Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Dünya Dinleri, Mitoloji & Antik Uygarlıklar > Mitoloji & Esoterisizm

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 20-09-2015, 20:59
anthemoessa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
anthemoessa anthemoessa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Jan 2005
Mesajlar: 357
Standart Ruhçuların 54 yıl saklandıktan sonra yayınlanan kitabı

1959 yılında, “Önder planı” denilen, “ünite birliği”nde bulunan çok yüksek seviyedeki vazifeli varlıklardan( üst seviye ruhlardan) alındığı iddia edilen ve tam 54 yıl banka ve noter kasalarında saklandiktan sonra, 2013’te, “zamanı geldiği” için yayınlanan “İlahi Nizam ve Kainat” kitabı, Türkiye’deki ruhçuluğun ulaştığı en son noktayı ifade eder. Kitabın iddiası, kitabın bütün insanlığa gelen ruhsal anlamda devrimsel bir mesaj olduğu yönünde. Aşağıdaki yazım, kitabı inceleme ve değerlendirme yazısıdır.

Kitap, Bedri Ruhselman’ın daha önceki kitaplarındaki fikirlerden izler taşır. (Vahdeti Vücut karşıtlığı gibi) Kitap ve genel olarak ruhçuluk hakkındaki değerlendirmemden önce, kitabın görüşlerini inceleyelim:

İlahi Nizam ve Kainata göre “Allah”, ulaşılmazların ulaşılmazıdır. O’nun hakkında en ufak bir bilgimiz, hatta sezgimiz dahi olamaz denir. Allah, “başlangıçta” sonsuz evren/madde cevherlerini ve sonsuz sayıda ruhları yaratmıştır. Ancak yarattıkları bunlarla sınırlı değildir. Bunlardan başka pek çok şey de yaratmıştır ancak “biz bunları asla bilemeyiz” hatta “bunlar hakkında en ufak bir sezgimiz dahi olamaz” denilir.

Yaratılan sonsuz sayıda ruh, tekamüle muhtaç ve “görgüsüz” diğer bir deyişle cahil olarak yaratılmıştır. Bu sonsuz sayıda ruhların tekamül etmeye, bilgilenmeye, görgülenmeye ihtiyaçları vardır. Bu “tekamül etme” ise ancak maddi cevherlerle içli dışlı olarak, maddenin olanakları kullanılarak, çeşitli realiteler içinde maddeyle, diğer canlılarla insanlarla, doğayla sonsuz çeşitlilikte ilişkiler kurarak, yaşayarak, sonsuz çeşitlilikte iyi-kötü deneyimlerle...vs olur. Ancak kitaba göre, ruhların tekamülü sonsuzdur. Yani ulaşılacak bir “varış noktası” yoktur. Burada savunulan diğer bir görüş de, mistik felsefelerin ve tasavvufi görüşlerin aksine, ruhların ne kadar tekamül ederlerse etsinler asla Allah’a ulaşamayacaklarıdır. Hatta ruhlar ne kadar tekamül ederse etsin, Allah’a ulaşmak şöyle dursun, “Allah” hakkında asla bir sezgiye dahi hiçbir zaman ulaşamayacaklardır.

Kitaba göre Allah, sonsuz sayıda ruhları ve maddi cevherleri yarattı demiştim. Kitapta söylenilenlere göre, “madde” denilen şey asli ilkeden ya da ruhlardan tesir almadığı sürece “amorf” haldedir yani duyu organlarıyla anlaşılması imkansızdır denilir. Yani madde, ruhlardan ya da vazifeli varlıklardan ne kadar çok tesir alırsa o kadar gelişir, karmaşıklaşır. Belli bir seviyenin altında kalan maddelerle bizim asla muhattap olamayacağımzı gibi belli seviyenin üstündeki (süptilleşmiş) maddelerle de kaba bedenle muhattap olamayız. İşte kitabın bu görüşlerinin “kara madde” olgusunu haber verdiği de iddia edilmiştir. Madde ruhlardan tesir aldığı gibi onlara tesirler de gönderir.

