ya da düşüş) neden olur ve neticede altın bu yüzden değer ölçüsü olma görevini sürdürebilir. Kuşkusuz bu tip karşılaştırmalarda değişik seçeneklerin gözden geçirilmesi gerekir. Örneğin paranın değeri aynı kalırken, meta fiyatları o metaların mübadele değerleri yükseldiği için yükselebilir, ya da mübadele değerleri düşmüşse fiyatlar da düşer. Fakat asla göz ardı edilmesin, gerçek yaşamda metaların mübadele değerleri aynı anda aynı şekilde yükselip düşmemektedir ve buna göre de karşılaştırmalarımızda elde edeceğimiz sonuçlar değişmektedir.

"Şimdi fiyat biçimi üzerindeki incelememize dönelim" diyerek açıklamalarını sürdüren Marx, metal paraların kullanıldığı her yerde, tarihte ağırlık ölçeklerinin daha önce yer etmiş isimlerinin para ya da fiyat ölçeklerinin de ilk isimleri olduğunu belirtir. Fakat zamanla metal sikkelerin para adları, ilk başlarda kendilerini adlandıran özgün ağırlık adlarından ayrılmıştır. Bu sonuca yol açan nedenler arasında, tarih açısından en önemli olanları belirtir Marx. Birincisi, daha az gelişmiş topluluklara yabancı paranın girmesidir ve bu yabancı paraların adları yerli ağırlık ölçülerinin adlarından farklıdır. İkincisi, zenginliğin artması ile birlikte, daha düşük değerli metaller değer ölçüsü olma görevini daha yüksek değerli metallere bırakmıştır. Böylece bakırın yerini gümüş, gümüşün yerini altın almıştır. İngiltere'den örnek verilecek olursa, ağırlık ölçüsü olarak bir pound (450 gram), bir pound ağırlığındaki gerçek gümüşün para adıdır. Daha sonraları altın, gümüşü değer ölçüsü olmaktan çıkardığında pound altın için de para adı olmayı sürdürmüş, fakat bu para ölçüsü artık aynı ağırlıktaki altını ifade etmemiştir. Üçüncüsü, kral ve prenslerin yüzyıllar boyu devam ettirdikleri tağşişler (ayarını düşürmek) sonucunda, sikkelerin özgün ağırlıklarından geriye kala kala yalnızca isimleri kalmıştır.

İşte bu tarihsel süreçler, metal sikkelerin para isimlerinin bunların alışılmış ağırlık isimlerinden ayrılmasını artık toplumda yerleşik bir âdet haline getirir. Nihayetinde para ölçeği yasayla düzenlenir hale gelir. Böylece, örneğin bir ons ağırlığındaki altın, kamu gücü tarafından İngiltere'de pound, Avusturya'da taler gibi isimler verilen küçük parçalara bölünür. Paranın asıl ölçü birimi bu şekilde belirlenince, bu kez de bu ölçü yasayla şilin, peni gibi isimler verilen küçük parçalara ayrılır. Tarihte bu noktaya varıldıktan sonra, artık metalar fiyatlarını örneğin "1 ceket = şu kadar ons altın" diye değil, "1 ceket = 30 pound (sterlin)" ya da 200 lira vb. gibi ifade etmişlerdir. Böylece, metalar ne değerde olduklarını artık kendi para isimleriyle (fiyatlarıyla) ifşa ederler. Bir metanın değeri para biçiminde belirlenip ifade edildiğinde ise, para hesap parası olarak iş görebilir.

Gerçek yaşamdaki işleyişi kavrayabilmek için önemli bir hususu asla atlamamak gerekir. Tarihte metaların fiyat biçiminin nasıl oluştuğunu ortaya koyan Kapital çözümlemelerinde, önce sorun piyasada cereyan eden oynamalardan soyutlanarak aydınlatılmıştır. Daha sonra ise gerçek yaşama dönülecek ve piyasa faktörü hesaba katılacaktır. İşte bu noktada Marx, soyutlamada metanın değerine eşit olduğu varsayılan fiyatın, gerçek yaşamda metanın değer büyüklüğünü gösteremeyeceğini belirtir. "Çünkü" der, "piyasada gerçekleşen oynamalarla fiyatlar değer büyüklüğünden sapabilir". Piyasadaki arz talep koşullarına göre, fiyatların metaların değer büyüklüklerinden sapma olasılığı bizzat fiyat biçiminin kendisinde mevcuttur. Bu durum bu biçimin bir kusuru değildir, tersine kapitalizmde kurallar kendilerini ancak kuralsızlığın kör ortalamaları olarak hayata geçirebilmektedir. Kapitalizm işte budur ve moral değerleri bile alınıp satılır hale getiren bu üretim tarzında, fiyat bazen meta niteliği taşımayan bir şeye bile karşılık gelebilmektedir. "Örneğin" der Marx, "vicdan, şeref vb. gibi kendileri meta olmayan şeyler, sahipleri tarafından para karşılığı elden çıkarılabilecekleri ve böylece bir fiyatları olacağı için, meta biçimini alabilirler".

2. Dolaşım Aracı
a. Metaların başkalaşması

Metaları kullanım değeri olmadıkları ellerden kullanım değeri oldukları ellere aktaran mübadele süreci, kapitalizmde toplumun metabolizmasıdır. Bir meta el değiştirip artık kullanım değeri olarak işe yarayacağı bir yere ulaşınca, meta mübadelesi alanından çıkmış ve tüketim alanına girmiş olur. Fakat bu kısımda Marx tüketim alanını değil, yalnızca mübadele sürecinde metaların "üründen paraya ve paradan ürüne" biçim değişikliğini, başkalaşmalarını inceleyecektir.

Metalar mübadele sürecine ilk önce büründükleri ürün biçimi her neyse o biçimde girerler. Ancak mübadele süreci onları meta ve para diye ikiye ayırarak bir karşıtlık yaratır. İşte bu karşıtlıkta, kullanım değeri olarak meta, mübadele değeri olarak paranın karşısına çıkar. Bu durumu mübadele sürecinin fiilen gerçekleştiği meta pazarında somutlayalım. 20 metre keten bezinin sahibi pazara gelir ve onun malının fiyatı 200 liradır. Malını 200 liradan satar ve bu parayla pazarda aynı fiyattan 1 ceket satın alır. Örnekten anlaşılacağı üzere, metanın mübadele süreci birbirine zıt ama birbirini tamamlayan iki başkalaşma ile tamamlanmaktadır. Önce keten bezi şeklindeki meta paraya dönüşmekte ve sonra bu para ceket şeklindeki bir başka metaya dönüşmektedir. Her iki işlemin bütününü ifade etmek istersek, bunun anlamı "satın almak için satış"tır. Kapital çözümlemeleri boyunca Marx'ın sık sık yineleyeceği formülle bunun karşılığı: "Meta-Para-Meta" veya sembollerle "M-P-M"dir. İşlemin başına ve sonuna bakacak olursak, pazardaki hareket maddi içeriği bakımından bir metanın bir başka metayla mübadelesi (M-M), yani toplumsal emeğin maddi değişimidir.

Örneğimizde metanın ilk başkalaşımı bir satış işlemidir. Marx bunu "metanın değerinin, meta bedeninden altın bedenine sıçraması" veya bir başka yerde dediği gibi, metanın salto mortale'si (ölümcül sıçraması) olarak nitelendirir. Meta bu sıçrayışta başarısız olursa, meta olduğu gibi kalır ama sahibi çok zarar görür. Kapitalizmde toplumsal işbölümü, üreticinin ihtiyaçlarını çeşitlendirirken onun işini ise tek yönlüleştirmektedir. O nedenle kendi ürünü kendisi için genelde artık yalnızca mübadele değeri olmaktadır. İşte bu ürünün toplumsal bakımdan geçerli bir eş değer biçimine girebilmesi (yani karşılığında ihtiyaç duyulan bir kullanım değeri ile değiştirilebilmesi), ancak onun paraya çevrilmesiyle mümkün olur. Fakat işlemi henüz en başındaymış gibi düşünürsek, para şimdilik bir başkasının cebindedir. Parayı o cepten çıkartabilmek için, para sahibine satılmak istenen metanın ona bir kullanım değeri ifade etmesi şarttır. Fakat unutulmasın! Kapitalizmde üretilen metaya bir biçimde (reklâmla vb.) ihtiyaç yaratılacağına göre, bu meta belki de yeni ortaya çıkan bir ihtiyacı karşılayacak ya da kendisi yeni bir ihtiyacı reklâmla yaratacak bir ürün olacaktır.

Herhangi bir ürün bugün toplumsal bir ihtiyacı karşılıyor olabilir ama yarın kendisine benzer bir ürün türü onu tümüyle ya da kısmen yerinden edebilir. Ayrıca, bir ürün (diyelim keten bezi) toplumdaki bir ihtiyacı karşılıyor olsa da, eğer bu ihtiyaç rakip dokumacılar tarafından karşılanmışsa, bizim dokumacımızın ürünü ihtiyaç fazlası olur ve elde kalır. Normalde bir ürün için talep varsa, piyasadaki oynamalar bir yana bırakılmak koşuluyla, onun fiyatı o metada maddeleşmiş toplumsal emek miktarının para ile ifadesi olacaktır. Fakat kapitalizm plansız bir ekonomidir ve o nedenle toplamda piyasada örneğin ihtiyaçtan daha fazla dokumacı yer alabilir ve piyasaya ihtiyaç fazlası keten bezi arzı olabilir. Bu durum aslında toplam toplumsal emek-zamanının gerekenden fazla kısmının keten bezi üretimi için harcanmış olması anlamına gelir. Böyle bir gerçeklik, genelde her bir metre keten bezinin fiyatını aşağıya çekecektir ve "kurunun yanında yaş da yanar" misali bundan her bir dokumacı olumsuz yönde etkilenecektir. Bundan şu sonuç çıkar: Bir yandan her birini özel üretici haline getiren kapitalist işbölümü, diğer yandan onları çok yönlü bir nesnel bağımlılık sistemiyle birbirine bağlamaktadır.

Marx bir noktaya dikkat çeker. Metanın başkalaşımı bölümündeki analizlerde, piyasada oluşan fiyatın çeşitli nedenlerle metanın gerçek değerinin altında ya da üstünde oluşmasıyla ilgilenilmemektedir. Gerçek yaşamdaki oynamalar bir yana bırakılmaktadır ve yalnızca metanın satılıp paraya dönüşmesi üzerinde durulmaktadır. Zaten metanın satılması halinde, "gerçekleşen fiyat değerin anormal derecede üstünde veya altında bile olsa, metanın başkalaşması gerçekleşmiş olur".

Meta alım-satımda paraya dönüşürken, olaya diğer uçtan bakarsak para da metaya dönüşmektedir. Aslında ortada tek bir süreç vardır ama bu iki yönlü bir süreçtir. Mal sahibinin olduğu uçtan bakılırsa bu bir satış işlemidir; para sahibinin bulunduğu karşı uçtan bakıldığında ise bu bir satın almadır. Genelleyerek ifade edecek olursak, aslında her satış, karşılığında bir satın almadır. Bu noktada, meta sahipleri olmalarından dolayı insanlar arasında kurulan ilişkiye de bakılabilir. Açık ki, bir meta sahibinin karşısında diğer bir kimse ancak para sahibi olarak yer almaktadır.

Metalar para biçimine girdiklerinde kendi kullanım değerlerinden sıyrılırlar. Ve o nedenle de, para biçimine büründüklerinde bir metanın bir diğerinden farkı kalmaz! Dokumacının 20 metre keten bezini 200 liraya sattığını ve alıcının verdiği bu 200 lirasının da aslında daha önce sattığı 50 kilo buğdayın paraya dönüşmüş hali olduğunu varsayalım. Ardından da dokumacı bu 200 lirayla 1 ceket satın almış olsun. Bu örneğimizde keten bezinin satışıyla başlayan süreç, ceketin satın alınmasıyla son bulmaktadır. Peş peşe gelen bu işlemleri simgelerle ifade edecek olursak, M-P-M diyebiliriz. Dikkat edilirse, satış ve satın alma işlemleri boyunca para mutlak anlamda elden çıkarılabilir meta olmaktadır. Dolaşım, parayı dolap beygiri gibi durmadan döndürmektedir. Metalar "fiyat" denen işaretlerle parayı çağırmaktadırlar. Meta para haline geldiğinde ortadan kaybolmaktadır. Demek ki paraya bakarak onun sahibinin eline nasıl ve ne karşılığı geçtiğine dair bir şey söylemek mümkün değildir. Bu nedenle Marx para için, geldiği kaynak ne olursa olsun "koku vermez" der.

Para bir yandan satılmış bir metayı temsil ediyorsa, diğer yandan da satın alınabilir bir metayı temsil eder. Bir satış işlemi, piyasada değişik metalar satan ve alan kişiler düşünüldüğünde, zincirleme biçimde pek çok satın almaya yol açar. Böylece bir metanın kendi başkalaşım sürecinde meydana getirdiği devre, öteki metaların devreleriyle kördüğüm gibi karışır. İşte bütün bu farklı devrelerin toplamı ise metaların dolaşımı'nı oluşturur. Örneklerimiz hatırlanacak olursa, piyasada dokumacımız önce satıcı ve sonra da alıcı rollerinde görülür. O halde "satıcı" ve "alıcı" rolleri kişilere bağlı değildir ve metaların dolaşım sürecinde kişiden kişiye aktarılmaktadır.

Kapitalizmde metaların dolaşımı, daha önceki devirlerde geçerli olan takas işleminden yalnızca biçimsel değil özce de farklıdır. Şöyle ki, takas işleminde iki ayrı ürün sahibi ürününü birbiriyle değişmektedir ve bu durum ürünlerin dolaysız mübadelesi demektir. Kapitalist yaşamda ise meta değişimini kişiler doğrudan kendi aralarında yapmamaktadırlar. Demek ki, kapitalist meta mübadelesi dolaysız ürün mübadelesinin bireysel ve yerel sınırlarını aşmaktadır. İnsan emeğinin ürünlerinin dolaşımını ve mübadelede rol oynayan kişilerin bütün bir toplumsal ilişkiler ağını (onların iradeleri dışında, kendiliğinden) geliştirmektedir.

Konu Şüpheci Dinsiz tarafından (30-09-2022 Saat 05:44 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 29-09-2022, 19:30
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

https://marksist.net/node/6635

Marx'ın Kapital'ini Okumak /4

Elif Çağlı
4 Nisan 2019


Kapitalist ekonominin bunalımları, Kapital'in ilerleyen bölümlerinde çok daha detaylı ve çeşitli yönleriyle ele alınacak olan son derece önemli bir konudur. Marx'ın "metaların başkalaşması" başlığı altında da değindiği üzere, metaların dolaşım süreci her zaman bunalım olasılığını içerir. Genelde her satış karşılığında bir alış işlemidir ve her alış işlemi de karşılığında bir satıştır. Ancak bu açıklamadan, piyasada toplam satışla toplam satın alma arasında zorunlu bir denge olduğu şeklinde dogmatik bir sonuç çıkartılamaz. İşin gerçeğinde, pazara çıkan bir metanın sahibi tarafından satılamaması ya da o metanın hiçbir para sahibi tarafından satın alınmaması pekâlâ mümkündür ve bu durumda o meta yararsız hale gelir.

