Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Dünya Dinleri, Mitoloji & Antik Uygarlıklar > Mitoloji & Esoterisizm

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 31-12-2016, 15:40
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart Lilith'in Aşkı!

Lilith'in Aşkı!

Ahh Lilith aah !!...
Senin hikayende hüzün kokuyor, ayrılık kokuyor, yalnızlık kokuyor, bu normal değil!
Ne vardı arayı sıcak tutaydın şu Ademle. Bu kadar diretmeseydin.
O da başka gönüllerde heyecanlar aramasaydı. Olmaz mıydı?

+ Cevap vereyim mi? (dedi meltem gibi bir ses!)

- !!??*
+ Korkma ben Lilith'im, sana zararım olmaz! ^_^

- Li. Lilith mi? b-birden boş bulundum ürr-ktüm nedense, yanlış anlama.
+ Asırlardır kimse bana Ahh Lilith aah !!... diye böyle içten seslenmemişti. İyice unutuldum diye düşünüyordum.

- Valla bende yeni yeni okuyorum hakkında söylenenleri, hiç iyi şeyler demiyorlar ama elalemin ne dediğini pek umursamam, eğer herkes bir şeyi kötülüyorsa, o şey el değmemiş bir alandır benim için, anaforlar çeker beni adeta.
+ Denenmemişliğin ardına bakmak, düşünülmeyenin peşinden koşmak... işin zor!

- Kolay bir şeyim olmadı ki bundan sonrası kolay olsun.
+ Robot olmamak Ademden kalan, ona da benden geçen bir şey.

- Ademle sorunun neydi, çok mu çirkindi?
+ Yo ondan değil!

- Ya neydi biraz çıtlatsan !...
+ Anlamazsın, belki ilerde bir gün anlatırım.

- Hazır bulmuşken, bir cevap almadan asla olmaz. Nerede bulayım bir daha seni.
+ Ne tür bir cevap istersin, aşk, ihtiras, güç, kapris, savaş, hangisi?

- Olmuşken aşk olsun, ötekileri anlamam pek, iki damlam her zaman olur mesele aşk olunca.
+ Ademle bir bütündük, bir elma gibiydik. Lakin bu elma ikiye bölününce, hiç hesapta olmayan bir şey oldu!

- Ne oldu, çok merak ettim.
+ Adem kaba gücün tamamına sahip oldu. Kabalık, sertlik, egoistlik, hepsi onda kaldı, yani elma ikiye çok dengesiz bölündü, çok az bir şey ANA ruhundan ona gitti o kadar, o gittikçe başka bir şey olmaya başladı. Kimseyi dinlemiyor, önüne gelene kafa tutuyordu, Cennetten neden atıldı sanıyorsun?

- Neden?
+ Tanrıyı bile dinlememeye başladı, sadece bir elma meselesi değil ki neler neler yaptı. Baktı ki böyle olmayacak Tanrı da onu o kadınla birlikte kovdu.

- Biraz kıskançlık mı sezdim ne?
+ Yok canım kıskançlıktan değil, o Adem'in kölesi olarak yaratıldı, öylede kaldı. Ama o genede benim bir parçamdı, benim yapamadığımı o yaptı. Adem'imi mutlu etti, canım benim o.

- Nasıl yani!
+ Adem gibi kaba glatyatör birinden, öyle ay parçası gibi bir güzellik nasıl çıksın!

- Kaburga kemiği diyorlar, öyle değil mi?
+ Kaç kaburga kemiğiymiş, söyle de bilelim!

- Bilmem, bildiğimde yok, bir mi?
+ Dedimya o benim bir parçam, Adem yuttu bu masalı, bir gün uyudu uyandı, bu senin kaburga kemiğinden dendi o da inandı, ay parçasını gibi onu görünce, akli fikri yerinden oynadı, kafasının da ne kadar çalıştığını buradan hesap et. Torunlarına bile bunu böyle anlatmış. ^_^

- Hahaha haha... Hem güzelim, hemde akıllıyım diyorsun yani.
+ Ne sandın, güzeliz dedikse aptal değiliz, cilveliyiz dediysek plan da yapamaz değiliz, Adem zaten bu yüzden benden çok çekinirdi.

