Sevgili gercekisim
Belki bizim okuduğumuzdan çok daha fazla kereler Kuran'ı okuduklarını düşündüğümüz bu insanların,Kuran'daki çelişkilerin farkında olup olmadıkları konusunda fikriniz nedir.
diye sormuşsun, çok kereler bir çoğumuz *tefsirlerde yumuşatmalar, kimi ayetlerin dahil edilmeyişi, kimi ayetlerin ise bir yığın soyut, psikolojik yorumlarla savunulduğunu görmüşüzdür. Kimi ayetlerde ise bazı bir takım kelimelerin çeviri anında bilinçli olarak çelişmeyen şekilde çevrildiği yada yorumlandığınıda. Bu da demektir ki yüzyıllardır süren bir keçeleme operasyonu vardır yani yüzey pürüzünün(çelişki) aşındırılıp cilalandığı, işte bunun yapılabilmesi için pürüzün bilinmesi gerekirdi diye düşünüyorum...
Farkındadırlar, ancak inanç dediğimiz şey bize dışarıdan gözüktüğü gibi değildir, çelişkili bir şey dahi görse öncelikle inanç faktörü devrededir, burada "ayetlerimizde hiç bir çelişki yoktur" ile "biz insana sınırlı bir akıl verdik" vs karmasından oluşturulan muğlak hamur, çelişkileri çelişki olmaktan çıkartır bir rol oynar. İnanç bir mükemmelleştirme süreci ile birlikte işler. Bir şey olağanüstüleştirildiği anda inanç olma noktasına erişmiş demektir, artık her şey olağan üstüdür ve eğer dünya amuda kakmış bir vaziyette durmaktadır derse bu bir çelişki değil bir olağanüstülükjtür ve inanç olağanüstülüğü, olağanüstülük de inancı olumlar dolayısıyla akıl emekliye ayrılır. Bu durumdaki farkındalık ile objektif bir yaklaşım arasındaki farkındalık arasında dağlar kadar fark vardır. Mesala yerler çalkalanmasın diye dağların bir çivi gibi çakılması, gök düşmesin diye göğe görünmez sütunların yerleştirilmiş olması gibi şeyler özünde bir çelişki iken olağanüstülük vabında böyle bir şeyin çelişki olarak adlandırılması mümkün değildir. Çünkü inanç faktörü devrededir ve olağanüstü bir şeyin çelişki olabilmesi için elde somut bir şey yok demektir... Yani tartılamaz, kıyaslanamaz, ele avuca gelmez...
Birde salt din olarak düşünmek bizi yanılgıya götürür, özünde din inancı ile Tanrı inancı bir ve aynı şeyler değildir, birisi inancı tanımlayan, bağımlılık oluşturan bir kullanım kılavuzu olarak işlev görürken(din), diğeri inancın öznesi konumundadır(insanın bireysel korku ve kaygıları, arzu ve istekleri.....).. Dolayıısyla birincisinin çelişkisini görmek mümkün olsa bile ikincisinde somut bir çelişki görme şansı mümkün değildir... İkincisinin inancı birincisinin(dinin) çelişkilerine baskın geldiği ölçüde, tüm bu çelişkiler önemsiz bir ayrıntı olarak görülebilirler, kişi buna da inanabilir ve bu bile bir olağanüstülük arzedebilir, ama yinede eninde sonunda mantıklı ve aklını kullanmaktaki kaygılarını birazcık yıkmış birisi birincide(din) seslendiği iddia edilen tanrının söylemlerindeki çelişkiler yada safsataları görerek ikincisinin çelişkilerini de yakalama noktasında adımlar atabilir, bu ise kolay bir şey değildir, insan iradesinin hem kendisini göstermesi ama hemde insanın kendine ait bir iradesi olduğu noktasında kanaat getirmesi gerekir
Bu son söylediğimin anlaşılır kılınması adına, insanlar 18. yüzyıllara kadar kendi yasalarını yapmaktan acizdiler mesala, kendilerini Tanrı sözcüsü ilan edenlerin söylediği her söz yasa sayılmıştı ve ayrıca Tanrı sözü olarak görülmüştü.. Düşünsenize Dünya tepsidir diyen bir Tanrı'yı, aksini düşünmek mümkün mü
Bir diğer tarafıda, bu işin sağladığı toplumsal statü ve bu statüye bağlı olarak elde edilen refah yaşamı, ekonomik çıkar-gelir ve politik çıkar-hitap etmek, hükmetmek de ayrıca bir faktördür. Statü...