Piyasada peş peşe pek çok satış ve satın alma işlemi gerçekleşmektedir, fakat bir kişi bir satış yaptıktan sonra o parayla illa da piyasadan bir şey satın almak zorunda değildir. Böyle olduğunda dolaşım zinciri o noktada kopar. Satıcı elde ettiği parayla yeni bir meta satın almaz ve bu örnekte olduğu gibi, metanın tam başkalaşımının (yani M-P-M) birbirini tamamlayan iki evresi (yani birincisi M-P ve ikincisi P-M) arasındaki zaman süresi çok uzarsa, satışla satın alma arasındaki kopuş çok belirgin hale gelir. İşte bu durum kendisini bir bunalım yaratarak ortaya koyar. Metanın dolaşımı konusuna bir bütün olarak bakıldığında, metaya özgü çelişkilerin kendilerini en çok dolaşım sırasında ortaya koydukları görülecektir. Bunun içindir ki, dolaşım süreci bunalım olasılığını (ama yalnızca olasılığını) her zaman içerir. Bu olasılığın gerçeğe dönüşmesi ise, daha sonra inceleneceği üzere, basit meta dolaşımının ötesinde gelişkin ve bütünsel ilişkiler zincirinin varlığını gerektirir.

Marx bu kısma koyduğu dipnotta, meta üretimi ve meta dolaşımının, hacimleri ve etki alanları farklı olsa bile, birbirinden çok farklı üretim biçimlerinde de kendilerini gösterdiğini hatırlatır. O nedenle, yalnızca meta dolaşımında ortak olan bazı hususları bilmekle kapitalist üretim biçiminin ayırt edici farkını ortaya koymak mümkün değildir. Marx, "bomboş ve sıradan şeyler söyleyerek, önemli işler yapılıyormuş havasının bu derece estirildiği, ekonomi politik dışında, bir başka bilim dalı yoktur" der. Ünlü Fransız iktisatçısı Jean-Baptiste Say'ın (1767-1832) yaklaşımı buna örnektir. Say, metanın ve meta mübadelesinin sırlarını keşfetmeden bunalımlar konusunda ahkâm kesmiş ve "her mal kendi talebini yaratır" diyerek aşırı üretimin bunalım yaratacağı gerçeğini reddetmiştir.

b. Paranın el değiştirmesi
Para meta dolaşımında dolaşım aracı olma görevini yüklenmiştir. Hatırlanacağı gibi, emeğin maddi ürünlerinin dolaşımını sağlayan biçim değişikliği M-P-M olarak ifade edilebilir. Metaların bu şekildeki hareketi bir döngü oluşturur. Satıcı metasının dönüşmüş biçimi olan paraya sıkı sıkıya sarıldığı sürece meta henüz birinci başkalaşım (M-P) evresinde bulunuyor demektir, yani henüz kendi dolaşımının yalnızca ilk yarısını tamamlayabilmiştir. Dolaşım tamamlandığında ve diyelim dokumacı 200 liralık (20 metre) keten bezi satışından elde ettiği parayla ceket satın aldığında, para kendisinden (yani başlangıçtaki sahibinin elinden) uzaklaşmış olur. Keten bezi satıcısının elinden çıkarttığı 200 lira paraya yeniden kavuşabilmesi için, pazarda yeniden 20 metre keten bezi satması gerekecektir. O halde paranın el değiştirmesi, M-P-M sürecinin sürekli ve monoton biçimde tekrarı anlamına gelir.

Para metanın fiyatını gerçekleştirir ve böylece satın alma aracı olarak da iş görür. Para, M-P-M sürecinde iki ayrı metanın fiyatının gerçekleşmesine hizmet eder ve burada para bir kez hareket ederken metanın hareketi ise çift (keten bezi ve ceket) yönlüdür. Dolaşımın birinci yarısında (M-P) meta yerini parayla değiştirmekte ve kullanım nesnesi olarak bir tüketicinin eline geçmektedir; böylece o meta dolaşım alanından çıkıp tüketim alanına girmektedir. Şimdi satıcının elinde artık keten bezi yoktur ve onun yerini ketenin değer biçimi olan para almıştır. Dolaşımın ikinci yarısında (P-M) ise baştaki değer artık yoluna yeni kılığıyla, yani büründüğü bu parasal hırka içinde devam eder. Görüldüğü üzere, dolaşım sürecinde hareketin sürekliliği hep paranın işi olmaktadır ve hareketin devam edebilmesi için bu süreçte paranın durmadan başka metalarla yer değiştirmesi zorunludur. Bu özellik, gerçekliğin tersinden kavranmasına neden olur. Şöyle ki, paranın hareketi aslında yalnızca metaların dolaşımının ifadesiyken, metaların dolaşımı yalnızca paranın hareketinin sonucuymuş gibi görünür.

Dolaşım sürecinde aynı para parçaları (diyelim aynı 200 lira) pek çok metanın fiyatını gerçekleştirmek üzere elden ele yer değiştirir. Aynı para parçalarının yer değiştirmelerinin sık sık tekrarlanması, yalnızca tek bir metanın başkalaşımlar dizisini değil, genel olarak metalar dünyasının sayısız başkalaşımlar kümesini yansıtır. Gözden kaçırılmaması gerekir ki, Marx'ın buraya kadar ve burada anlattığı hususlar henüz analizinin "basit meta dolaşımı" basamağı için geçerlidir. Bu hususu akılda tutmak koşuluyla devam edelim. Para dolaşım aracı olarak dolaşım alanının içinde dönüp duruyorsa, acaba dolaşım alanı sürekli olarak ne kadar parayı emmektedir? Bir ülke piyasasını düşünecek olursak, açık ki her gün aynı anda sayısız satış ve sayısız satın alma gerçekleşir. Biliyoruz ki, metalar fiyatları sayesinde zihnimizde belirli para miktarlarına eşitlenmiştir. O halde metalar dünyasının dolaşım süreci için gerekli olan dolaşım aracı kütlesinin hesabında birinci adım bellidir: metaların fiyatlarının toplamı!

Metaların fiyatlarının toplamında yükselme ya da düşme olursa, söz konusu gerekli kütle de (gerekli toplam para miktarı) buna uygun miktarda artmak ya da azalmak zorunda kalır. Ya da metanın genel eşdeğeri olan altın-paranın değerinde çeşitli nedenlerle oynamalar olabilir. Marx, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için altının değerini veri kabul edeceğini belirtir ve böylece bu faktörden kaynaklı muhtemel oynamaları elimine eder. Dolaşım sürecinin emeceği para miktarını hesaplarken değişim yaratabilecek diğer bir faktör ise, piyasaya sürülecek metaların miktarındaki azalma veya artışlar olabilir. Metaların miktarı veri kabul edilirse, demek ki dolaşımdaki para miktarı metaların fiyatlarındaki dalgalanmalara bağlı olarak yükselecek ya da düşecektir. Bu noktada bakmamız gereken tek tek meta fiyatlarındaki oynamalar değil, metaların fiyatlarının toplamındaki değişikliklerdir. Diğer önemli bir husus ise şudur: Metaların toplam fiyatındaki değişim ister metaların değerindeki değişimden ister piyasadaki fiyat dalgalanmalarından kaynaklansın, dolaşım aracı miktarı üzerinde yaratacağı etki aynı olacaktır.

Nihayet dolaşım süreci için gerekli para miktarının hesaplanmasında belirleyici olacak en önemli özellik ise, aynı para parçasının peş peşe pek çok satış ve satın alma işlemini gerçekleştiriyor oluşudur. Bu nedenle aynı para parçalarının belli bir süre içindeki el değiştirme sayısı, paranın el değiştirme hızını verecektir. Bu anlattıklarımızı bir formül olarak ifade etmek mümkündür: "Meta fiyatlarının toplamı / Aynı para parçalarının el değiştirme sayısı = Dolaşım aracı olarak iş gören paranın miktarı." Marx bu formülde ifadesini bulan yasanın genel geçerliliğe sahip olduğunu belirtir.

Yukarıdaki formülden anlaşılacağı üzere, para parçalarının el değiştirme sayısı artarsa dolaşımda gerekli para miktarı azalmakta, tersi olursa artmaktadır. Fakat paranın el değiştirme hızının düşmesi, dolaşım süreci zincirinde kopmalar ve metaların dönüşümünde tıkanmalar anlamına gelir ve bu önemli bir sorundur. Ne var ki dolaşım sürecinin ortaya koyduğu böyle bir durum yalnızca görüntüyü ele verir, bunun nedenlerini açıklamaz. İşte yalnızca görüntüye bakarak hüküm verenler böylesi durumlarda yanılmakta ve dolaşım sürecinde gerçekleşen tıkanıklık ve bunalımları, dolaşım aracı miktarının (paranın) eksikliğine bağlamaktadırlar.

İncelenen konuyla ilgili diğer bir faktör ise, aynı para parçalarının piyasadaki akış hızıdır. Fiyatlar toplamının ne kadar bir kısmının aynı para parçaları ile gerçekleştirilebileceği, kuşkusuz bu akış hızına bağlıdır. İncelenen faktörleri şimdi birlikte düşünmek gerekir. Demek ki üç etken, yani fiyat hareketleri, dolaşımdaki meta miktarı ve paranın el değiştirme hızı sonucu belirleyecektir. Bu faktörler hep aynı kalmaz ya da hep aynı yönde değişmez, farklı yönlerde ve farklı oranlarda değişebilir. O nedenle de, piyasada gerçekleştirilecek fiyatların toplamı ve bu toplamla belirlenecek dolaşım aracı miktarı (gerekli para) çok çeşitli bileşimlerde olabilir. Farklı yönlerde ve farklı oranlarda cereyan edebilecek değişikliklerin yaratacağı sonuçlar gözden geçirilebilir. Ayrıca unutulmamalı ki, çeşitli etkenlerdeki farklı değişimler karşılıklı olarak birbirlerini telafi edebilir ve o nedenle sonuç aynı kalabilir. Zaten bu nedenle, herhangi bir ülkede dolaşımdaki para miktarı uzun dönemler için ilk bakışta sanılabileceğinden çok daha istikrarlı bir ortalama düzeye sahiptir. Marx'ın ifadesiyle, "Belirli aralıklarla yaşanan üretim ve ticaret bunalımlarından ve daha ender olarak gerçekleşen para değeri değişimlerinden kaynaklanan şiddetli çalkantılar bir yana bırakıldığında, bu ortalama düzeyden sapmalar, ilk anda beklenebilecek olandan çok daha sınırlı kalır."

c. Sikke. Değer simgesi
Paranın sikke biçimini alması, meta dolaşımının gelişmesi neticesinde dolaşım aracı parayı kolayca dönüştürülebilir biçimlere sokma ihtiyacından doğmuştur. Sikke darp etmek devlete ait bir iştir. Sikkelerin altın olduğu dönemler hatırlanacak olursa, "sikke altından" kolayca "külçe altına" geçilebileceği ve bu nedenle sikkelerin sık sık eritme potasının yolunu tuttuğu anlaşılır. Marx, Orta Çağın ve 18. yüzyıla kadar Yeni Çağın sikke tarihinin bu karışıklığın tarihi olduğunu belirtir. Tarihsel dokümanlar, altın sikkelerin dolaşım sürecinde elden ele aşınmaları yüzünden ayarlarının bozulduğunu ve bu temelde zamanla yüksek değerli metaller yerine düşük değerli metallerin tercih edildiğini ortaya koyar. Böylece, altın yerine gümüş ve gümüş yerine bakır değer ölçüsü olma işlevini üstlenmiştir. Zaten para değer ölçüsü olarak simgeseldir ve o nedenle aslında değersiz şeyler de pekâlâ para işlevini görebilir.

Bu özellik kapitalizmle birlikte ulaşılan kâğıt paralarda çok açık biçimde ortaya çıkmıştır. Burada kastedilen, devletin çıkardığı ve ödeme aracı olarak kabul edileceği yasalarla belirlenen kâğıt paralardır. İlgili devletin Merkez Bankası tarafından darp edilen, yani üzerine örneğin 5 lira, 10 lira gibi para isimleri basılan kâğıt parçaları, dolaşım sürecine dışarıdan, devlet tarafından sokulur. Kâğıt paranın dolaşımına özgü yasa, kâğıt para ile altın arasında belirlenmiş olan temsil oranından doğar. Bu yasayı basit olarak ifade edelim: Merkez Bankası tarafından çıkartılması gereken kâğıt para, şayet bu kâğıt para altının yerini almamış olsaydı fiilen dolaşımda bulunması gerekecek olan altın-paranın miktarıyla sınırlı olacaktır. Kuşkusuz yasadan sapmalar, söz konusu kâğıt paranın eskisi kadar değeri temsil etmemesi gibi sonuçlar doğuracaktır. Kâğıt para doğrudan doğruya metal para dolaşımının neticesinde ve onun sergilediği zorlukların aşılması ihtiyacından doğmuştur. Marx, basit meta dolaşımında yeri olmadığı için henüz ele almadığı ve ileride inceleyeceği kredi parası konusuna da burada geçerken değinir. Nasıl ki kâğıt paranın kaynağında paranın dolaşım aracı olma işlevi varsa, kredi parası da, paranın ödeme aracı olma işlevinin doğal bir ürünüdür.

Tarihte nereden hareketle ödemelerde kâğıt parçalarının para yerine geçtiği noktalara gelinebildiğini kavramayan bir kişi açısından mesele karmaşık görünebilir. Oysa işin sırrı, ödeme aracı olarak paranın bir simgeden ibaret olmasında saklıdır. Nasıl ki vaktiyle çeşitli metal parçaları belirli altın miktarını temsil ettiğinden para olarak geçerli olabilmişse, kâğıt para da aynı nedenle bir değer simgesi olabilmiştir. Marx, "burada gerekli olan şey, para simgesinin nesnel toplumsal geçerliliğe sahip olmasıdır ki, bunu da yasaya dayanan ödeme aracı olarak kabul edilme zorunluluğu ile elde eder" der.

3. Para
Değer ölçüsü olan ve dolayısıyla da ister altın sikke olarak kendi cismiyle ister kâğıt para gibi bir temsilci aracılığıyla olsun, dolaşım aracı olma işlevini üstlenen meta paradır. Dolaşım sürecinde aracılık işlevini gören bu meta, bu sürecin özelliğinden kaynaklı olarak aşağıda özetle değinilen çeşitli işlevleri görebilir.

a. Gömüleme
Dolaşım sürecinde meta ve para başkalaşımı sürerken, bazen bu zincir bir meta satışıyla elde edilen paranın yeni bir alışla başka bir metaya dönüşmemesi neticesinde kopabilir; böylece para hareketsizleşir. Dolaşımdan çekilerek dondurulan paraya gömüleme denir. Tarihte meta dolaşımının ilk dönemlerinde satın alma ihtiyacı çok gelişmediğinden, fazla kabul edilen paralar hep dolaşımdan çekilmiştir. Marx gömülemenin bu ilkel biçiminin, geleneksel üretim tarzının ihtiyaçlar kümesini ciddi şekilde sınırlandırdığı toplumlarda ebedîleştiğini, Asyalılarda ve özellikle de Hintlilerde durumun bu olduğunu belirtir.

Meta üretiminin gelişmesiyle birlikte, her meta üreticisi kendi toplumsal güvencesini sağlamak zorunluluğuyla yüz yüze gelmiştir. Çünkü kişinin o anda bir şey satmadan bir satın alma yapabilmesi için, daha önceden bazı metaları satıp parasını elde tutuyor olması gerekir. Böylece dolaşımın her noktasında, yeni bir satın alma için kullanılmayıp gömülenen farklı miktarlardaki paralar birikmeye başlamıştır. Paranın bu şekilde amaç haline gelmesi gömüleme ihtirasını, altın tutkusunu kamçılamıştır. Grundrisse'den Kapital'e, satırlarını sık sık engin kültürünün bir yansıması olan edebi ve tarihsel zenginliklerle dokuyan Marx, altının toplumda oynadığı rolü Shakespeare'in "Atinalı Timon" eserinden aktardığı dizelerle anlatır: "Bu sarı köle din de kurar, din de bozar/ Lanetliye hayır dua kazandırır/ Hırsızları mevki sahibi eder/ Senatoda yeri olan azalarla beraber/ Onlara da unvan ve itibar verir/ Geçkin dullara bir kere daha koca bulduran budur/ Lânetlik, insanlığın orta malı!" Marx tarihten de örnek verir: Kristof Kolomb 1503 yılında Jamaika'dan yazdığı bir mektupta "altınla ruhların cennete girmesini sağlamak bile mümkündür" demektedir.