Kitaba göre sonsuz sayıda evren cevheri (dolayısıyla evrenler)vardır ve her evrenin cevheri diğer evrenlerininkiyle uyuşmaz, cevherler bambaşkadır. Bu cevherlere ruhlar ya da vazifeli varlıklar yahut bizzat Allah da denilen asli ilkenin tesir göndermesiyle ilk şekillenmeler başlar. Peki amorf olan maddedeki bu ilk şekillenmeler neden olur? Henüz çok basit aşamadaki ruhlar, henüz idrak ya da içgüdü sahibi bile değildir ve işte bu maddelerin oluşumlarına bağlatılarak bir oluşumdan diğerine atlatılarak otomatik olarak tekamül ettirilmeye başlanırlar. Yani maddedeki en küçük en ilkel hareketlenmelerin, oluşumların başlaması bile ruhların en basit seviyedeki tekamülüne hizmet içindir.

Otomatizm içeren bu devrelerden sonra artık daha gelişkin aşamalara atlanır ve belli bir varlığa ve bedene bağlı olmak gerekir. Kitapta ruh-varlık-beden üçleminden söz edilir. Ruh, evrenin dışındadır (ifade sembolik) ve tekamül etmek için, evrenin içindeki maddeyle içli dışlı olmak için bir vasıtaya ihtiyacı vardır. İşte bu nedenle yukarıda bahsettiğim çok gelişkin, süptilleşmiş maddelerden, enerji karmaşıklarından kendisine bir varlık kurar. İşte bu varlık, ilgili evrenin sonuna kadar yani ilgili evrenin ünitede idrak birliğine kadar ruhu temsil eden, ruhun tekamülü için ruhun hizmetinde olan, adeta ruhun bir kuklası olan bir temsilci olacaktır. Ve, kaba maddeler ile doğrudan etkileşim kurabilmek için bu varlık da kendisine kaba maddelerden oluşmuş bir beden kurar ve tekamül süreci devam eder.

Rüyanın ve uykunun işlevi: Kitaba göre uyku ve rüyanın işlevi, günlük yaşamda edinilen tecrübeleri (her türlü ince tecrübeyi) şuur altına aktarabilmektir. Varlık bunu, ancak dışarıdan gelen uyarıcılar belli seviyelerde kesilirse yapabilir böylece rahat çalışan varlık, her uykuda şuur altına deneyim aktarımı yapar.

Ölümün işlevi: Ölümde ise bir yaşam boyunca şuur altında toplanmış bütün deneyimler, çeşitli muhasebe aşamalarından sonra, öz bilgi haline getirilir. İşte ruh da ancak bu öz bilgi hammadesiyle tekamül edebilir. Ölümden sonra spatyom denilen bir aileme geçilir ancak bu spatyom kitabın deyişiyle “cennet” ya da “cehennem” değildir. Spatyom, varlığın rahat çalışarak deneyimleri, ruhun tekamülü için, öz bilgi haline getirme mekanıdır. Bunun için varlığa vazifeliler tarafından gönderilen bütün tesirler kesilir ve varlık yapayalnız kalır. Böylece varlık, rahatça deneyimleri öz bilgi haline getirebilme imkanı bulur. Varlık, muhasebe işlemini bitirip öz bilgi üretince ve ruha tekamül malzemesi sağlayınca da tesirler yine gelmeye başlar ve ilgili varlık ruhun tekamülüne yarayacak şekilde bir hayat planı yaptıktan (ya da seçtikten) sonra, o plana uyacağına söz verir ve kendisine ihtiyaçlarına uygun şekilde yeni bir beden kurar böylece bedenlenme (enkarnasyon) gerçekleşir.