- Zeka mı, güzellik mi?
+ Her ikiside, tabi o kadın ruhundan ve incelikten anlamadığı için asırlarca, güç, hırs, kan peşinde koştu durdu.

- Aşk meselesi n'oldu? anlatmayacaklarını anlatıyorsun, bir onu anlatmadın!
+ ...

- İstersen susayım, anlatmana gerek yok, bilmesem de olur!
+ Ahh! ah! Ademin bu hale gelmesine ben sebep oldum!

- Neyy !... Onu istemediğin için o da sana kızdı, öfkesinden mi böyle oldu?
+ Hayır! Biraz karışık mesele ama önceden biz bütündük demiştim, o bende ben ondaydım, ayrı değildik, ama idare bendeydi tabi, tıpkı sen gibi, nasıl dışında bir sen, içinde de bir sen var öyle, sonra bir gün istersem onu içimden çıkartabileceğimi keşfettik, nereden keşfettiysek, böyle çok daha farklı, heyecanlı bir şey olacaktı diye düşündüm, hemde ayrı ayrı bedenlerde olabilecektik ama bir araya da gelebilecektik, bunu o da çok istedi, bir bütünün içinde sorunun ne olabileceğini, ilerde ne sorunlar olabileceğini fazla kestirememiştim, o da kestiremedi, kalan sorunları da AŞK çözer diye düşündüm, lakin hiç böyle olmadı. Gidebileceği kadar ters gitti her şey.

- Üzüldüm iyimi şimdi.
+ Sonra üzülürsün önce bir bitireyim söyleyeceklerimi, O görünüm olarak çok yakışıklıydı, bende çok daha güzel görünüyordum ama Adem hemen erkek gücünün kontrolüne girmeye başladı, o yakışıklılığını bile doğru dürüst seyredemedim, meğerse bir bütünken o gücü kontrol edebiliyor muşum, lakin benden ayrılınca onu kontrol edememeye başladım, hiç edemedim, Adem bana zorla sahip olmaya çalıştı ama başaramadı tabi, ne kadar güçlü olsa da ben ondan güçlüydüm, lakin benim gücüm DİŞİ güç olduğu için, illaki yumuşak bir güçtü bu.

- Yani siz ayrıldıktan sonra, bir daha o eski siz olamadınız, öyle mi?
+ Evet aynen öyle oldu, Adem artık sağa sola saldırmaya, söz dinlememeye başladı. Tanrıya gidip beni şikayet etmiş, bana çok güzel şarkılar söylemiş, hediyeler almış, her türlü nezaketi göstermiş ama ben ona hayır demişim, böyle iftiralar bile atmış. Adem asla böyle nazikçe davranmadı, hakkımda attığı iftiraların haddi hesabı yok, okumuşsun işte birazını. Ademe secde meselesinin aslını biliyor musun?

- Nedir? bilmek istemem mi? merakla bekliyorum.
+ Bu bir gün tüm melekleri, cinleri ne varsa toplamış, Tanrı emretti siz bana secde edeceksiniz demiş! Şeytan hariç öbürlerinin hepsi secde etmiş, Şeytana sataşmış çabuk secde et diye, tabi Şeytan ateşten olduğu için yaklaşamamış ama bunu yanına da koymam demiş. Şeytanı o gün kendine düşman ilan etmiş, nasıl kin bilediyse herkese onun kötülüğünü anlatmış, sizin hikayeleriniz de Şeytan size düşman olmuş değil mi? Hep bunlar Adem'in bana secde etmedin diye ortaya attığı iftiralardır. Aslında Adem ona musallat oldu. Görüyorsun değil mi, nasıl bir kabusa imza attığımı?