Marx paranın radikal bir eşitlikçi gibi tüm farklılıkları yok ettiğini, kimin eline geçerse onun özel mülkiyeti, özel gücü haline geldiğini vurgular. Bu yüzden Eski Çağ toplumu, parayı kendi iktisadi ve ahlâki düzeninin bozucusu olmakla suçlamıştır. Marx'ın aktardığı gibi, Antik Yunan'ın ünlü tragedya yazarı Sofokles "Antigone" adlı eserinde, "İnsanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir, ülkeleri harap ve yerle bir eden odur/ Hilebazlığı öğreterek mertliği bozar ve böylece asil ruhları fenalığın menfur yoluna saptırır/ İnsanları her türlü hileye başvurdurur ve onlara her günahı işletir" diye yazmıştır.

Para metanın değer ölçüsüdür ve tüm toplumlarda sahibinin toplumsal zenginliğini ölçer, maddi zenginliğin genel temsilcisidir. Doğası gereği sınırsız olan servet biriktirme hırsı, pintilik diye nitelenen eğilimi yaratmış ve kamçılamıştır. Pinti için "çalışkanlık, tutumluluk ve gözü doymazlık, bundan ötürü, kendisinin en başta gelen özellikleridir; çok satıp az satın almak, onun ekonomi politiğinin özetidir". Servet tutkunluğu altın ya da altın karşılığı para tutma eğiliminin yanı sıra altın ve gümüşten yapılmış şeylere de sahip olma arzusunu besler. Bu yüzden, burjuva toplumun zenginliği geliştikçe altın ve gümüş gibi değerli madenler için genişleyen bir pazar oluşur.

b. Ödeme aracı
Meta dolaşımı geliştikçe, metaların satış ve alış işlemleri arasında bire bir eşzamanlılık ve denklik aramak beyhude hale gelir. Artık piyasada, daha metanın alıcısı ortaya çıkmadan satıcısı boy gösterebilir. Diğer yandan, ev örneğinde olduğu üzere, alıcı kişi metayı henüz onun tam karşılığını ödemeden satın alır. Böylece satıcının alacaklı, alıcının borçlu olduğu durumlar gelişirken, para da yeni bir işlev kazanır. Para şimdi metanın fiyatının yanı sıra, borçlanan miktarı ölçer. Bu durumlarda para henüz düşünsel satın alma aracı olarak işlev görmektedir. Fakat süreleri gelen ödemelerle birlikte para alıcının elinden çıkıp satıcının eline geçtiğinde, para dolaşım sürecinde ödeme aracı işlevini yerine getirmiş olur. Burada alacaklı ve borçlu olma nitelikleri basit meta dolaşımından doğmaktadır. Marx yine tarihten bir örnek vererek, bu niteliklerin meta dolaşımından bağımsız olarak da kendini gösterebildiğine dikkat çeker. Belirttiği üzere, eski dünyanın sınıf mücadelesi asıl olarak alacaklılarla borçlular arasındaki mücadele biçimini almıştır. Roma'da bu mücadele borçlu pleblerin çöküşüyle ve yerlerine kölelerin konmasıyla son bulmuştur. Aynı mücadele Orta Çağda ise, iktisadi güçleriyle birlikte buna dayanan siyasal güçlerini de yitiren feodal borçluların çöküşüyle sona ermiştir.

Kapitalizmde dolaşım sürecinin her bir belirli anında vadesi gelen ödeme yükümlülükleri, satılan metaların bu önceden karşılığı ödenmeyen kısmının fiyatlarının toplamını temsil eder. Fakat bu ödemeler için gerekecek para, aynı paranın piyasada durmadan el değiştirerek pek çok ödemeyi gerçekleştirebilmesi nedeniyle onun dolaşım hızına da bağlıdır ve dolayısıyla bu fiyat toplamından çok daha az olacaktır. Ayrıca ticari işlemlerde karşılıklı alacaklılık ve borçluluk ilişkileri nedeniyle, ödemelerin aynı noktalarda denkleştirilmesi olanağı ortaya çıkmış ve bu temelde bunu sağlayan özel kurumlar ve yöntemler de kendiliklerinden gelişmiştir. Marx, Orta Çağda Roma için önemli bir kent olan Lyon'daki borç transferlerini (virement-virman) bunlara örnek olarak verir. Alacak ve borç niceliklerinin zamanla alabildiğine büyümesine rağmen, bunların karşılaştırılması neticesinde ödenecek bakiyeler ne kadar az olursa, toplam borca oranla çok daha küçük miktarda ödeme aracı (para) yeterli olacaktır.

Paranın ödeme aracı olma işlevi dolaysız bir çelişkiyi de içerir. Şöyle ki, ödemeler birbirlerini dengeledikleri sürece, para yalnız düşüncede var olan hesap parası ya da değer ölçüsü olarak iş görür. Fakat gerçek ödemelerin yapılması gerektiğinde, para vazgeçilmez mutlak rolüyle ve evrensel meta olarak ortaya çıkar. Marx bu çelişkinin, para bunalımı diye isimlendirilen üretim ve ticaret bunalımları sırasında kendini açıkça gösterdiğini belirtir ve Kapital'in üçüncü basımına koyduğu dipnotta önemli bir hususa açıklık getirir. Aslında her genel üretim ve ticaret bunalımının özel bir aşamasını para bunalımı oluşturur. Ancak bir de, sanayi ve ticaretin ürünü olmayıp kendi başına ortaya çıkabilen (kuşkusuz sanayi ve ticaret yaşamını da olumsuz etkileyen) ve yine para bunalımı diye anılan bunalımlar vardır. "Bunlar, hareket merkezleri para-sermaye olan ve bu nedenle de dolaysız etki alanlarında bankaların, borsaların ve malî kesimin bulunduğu bunalımlardır."

Parayı da etkileyen ticaret ve sanayi bunalımları, ödemelerin birbirleriyle dengelenmesini sağlayan mekanizmanın tam olarak gelişmiş olduğu yerlerde kendini gösterir. Bu mekanizmada şu ya da bu nedenle bozukluklar yaşandığında, para birdenbire yalnızca düşüncede var olan hesap parası biçiminden çıkar ve telaşla elde tutulacak gerçek paraya çevrilir. Böylece paranın kendisi kıymetli hale gelirken, metalar değersizleşir. Marx böyle bir bunalım durumunu veciz sözlerle betimler: "Burjuva, daha kısa bir süre önce, refah sarhoşluğunun verdiği bilgiççe bir kendine güven duygusuyla parayı boş bir hayal ilan etmişti. Sadece meta, paradır. Ama şimdi dünya pazarında yükselen çığlık şu: Sadece para, metadır! Aç tavuğun arpa ambarından gayri bir şey hayal etmemesi gibi, onun da ruhu şimdi paranın, biricik zenginliğin peşindedir."

Marx'ın bizzat tanık olduğu örneklerden hareketle, kapitalizmin kaçınılmaz bunalımlarının sergilediği tabloya açıklık getiren satırları çok önemlidir. Bunalım sırasında meta ile kendi değer biçimi yani para arasındaki karşıtlık mutlak çelişki derecesine ulaşır. Satılmış metalar için elde tutulan borç senetleri, para sıkışıklığı nedeniyle başkalarına devredilmek üzere tekrar dolaşıma çıkar. Açıkça görüleceği üzere, demek ki paranın ödeme aracı olma işlevinden, doğrudan doğruya kredi parası doğar. Kredi sisteminin yaygınlaşması ölçüsünde de paranın ödeme aracı olma işlevi yaygınlaşır. Para bu özelliğiyle büyük ticaret işlemleri alanında boy gösterirken, altın ve gümüş sikkeler ise asıl olarak perakende ticaret alanına sürülürler. Paranın ödeme aracı olarak gelişimi, borçlanılmış miktarların ödeme günleri için para biriktirilmesini de zorunlu kılar. Bağımsız bir zenginleşme biçimi olan pintinin gömülemesi, burjuva toplumun gelişmesiyle birlikte ortadan kaybolur ve para biriktirme ihtiyacı şimdi ödeme aracı yedek fonları biçiminde artış gösterir.

Eski dönemlerde rantlar ve vergiler aynî ödemeler iken, kapitalizmle birlikte bunlar parayla yapılan ödemeler haline gelir. Marx burada önemli bazı tarihsel örneklere değinir. "Bu dönüşümün üretim sürecinin bütününe ne derece bağlı olduğunu, örneğin, Roma İmparatorluğu'nun, devlete yapılan bütün ödemeleri para olarak yaptırmak için giriştiği ve başarısızlığa uğradığı iki deney çok iyi kanıtlar" der. Fransız köylülerinin XIV. Louis yönetiminde çektiği korkunç sefaletin nedeni, sadece vergilerin yüksekliği değil, aynı zamanda aynî vergilerin parayla ödenen vergilere çevrilmiş olmasıdır. Öte yandan, toprak rantının başlıca devlet geliri olduğu Asya ülkelerinde bunun aynî olarak ödenmesi, eski üretim biçiminin devamını sağlamaktadır. Marx "Osmanlı İmparatorluğu'nun ayakta kalışının sırlarından biri budur" der ve devam eder: "Japonya'ya Avrupa'nın zorla kabul ettirdiği dış dünyayla ticaret, kendisiyle birlikte aynî rantın para olarak ödenen ranta çevrilmesini de getirecek olursa, bu ülkenin örnek tarımına olanlar olacaktır. Bu tarımın sınırlı iktisadi varlık koşulları yok olup gidecektir."

c. Dünya parası
Kapitalizm ulusal sınırlara sığmayan ve küresel ölçekte yayılan bir üretim tarzıdır. O nedenle metalar da dünya ticaretinde değerlerini evrensel şekilde ifade ederler ve bu bağlamda metaların değer biçimi onların karşısına dünya parası olarak çıkar. Zaten para ancak bu düzeyde soyut insan emeğinin toplumsal gerçekleşme biçimi niteliğine kavuşur ve böylece para kavramına da tam uygun hale gelir. Marx'ın Kapital'i yazdığı dönemlerde dünya pazarında çift değer ölçüsü olarak altın ve gümüş bir arada hüküm sürmüştür. Fakat daha sonra Engels'in de tahmin ettiği gibi, gümüş dünya pazarında para olma özelliğini yitirmiştir.

Dünya parasının dünya ticaretinde uluslararası bakiyelerin tasfiyesi için ödeme aracı olma işlevi belirleyicidir. Zaten bu nedenle merkantilizmin egemen olduğu dönemde merkantilistlerin parolası "Ticaret dengesi!" olmuştur. Her ülkenin iç dolaşımda ihtiyaç duyduğu gibi, dünya pazarı dolaşımı için de bir ihtiyat fonu gerekli hale gelmiştir. Gömüleme (modern anlamda) ihtiyacı da kısmen paranın iç dolaşım ve ödeme aracı olma işlevinden, kısmen de dünya parası olma işlevinden doğmuştur. Dünya parası açısından gömüleme için (yedek fonlar oluşturmak için) gerçek para metaya, yani bizzat madde olarak altın ve gümüşe gereksinim duyulmuştur. Buna bağlı olarak, altın ve gümüşün ülke içindeki hareketlerinin yanı sıra ülkeler arasındaki hareketleri de önem kazanmıştır. Kambiyo kurlarının sonu gelmez dalgalamalarına bağlı olarak altın ve gümüş çeşitli ulusal dolaşım alanları arasında durmadan gider gelir. Marx, gelişmiş burjuva üretim biçimine sahip ülkelerin, bankalarının kasalarında büyük miktarlarda toplanan gömüleri bunların özgül işlevlerinin gerektirdiği bir minimumla sınırladıklarına dikkat çekmiştir. Unutulmamalı ki, günümüzde de merkez bankaları kasalarında altın külçeler ve yabancı paralar bulundurmaktadır. Rezerv adı verilen bu altınlar ve paralar, devletlerin ekonomik sıkıntı durumlarında başvurmak için biriktirdikleri tasarruflardır.

Konu Şüpheci Dinsiz tarafından (30-09-2022 Saat 05:45 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 29-09-2022, 19:37
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

https://marksist.net/node/6652

Marx'ın Kapital'ini Okumak /5

Elif Çağlı
4 Mayıs 2019


İKİNCİ KISIM: PARANIN SERMAYEYE DÖNÜŞÜMÜ

Bölüm 4: Paranın Sermayeye Dönüşümü
1. Sermayenin Genel Formülü

Sermayenin ne olduğunu anlayabilmek için metaların dolaşım sürecini incelemek gerekir. Çünkü metaların dolaşımı sermayenin başlangıç noktasıdır. Meta üretimi ve ticaret diye adlandırdığımız gelişmiş meta dolaşımı, sermayenin doğup büyüdüğü tarihsel temeli oluşturur. 16. yüzyılda oluşmaya başlayan dünya ticareti ve dünya pazarı, sermayenin modern tarihinin de başlangıcıdır.

Metaların dolaşım sürecinin maddi biçimi çeşitli kullanım değerlerinin birbirleriyle mübadelesidir. Bu sürecin iktisadi biçim olarak son ürünü ise paradır. Meta dolaşımının bu son ürünü (para), sermayenin ilk görünüm biçimidir. Tarihsel açıdan baktığımızda da, sermayenin toprak mülkiyetinin karşısına her yerde ilk olarak para biçimiyle, yani parasal servet, tüccar sermayesi ve tefeci sermayesi olarak çıktığını görürüz. Marx'ın dikkat çektiği üzere, toprak mülkiyetinin serflik ve efendilik ilişkilerine dayanan kişisel iktidarı ile paranın kişisel olmayan iktidarı arasında karşıtlık vardır. Bunlardan birincisi feodal döneme denk gelirken ikincisi kapitalizm dönemini anlatır. "Efendisiz toprak olmaz" ve "Paranın efendisi yoktur" şeklindeki iki Fransız atasözü, işte bu karşıtlığı ve iki ayrı tarihsel dönemin farklılığını çok güzel şekilde ifade eder.

Paranın sermayenin ilk görünüm biçimi olduğunu ortaya koymak için sermayenin oluşum tarihini gözden geçirmek gerekli değildir. Çünkü aynı tarih zaten her gün gözümüzün önünde cereyan etmektedir. Meta dolaşımının dolaysız biçimini hatırlayalım: metanın paraya dönüşmesi ve paranın yeniden metaya dönüşmesi (yani M-P-M), satın almak için satmak anlamına gelir. Fakat sermayeyi anlamak için bunu değil, para ile başlayan döngüyü düşünmek gerekir. Bu döngü P-M-P şeklindedir ve satmak amacıyla satın almayı anlatır. Ne var ki döngü bu şekilde ifade edildiğinde, henüz aynı miktar para ile bir meta satın alınmakta ve yine aynı paraya satılmaktadır. İşler bu kadarıyla kalsaydı kapitalizm olmazdı! Zira eşit iki para değeri birbiriyle mübadele edilmek istenseydi dolaşım süreci anlamsız bir şey olurdu. Zaten kapitalizmin gelişebilmesi, dolaşımda "satın almak için satmak" düzeyinden, "satmak için satın almak" düzeyine yükselmekle mümkün olmuştur. Sermayenin karakterini anlamak için de, aslında başlangıçtaki para ile sonuçtaki paranın aynı olamayacağı noktasına ilerlemek şarttır.