Bu yolla dünyada belki yüzbinlerce bedenlenme olur. Bedenlenmelerin başlangıcı önce en ilkel seviye bitkilerle olur sonra gelişmiş bitkiler, organizmalar sonra hayvanlık aşaması sonra da insanlık aşaması gelir. Her aşamanın arasında “yarı süptil alem” denilen bir hazırlık süreci vardır. Dünyada vicdan mekanizması ve kıyaslama yoluyla tekamül malzemeleri için deneyimler üretilir. Görünürdeki bütün kötülükler, felaketler, savaşlar aslında tekamül için varolan görünüşlerden ibarettir. Kitap bu konunu üzerinde güzel ve ayrıntılı şekilde durur. İnsanın hoşuna gitmeyen cinayetlerde, felaketlerde bile tekamüle yarayan malzemeler vardır. Kitaba göre, her bir insan tekamül etmek zorundadır yerinde sayılması durumuna vazifeli varlıklar izin vermez. Örneğin bir insan nefsaniyetine yönelik ise başına gelen negatif olaylar ile zorla otomatizme bağlanarak tekamül ettirilir. (acılarla kıyas yoluna gitmesi sağlanır) İşte dünyadaki acıların felaketlerin asıl işlevi tekamülü sağlamaktır. Güzelliklerle olduğu kadar acılarla da tekamül gerçekleşir. Kitapta bu konu çok detaylı ve örnekli şekilde açıklanıyor. Bunu sağlayan mekanizmaların ayrıntılarına giriliyor.

İşte bu şekilde onbinlerce yıl (60-70 bin yıl) tekamül edildikten sonra artık “hidrojen aşaması” denilen bildiğimiz madde aşamasında sona gelinir ve ilgili planet, büyük felaketlerle yok olur. Bu felaketlerin ne olduğu, nasıl ve neden, hangi etkilerle olduğu kitapta uzun uzun anlatılır. (Dinlerdeki “Nuh tufanı”, “kıyamet” gibi anlatılar, kitaba göre işte bunu anlatabilmek için kullanılmış sembollerdir) Hak edenler, artık insanlık aşamasını tamamlayarak “vazife planı” denilen tekamül yolunda yeni bir yolculuğa yelken açarlar. Ancak bu vazife planına girmeden önce, “sevgi planı” da denilen, dinlerde “cennet” ile sembolleştirilen yarı süptil alemde vazife planına hazırlık yaparlar. Yalnız bu sevgi planında ölüm yoktur, hiçbir acı ıstırap yoktur. Sonsuz mutluluk ve sevgi vardır. Varlık, en ufak bir iradeyle kendisine istediği gibi dünyalar mekanlar kurabilir. Bu planın işlevi, varlığa süptil maddelere bağlanıp bırakmayı öğretebilmektir. Ancak bu yolla vazife planına hazır olunabilir. Varlık bu planda hiçbir acı zorluk ıstırap yorgunluk çekmez, sevgi ve mutluluk içinde tekamül eder. Dünyada yüzlerce yıldır binlerce yıldır peşinden koştuğu sonsuz mutluluğu ve tatmini işte bu alemde bulur. Burada geçirilecek süre değişir ancak kitabın dediğine göre 300 yıl ancak dünyasal idrakle 3000 yıl kadar sürebilir.

Peki vazife planına geçmeyi hak etmeyenler ne olur? “Kıyamet”ten sonra dünyadaki pek çok kıta batmış, okyanuslar altında kalmıştır dünya adeta “reset”lenmiş, yeniden kurulmuştur. Onlar yok olan ve yeniden başlayan dünyada taş devrinden bile geri bir halde tekrar baştan hayata başlarlar. Bu yeni dünyada baştan başlayacak insanların bütün bilgi, teknik, görgü, zeka gibi olguları yok olur. İnsanlar taş devrinden de ilkel şekilde, konuşma becerisine bile sahip olmayarak yeniden başlarlar. Ancak “önceki dünyadan” kalanlar, kitabın dediğine göre, birkaç yüzyılda “sevgi alemine” de geçebilirler çabalarına göre. Dünyada kıyamet kopmuştur ama her şey en ilkel şekilde yeniden başlar çünkü atomlarda ve ilkel madde şekillenmelerinde tekamülünü tamamlamış varlıklara, yeni kaba ilkel insan bedenleri gerekmektedir. Bunun içinde dünyada hayatın resetlenmesi gerekmektedir.