- Valla işin çok zormuş hakikaten, hadi hepsini anladım da Tanrı bu işlerin neresinde, o niye müdahale etmedi?
+ Tanrı bu işlere karışmaz, o hiç bir işe karışmaz esasında, sadece ortamı hazırlar, dengeleri kurar ve o dengeleri korur! Benim de bildiğim bu, yani O benim yaptığımı yapmaz!

- Neyi?
+ Ayırım yapmaz!

- Nasıl yani?
+ Birini çok sever, ötekini az sever, öyle şeyler yapmaz, her kese eşittir, inanan inanmayan fark etmez. İnsanlardan hiç biriyle niye konuşmaz? bunun için, niye görünmez bunun için, birine görünse ötekine olmaz, birine konuşsa ötekine olmaz, hep o adalet yüzündendir bu, onun yüzünden ayırım yapamaz, her şeye eşit yaklaşır, o yüzden hiçliği seçmiştir.

- O zaman o nasıl bilinecek?
+ Bilinmeyecek sorunda orada zaten, sadece bir isim hepsi o, başka bir şey yok, kimseye yok!

- Peki seninle konuşması nasıl oluyor, hani kimseyle konuşmazdı?
+ Bizim durumumuz farklı da o yüzden, benle konuştuğu kadar Ademle de konuşuyor, çünkü bu işten o da rahatsız ama karışamadığı için elinden de bir şey gelmiyor, bir de Şeytanla konuşur o da çok azdır, çünkü o da bir iftiranın kurbanı, daha doğrusu Adem'in dünyada ders alması için, o da farklı bir görev almıştır.

- Sevgili Lilith, ne çok söyleyeceğin şey varmış, şaşkınlıkla dinliyorum.
+ Bizim yüzümüzden bir dünya şu an, adeta cayır cayır yanıyor, insanlar savaşlar, zulümler, hastalıklardan kırılıyor, asırlardır da bu böyle, oysa hepsinin altında aşk var!

- Aşk mı?
+ Lilith'in aşkı!

- Bu nasıl bir aşk! bir dünyayı yakacak kadar tutkulu, kimselerin bilmediği kadar da gizemli, çok merak ettim gerçekten, aklım almayacak diye korkuyorum.
+ Ben Adem'e aşık oldum!

- !! ?!
+ ...

- ...
+ ...



Devam edecek ... ^_^

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 01-01-2017, 23:07
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

+ Bir zamanlar öylesine dolaşıp dururdum, bir sıkıntım derdim yoktu ama meraklıydım da, bilmediğim yerlere gider, görmediğim şeyleri görmeye bayılırdım, derken bir gün bir aynaya denk geldim, ve ilk kez kendimi orada izleyince, önce şaşırdım ve korktum ama yavaş yavaş ayna hoşuma gitmeye başladı, öyle ki sürekli gidip, kendimi izlemeye başladım, kendimi ilk kez görmenin mutluluğunun bir tarifi yoktu, kendimi çok güzel görmeye başladıkça, her geçen gün süslenmeye makyaj yapmaya filan da başladım, aynanın karşısın da kendimi seyretmeye doyamıyordum. Dünyada kadınların neden aynayı sevdiğini anlayabiliyor musun?
- Pür dikkat dinliyorum!

+Sonra sonra tuhaf bir şey olmaya başladı, İçimde bir sıcaklık, bir hareketlenme derken, aynada birden onun yüzünü gölge gibi benim yüzümün üstüne düşmüş gibi gördüm. Eyvah! bana n'oldu? sonra o görüntüler daha sıklaşmaya ve daha belirginleşmeye başladı, meğer o görüntü içimde gizli olan Adem'miş, bunu sonradan öğrenecektim.

- Hiç kesme anlat, kalbim duracak valla.
+ Sonra ben o aynada ben Ademe, Adem bana hiç sıkılmadan bakışıyorduk, çok güzeldi her şey gerçekten. Artık aynada kendimi görmüyordum, sadece onu görüyordum.