Basit meta dolaşımı ile paranın sermaye olarak dolaşımı arasındaki farka dikkat edelim. Basit meta dolaşımına para aracılık ederken, paranın sermaye olarak dolaşımına meta aracılık eder. Basit meta dolaşımında para sonunda kullanım değeri olarak iş gören bir metaya dönüşür ve bu dolaşımda para böylece kesin olarak harcanmış olur. Paranın sermaye olarak dolaşımında ise, meta satın alan kişi parasını daha sonra meta satıp yine paraya dönüştürmek için harcar. P-M-P dolaşımında, sonunda para geri dönmelidir ve şayet dönmezse aslında işlem başarısızlığa uğramış, yani para kazanmak için meta satın alan kişi sonunda paraya kavuşamamış demektir.

P-M-P döngüsünde amaç parayla para elde etmektir. Ancak bu dolaşım formülünde şimdi bir değişikliğe gitmek gerekir. Şöyle ki, paranın sermaye olarak dolaşımının ifadesi P-M-P olarak kalsaydı, sonuç aynı miktar paraların değişimi şeklindeki bir saçmalıktan ibaret olurdu. Oysa gerçekte işin sonunda elde edilen para, işin başında dolaşıma sokulan paradan büyük olmalıdır. O halde sürecin gerçek ifadesi P-M-P´ şeklindedir. Bu formül, başlangıçtaki para miktarının üzerine sonuçta bir fazlalığın eklendiği anlamına gelir. Marx, başlangıçtaki değeri aşan kısma artı-değer (artık değer) adını verir. İşte başlangıçta dolaşıma sokulan değerin kendini değer olarak büyütmesi şeklindeki hareket onu sermayeye dönüştürür. Fakat P´ şeklinde fazlalaşmış para yeniden yatırıma dönüştürülmeyip harcanacak olursa, sermaye dolaşım sürecindeki rolünü terk etmiş olur ve sermaye olmaktan çıkar. Dolaşımdan çekilip saklanan para ise gömü olarak taşlaşır ve durduğu yerde bir artış göstermez.

Sermaye dolaşım sürecinde her seferinde üzerine bir fazlalık eklenerek büyüyen paranın hareketi süreklidir. Bu süreklilik içinde bizler her bir döngünün sonunda elde edilen artı-değeri göremeyiz, ortada yalnızca büyüyen bir sermaye vardır. Paranın sermaye olarak dolaşımı kapitalizmde başlı başına amaçtır ve değerin büyütülebilmesi de ancak durmadan yinelenen bu hareket sayesinde mümkün olur. "Sermayenin hareketi sınırsızdır ve para sahibi bu sınırsız hareketin bilinçli taşıyıcısı olarak kapitalist haline gelir. Kapitalistin kesesi, paranın çıktığı ve dönüp geldiği noktadır. Burada kapitalistin arzusu parasıyla daha çok kullanım değerine sahip olmak değil, değeri büyütmektir." Kapitalist böylece "kişileşmiş, irade ve bilinçle yüklü sermaye olarak işlev görür". Onun tek amacı, sermayenin hizmetinde, dur durak bilmeden kâr elde etmek üzere süreci yürütmeye çalışmaktır.

Bu sonsuz zenginleşme dürtüsünün, bu hırs dolu mübadele değeri avcılığının, kapitalist ile cimrinin ortak özellikleri olduğunu belirtir Marx. Ne var ki cimri sadece kaçık bir kapitalist iken, kapitalist akılcı bir cimridir! Cimri parasını dolaşımdan çekip biriktirerek amacına ulaşmak ister; oysa kapitalist zenginleşme amacını parayı tekrar tekrar dolaşıma sokarak gerçekleştirir. Değerin kendini büyütme döngüsüne bakılacak olursa, sermaye kâh paradır kâh metadır ve dolaşım süreci boyunca para ve meta biçimlerinin durmadan birbirlerinin yerine geçmesi neticesinde başlangıçtaki değer büyümektedir, başlangıçtaki değerden artı-değer kadar fazlalaşmaktadır. İşte bu değerlenme sürecinde çıkış noktası da sonuç noktası da paradır. Ama arada para meta biçimine girmedikçe (P-M-P´) sermayeye dönüşmez. Sermaye biçimindeki dolaşımında para artık basit meta dolaşımında olduğu gibi bir aracı değildir. Tersine para sermaye dolaşımında artık meta aracılığıyla adeta kendisiyle özel bir ilişki kurmaktadır (P-P´). Bu nedenle, kapitalizmin erken dönemlerinde ticaretin önemine odaklanan iktisatçılar (merkantilistler) sermayeyi "para doğuran para" diye tanımlamışlardır.

Daha pahalıya satmak için satın almak (P-M-P´), ilk bakışta yalnızca tüccar sermayesine özgü bir biçim gibi görünebilir. Ancak düşünülecek olursa, önce şu ya da bu metayı (işgücü, hammadde, demirbaş vb.) satın alan ve sonra üretilen metaların satışı ile kendisini gerisin geriye daha çok paraya dönüştüren sanayi sermayesi de paradır. Sanayi sermayesi söz konusu olduğunda, para (P) önce dolaşım alanından çıkar, araya üretim süreci girer fakat üretilen metalar yeniden dolaşıma girip satıldıklarında bu döngü fazlalaşmış olan para (P´) ile tamamlanır. Şayet sanayi sermayesi değil de yalnızca faiz getiren sermaye (yani faiz geliri elde etmek üzere çeşitli yatırım araçlarına yatırılan sermaye) söz konusu ise, P-M-P´ dolaşımı kendisini kısaltılmış şekilde ortaya koyar. Burada döngü sanki doğrudan P-P´ gibidir ama işin derininde bu fazlalık kuşkusuz yine parayı büyüten artı-değer ve bunu sağlayan sihirli meta (işgücü) sayesinde mümkün olmaktadır. O nedenle Marx, gerçekte P-M-P´ formülünün sermayenin genel formülü olduğunu vurgular.

2. Sermayenin Genel Formülündeki Çelişkiler
Marx, parayı sermayeye dönüştüren dolaşım biçiminin, basit meta dolaşımı temelinde geliştirilmiş olan yasaların hepsiyle çeliştiğine dikkat çeker. Hatırlanacak olursa, basit meta dolaşımında neticede ihtiyaç duyulan bir ürünü satın almak için eldeki bir ürün satılmaktadır. Oysa paranın sermaye olarak dolaşımında, daha sonra yine meta satmak üzere önce meta satın alınır. Marx, böylesine biçimsel bir farkın, bu süreçlerin karakterlerini nasıl olur da sihirli bir el dokunmuş gibi değiştirebileceği sorusunu ortaya koyar. Dikkat çekilen bu nokta son derece önemlidir ve analizler ilerledikçe bu sihir çözülecektir.

Çözümlemede önce basit meta dolaşımı süreci hatırlanmalı ve bu dolaşımın zenginleşmenin kaynağı olamayacağı görülmelidir. Bu dolaşım sürecinde karşı karşıya gelen iki meta sahibi ihtiyaçları doğrultusunda ellerindeki metaları değişirler ve bu mübadele saf biçiminde (piyasadaki oynamalar dışlandığında) değerin büyüklüğünde ne biri ne de diğeri için bir artış yaratmaz; çünkü aslında eş değerler değişilmektedir. O halde bu düzeyde dolaşım zenginleşmenin aracı olamaz. Buradan hareketle vaktiyle Condillac gibi iktisatçılar tarafından, aslında meta mübadelesi sırasında eşit değerlerin değişilmediği ve zenginliğin kaynağının aradaki farkı yaratan ticaret olduğu şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Fransız düşünür Condillac'ın (1714-1780) görüşleri gelişmiş meta üretimine sahip bir toplumda çocukçadır, ama modern iktisatçılar da ticareti artı-değer yaratıcı bir faaliyet olarak göstermişlerdir.

Burada asıl önemli nokta şudur ki, soyutlamalar adım adım bütünsel gerçekliği kavramamıza yardım etseler bile, somutta (yaşamda) böyle şeyler asla saf biçimleriyle gerçekleşmezler. O nedenle Marx, şimdi de somutu yani gerçek yaşamdaki durumu incelemeye geçer ve basit meta dolaşımında eş değer olmayan şeylerin mübadele edildiğini varsayar. Marx'ın amacı, mübadelenin ve genişlemiş haliyle ticaretin artı-değerin kaynağı olamayacağını göstermektir. Meta sahipleri olarak biri satıcı ve diğeri de onun karşısında para sahibi olarak alıcı durumda olan iki kişiyi varsayar Marx. Örneklemede satıcıya, açıklanması mümkün olmayan bir ayrıcalıkla, 100 liralık metasını 110 liraya satma yetkisi verilmiştir. Fakat bütün meta sahipleri metalarını birbirlerine değerlerinin %10 fazlasıyla sattıklarında mübadeledeki oranlar değişmeden kalmış olacaktır. Tersine %10 azıyla sattıklarında da sonuç değişmeyecektir. O halde, artı-değerin oluşumu ve paranın sermayeye dönüşümü, ne metaların değerlerinden fazlasına satılmalarıyla ne de alıcıların metaları değerlerinden azına satın almalarıyla açıklanabilir.

Artı-değerin, satıcının metayı pahalıya satabilme ayrıcalığından doğduğunu iddia edenler hep olmuştur. Bu yanlış görüşün tutarlı temsilcileri, satmadan satın alan yani üretmeden tüketen bir sınıfın var olduğunu varsaymışlardır. Böyle bir şey olsaydı, bu durum bu sınıfa daha önce karşılıksız biçimde verilmiş olan paranın bir kısmının dolandırıcılık yoluyla geri alınması anlamına gelirdi. Bu yalnızca bir varsayımdan ibarettir ama yine de bunun hatırlattığı tarihsel bir örnek vardır. Marx tarihten bu örneği aktarır: "Küçük Asya şehirleri Eski Roma'ya bu şekilde yıllık haraç ödüyordu. Roma bu parayla meta satın alıyor, fakat bunları çok pahalıya satın alıyordu. Küçük Asyalılar Romalıları dolandırıyor ve böylece efendilerine ödedikleri haraçların bir kısmını ticaret yoluyla geriye sızdırmayı başarıyordu. Ama ne olursa olsun, dolandırılanlar gene de Küçük Asyalılardı. Metalarına karşılık olarak ödenen para, eskisi gibi, gene kendi paralarıydı." Marx'ın bu örnek temelinde vurguladığı üzere, zenginleşmenin ya da artı-değer yaratmanın yöntemi bu olamaz!

İrdelemesini sürdüren Marx, şimdi de tüm meta satıcılarının ve alıcılarının aynı doğrultuda davranmadıkları bir durumu varsayar. "Meta sahibi A, iş arkadaşları B ile C'nin saflıklarından yararlanıp onların kendisine aynen karşılık vermelerine fırsat vermeyecek kadar kurnaz olabilir" noktasından hareket eder. Ancak bu durumda da mübadeleden önceki toplam değer neyse, mübadeleden sonra da toplam değer değişmemiş, yalnızca uyanık satıcı avanak alıcılardan değer çalmıştır. Buraya kadar yürütülen irdelemelerden çıkan sonuç son derece önemli ve nettir: "Dolaşımda bulunan değerler toplamının, bunun dağılımında meydana gelen herhangi bir değişiklikle arttırılamayacağı açıktır." "Dolaşım ya da meta mübadelesi değer yaratmaz." Bu nedenle Marx, sermayenin temel biçimini (yani modern toplumun iktisadi örgütlenişini belirleyen biçimi) çözümlerken, bunun herkesçe bilinen ve deyim yerindeyse Tufan öncesi biçimleri olan ticaret sermayesi ile tefeci sermayesini işin başında tamamen konu dışında tutmuştur. "Ticaret sermayesi için söylenenler tefeci sermayesi için daha da geçerlidir. Ticaret sermayesinde iki uca, yani piyasaya sürülen para ile artmış olarak piyasadan çekilen paraya, en azından alış ve satış, yani dolaşım hareketi aracılık eder. Tefeci sermayesinde, P-M-P´ biçimi kısalarak uçların aracısız olarak birleştiği P-P´ olur." Kapital'deki incelemeler ilerledikçe, ticaret sermayesi gibi faiz getiren sermayenin de türemiş bir biçim olduğu görülecektir.

Artı-değerin ticaretten (dolaşımdan) doğmayacağı açık olduğuna göre, acaba dolaşımın dışındaki bir başka yerde mi doğmaktadır? Kuşkusuz başka yerde doğmaktadır. Ama buna rağmen, meta üreticisinin diğer meta sahipleri ile karşı karşıya gelmeksizin değeri büyütmesinin, değere değer katmasının ve böylece para ya da metayı sermayeye dönüştürmesinin imkânsız olduğu açıktır. O halde: "Sermaye dolaşımdan doğamaz, ama dolaşımdan ayrı olarak doğması da en az o kadar imkânsızdır. Sermaye aynı anda hem dolaşımda doğmak ve hem de dolaşımda doğmamak zorundadır." "Böylece ikili bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz" der Marx ve işte irdelemesini bu noktaya ulaştırdıktan sonra da bu zor sorunun çözümüne girişir.

Paranın sermayeye dönüşmesi, meta mübadelesinin içerdiği yasalar temelinde açıklanmalıdır. Marx'ın çözümlemelerinin açıklığa kavuşturduğu bu husus son derece önemlidir, çünkü metanın fiyatı o metanın gerçek maliyet değerine eşit olsa bile sermaye oluşumu yine de mümkün olmaktadır. Asla göz ardı edilmemeli ki, sermaye birikimi, meta fiyatlarının piyasada meta değerlerinin üzerine çıkması gibi ticarî faktörlerle açıklanamaz. Kaldı ki, piyasada fiyatlar gerçek değerin üstünde ya da altında oynamalarla seyretse bile, bu devamlı dalgalanmalar birbirini telafi edecek ve neticeyi ortalama fiyata indirgeyecektir. "Tüccar veya sanayici bilir ki, uzunca bir dönem göz önüne alındığında metalar daha yüksek ya da daha düşük fiyatlarla değil, fakat ortalama fiyatlarıyla satılacaktır." Pratikteki bu somut işleyiş, son tahlilde fiyatların piyasadaki dalgalanmaların neticesinde değil, fakat metaların değerleri tarafından düzenlendiği gerçeğini değiştirmez. Demek ki bu konuları kapitalist işleyişin özünde yatan yasalarla değil de, piyasada oluşacak arz talep dengesi gibi faktörlerle açıklamaya girişen iktisat teorilerinin yanlış olduğu açıktır.

Kapitalist işleyişin su yüzünde görülmeyen ama onun akıbetini belirleyen yasaları ancak Marx'ın derin analizleriyle gözler önüne serilebilmiştir. Kapital'de yer alan şu satırlar veciz biçimde ana noktaya parmak basmakta ve Marx'ın diyalektik yöntemini örneklemektedir: "Henüz tırtıl halindeki bir kapitalistten başka bir şey olmayan para sahibinin, metaları tam değerleri ile satın alması, tam değerleri ile satması, ama gene de sürecin sonunda, koyduğundan daha fazla değeri çekmesi gerekir. Tırtılımızın kelebeğe dönüşmesi, hem dolaşım alanında gerçekleşmeli hem de dolaşım alanında gerçekleşmemelidir. Problemin koşulları işte bunlardır."