Kitabın dediğine göre işte 70 bin yıl önce MU uygarlığı bizim şu andaki halimizden bile daha ileriydi bilim ve teknoloji olarak ama yukarıda denilenler gerçekleşti ve dünya sıfırdan, baştan başladı, adeta resetlendi günümüze kadar da anca bu seviyeye ve gelişmişliğe gelebildi. İşte kitabın yaptığı hesaplara göre 2070’ten sonra günümüzdeki dünya da, Mu’nın kaderiyle baş başa kalacaktır.

Peki, kurtulup, “sevgi planı” denilen yarı süptil aleme geçebilmiş varlıklar bu alemi tamamladıktan sonra ne olur? Üçer beşer “vazife planı”nın alt kademelerinde göreve başlarlar.Zaman algıları da değişir. Dünyasal zaman ile değil küresel zaman ile hareket imkanı bulurlar. Dünyasal zaman ile küresel zaman farkı şekillerle kitapta uzun uzun anlatılır. Bu, vazife planının alt kademeleri dahi dünyasal işlere kıyasla çok büyük devasa öneme sahip vazifelerdir. Mesela bir varlığın tekamül etme işinde gönderilecek tesirler konusunda görev alınabilir. Dünya idrakiyle “sonsuzluk” sayılabilecek bir zamandan sonra da tekamülle vazife planında asli ilke ışığının en tepesine gelinir. İşte bu en tepe noktası, bütün idraklerin icapların ve tesirlerin birleştiği noktadır, ünite birliğidir. Ünite idrak birliğidir. Bu noktaya kadar gelmiş noktadaki bütün varlıklar adeta “tek bir beden” olur. Ancak bu nokta, asla vahdeti vücud ya da onu andıran bir şey değildir diye defalarca uyarır kitap bizi. Çünkü bu nokta, Allah değildir ya da “asli ilke” değildir. Asli ilkenin sonsuzluk çarpı sonsuzluk içinde sonsuz evrenler ve varlıklar içinde sadece bizim evrenimizle alakalı ufacık bile demenin imkansız olduğu bir güç merkezidir. Bu ünite birliği, işte bizim evrenimizin sonudur. Ayrıca kitaptan çıkan bilgilere göre, ruhun kullandığı varlık da işte buraya kadardır. Bu noktadan sonra varlığa ne olacak? Bu konuda kitap bize bilgi vermez. Çünkü kitabın dediğine göre, burası zaten kitabın kendisinin indirildiği merkezdir. Yani bu noktadan üzeri kapsanmamaktadır zaten.

Biz kendi mantığımızı kullanarak belki şunu diyebiliriz. Ruhun, bütün evren yolculuğu için kurduğu yüksek titreşimli enerji karmaşıklarından oluşan varlık, burada yok olacaktır. Bu varlığın ilgili ruha sağladığı bütün bir evrenin tekamül bilgisi ruha aktarılacak ve ruh da bambaşka, bizim aklımızın hayalimizin almadığı evrenlerde boyutlarda sonsuz tekamül yolcuğununa devam edecektir.

Değerlendirme


Tanrı, madde ve ruhu açıklamada düalist görüşü benimseyen gruplardan biri ruhçulardır. Ruhçular kendilerini spiritüelist ve ülkemizde de neo-spiritüelist/deneysel ruhçu gibi isimlerle adlandırırlar. Ruhçulukta en önemli bilgi kaynağı, çeşitli seviyelerdeki ruhlardan/varlıklardan alındığı söylenen bilgilerdir.