- N'oldu niye sustun!
+ Ayna birden bire kayboldu! çok şaşırdım bakabileceğim her yere baktım ama ayna yok kaybolmuştu, ...yoktu!! çok üzüldüm çok ağladım, dinlendikçe aramaya koyuldum ama ayna yok! Ne yapacağımı bilemedim, bu arada Adem yokluk demektir, benim güzel yokluğum hakikaten yok olmuştu. Yaşadığım acının bir tarifi yoktu, insanlar bunu nasıl anlasınlar, gene böyle acılar mutsuzluklar içerisindeyken, bir ses "üzülme güzeller güzeli Lilith'im" dedi.

- Kim dedi bunu Tanrı mı?
+ Yok içimde ki bir ses dedi, ses kafamın içinden geliyordu.

x Ben Adem'inim!
+ Adem'im mi?

x Evet Adem'in hani o kader aynasında gördüğün varya o ben'im!
+ Na-nasıl yani, sen o aynanın içinde değil miydin? aa-a-ama nasıl olur? kafam çok karıştı.

x Karışır tabi güzelim, sen bana aşık oldun, bunun adı AŞK! aşığın kafası karışık olur, sen beni kendinden o kadar ayrı gördün ki beni o aynada zannettin, oysa o aynaya ben senden yansıyordum. İçindeydim... Aşkından gözlerin kör olduğu için, içinde ki beni göremedin!
+ Se-sen şimdi içimde misin? o aynada hiç bir zaman değil miydin?

x Evet, güzelim, o kaderimizin aynasıydı, o ayna bizi bize haber verdi, seni benle beni de senle buluşturdu. Bir birimizi tanıtınca da ortadan kayboldu, onun görevi şimdilik bitti.
+ Hay çok şükür o zaman. Ama bir sorun var, seni duyuyorum ama bu seferde göremiyorum, bu nası bir iş! Hiç mi bir şanşım olmayacak, hep böyle engeller mi olacak, anlamadım ki?

x Bir yolu var elbet, lakin aynayı tekrar bulmalısın!
+ Ama nasıl, bulamadım zaten, senin dediğin gibi kayboluverdi birden bire, hiç bir yerde yok!

x Kader aynası sana bağlıdır, sen onun peşinden koşmazsan onun sana geldiğini göreceksin ama yok peşinden koşarsan o senden uzaklaşır. O yüzden hiç bir beklentiye girmeden sakince bekle, benide bekleme gelmeyeceğim, o güzel yüzünü karşında gördüğünde o bil ki gelmişir. Aynayı ilk gördüğünde onu çok mu aramıştın, hayır, tıpkı bunun gibi arama, ararsan o senden uzaklaşır... Onun sana gelmesi içn aramamam lazımdır... Ayna gelince aynayı yatır ve gözlerini kapat ve beni düşünerek, iki gözünden birer damla göz yaşını damlat, ne eksik ne de fazla sadece iki damla. Ben sana Lilith'im dediğinde gözlerini açarsın.

+ Böylelikle beklemeye başladım, asırlar mı geçti, ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama içimde ki bekleyiş yerini artık umutsuzluğa bıraktı iyice, gelen giden yoktu, derken tam böyle sıkıntılı bir zamanda ayna ansızın karşımdaydı, kaderimin aynası güzel aynam dedim içimden. Bundan önce bir kaç kez gördüğüm, bir kaç kezde konuştuğum aynama, Aşkıma Ademime sayende kavuşacağım diye övgüler düzdüm, sevgiler besledim, nihayet hasret sona erecekti!

- Çok heyecanlıymış gerçekten Lilith, nefesimi tuttum seni dinliyorum.
+ Sonra Ademin dediklerini bire bir uyguladım ve gözlerimi kapatıp iki damla yaş kaydı kirpiklerimden, kayar kaymaz Lilith! dedi bir ses!