3. Emek Gücünün Satın Alınması ve Satılması
Paranın sermayeye dönüşmesini anlayabilmek için, paranın geçirdiği değer değişikliğinin (yani P miktardaki paranın artarak P´ olması) bizzat paranın kendisinden ileri gelmediği daha en başta kavranmalıdır. Çünkü para satın alma aracı ve ödeme aracı olarak, yalnızca satın aldığı metaların fiyatlarını gerçekleştirir, o kadar! Ayrıca, satın alınan metanın tekrar satılarak paraya çevrilmesiyle de para sermayeye dönüşmüş olmaz! İşin sırrı para ile satın alınan özel bir metada gizlidir. Paranın değer kazanarak sermayeye dönüşebilmesi için, kullanımı (tüketimi) yeni değer yaratma kaynağı olan özel bir metanın piyasada bulunması gerekir. Ve para sahibi böyle özel bir metayı piyasada bulmuştur. Bu sihirli özel meta, işçinin emek kapasitesi ya da işgücüdür! İşgücü (emek gücü), insanın canlı varlığında mevcut olan ve onun herhangi bir kullanım değeri üretirken kullandığı fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin bütünüdür. (Burada karıştırılmaması gereken bir hususu vurgulayalım. "Emek gücü" ve "işgücü" sözcükleri aynı şeyi anlatır ve dolayısıyla bunların birbiri yerine kullanılmasında hiçbir sorun yoktur. Karıştırılmaması gereken, emek ve emek gücü (işgücü) kavramlarıdır. Çünkü "emek" bütünsel ve soyut bir kavramdır, işçi emeğini satamaz, emeği kendine ait değildir, ancak sahip olduğu emek gücünü günlük, saatlik parçalar halinde satabilir.)

Kapitalist üretim tarzının gelişip yerleşebilmesi için, para sahibinin piyasada meta olarak satın alacağı işgücü bulması şarttır. Bunun için de kapitalizm öncesine ait olan ve kişiyi kendi işgücünü serbestçe satmaktan alıkoyan üretim ilişkileri son bulmalıdır. İşgücü, ancak ona sahip olan kişi tarafından piyasada satışa sunulacak şekilde özgürleştiğinde meta olarak satılır ve satın alınabilir niteliğe bürünür. İşte ancak bu durumda, para sahibinin piyasada satın alabileceği işgücü bulabilmesinin birinci temel koşulu gerçekleşmiş olur. Kişinin kendi işgücünü meta olarak satabilmesi için, bu kişinin kendi emek gücü üzerinde tasarrufta bulunabilmesi, yani kendi emek kapasitesinin, kendi kişiliğinin kayıtsız şartsız sahibi olması zorunludur. Sermayenin gelişebilmesinde özgür işçi ve kredi sistemi asli unsurlardır. Buna rağmen, eski çağlarda özgür işçi ve kredi sistemi yokken, o çağlardan bahseden ansiklopedilerde sermayenin tamamıyla geliştiği şeklinde saçmalıklar yazılmıştır. Marx, Theodor Mommsen adlı ünlü Alman tarihçinin "Roma Tarihi" adlı eserinde bu konuda yanlış üstüne yanlış yaptığını belirtir.

İşgücü satıcısı ile alıcısı piyasada burjuva hukuku açısından birbirinden farksız ve eşit hukuka sahip kişiler olarak karşılaşırlar. Yaşamın gerçekleri bir yana, işçi bu hukuk açısından işgücünü satmakta ve alıcı da dilediği işgücünü satın almakta özgürdür. İşgücü sahibinin bu işgücünü daima belirli süreler için satması şarttır; aksi halde toptan ve süresiz satacak olursa, o özgür bir kişi yani kendi işgücü metasının sahibi olmaktan çıkar ve bizzat kendisi bir meta, bir köle haline gelir. Kapitalizmde işçinin kendi işgücüyle mülkiyet ilişkisi vardır, onu başkasına satsa bile bunu ancak kendi işgücü üzerindeki mülkiyet hakkından vazgeçmeyerek yapar. Marx, bundan dolayı, çeşitli yasa koyucuların, iş sözleşmeleri için bir üst sınır belirlediğine dikkat çeker. Çalışmanın serbest olduğu bütün ülkelerde iş yasaları sözleşmenin sona erdirilme koşullarını düzenlemektedir. Buna aykırı örnekler, modern çağlarda bile, örneğin vaktiyle Meksika'da işçinin ve ailesinin köle "işçi" konumuna düşürüldüğünü gözler önüne sermiştir. Karşılığı emekle ödenmek koşuluyla patronlar tarafından verilen ve kuşaktan kuşağa geçen avanslarla yalnız tek tek işçiler değil, fakat bunların aileleri de fiilen zengin kişilerin ve onların ailelerinin malı haline getirilmiştir.

Para sahibinin işgücünü piyasada meta olarak bulabilmesinin ikinci temel koşulu ise, kişinin kendi işgücünden başka satacak bir metasının olmamasıdır. Açık ki, bir kişinin kendi işgücünü satmak zorunda kalmaması için, bu kişinin üretim araçlarına, örneğin hammaddelere, emek araçlarına vb. sahip olması gerekirdi. Ayrıca bu kişi yaşamını sürdürebilmek için gerekli tüketim araçlarına da sahip olmalıydı! Marx der ki, hiç kimse, hatta katıksız hayalciler bile, geleceğin ürünlerini tüketerek yaşayamaz; daha yeryüzünde ilk belirdiği andan itibaren, insan üretimde bulunmadan önce her gün tüketimde bulunmak zorundadır. Fakat kapitalist üretim tarzı bu genel zorunluluklara, kendi tarzına özgü başka koşullar da eklemiştir. Şöyle ki, şayet ürünler meta olarak üretiliyorsa, bunların üretildikten sonra satılması gerekir. Üretici, tüketim ihtiyaçlarını ancak bu ürünleri (metaları) satın alarak giderebilir. O halde kapitalizmde insanların tüketebilmesi için, ihtiyaç maddelerinin üretim zamanının üstüne bir de satış için gerekli olan zaman eklenmektedir.

Marx'ın vurguladığı son derece önemli olan bir nokta da şudur: "Doğa, insanları, bir yanda para ve meta sahipleri, diğer yanda emek güçlerinden başka bir şeyleri olmayan kimseler olarak yaratmaz. Bu ilişkinin doğal bir temeli de, bütün tarih dönemleri için ortak bir toplumsal temeli de yoktur. Bunun, geçmişteki bir tarihsel gelişimin sonucu, birçok köklü iktisadi dönüşümün, toplumsal üretimin bir dizi eski biçiminin tarihe karışmasının ürünü olduğu açıktır."

İnsanlık tarihinde kapitalizm öncesinde yer alan iktisadi kategoriler de kuşkusuz kendilerine ait tarihin izlerini taşımışlardır. Nitekim meta kategorisi için de bu kural geçerlidir. Ürünün meta haline gelebilmesi için, üreticinin kendi ihtiyacını karşılamayı amaçlayan geçim aracı olarak üretilmemiş olması gerekir ve bu açıdan belli tarihsel koşulların varlığı zorunludur. Marx burada vurguladığı "belli tarihsel koşullar" ifadesinin hemen kapitalizm diye anlaşılmaması için konuya açıklık getirir: "Ürün kütlesinin çok büyük bir kısmının, doğrudan doğruya kişisel ihtiyaçları karşıladığı, meta haline gelmediği ve dolayısıyla da toplumsal üretim sürecinin tüm genişlik ve derinliğiyle mübadele değerinin egemenliği altında olmanın henüz çok uzağında bulunduğu durumlarda bile, meta üretimi ve meta dolaşımı gerçekleşebilir." Fakat ürünün meta olarak ortaya çıkması, yine de toplumda ilkel dönemlere oranla gelişkin bir işbölümünün varlığını gerekli kılar. "Öyle ki, kullanım değeri ile mübadele değeri arasında dolaysız takasın sadece başlatmış olduğu ayrılma, çoktan tamamlanmış olmalıdır. Fakat böyle bir gelişme aşamasına ulaşılması, tarihsel bakımdan son derece farklı iktisadi toplum biçimlerinin ortak bir özelliğidir." Bu açıklamasıyla Marx, ürünün metaya dönüşümünün tarihte kapitalizm öncesinde yer alan üretim tarzlarında gerçekleşebildiğini ve bunun koşullarını gözler önüne sermiştir. Ne var ki Kapital'de sık sık vurgulandığı üzere, ürünlerin hepsinin ya da çoğunun meta biçimini alması, ancak kapitalist üretim tarzı temelinde gerçekleşir.

Tarihte insan topluluklarının iktisadi yaşamındaki gelişmeleri paranın ortaya çıkması açısından incelediğimizde de, "onun varlığı, meta mübadelesinin belli bir düzeye ulaşmış olmasını gerektirir. Sırf meta eş değeri veya dolaşım aracı veya ödeme aracı, gömü ve dünya parası olarak aldığı özel biçimler, bir ya da diğer işlevin önemine ve göreli ağırlığına göre, toplumsal üretim sürecinin çok farklı aşamalarına işaret eder. Bununla beraber, deneyimlerden biliniyor ki, görece az gelişmiş bir meta dolaşımı bu biçimlerin hepsinin ortaya çıkmasına yeter." Bu açıklamalardan sonra Marx, paranın ortaya çıkışı ve zamanla işlevlerinin çeşitlenmesiyle, sermayenin tarihinin asla karıştırılmaması gerektiğini vurgular: "Sermayeye gelince, iş değişir. Yalnız başına meta ve para dolaşımı, sermayenin tarihsel varoluş koşullarının ortaya çıkmasına kesinlikle yetmez. Sermaye, ancak, üretim ve geçim araçları sahibinin özgür işçiyi piyasada kendi emek gücünün satıcısı olarak karşısında bulduğu durumda doğar." Şurası da çok önemli ki "ve bu tek tarihsel koşul bir dünya tarihini kapsar. Sermaye, bundan ötürü, başından itibaren, toplumsal üretim sürecinin yeni bir çağını ilan eder. Demek ki, kapitalist çağı karakterize eden şey, işçinin kendi gözünde emek gücünün kendisine ait bir meta biçimini alması ve dolayısıyla emeğin ücretli emek biçimine dönüşmesidir. Diğer yandan emek ürünlerinin meta biçimini alması ancak bu andan itibaren genelleşir." Böylece bu konuları yeteri derinlikle incelemeyen pek çok kişinin karıştırdığı konular açıklığa kavuşturulmuş olur: tarihte metanın ve paranın ortaya çıkması ile genelleşmiş meta üretimi ve sermaye aynı şeyler değildir!

Tarihsel gelişim içinde özgür emek gücünün doğuşuna değinildikten sonra, bu kendine özgü metayı şimdi daha yakından incelememiz gerekir. Diğer bütün metalar gibi, onun da bir değişim değeri vardır. "Emek gücünün değeri de, diğer herhangi bir meta gibi, bu özel nesnenin üretimi ve dolayısıyla aynı zamanda yeniden üretimi için gerekli emek-zamanla belirlenir. Bir değer olduğu ölçüde, emek gücü, yalnızca, kendisinde maddeleşmiş olan belli bir ortalama toplumsal emek miktarını temsil eder." Emek gücü, yalnızca, yaşayan bireyin yeteneği olarak var olur ve onun varlığı, bireyin kendini yeniden üretmesi ya da varlığını sürdürmesi demektir. Yaşayan bireyin kendi varlığını sürdürmek için belli miktarda geçim aracına ihtiyacı olduğuna göre, demek ki, emek gücünün üretimi için gerekli emek-zaman, bu geçim araçlarının üretimi için gerekli emek-zamana eşittir. O halde işgücünün değeri, işçinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının toplam değerine eşittir.

Unutulmaması gerekir ki, normalde insanda çalışma potansiyel ve yeteneği her zaman vardır, işgücü dediğimiz şey ise ancak harcanmakla fiilen gerçekleşir ve yalnızca çalışma sırasında faaliyet gösterir. Çalışma sırasında insan kaslarının, sinirlerinin, beyninin vb., tekrar yerine konması gereken belli bir miktarı harcanır ve bu harcanan kısım insanın çalışma potansiyelini aynı seviyede sürdürebilmesi için yerine konmalıdır. İşte bu fazladan harcama ne kadarsa, o kadar da fazla bir geliri gerekli kılar. Bu duruma eski Roma'dan örnek verilir. Tarım kölelerine gözcülük yapan eski Romalı köle kâhyasının, kendisi kölelerden daha hafif bir iş yaptığı için, onlardan daha az aldığı bilinmektedir. Ayrıca işgücünün sahibi bugün çalışmışsa yarın da aynı güçle ve sağlıkla çalışabilmelidir. O halde işgücünün yeniden üretimi için gerekli geçim araçlarının miktarı, çalışan bireyi normal sağlık durumunda tutmaya yetecek kadar olmalıdır.

İşgücü maliyetini belirleyen beslenme, giyinme, ısınma, barınma vb. gibi doğal ihtiyaçlar için gereken miktar, bir ülkenin iklimine ve diğer doğal özelliklerine göre farklılaşır. Daha da önemlisi, zorunlu denilen ihtiyaçların hem giderilme tarzları hem de miktarları tarihsel gelişmenin ürünüdür ve bundan dolayı da tarz ve miktar o ülkenin uygarlık düzeyine, işçi sınıfının mücadeleyle elde ettiği kazanımlara göre değişir. Örneğin günlük et ve süt ihtiyacını ya da yıllık tatil ihtiyacını karşılamadan işgücünün yeniden üretilemediği bir uygarlık düzeyinde işgücünün yeniden üretimi için gerekli miktar, bu harcamaların da mutlaka eklenmesiyle bulunacaktır. Demek ki, işgücünün değeri belirlenirken durum ülkeden ülkeye değişmekte ve diğer metalar için söz konusu olmayan bir tarihsel ve manevi unsur da işe karışmaktadır.

Emek gücünün sahibi ölümlüdür ve o nedenle yıpranma ve ölüm sonucu piyasadan çekilen emek güçlerinin yeri, en azından aynı sayıda yeni emek gücü ile sürekli olarak doldurulmalıdır. O halde emek gücünün üretimi için gerekli geçim araçlarının miktarı, yedek emek gücünün yani işçi çocuklarının geçim araçlarını da kapsamalıdır. Ayrıca, emek gücünün belirli bir işkolunun gerektirdiği yetenek ve becerilerle donatılabilmesi için şu ya da bu miktarda bir meta eş değerine mal olacak olan bir eğitime ya da öğretime de ihtiyaç vardır. Emek gücü için yapılacak eğitim harcamaları, emek gücüne kazandırılmak istenen niteliklerin karmaşıklık derecesine göre değişir ve bu yetiştirme, eğitim masrafları da emek gücünün üretim maliyetine dahil edilir.

Burada değinilen tüm unsurların hesaba katılması koşuluyla, belirli bir ülkede belirli bir zamanda bir işçi için hesaplanan gerekli ortalama geçim aracı miktarı işgücü maliyetinin belirlenmesinde veri olacaktır. Bu harcamaların diyelim bir yıllık süreye dağılımı her nasıl olursa olsun, yıllık tutardan gün başına düşen miktarın değişmeyen bir ortalama gelir hesabıyla karşılanması zorunludur. Hatırlanacağı üzere, her metanın değeri, onu normal nitelikte elde etmek için gerekli olan emek-zaman ile belirlenir. Örnekse, işgücünün üretimi için gerekli günlük ihtiyacın karşılığı diyelim 4 saatlik toplumsal emek harcamasına eşit olsun. 8 saatlik işgününü esas alırsak, demek ki bu durumda bir günlük işgücü değerinde aslında yarım günlük toplumsal emek maddeleşmiş demektir. Bir başka deyişle, işgücünün bir günlük üretimi için gerçekte yarım işgünü yetmektedir. İşçi kendi işgücünü, onu yeniden üretmek için gerekli olan 4 saat karşılığına satışa çıkarırsa, bu durumda işgücünün satış fiyatı, dikkat edilirse işgücünün değerine eşit olacaktır. Parasını sermayeye dönüştürmeye can atan para sahibi de işçiye işgücü değerinin karşılığını seve seve ödeyecektir. Ama sömürünün sırrı da işte buradadır, çünkü gerçekte işçiye 8 saatlik çalışması karşılığında yalnızca 4 saatlik para ödenmiş olacaktır. İşte kapitalist sömürü böyle hinoğlu hince derinde saklı bir gerçekliktir! Sorun işgücünün kendi değerinin altında satın alınmasında değildir. Kapitalist sömürünün kaynağı, işgücü denen özel metanın, değerinin tam karşılığı ödense bile kendi değerinin ötesinde bir artı-değer üretmesindedir. O yüzden, "işgücünün karşılığı verilsin" talebinin kabulüyle sömürü ortadan kaldırılmış olmaz!