Ruhçuluğa göre Tanrı ezeli, madde ve uzay-zaman-boyut da Tanrı’nın yoktan yarattığı ezeli olmayan olgular ise Tanrı’nın ya da “asli ilke”nin, bunları yaratmadan önce mantıken gerçekten de “tek” olması gerekir. Yani Tanrı, maddeyi, zamanı, uzayı, boyutu yaratmadan önce yanında başka hiçbir şey düşünülemeyecek, kendisinden başka ikinci bir şey olmayan bir varlıktı. (Kendisinden başka ya da içinde kendisinin bulunmadığı bir boşluk, boyut, mekan, uzay, zaman…vs yoktu) Gerçekten de Tanrı’nın “başlangıçta” kendisinden başka hiçbir şey, ne uzay ne zaman ne madde ne de boyut yoksa “kendisinden ayrı” şekilde tam olarak nereye yaratacaktır bütün bunları? Başta “Kendisinden ayrı” sözcüğü “Başlangıçta Tanrı’dan başka hiçbir şey olmama” sözcüğüyle çelişmektedir. Tanrı’dan başka hiçbir şey yoksa kendisinden ayrı bir yer, bir mekan, bir şey de olamaz. Demek istediğim, panenteist tasavvuf öğetilerinin de söylediği gibi, Tanrı’nın kendisinden ayrı olarak yaratacağı bir “yer” “boyut” da olamaz, her şey Tanrı’nın/Tanrılığın içinde kalır. Ruhçuluğun iddiasına göre Tanrı’nın, maddeden uzaydan zamandan ve boyuttan özsel olarak tamamen ayrı olduğunu da düşünürsek, bütün bu kavramlar Tanrı’nın öz enerji potansiyeli içinde de oluşamaz, oluşursa maddenin “Tanrı’dan tamamen ayrı” olduğu söylenemez çünkü. Dolayısıyla ortaya içinden çıkmanın imkansız olduğu mantıksal bir çelişki yumağı çıkıverir. Bu nedenle pek çok Sufi üstad, Plotinus ve aynı zamanda uzakdoğu felsefeleri; maddeyi, uzayı, zamanı ruhu her şeyi Tanrı’nın içinden ya da Tanrı’dan tezahür etmiş olarak niteler. Böyle olunca da ortaya mantıksal olarak bir “birlik” felsefesi ortaya çıkar. Yani hepimizin, her şeyin hamuru tektir, birdir. Dolayısıyla özsel olarak hepimiz ve her şey biriz. Çünkü her şey, sonsuz potansiyelin içinden tezahür etmiştir. Bu nedenle de Tanrı’nın maddeden, evrende ve insanlardan “tamamen ayrı” olduğunu söylemek imkansızdır. Fakat ruhçular, tıpkı egzoterik dini öğretilerdeki gibi Tanrı’yı yarattığı her şeyden tamamen ayrı olarak görmektedir.

Bu çelişkinin farkında olan bazı düalist görüşler de vardır. Onlar, “durumu kurtarabilmek” için maddesel özlerin ya da maddenin de Tanrı gibi ezeli, başlangıcı ve sonu olmayan olduğunu kabul ederler. Hem bir Tanrı’yı, esas ilkeyi kabul edip onun hiçbir şeyle kıyaslanamaz olduğunu söyleyip hem de ondan tamamen ayrı olan onunla bağlantısı olmayan ama başka bir“ezeli” olgunun, maddenin de var olduğunu söylerler. Öyleyse bu ezeli maddenin inandıkları Tanrı gibi ikinci bir Tanrı olduğu mantığından kaçılamaz. Tanrı da ezelidir, Tanrı ile hiçbir bağlantısı olmayan madde de tıpkı Tanrı gibi ezelidir. Böylece iki birbirinden tamamen ayrı ve farklı Tanrı ortaya çıkar. Ayrıca Tanrı’nın “hiçbir şeyle kıyaslanamaz” “hiçbir şeyle ortak noktası olmayan” olduğunu söyledikten sonra, ezeliyet gibi çok önemli bir kavram bakımından maddeyle ortak noktası olduğu ileri sürülmüş olur ve yine çelişkilerden kaçılamaz.