- ups!
+ Gözlerimi açınca ki o manzarayı unutamıyorum, mermerden heykeller gibi bem beyaz bir vücut, geniş omuzlar, omuzlarda saçlarla dünyalar güzeli bir adam karşımda duruyordu, inci gibi dişlerinden Lilith'im derken, ben çoktan ermiş bitmiştim. İlk sarılmamızda ki duygunun bir tarifini ben asla bilemezdim, bacaklarım tir tir titrerken bayılmamak için zor tuttum kendimi, iyi ki böyle bir şeye karar vermişim diye düşünürken, Ademe bir titreme geldi, hastalanır gibi oldu ve devamında da hemence hastalandı, epey süre böyle hareketsiz kaldı, sesi sedası da çıkmıyordu, gene kader oyununu oynamıştı, tam buldum derken gene kaybetmekle karşı karşıya kalmıştım.

- Valla ne diyeceğimi bilemiyorum sevgili Lilith, hakikaten bu kadar da olmaz dedirtecek bir hikayen varmış.
+ Herşey bu kadarla bitse iyi, Adem sonra gözlerini açtı ama gözlerinde o sevecen adamın ışığı gitmiş, başka bir ışık gelmişti gözlerine, o zaman Tanrım ben ne yaptım kendi kendime dedim ama merakla ne diyeceğini bekliyorum ki önceden bahsettiğim o kaba gladyator Adem kalın sesiyle, Lilith hadi şu işi bitirelim dedi, ben tabi onu öyle görünce hasta olduğunu düşünerek, biraz daha yatmasını, dinlenmesini istedim, birden bire kızdı ve gitti.

- Döndüğünde bari düzelmiş olsun, n'olur!
+ Ne mümkün, hiç bir şey olmamış gibi hadi yarım kalan şu iş deyince, bende duymamazlıktan geldim, tekrar hadi deyince, bir gönül alsan, güzel bir söz söylesen olmaz mı dedim, nazikçe... Önceden yeterince dedimya onlara say! dedi kaba bir tonla, öyle bir çığlık attım ki tüm gökler inledi adeta, o da korktu, bir daha bana bir şey söylemedi, zira hiddetimin boyutunu ben bile bilmiyordum o boyutta olduğunu.

- Sonuç, herşey fiyasko ile mi sonuçlandı yani, sonrası zaten pek parlak olmasa gerek, helede öncesi böyleyse, sonrasın da hiç bir ışık göremiyorum.
+ Görüyorsun değil mi, bir aşkın başıma neler açtığını ve sonucunun nerelere kadar uzandığını.

- Daha boyutlarını göremedim ama sen ona hâlâ aşık mısın?
+ Nasıl aşık olmam, ilk göz ağrım, diğer yarım, kanım, canım, ruhum, göz yaşımla can verdim ona, vefasız aşkım ama o tek aşkım.

- Daha ne diyeceğimi bilemiyorum, beni aşan şeyler bunlar, tıkandım kaldım.
+ Neyse sana sevineceğin bir şey söyleyim!

- Oh çok şükür! inanır mısın, davul gibi gerilmiştim, güzel bir şeyler duymak iyi gelecek.
+ Dişi enerji varya o çoktan yükselişe geçti, çünkü Erkek enerji en tepeye çıktı ve her zirveye çıkanın başına gelen şeyi o da yaşıyor.

- Neyi yaşıyor?
+ Düşüşü! O düştükçe dişi enerji de ivme kazanacak ve orta bir yerde buluşma olacak!

- Nasıl yani, sen hakimiyeti ele geçirmeyecek misin?
+ Hayır öyle değil, ne ben ne de o, orta bir noktada buluşacağız, yani eşit güçler ve eşit şartlar altında, yarım kalan nikahımızı kıyacağız.