İşgücü değerinin en alt sınırı, her gün karşılanamaması halinde işçinin kendi yaşam sürecini yenileyemeyeceği zorunlu ihtiyaç değerlerinin toplamıyla belirlenir. Asgari ücretin en alt sınırını ifade eden bu toplam, işgücünün üretimi için fiziksel açıdan vazgeçilmesi imkânsız olan geçim araçlarının değerine eşittir. İşgücünün fiyatı bu en alt sınırın da altına indiğinde, kendi asgari üretim maliyetinin altına düşmüş olur. Bunun anlamı, işgücü sahibinin artık mevcut gücünden yitirerek varlığını kötürüm biçimde sürdürmeye çalışması demektir.

İşgücü diğer metalardan farklı özel bir metadır ve onun kendine özgü doğasından ortaya çıkan ilginç bir sonuç vardır. Şöyle ki, işgücünün alıcısı ile satıcısı arasında sözleşme yapıldığında, bu metanın kullanım değeri henüz alıcısının eline geçemez! İşgücünün kullanım değeri, ancak bu gücün satın alınmasından sonra fiilen harcanmasıyla elde edilir. İşgücü fiilen kullanıldığında, onu satın alan için kullanım değeri olarak varlık kazanır. Demek ki, işgücünün elden çıkartılması ile bir kullanım değeri olarak varlık kazanması eşzamanlı değildir. İşgücü adlı özel meta söz konusu olduğunda, onun karşılığının ödenmesinde de özel bir durum söz konusudur. Kapitalist üretim tarzının bulunduğu bütün ülkelerde, işgücünün karşılığı, ancak işgücü sözleşmede belirtilmiş bir süre boyunca fiilen kullanıldıktan sonra, örneğin her haftanın ya da ayın sonunda ödenir. Bundan ötürü, işçi her yerde işgücünün kullanım değerini kapitaliste avans olarak vermiş olur.

Altını çizmek gerekir ki, işçi işgücünü henüz onun fiyatını ödememiş olan alıcıya kullandırtmakta ve dolayısıyla aslında işçi her yerde kapitaliste kredi açmış olmaktadır! Kredi açma sözünün boş bir hayal olmadığını gösteren olgulardan biri, kapitalistler iflas ettiğinde, önceden onlara kredi olarak verilmiş olan ücretlerin yitirilmesidir. Fakat işçinin patrona kredi açması gerçeğinin daha kalıcı bir dizi etkisi vardır. Örneğin işçilerin ücretinin ay sonunda ödendiği durumlarda, patron ay içinde işçilere avans verebilir. Ne var ki işçiler bu avanslarla pek çok malı ekseriya piyasa fiyatlarından daha yükseğe satın almakta ve böylece patronların kârlarını fazlasıyla realize etmektedirler. İşte bu da, aslında işçilerin patronlara kredi açması anlamına gelir.

İşgücü ücretinin satın alındığı anda ödenmemesi durumunda para anında satın alma aracı olarak değil, sonradan ödeme aracı olarak işlev görmüş olur. Fakat bu durum meta mübadelesinin doğasında herhangi bir değişikliğe yol açmaz. Çünkü işgücünün karşılığı daha sonra ödenecek olsa bile, onun fiyatı daha satın alma sözleşmesi sırasında saptanmaktadır ve böylece işgücü fiili işin öncesinde satılmış olmaktadır. İşgücü denen metanın üretim sürecinde diğer metalardan farklılığını kavramak çok önemlidir. İşgücü satın aldığında para sahibi ondan elde edeceği kullanım değerinin tamamını değil, yalnızca harcanan işgücünün yeniden üretimi için gerekli kısmın karşılığını öder (örneğimizde 8 saat yerine 4 saat). Oysa demirbaşlar, hammadde vb. söz konusu olduğunda, para sahibi bunlara tam fiyatını ödemektedir.

Marx, dolaşım alanıyla üretim alanı arasındaki nitel bir farklılığa da dikkat çeker. İşgücü alım satımının gerçekleştiği dolaşım alanı (meta mübadelesi alanı) kapitalist anlamda bir "özgürlük, eşitlik ve mülkiyet" alanıdır. "Özgürlük! Çünkü bir metanın, örneğin emek gücünün, alıcıları da satıcıları da yalnızca kendi özgür iradelerine bağlıdır. Aralarındaki sözleşmeyi özgür ve hukukça eşit kişiler olarak yaparlar. Sözleşme, içinde iradelerine ortak bir hukuki ifade verdikleri bir sonuçtur. Eşitlik! Çünkü birbirleriyle yalnızca meta sahipleri olarak ilişki kurarlar ve aralarında eş değerde olan şeyleri değiştirirler. Mülkiyet! Çünkü her biri yalnızca kendisinin olan şey üzerinde tasarrufta bulunur." Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, ticari kapitalizm dönemine özgü yargılar bayatlarken, şimdi para sahibiyle işgücü sahibi arasındaki ilişkiden doğan değer yargıları ekonomik yaşamda egemen olur. Marx'ın çarpıcı ifadesiyle: "Bir zamanların para sahibi şimdi kapitalist olarak önden gidiyor, emek gücü sahibi de onun işçisi olarak arkasından yürüyor; birinde anlam yüklü bir bıyık altından gülümseme ve iş yapma hevesi, diğerinde, kendi derisini pazara getirip de bunu yüzdürmekten başka bir şey beklemesine imkân olmayan bir kimsenin çekingenlik ve tutukluğu."

Kapitalist üretim tarzının sihirli metası işgücüdür; işgücünün tüketimi süreci, aynı zamanda, metaların ve artı-değerin üretim sürecidir. İşgücünün tüketimi, piyasanın ve dolaşım alanının dışında, yani üretim sürecinde tamamlanır. Marx, kapitalist sömürünün sırrını çözebilmek için gereken hususa işaret eder: Kapısında "işi olmayan giremez" yazan üretim alanına kadar peşlerinden gitmek üzere, para sahibi ve işgücü sahibi arasında her şeyin açıkta ve göz önünde cereyan ettiği dolaşım alanını terk etmemiz şarttır. İlerleyen bölümlerde anlatılacağı üzere, üretim alanında yalnızca sermayenin artı-değeri nasıl ürettiği değil, aynı zamanda kendisinin de sermaye olarak nasıl üretildiği görülecektir. Böylece, "kâr yapmanın sırrı da sonunda açığa çıkacak"tır.

Konu Şüpheci Dinsiz tarafından (01-10-2022 Saat 20:03 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 29-09-2022, 19:38
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

https://marksist.net/node/6675

Marx'ın Kapital'ini Okumak /6

Elif Çağlı
3 Haziran 2019


ÜÇÜNCÜ KISIM: MUTLAK ARTI-DEĞERİN ÜRETİMİ

Bölüm 5: Emek Süreci ve Değerlenme Süreci
1. Emek Süreci

İşgücünün kullanımı fiilî çalışmadır ve kapitalist satın aldığı bu kullanım değerini işçiyi çalıştırarak tüketir. Çeşitli kullanım nesnelerinin kapitalistler hesabına ve onların denetimi altında üretiliyor olması, insanın üretim faaliyetinin taşıdığı genel özellikleri değiştirmez. O nedenle Marx, emek sürecinin ilk önce tüm farklı üretim tarzlarından bağımsız olarak incelenmesi gerektiğini belirtir.

"Çalışma, her şeyden önce, insanla doğa arasındaki bir süreçtir; bu süreçte, insan, doğa ile kendisi arasındaki madde alışverişini kendi çabasıyla yürütür, düzenler ve denetler. Doğanın sağladığı maddelerin karşısında bir doğa gücü olarak yer alır. Doğanın sağladığı maddeyi kendi yaşamında kullanılabilecek bir biçimiyle mülk edinmek üzere kendi canlı varlığının doğal güçlerini, kollarını ve bacaklarını, kafasını ve ellerini harekete geçirir. Kendi dışındaki doğa üzerinde etkide bulunur ve onu değiştirirken, aynı zamanda kendi öz doğasını da değiştirir. Böylece, doğada uyuklamakta olan güçleri geliştirir ve bunların hareketini kendi emri altına alır."

İşçinin kendi işgücünü piyasada meta olarak sattığı tarihsel evre ile insan emeğinin henüz hayvanların yaşam çabasını hatırlatan ilk içgüdüsel biçimlerinden sıyrılmamış bulunduğu tarihsel evre arasında ölçülemeyecek uzunlukta bir zaman aralığı yer almaktadır. Marx, üretici emeği önce tümüyle ve yalnızca insana ait bir biçimiyle ele aldığını belirttikten sonra, hayvanların faaliyetiyle aradaki farkı vurgulayabilmek için örnekler verir. "Bir örümcek, dokumacının çalışmasını andıran faaliyetlerde bulunur ve bir arı, bal peteğini yaparken bazı mimarları utandırır. Ama en kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayırt eden şey, mimarın, peteği balmumundan yapmadan önce kafasında kurmuş olmasıdır. Emek sürecinin sonunda, bu sürecin başında zaten işçinin imgeleminde, yani düşünsel olarak var olan bir sonuç ortaya çıkar."

İnsan ihtiyacını karşılayacak çeşitli kullanım nesnelerinin üretildiği süreci emek süreci olarak ifade edecek olursak, bu emek sürecinin temel unsurları: emeğin kendisi, emeğin nesnesi ve emeğin araçlarıdır. "Başlangıçtan beri insanlara yiyecekleri, hazır geçim araçlarını sağlayan toprak (iktisadi anlamda su da bunun içindedir), insanın faaliyetinden bağımsız olarak, insan emeğinin genel nesnesidir." Doğanın kendiliğinden sağladığı emek nesnelerine örnek olarak, sudan çıkarılarak avlanan balık, ormandan kesilen ağaç, topraktaki damarından ayrılan maden cevheri verilebilir. Fakat emek nesnesi olan şey daha önce harcanan emeğin eleğinden geçmişse, ham madde olarak adlandırılır. O halde, her ham madde emek nesnesidir ama her emek nesnesi ham madde değildir. Doğada kendiliğinden bulunan bir emek nesnesi, ancak harcanan emek sayesinde bir değişiklik geçirdikten sonra ham madde haline gelir.

Emek aracı işçiyle emek nesnesi arasına girer ve emek nesnesi üzerindeki faaliyetin yöneticisi olan işçiye hizmet eder. Geçmişi hatırlayalım. Tarihte emek araçları olarak yalnızca bedensel organların kullanıldığı dönemler vardı ve insanlar doğanın sunduğu meyveler gibi hazır geçim araçlarını toplayarak yaşamlarını sürdürüyorlardı; doğaya ait bir şey (taş, ağaç dalı vb.) insanın faaliyetinin organı oluyordu. Toprak insana ilk azık ambarını sunarken, aynı şekilde ilk emek aracı deposunu da sağlıyordu. Örneğin, fırlatması, sürtmesi, bastırması, kesmesi için taş veriyordu. Emek süreci az da olsa bir gelişme gösterir göstermez, insan işlenmiş emek araçlarına ihtiyaç duymaya başladı. Nitekim insanların çok eskiden yaşamış oldukları mağaralarda taştan yapılmış aletler ve silahlar bulundu. İnsanlık tarihinin başlangıcında, işlenmiş taş, tahta, kemik ve deniz kabuğu ile birlikte, evcilleştirilmiş, yani kendileri de emek harcanarak değiştirilmiş, yetiştirilmiş hayvanlar emek araçları olarak başrolü oynadılar. Ayrıca unutulmasın ki, toprağın kendisi doğalında bir emek aracıdır; ama toprağın tarımda emek aracı olarak kullanılabilmesi, bir dizi başka emek aracını ve emek gücünün görece yüksek bir gelişme düzeyini gerektirir.

Geçmiş tarihlerde kullanılmış emek araçlarının kalıntıları bize farklı iktisadi çağlar hakkında fikir verir. "Kemik kalıntılarının yapısı, nesli tükenmiş hayvan türlerinin yapılarını anlamak için ne kadar önemliyse, emek araçlarının kalıntıları da, tarihe karışmış iktisadi toplum biçimlerinin değerlendirilmesi açısından o kadar önemlidir. İktisadi çağları ayırt eden, nelerin yapıldığı değil, nasıl, hangi emek araçlarıyla yapıldıklarıdır." Lüks mallar ise, farklı üretim çağlarının birbirleriyle teknolojik açıdan karşılaştırılması bakımından en önemsiz olanıdır.

Emek araçları yalnızca insan emek gücünün geçirmiş olduğu gelişmenin derecesini ölçmekle kalmamakta, aynı zamanda bu emek gücünün hangi toplumsal koşullar altında kullanılmış olduğunu da göstermektedir. Emek araçlarını kendi içinde sınıflandırabiliriz. Mekanik emek araçlarının tümünü üretimin kemik ve kas sistemi olarak adlandırabiliriz. Yalnızca emek nesnelerinin saklanmasına yarayan boru, fıçı, sepet, testi ve küp gibi emek araçlarına ise genel olarak üretimin damar sistemi adını verebiliriz. Mekanik emek araçları, belli bir toplumsal üretim çağını diğerlerinden ayırmak için ikinci gruba oranla çok daha belirleyici özellikler sunar. İkinci grupta yer alan üretim araçları ise ancak kimyasal üretim başladığında anlamlı bir rol oynar. Marx, o zamana kadarki yazılı tarihin, bütün toplumsal hayatın ve dolayısıyla da bütün yaşanmış tarihin temeli olan maddi üretimde meydana gelen gelişmeyi çok az ele aldığına dikkat çeker. Tarih öncesi çağlar "tarihsel araştırmalar" temelinde değil, doğa bilimleri araştırmaları temelinde, alet ve silahların yapılmış oldukları maddelere göre taş devri, bronz devri ve demir devri diye bölünmüştür. Emek aracı yalnızca doğanın sağladığı topraktaki su, taş, metal ve benzerlerinden ibaret değildir kuşkusuz, daha önce emek harcanarak yapılmış iş yerleri, kanallar, yollar vb. de emek aracıdırlar.

Emek sürecinde insanın faaliyeti, emek aracı yardımıyla emek nesnesi üzerinde daha başından amaçlanmış bir değişiklik gerçekleştirir. Süreç ürünle son bulur ve sürecin bütününü ürün açısından ele alacak olursak, hem emek aracı hem de emek nesnesi üretim aracı olarak ve emeğin kendisi de üretici emek olarak görünür. Fakat üretici emeğin ne olduğunu yalnızca basit emek süreci açısından belirlemeye yarayan bu yöntem, kapitalist üretim sürecine hiçbir şekilde uygulanamaz. (İlerde görüleceği üzere, kapitalizm öncesinde herhangi bir kullanım değeri üreten emek üretici emek olarak kabul edilirken, kapitalist üretim tarzında yalnızca artı-değer üreten emek üretici emek addedilir.)