“İlahi Nizam ve Kainat” kitabı, binlerce yıllık çok çeşitli mistik öğretilerin savunduğu “varlığın birliği” görüşüne açıkça karşıdır ancak Ruhçuluk ile Vahdet görüşünü birleştirmeye çalışanlar da vardır. Onlara göre evet, evren ve her şey Tanrı’dan tezahür etmiştir. Ama aslında Tanrı’nın kendisinden değil de onun bilgisinden ya da kanunundan tezahür etmiştir. Yani Tanrı’nın kendisi yine öz olarak her şeyden ayrıdır. “Tanrı’nın kendisi” ile “Tanrı’nın bilgisi/Kanunu” şeklinde yapay bir ayrıştırma yapıp hem Vahdeti-i Vücut’u “bir anlamda” kabul etmek hem de ruhçuluğun temel ilkeleriyle çelişmemek amaçlanmıştır. Eğer Tanrı’nın kendisi (zatı) ile Tanrı’nın kanunları/kuralları biçiminde birbirinden öz olarak yani tamamen farklı iki başka “cevher” kabul edilirse yukarda belirttiğim çelişkiler yeniden başlar. Üstelik başlangıçta ya da “başlangıçsız” başlangıçta Tanrı’nın zatından öz olarak, cevher olarak tamamen farklı olan “Tanrı’nın kanunu, yasası” sadece yoktan var edilmiş olmalıdır. Eğer böyle yani yoktan var edilmiş olmasaydı öz olarak Tanrı’nın zatından farklı olmazdı. Tanrı’nın kendisinden tamamen ayrı bir şey meydana getirmesi konusundaki mantıksal çelişkileri de yukarda izah etmeye çalışmıştım. Üstelik “Tanrı’nın kendisi/zatı” ile “Tanrı’nın kuralları/kanunu” gibi ayrımlar yapılması, Tanrı’yı hala bir anlamda insan gibi düşünmenin bir yansımasıdır. Tanrı sanki sonsuz güçlü bir nevi insanımsı bir kraldır da kendi “kişiliği” vardır/zatı vardır ve Tanrı’nın koyduğu kurallar da kişiliğini yansıtır denir. Yani kural koyucu bir irade ve ortaya çıkan kurallar vardır. Tanrı’yı kişilikli insanımsı bir varlık olarak nitelemek yerine örneğin “sonsuz potansiyeli içinde barındıran bir enerji formu” şeklinde benzetme kullanırsak yapay ayrımlardan da kendimizi kurtarmış oluruz. “Tanrı’nın zatı” gibi sembolik ifadeler de ancak o enerjinin en baştaki hiçbir şeye dönüşmeden önceki durumunu/özünü ifade eder ama bu öz ile ondan sonraki dönüşümleri, asla “ayrı cevherler” “birbirinden ayrı” olamaz.

Bütün bunların yanında, ruhçuluğun tıpkı dinlerdeki zahiri görüşler gibi, esas sorulara yanıt vermede mantık yürütme gücü zayıftır. Yani “asli ilke” veya “Allah” neden maddesel özleri ve ruhları yaratmıştır? Hiçbir şeye muhtaç olmayan, sonsuz güçlü, hatta bunlardan da öte aklımızın hayalimizin alamayacağı bir varlık, hakkında bir sezgimizin dahi olamayacağı bir varlık, neden tekamüle muhtaç ruhları yaratıp tekamül için maddesel özleri yaratıp her şeyi başlatmıştır? Bütün bunların, bütün bu sistemin anlamı nedir? “Bunları biz hiçbir şekilde anlayamayız” denir, bu “zor sorular” atlanır ve onun yerine, hakkında fikir yürütmenin çok daha kolay olduğu maddesel evrim aşamalarıyla ilgili bol spekülatif, bol süslü bir süreçten bahsedilmeye başlanır. Tabi ki evren, hayat, Tanrı gibi kavramlar sonsuz bir gizemdir ve bu gizem bir gün çözülebilecek türde bir gizem değil, mutlak gizemdir. Ancak “biz hiçbir şey bilemeyiz, anlayamayız” deyip işin içinden basitçe çıkmak yerine, gücümüzün yetebileceği felsefi ve mantıksal tarzda örnekler kullanıp sezgi ve hayal gücümüzü harekete geçirerek, bize konu hakkında belirli bir vizyon sağlayacak şekilde mantıksal bazı bağlar kurup en azından ucundan kıyısından da olsa anlatmaya çalışılan gizem hakkında bir ipucu vermek, soruyu tam olarak cevaplamasa da çok daha ikna edici olur.