Üretim sürecini en genel şekliyle gözümüzün önünde canlandıralım. Yeni üretilen bir kullanım değeri bu süreçten bitmiş bir ürün olarak çıkarken, daha önce üretilmiş başka kullanım değerleri ise bu sürece üretim araçları olarak girmektedir. Demek ki bir sürecin bitmiş ürünü olan kullanım değeri, bir diğer sürecin üretim aracı olabilmektedir. Bu nokta, diyalektik kavrayışın gerekliliğini anlatan örneklerden biridir. Vurgulayacak olursak, ürünler emek sürecinin yalnızca sonuçları değil, fakat aynı zamanda koşullarıdır.

"Emek nesnelerini doğada hazır halde bulan madencilik, avcılık, balıkçılık vb. gibi (bunlara, yalnızca, henüz el değmemiş toprakları kullanıma açma aşamasındaki tarım eklenebilir) çıkarıcı sanayiler dışında, diğer bütün sanayiler, ham madde olan bir nesneyi, yani emeğin eleğinden geçmiş, kendisi de emek ürünü olan bir emek nesnesini işler. Söz gelişi, tarımda tohum böyle bir şeydir. Doğal ürünler olarak görmeye alıştığımız hayvanlar ve bitkiler, sadece, belki geçen yılın emeğinin ürünleri değil, fakat bugünkü biçimleriyle, kuşaklar boyunca insanın denetimi altında, insan emeği aracılığıyla sürdürülmüş bir dönüşümün ürünleridir. Ama özellikle emek araçları söz konusu olduğunda, bunların çok büyük çoğunluğu, en dikkatsiz gözlemcilere bile, geçmişteki emeğin izlerini gösterir."

Kömür örneğinde olduğu üzere, ham madde bazen ürünün ana maddesi olabilir ve bazen de ürünün oluşumuna yalnızca bir yardımcı madde olarak katılabilir. Yardımcı madde, ya buhar makinesinin kömürü örneğindeki gibi emek aracı tarafından tüketilir, ya da yüne eklenen boya örneğinde olduğu üzere bizzat ham maddeye katılır. Veya iş yerlerini aydınlatmak ve ısıtmak için kullanılan maddelerin örneklediği gibi, işin kendisinin yürütülmesine destek olur. Ayrıca, aynı ürün çok farklı emek süreçlerinin ham maddesi olabilir. Diyelim tahıl, hem değirmencinin, hem içki imalatçısının, hem de hayvan yetiştiricisinin kullandığı ham maddedir. Keza aynı ürün, aynı emek sürecinde, hem emek aracı ve hem de ham madde olarak kullanılabilir. Örneğin hayvan besiciliğinde hayvan, hem işlenen ham madde hem de gübre elde etmenin aracıdır. Veya üretilen bir ürün, emek sürecini bitmiş bir ürün olarak değil de sonrasında kullanılacak bir ham madde olarak terk edebilir. Bu durumu örnekleyen pamuk, dokuma ipliği gibi ürünlere yarı mamul ürün ya da Marx'ın çok daha doğru bulduğu tabirle ara ürün denir.

Daha önce üretilmiş ürünler, yeni bir emek sürecine üretim aracı olarak girdiklerinde ürün niteliklerini yitirir ve yalnızca canlı emeğin maddeleşmiş unsurları olarak iş görürler. Örneğin dokumacı için dokuma tezgâhı sadece kullandığı bir araçtır. Bu şekilde örneklenen cansız emek ancak canlı emeğin hayat veren dokunuşuyla harekete geçer ve kendisine düşen görevi yerine getirebilir. Aksi halde, örnekse emek sürecinde işe yaramayan bir makine faydasız hale gelir. Kendi haline bırakılan demir doğa kuvvetlerinin bozucu etkisi altında paslanır, tahta çürür. Marx'ın ifadesiyle, canlı emeğin bu şeylere el atması, onları ölüm uykularından uyandırması, onları yalnızca olası kullanım değerleri olmaktan çıkartıp gerçek ve etkin kullanım değerleri haline sokması gerekir.

Üretim süreci, emeğin kendisine ait maddi unsurları, yani üretim nesnesini ve üretim araçlarını kullandığı ve o halde bunları tükettiği bir süreçtir. Demek ki, yine diyalektik kavrayışın önemini vurgulayan bir husus olarak, üretim süreci aynı zamanda bir tüketim sürecidir. Fakat bu tüketim, bireyin kendi varlığını sürdürmek amacıyla ihtiyaç duyduğu bireysel tüketimden farklı olarak bir üretken tüketimdir. Bireysel tüketimin sonucu (ürünü) bizzat tüketicinin kendisi iken, üretken tüketimin sonucu tüketicinin dışında bir üründür.

Emek araçları ve emek nesneleri genelde daha önce üretilmiş ürünlerdir. Ama unutmayalım ki, emek süreci başlangıçta yalnızca insan ile onun faaliyetlerinden bağımsız olarak zaten var olan toprak arasında gerçekleşmiştir. Nitekim günümüzde de, doğrudan doğruya doğa tarafından sağlanan üretim araçlarından hâlâ yararlanılır. Emek süreci en genel anlamıyla, insan hayatının değişmez doğal koşulunu oluşturan ve dolayısıyla onun yarattığı tüm toplum biçimlerinde bu özüyle aynı olan amaçlı faaliyettir. Marx, işte bu nedenle, henüz genelin incelendiği yerde işçiye dair özelliklerin ele alınmasının gerekmediğini belirtmiştir. Fakat böyle genel bir incelemenin, bize işlerin hangi üretim tarzında ne şekilde yürüdüğü hakkında fikir vermeyeceği de açıktır. Şöyle der Marx: "Buğdayın tadına bakarak onu kimin yetiştirdiğini ne kadar anlayabilirsek, bu sürecin hangi koşullar altında gerçekleştiğini de ancak o kadar anlayabiliriz; köle gözcüsünün vahşi kırbacı altında mı yoksa kapitalistin dehşet verici bakışı altında mı üretildi, Cincinnatus'un mütevazı tarlasını ekip biçerek yaptığı bir şey miydi yoksa bir taşla hayvan avlayan bir vahşinin işi miydi, bilemeyiz."

Emek sürecini kapitalist üretim tarzı altında inceleyecek olursak, öncelikle şunu görürüz: kapitalistimiz üretim için gerekli tüm unsurları satın alırken, artık bir meta olan işgücünü de satın almaktadır. Üretim başladığında, kapitalist, satın almış olduğu işgücünü tüketmeye koyulur. Bu eylemin asıl içeriği, o işgücünün taşıyıcısı olan işçinin emeği aracılığıyla kapitalistin üretim araçlarını tüketmeye koyulmasıdır. İşçinin bu işi kapitalist adına yapıyor oluşu sürecin genel doğasında hiçbir değişiklik yaratmaz. İşgücünün kapitalist tarafından tüketilmesi şeklinde gerçekleşen üretim süreci iki belirgin özellik gösterir. Birinci özellik, işçinin kapitalistin denetimi altında çalışması; kapitalistin de işin yöntemine uygun şekilde yapılmasına, üretim araçlarının gerektiği gibi kullanılmasına, dolayısıyla ham madde israfının önlenmesine ve emek araçlarının daha fazla eskiyip aşınmamalarına dikkat etmesidir. İkinci özellik ise, ürünün onu üreten dolaysız üreticinin değil kapitalistin malı olmasıdır.

Kapitalist, bir günlük işgücü satın aldığında işgücü biçiminde bir günlük kullanım değeri satın almış olur. O bir günlük işgücü artık onu satan işçiye ait değildir. Kapitalist satın aldığı bu bir günlük işgücünü, yani canlı emeği, üretim sürecinde yine kendisine ait olan cansız emek unsurlarına bir maya olarak katar. Emek süreci diye de adlandırdığımız üretim süreci, kapitalistin satın almış olduğu ve ona ait olan şeyler arasındaki bir süreçtir. O nedenle, "kendi şarap mahzenindeki fermantasyon sürecinin ürünü ne kadar onunsa, bu sürecin ürünü de o kadar onundur".

2. Değerlenme Süreci
Kapitalistin malı olan ürün herhangi bir kullanım değeridir ve kapitalizmde kullanım değerleri asla salt kendileri için kıymet verilen şeyler değildir. Kullanım değerleri kapitalizmde değişim değerinin taşıyıcısı oldukları için önemlidir ve zaten bir değişim değeri taşımaları koşuluyla üretilirler. Kapitalist ilk olarak, bir değişim değerine sahip olan bir kullanım değeri, yani satılacak bir nesne, bir meta üretmek ister. İkincisi, o metanın üretimi için meta piyasasından satın aldığı üretim araçlarının ve işgücünün toplam değerinden daha yüksek değere sahip olan bir meta üretmek ister. Kapitalistin amacı, bir kullanım değeri değil, bir değişim değeri ve bu sayede artı-değer üretmektir. Ayrıca, meta nasıl kullanım değeri ile değişim değerinin birliğiyse, metanın üretim süreci de emek süreci ile değer yaratma sürecinin birliği demektir. Bu gerçeklikten hareketle Marx, üretim sürecini şimdi de bir değişim değeri yaratma süreci olarak incelemeye geçer. Biliyoruz ki, her metanın değeri kendi üretimi için gerekli olan toplumsal emek-zamanla belirlenmektedir. O halde bir ürünün değişim değerini hesaplamak için, o üründe maddeleşmiş olan emek-zamanı hesaplamak gerekir.

Marx iplik üretiminden örnek verir. İpliğin ham maddesi pamuktur ve demek ki ipliğin üretimi için gereken emek-zamanın bir kısmı pamuğun içerdiği emek-zamandır. Ayrıca, pamuk iplik haline getirilirken kullanılan ve dolayısıyla aşınan iğin içerdiği emek-zaman da ipliğin üretimi için gereken emek-zamanın bir kısmını oluşturur. Demek ki, ipliğin elde edilmesi için gereken emek-zaman (yani ipliğin değişim değeri) hesap edilirken, onun üretimi için gereken ham madde, yardımcı madde, araç-gereç gibi unsurların kendi üretimleri esnasında yutmuş oldukları toplumsal emek-zaman miktarları birer birer toplama katılır. Unutulmamalı ki, bu üretim unsurlarının böylece ipliğe kattığı değer aslında geçmişte harcanmış emektir. Bu geçmiş zamanın bir ay önce mi, bir yıl ya da on yıl vb. önce mi olduğunun ise hiçbir önemi yoktur.

Anlatılanları, Marx'ın verdiği örneği ve onun kullandığı ölçü birimlerini değiştirmeden kısaca somutlayalım. Pamuğun ve iğin değerlerinin toplamı diyelim ki 12 şilin olsun, bu tutar üretilecek ipliğin değerinin bir kısmını oluşturacaktır. 12 şilinle ifade ettiğimiz bu değerin maddeleşmiş iki işgününe eşit olduğunu varsayalım. İpliğin değerini bulmak için şimdi geriye bir tek, pamuğa iplik işçisinin emeğinin kattığı değer kısmının hesaplanması kalmaktadır. Bunu hesaplamak için, iplik yapımında kullanılan emeğin basit emek yani toplumsal açıdan ortalama emek olduğu düşünülür. Zira ayrı niteliklere sahip vasıflı emekler, belirli büyüklükteki basit emek cinsinden ifade edilebilir ve bu yöntem değerin hesabında bir yanlışlığa yol açmaz.

Üretim süreci boyunca sarf edilen emek, hareket biçiminden cisim olma biçimine geçer. Böylece, örneğin bir saatlik eğirme hareketi belli bir miktardaki iplik-ürün tarafından temsil edilir. İplik işçisi, bu bir saat boyunca kendi işgücünü sarf eder. 12 saatlik bir işgününü düşünecek olursak, işçi bu süre içinde bir saatte ürettiği ipliğin 12 katı iplik üretir. Pamuk ham maddesi, bütün bu üretim süreci boyunca harcanan 12 saatlik emeği emer. Bu emme işlemi sayesinde pamuk ipliğe dönüşürken, işgücü harcanarak ipliğin değerine eklenir. Nasıl ki ipliğin değerine giren ham madde, yardımcı madde vb. harcanmış emek-zaman (toplumsal açıdan gerekli emek-zaman) olarak ifade ediliyorsa, harcanan işgücü de bu şekilde hesaba katılır.

Kapitalist tarafından satın alınan işgücünün günlük değerinin 3 şilin olduğunu ve bu 3 şilinde 6 saatlik emeğin maddeleşmiş bulunduğunu varsayalım (işgücünün günlük değeri, işgücünün yeniden üretimi için gereken ihtiyaç maddelerinin gün başına düşen değerlerinin toplamıydı). Diyelim iplik işçisi bu 6 saatte 10 libre pamuğu 10 libre iplik haline getirmiş olsun. O halde 10 libre iplik üretimi boyunca pamuk 6 saatlik emeği emmiş, yani işgücü pamuğa 6 saatlik iplik üretimi neticesinde 3 şilinlik bir değer katmıştır. Şimdi 10 libre ipliğin toplam değerini hesaplayabiliriz. Daha önce pamuğun ve iğin değerlerinin toplamını 12 şilin olarak kabul etmiş ve bu değerin maddeleşmiş iki işgününe eşit olduğunu varsaymıştık. Aynı ölçülerle devam edecek olursak, işgücünün emek-zaman olarak karşılığı da yarım işgünü olduğuna göre, 10 libre pamuğun değeri 2,5 işgünlük emek-zaman ve bunun parasal karşılığı da 15 şilin olacaktır. O halde 1 libre pamuğun değeri 1,5 şilin edecektir.

Marx, şayet işler bu noktada kalakalmış olsaydı kapitalistin şaşkınlığa sürükleneceğini vurgular. Zira ürünün yukarda yaptığımız hesaplamayla ortaya çıkan değeri, yatırılmış sermayenin değerine yani onun üretimi için kapitalistin yaptığı harcamaların toplamına eşittir. Böyle olsaydı yatırılan sermaye hiç artı-değer yaratmamış olurdu. Çünkü daha önce pamuğa, iğe ve işgücüne harcanan değerlerin toplamından asla bir artı-değer doğmaz! Üretimde işler böyle olsaydı, kapitalistin parasını üretime yatırmaktan kaçacağını ve elindeki parayla üretimde bulunmadan para kazanmayı düşünebileceğini hatırlatır Marx. Örneğin bir kapitalist, Amerikan İç Savaşı sırasında Liverpool pamuk borsasında oynayabilmek için fabrikasını kapatıp işçilerini sokağa atarken böyle yapmıştır.

Şayet üretim süreci artı-değer yaratmasaydı, kapitalistimiz örneğimizdeki 15 şilini boşa harcamayıp saklamak veya bunu keyfi için harcamak gibi seçenekleri de düşünüp durmaya başlayacaktı. Fakat kapitalistimiz parasını harcamayıp dünya nimetlerinden el çekmek istemezdi. O halde kapitalistimiz basitçe düşünmeyi sürdürür: Onlar olmadan emeğini ete kemiğe büründüremeyeceği maddeleri (ham madde, araç-gereçler vb.) işçiye kendisi vermemiş midir? Toplumun büyük kısmı hiçbir şeyleri olmayan böyle kimselerden oluştuğuna göre, o kendi üretim araçlarıyla, kendi pamuğuyla ve kendi iğleriyle, topluma ölçülemeyecek değerde bir hizmette bulunmuş ve üstüne üstlük işçiye geçim araçları sağlamamış mıdır? Şimdi bu hizmeti yok mu sayılmalıydı? Ama işçi de, pamuğu ve iği ipliğe dönüştürerek onun hizmetine karşılık vermedi mi? Öte yandan kendisi de iplik işçisini denetleme ve gözetleme işi yapmamış mıydı, yani bizzat çalışmamış mıydı?! Marx burada kapitalistimizin hayali düşünme sürecini noktalar ve aslında kapitalistimizin gerçek olmayan tüm bu bahaneleri ve boş laf cambazlıklarını, kendilerine zaten bu iş için para ödenen ekonomi politik profesörlerine bırakacağını hatırlatır. Zira kapitalist işinin dışında kafasız biri olsa bile, işinde ne yaptığını bilen pratik bir adamdır.

İpliğin değer hesabı örneğimize geri dönelim. İşgücünün yeniden üretimi için gereken günlük geçim araçlarının maliyeti 3 şilin yani yarım işgünüydü. Fakat işçinin kendisini canlı tutmak için diyelim yarım işgününün gerekli olması, işçinin tam gün çalışmasına asla engel değildir. Böylece artı-değerin kavranması açısından önem taşıyan noktaya gelmiş bulunuyoruz. Demek ki işgücünün değeri ile o işgücünün 12 saatlik emek süreci sırasında yarattığı toplam değer birbirlerinden tamamen farklı büyüklüklerdir. Kapitalist, işgücünü satın alırken zaten işte bu farkı göz önünde bulundurmuştur.

Yeni bir değer yaratabilmek için işgücünün faydalı şekilde (iplik, kumaş, çizme vb. şeklinde bir kullanım nesnesi üretmek) harcanması gerekir. Ancak hatırlayalım, işgücü denen metanın özgül bir kullanım değeri vardır, kendisinin sahip olduğundan daha fazla bir değerin kaynağıdır. Kapitalistin ondan beklediği özgül hizmet de işte budur. İşgücü alışverişinde kapitalist, aslında meta mübadelesini yöneten genel yasalara uygun hareket etmektedir. Normalde işgücü satıcısı da, diğer herhangi bir metanın satıcısı gibi metasının mübadele değerini gerçekleştirir ve metasının kullanım değerini elinden çıkarır. Bunun diğer metaların satışından hiçbir farkı yoktur. Ayrıca, satılmış olan yağın kullanım değeri yağ tüccarına ne kadar aitse, satılmış işgücünün kullanım değeri de satıcısına artık işte o kadar aittir! Para sahibi, işgücünün bir günlük değerinin karşılığını ödeyerek işgücünün gün boyunca kullanım hakkını elde etmiştir. Bir günlük emek artık ona aittir. İşgücünün bir işgünü içinde yarattığı değerin kendi maliyetinin diyelim iki katı olması, onu satın alan kapitalist açısından büyük bir şanstır. Fakat kapitalist mantık çerçevesinde bu durum kesinlikle işgücü satıcısına yönelik bir haksızlık değildir, çünkü satın alınan metanın karşılığı ödenmiştir.

Şimdi tekrar üretim alanına göz atalım. İşçi işyerinde sadece altı saat değil, on iki saatlik emek süreci için gerekli olan üretim araçlarını hazır bulur. 12 saatlik işgününün yarısında, 10 libre pamuk 6 saatlik işgücünü emip 10 libre ipliğe dönüşür. 12 saatin bitiminde ise 20 libre pamuk 12 saatlik işgücünü emmiş ve 20 libre ipliğe çevrilmiş olacaktır. 10 libre ipliğin değerini emek-zaman cinsinden daha önce 2,5 işgünü olarak ifade etmiştik; o halde 20 libre iplikte demek ki 5 işgünü maddeleşmiştir. 5 işgününün parayla ifadesi 30 şilindir ve bu aynı zamanda 20 libre ipliğin fiyatıdır. Buradan bir libre iplik fiyatı hesaplandığında yine eskisi gibi 1,5 şilindir. Fakat şimdi 20 libre iplik üretimi için gereken harcamaların toplamına baktığımızda, 12 saatlik işgününün ikinci 6 saatlik diliminde harcanan işgücü için hiçbir şey ödenmediğini görürüz. Bu nedenle toplam harcamaların tutarı 30 şilin değil yalnızca 27 şilindir (24 şilin 12 saat için gerekli pamuk ve iğe yapılan harcama + 3 şilin 12 saat için işgücüne yapılan harcama). Oysa üretilen ipliğin değeri ve dolayısıyla fiyatı 30 şilindir. Demek ki işgününün ikinci yarısında işgücüne harcama yapılmadığından, 27 şilin 30 şiline dönüşmüştür; 3 şilinlik bir artı-değer elde edilmiştir. "Oyun sonunda başarıyla sonuçlanmıştır. Para, sermayeye dönüşmüştür."

Örneklenen olayda meta mübadelesinin yasalarının hiçbir şekilde ihlal edilmediğini, eşdeğerlerin değişildiğini vurgular Marx. Kapitalist, iplik üretimi için piyasada satın alma yaparken her metanın (pamuğun, iğlerin ve işgücünün) tam değerini ödemiştir ve üretim sürecinde ise satın aldığı bu metaların kullanım değerlerini tüketmiştir. 12 saatlik işgünü sonunda, işgücü kapitaliste 30 şilin değerinde 20 libre iplik-ürün vermiştir. Kapitalist pazara geri dönüp bu ürünü sattığında, başlangıçta dolaşıma soktuğundan 3 şilin fazlasını dolaşımdan çeker. Marx, paranın sermayeye dönüşmesi "hem dolaşım alanında gerçekleşir, hem de bu alanda gerçekleşmez" diyerek meseleyi yine diyalektik bütünlüğüyle ortaya koyar. Bu iş dolaşımın araya girmesiyle olmaktadır; çünkü meta piyasasında emek gücünün satın alınması gerekir. Öte yandan bu iş dolaşımda olmaz; çünkü dolaşım alanı üretim alanında gerçekleşen değer yaratma sürecinin ancak ilk adımının atıldığı yerdir. Kapitalist, üretimde iş gören metaların cansız maddelerine canlı emek gücünü katar ve "geçmişte harcanmış ve maddeleşmiş ölü emeği sermayeye, yani kendi değerini arttıran bir değere, üreyip çoğalan canlı bir canavara çevirmiş olur".

Artı-değer üretme süreci, belli bir noktanın ötesine (örneğimizde 6 saatten 12 saate) uzatılmış bir değer yaratma sürecinden başka bir şey değildir. İster daha önce üretilmiş üretim araçları tarafından emilmiş bulunsun, isterse işgücü tarafından yeni üretim sürecinde eklenmiş olsun, emek burada sadece harcandığı süreye göre ele alınır. Diyelim bir kullanım değerinin üretiminde eskisiyle ve yenisiyle toplamda harcanan şu kadar saatlik veya şu kadar günlük emek-zaman söz konusudur; ama bu zaman toplumsal olarak gerekli olan emek-zaman soyutlaması üzerinden düşünülmelidir. Ayrıca bu kavrayış, bilimsel olarak tüm ölçü birimlerinin hesaplanmasında dikkate alınan "verili koşullar" ortalamasına dayanır. Özetle, işgücü normal koşullar altında faaliyet gösteriyor olmalıdır. Örneğin üretimde artık yaygın olarak iplik makinesi kullanılıyorsa, işçinin iplik çıkrığı ile çalıştığı düşünülmemelidir. İşçinin normal nitelikte pamukla değil de her an kopan döküntü pamukla çalıştığı varsayılmamalıdır. Kullanılan işgücü, ilgili işkolundaki ortalama beceriye, el yatkınlığına ve çabukluğa sahip nitelikte düşünülmeli ve bu gücün ortalama düzeyde, toplumsal olarak alışılmış yoğunluk derecesinde harcandığı varsayılmalıdır.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da, nitelikli ve niteliksiz emeğin somutlanması açısından farklı coğrafyalardaki farklı koşulların çok büyük rol oynadığını ve emeğin bu iki türünün zaman içinde yer değiştirdiğini unutmamaktır. "Örneğin, gelişmiş kapitalist üretimin egemen bulunduğu bütün ülkelerde olduğu gibi, işçi sınıfının fiziksel bakımdan göreli bir tükenme gösterdiği durumlarda, fazla kas kuvveti gerektiren kaba ve zor işler, genellikle, basit iş derecesine inen daha ince işlere göre yüksek nitelik gerektiren işler sayılmaya başlar; örneğin, İngiltere'de bir bricklayer'ın (duvarcının) işi Şam ipeklisi dokuyan bir dokumacının işinden çok daha yüksek bir dereceye çıkar." Dünden bugüne genelde her değer yaratma sürecinde yüksek nitelikli emeğin her zaman ortalama toplumsal emeğe indirgenmesi gerekir. Örneğin yüksek nitelikli emeğin bir günü, basit emeğin x katı olarak dikkate alınır. Demek ki, sermaye tarafından çalıştırılan işçinin emeğinin basit ortalama toplumsal emek olduğunu varsaydığımızda, gereksiz bir işlemden kurtulmuş ve analizi basitleştirmiş oluruz. Ayrıca, üretim öğelerine onca harcama yapan kapitalistin bunların israfına göz yummayacağı bilinmelidir. İşte söz konusu "toplumsal olarak gerekli emek-zaman" kavrayışı tüm bu hususların hesaba katılmasına dayanır.

Marx, kapitalizmde sermaye sahibinin üretim sürecinde israfa göz yummaması gerçeğini, eski tarihlere ilişkin örneklerle karşılaştırır. İsraf unsuru, köle emeği üzerine kurulmuş üretimin pahalılaşmasına yol açan hususlardan biridir. Eskilerin deyişiyle, işçinin "yarı konuşan alet" olarak hayvandan ve "sessiz alet" kabul edilen emek aracından tek farkı "konuşan alet" olmasıdır. Ama işçi, hayvanlara ve aletlere, onların dengi değil, insan olduğunu hissettirir. Onlara insafsızca davranarak ve "zevkle" zarar vererek kendisini onlardan farklı hissetmeyi başarır. Bundan dolayı köleci üretim biçiminde en kaba, en ağır, ama aşırı hantallıkları nedeniyle tahrip edilebilmeleri de zor olan emek araçlarının kullanılması iktisadi bir ilke olmuştur. Bu nedenle, iç savaşın patlak vermesine kadar, Meksika Körfezi çevresindeki köleci eyaletlerde toprağı bir domuz veya köstebek gibi karıştıran, ama şeritler halinde kesip tersyüz etmeyen eski Çin tipi sabanlar kullanılmıştır. Keza köle emeğinin kullanıldığı çiftliklerde atlar kara derili kölelerin onlara reva gördüğü davranışlara dayanamadığı için, at yerine her türlü ezaya ve kötü koşula dayanıklı katırlar yaygın biçimde kullanılmıştır.

Marx'ın aydınlattığı son derece önemli hususlardan biri olarak, kapitalizm öncesi üretim tarzlarında (örneğin köleci toplumda) kullanım değeri yaratan emek ile kapitalizmde değişim değeri yaratan emek arasında büyük farklılıklar vardır. Kapitalist üretim süreci, çeşitli kullanım değerlerini yaratan emek süreciyle değişim değeri yaratma sürecinin birliği demektir. Kapitalist üretim süreci meta üretiminin kapitalist biçimidir ve kapitalizm genelleşmiş meta üretimi anlamına gelir.

Konu Şüpheci Dinsiz tarafından (01-10-2022 Saat 20:04 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 29-09-2022, 21:02
TENTEN TENTEN isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 15 Sep 2022
Mesajlar: 38
Standart

Unutulmaması gerekir ki, normalde insanda çalışma potansiyel ve yeteneği her zaman vardır, işgücü dediğimiz şey ise ancak harcanmakla fiilen gerçekleşir ve yalnızca çalışma sırasında faaliyet gösterir. Çalışma sırasında insan kaslarının, sinirlerinin, beyninin vb., tekrar yerine konması gereken belli bir miktarı harcanır ve bu harcanan kısım insanın çalışma potansiyelini aynı seviyede sürdürebilmesi için yerine konmalıdır. İşte bu fazladan harcama ne kadarsa, o kadar da fazla bir geliri gerekli kılar. Bu duruma eski Roma'dan örnek verilir. Tarım kölelerine gözcülük yapan eski Romalı köle kâhyasının, kendisi kölelerden daha hafif bir iş yaptığı için, onlardan daha az aldığı bilinmektedir. Ayrıca işgücünün sahibi bugün çalışmışsa yarın da aynı güçle ve sağlıkla çalışabilmelidir. O halde işgücünün yeniden üretimi için gerekli geçim araçlarının miktarı, çalışan bireyi normal sağlık durumunda tutmaya yetecek kadar olmalıdır.
https://marksist.net/node/6652

Eski Roma zamanında kahyaların işçilerden daha fazla ücret aldığını zannetmiyorum.

Öyle olsaydı çalışmazlardı. Kahya daha ucuza çalışıyor sonuçta.

Birde kapitalizmde işçiler üretim araçlarına sahip olsalar yani küçük işletmeci olsa bile kar kira komisyon faiz vb şeyler koyacaklar.

Bunlar emek gücünün karşılığı değil.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 29-09-2022, 22:29
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart

TENTEN´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
https://marksist.net/node/6652

Eski Roma zamanında kahyaların işçilerden daha fazla ücret aldığını zannetmiyorum.

Öyle olsaydı çalışmazlardı. Kahya daha ucuza çalışıyor sonuçta.

Birde kapitalizmde işçiler üretim araçlarına sahip olsalar yani küçük işletmeci olsa bile kar kira komisyon faiz vb şeyler koyacaklar.

Bunlar emek gücünün karşılığı değil.
Söylemek istediğiniz şeyi anladığımdan emin değilim.
Alıntınızda köle ve kahyadan bahsediliyor. Ki kahyanın kendisi de köle. Çalışıp çalışmamak diye bi seçenekleri benim anladığım kadarıyla yok.

"Kapitalizmde işçiler üretim araçlarına sahip olsalar" cümlesi de biraz problemli.
Bi çeşit özyönetim gibi bişeyden mi bahsediyorsunuz.
Sonuçda üretim araçları üzerindeki mülkiyet toplumsallaştırılarak ortadan kaldırılmamış olduğuna göre bu da bi çeşit korporatif kapitalizm olurdu herhalde.
Bi çeşit işçi-kapitalist gibi somut karşılığı olmayan varsayımsal sınıf üzerinden ekonomi-politik yapmak zihin jimnastiği olur kapitalizm analizi olmaz diye düşünüyorum.

Ekonomi politik analiz tekiller üzerinden değil toplam ve ortalamalar üzerinden yapılmalı.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 29-09-2022, 22:36
TENTEN TENTEN isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 15 Sep 2022
Mesajlar: 38
Standart

Khaos´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Söylemek istediğiniz şeyi anladığımdan emin değilim.
Alıntınızda köle ve kahyadan bahsediliyor. Ki kahyanın kendisi de köle. Çalışıp çalışmamak diye bi seçenekleri benim anladığım kadarıyla yok.

"Kapitalizmde işçiler üretim araçlarına sahip olsalar" cümlesi de biraz problemli.
Bi çeşit özyönetim gibi bişeyden mi bahsediyorsunuz.
Sonuçda üretim araçları üzerindeki mülkiyet toplumsallaştırılarak ortadan kaldırılmamış olduğuna göre bu da bi çeşit korporatif kapitalizm olurdu herhalde.
Bi çeşit işçi-kapitalist gibi somut karşılığı olmayan varsayımsal sınıf üzerinden ekonomi-politik yapmak zihin jimnastiği olur kapitalizm analizi olmaz diye düşünüyorum.

Ekonomi politik analiz tekiller üzerinden değil toplam ve ortalamalar üzerinden yapılmalı.
Küçük işletmelerde işyeri sahibi bazen işçi çalıştırmaz kendi çalışır.

Çalıştırsa bile kar ortağı olurlar. Sabit asgari ücret almazlar.

İşi yaparken kullandıkları araçların sahibidir.

Bunu demek istedim.

Bilimsel sabitler zamana mekana göre değişmezler.

Ama paranın değeri emek değeri değişir. Kar komisyon faiz için belirli bir formül yoktur.

Estetik konusu gibi bana estetik görünen başkasına göre estetik değildir.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:47 .