Peki ruhçuların bilgi alma yöntemleri güvenilir midir? Ruhçular, çeşitli “celse”lerle ruhlardan bilgi aldıklarını söylemektedirler. Fakat sadece bir ruhçuyu değil de dünya çapında, yaşayan çeşitli ruhçuların yazdıkları kitapları okursak, ruhlardan bilgi alan ruhçuların hemen hemen her zaman, akıllarındaki felsefeyi, kişisel görüşlerini ruhlara teyit ettirdiklerini görürüz. Yani örneğin Vahdet-i Vücud gibi hem Sufizmde hem de uzakdoğu felsefelerinde yeri olan köklü ve derin bir görüşü zaten baştan kabul etmeyen ya da sıcak bakmayan, bu görüşe karşı çıkan bir ruhçu; ruhlarla yaptığı görüşmelerde hemen hemen her zaman “Vahdet-i vücud yanlıştır, Haşa” gibi bilgiler almaktadır. Fakat dünyada Vahdet-i Vücud ya da benzeri görüşlerin nihai gerçek olduğunu söyleyen ruhçular da bolca vardır. Onlar da üst düzey ruhlardan bu bilgileri aldıklarını söylerler. Şimdi kime, hangi gruba inanmamız gerekir?


Bunlar dışında, kitap “Mu” gibi bilimsel olarak varolmasının mümkün olmadığı modern jeoloji tarafından defalarca belirtilen efsanelere dayanıyor ve bu da kitabın ciddiyetini düşürüyor.

Kitabın belirttiğine göre, 70 bin yıl önce dünyanın jeolojik görünümü bugünkü görünümünden çok farklıydı. (Mu kıtasının varlığını saymasak dahi, kitaba göre o zamandaki jeolojik görünüm farklıydı). Halbuki modern jeoloji bilimine göre Kuaterner (dördüncü jeolojik zaman) dönemi içinde en az iki milyon yılı aşkın süreden beri dünyanın jeolojik görünümü bugünkü görünümünü çoktan almıştı. Yani “70 bin yıl öncesi” gibi jeolojik açıdan çok kısa sayılacak bir dilim içinde jeolojik görünümün günümüzdekinden kitapta söylendiği kadar farklı olması modern bilime göre imkansızdır.

Dünya devrinin sonundaki felaketlerin ardından dünyada kalan insanların birdenbire akıllarını, kültürlerini, zekalarını hatta hepsinin konuşma becerilerini bile birden tamamen yitirmelerinin de bilimsel bir açıklaması yoktur.

Sonuç olarak, ruhçuluk özellikle de “İlahi Nizam ve Kainat” kitabı, hayat konusunda bazı olguları detaylı olarak açıklasa da “büyük sorular”I yanıtlamaktan, büyük resmi göstermekten çok uzaktır. Yine de bu kitabın, okunmaya değer bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Ezoterik ve spirituel konularla ilgileniyorsanız, kitap insana farklı bakış açıları kazandırabilir.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 06-03-2016, 21:13
world world isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 May 2010
Mesajlar: 3.123
Standart

Bu yazıyı nedense okudum ve garip hissediyorum.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 06-03-2016, 23:45
spartacus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
spartacus spartacus isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Apr 2006
Mesajlar: 12.708

Onur Üyeliği 

Standart

Yüzüklerin Efendisi...

Doğmadan önce neler yapıyordunuz? -ki bunlar her şeye olduğu gibi ölüm sonrasına da el atmış, ulaşılamaz ve bilinemez Allah'ı bilmiş, yetmez birde bir çok evreni çözmüş, o da yetmemiş, hiç bilemeyeceğini iddia ettiği şeyleri bilmiş...

Sersemler akıllıların 7 yılda cevaplandıramayacağı soruları 1 günde sorarlar.
-------
Korku ve menfaat dalkavukluğa yol açar.
-------
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına çok kolay inanır. La Fontaine
-------
Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, saray ahır olur. Çerkes Atasözü
-------
Akıllı bizi arayıp sormaz, aptal bacadan akar.
------
Su dağları kemirir, vadileri doldurur.
------
Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.
------
Hürriyet, başkalarına vermedikçe alamayacağımız tek şeydir. William Allen White
------
Belki söylendi herşey,/ belki de gece bekleniyor/ yazılsın diye aynı cümle. Tüm nedenleri yeryüzünün/ bir çakıltaşına takılıp kaldı. Esteban
------
Sıradan insan kendini evrenin merkezi yapmanın yolunu arar; bilge kişinin evreni onun merkezindedir. Lao Tzu
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 07-03-2016, 09:27
Dialectics - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Dialectics Dialectics isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 15 Jul 2014
Mesajlar: 1.765
Standart

Bu kitabı ben 3-5 sene önce ilk yayınlandığında alıp okumuştum. Kitabın yazarın ölümünden sonra 54 yıl boyunca saklanması, sonrasında ise bu kitabı yazdıran üstün varlığın kitabın yayınlanması icin söyledigi sartların gerceklesmesi üzerine kitabın yayınlanması olayı ilginçti.

Kitabın sonunda, ana yazıda da deginildigi gibi bildigimiz insanlığın nasil sona erecegi de detayli sekilde anlatiliyor. Kitaba göre kiyametin nedeni dünyanin manyetik kutuplarinin yer degistirmesi olacak. Bunun sonucunda dünya dönüs yönünü degistirecek ve hatta dünyanin eğik ekseninin açısı da degisecek. Kitap yeni açının ne olacagini da söylüyor. Yeni düzende günes artik batıdan doguyor olacak. Hatirladigim kadariyla bu manyetik kutuplarin ters düz olmasının nedeni de bizden cok uzaktaki cok büyük bir gezegenin yörüngesinden cikmis olarak günes sistemimize yaklasiyor olmasi... Kitaba göre bu gezegen halihazırda dünyaya yaklasmakta ve dünyada ortaya cikmaya baslayan iklimsel degisimler ve dogal afetler bunun emaresi. Takriben 2050 civarında kiyamet kopacak diye hesaplamistim kitabi okuduktan sonra.

Ayrıca kitaba göre tüm dinler de sadece ruhları tekamül ettirmeye yarayan birer araç.

Kitapcilarda bu kitabın 2 versiyonu satiliyor. Birisi kitabın yazildigi 50-60 sene önceki türkceyle yazilmis versiyonu, digeri de modern türkce ile yazilmis versiyonu.

Bizler dünyanın şarkı söyleyip dans eden çöpleriyiz.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 07-03-2016, 11:39
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.554
Standart




bunun yenisi çıktı olum yenisiiii
new age 7S
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 07-03-2016, 14:03
errata - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
errata errata isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 30 Sep 2007
Mesajlar: 2.207
Standart

Bitmeyen masallar serisinden bir başka pasaj.
Neyseki bu sefer 2050 hedefi koymuşlar da balon hemen patlamayacak, inananlara bir kaç parça figür, poster falan satmak nasip olacak.

Yakınlarda izlediğim fantastik bir parça daha var. Ahanda.

Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 08-03-2016, 01:23
Dialectics - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Dialectics Dialectics isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 15 Jul 2014
Mesajlar: 1.765
Standart

Tüm bu dinler ve bir takım felsefeler, aslında biz zavallı insanlığın anlamsız varlığını açıklayabilme çabasından başka bir sey degil. Bu ruhçular, gnostikler ve hatta budistler; bu anlamsızlığa tahammul edebilmek adına ibrahimi dinlere tapan koyunlardan biraz daha öteye gecmisler, kendi iclerinde kısmen tutarlı teoriler olusturmuslar...

Bizler dünyanın şarkı söyleyip dans eden çöpleriyiz.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 10-03-2016, 03:43
VraeL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
VraeL VraeL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Mar 2009
Mesajlar: 1.840
Standart

Başarılı bir özet çıkarmışsınız sayın Fıratb84. Özellikle değerlendirme/eleştiri kısmı asıl işime yarayan kısım oldu. Benzer değerlendirmeyi yazmak üzereydim gerek kalmadı. Özellikle Mu kıtası hakkında.
Paylaşım için çok teşekkür ediyorum.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Multimedya forumunda yayınlanan yorumsuz videolara dair ALKA Servis Şartları & Site Duyuruları 0 28-09-2012 01:48
Sonra Sonra Anladım Yaşamak Neymiş.. larathian Dinsel İnançlardan Nasıl Kurtuldum? 10 27-09-2011 08:45

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:37 .