- Yerler Gökler böyle bir nikah görmeyecek öyle mi?
+ Aynen öyle! Böyle bir aşkı kimse yaşamadığı gibi, böyle bir evliliği de kimse görmeyecek, herkes ama herkes davetli olacak.

- Ne zaman olacak bu, bak şimdi iyice heyecan bastı beni, kalbim durur vereceğin cevaba.
+ Olacak olan olur!

- Yaaa ahh!! tasavvufun bu cevabı net bir cevap değildir ki?
+ İyi düşün!

- Hımm.. hiç kolay değil ama.
+ Zorla biraz, anlayacaksın.

- Yoksa.. yoksa... Ha-dii canımmm !!...
+ Aynen öyle, doğru bildin.

- =)

+ ^_^

*-------------------*
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU'dur
.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 03-01-2017, 14:22
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Cok guzel olmus sevgili Felasife, ellerine saglik, Lilith nereden aklina dustu?
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 03-01-2017, 14:36
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Neva´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Cok guzel olmus sevgili Felasife, ellerine saglik, Lilith nereden aklina dustu?
Bir kaç etkeni var elbet, geçenlerde ana tanrıça şeytan kitabını okudum, orada uzunca bahsi geçiyor, yılan kadından, çocukları korkutan ucube misali bir yaratığa denmeyen kalmamış, bu mistik dişiliğe.
En son Şahmaran resmi verdinya, o da bir yılan kadınmış, aslında ta çocukken biliyordum hikayesini ama unutmuşuz işte, yeniden okuyunca üzüldüm açıkcası. Zaten o esnada forumda Lilith yazısı okuyordum, o yoğunluktan bu yazı çıktı.

Güzel oldu çıkan hikayeyi ben beğendim, seninde beğendiğine sevindim, teşekkürler.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 06-01-2017, 03:39
zilenbur zilenbur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Aday Üye
 
Üyelik tarihi: 16 May 2008
Mesajlar: 2
Standart

Felâsife´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster

+ Dişi enerji varya o çoktan yükselişe geçti, çünkü Erkek enerji en tepeye çıktı ve her zirveye çıkanın başına gelen şeyi o da yaşıyor.

- Neyi yaşıyor?
+ Düşüşü! O düştükçe dişi enerji de ivme kazanacak ve orta bir yerde buluşma olacak!
Gerçekten şahane. Lilith hakkında münferit öyküler okumaya gerçekten bayılıyorum ve bu kurgunun da arkaplanında kimi ezoterik, kimi tasavvufsal bilgilerle dolu olması, gerçekten mutlu etti beni. Eline sağlık!
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 06-01-2017, 11:04
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

zilenbur´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Gerçekten şahane. Lilith hakkında münferit öyküler okumaya gerçekten bayılıyorum ve bu kurgunun da arkaplanında kimi ezoterik, kimi tasavvufsal bilgilerle dolu olması, gerçekten mutlu etti beni. Eline sağlık!
Teşekkür ederim zilenbur, Lilith'te bilemiyorum bir çekicilik ve gizem var, bende buna kayıtsız kalamazdım, böyle çekenleri de olması güzel, en azından yalnız değilmişim hissinin olması bile anlamlı.
Hasılı her şeyin bir enerji ve etki alanı var, nihayetinde onunda paylaşılması gerekiyor.

Bu arada Lilith hikayesi kadar olmasada, benim gene kendi içimde kurguladığım, Gizli bir sohbet! kurgum vardı.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 18-01-2017, 21:00
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Lilith'in Aşkı! - 2

Zaten uyuyalı anca 1-2 saat olmuştu, onuda zar zor salonda kanepede oturtarak uyumuştum ki ağrılar sızılar içerisinde, sabahın kör vaktinde uyanmak hiç hoş olmuyordu. Uykudan gözlerimi açamıyorum ama beynim kendini kapatamadığı için de uyuyamıyordum, Lanet olası vücut gene kendi içinde, en berbat savaşlarından birini veriyordu, bense anca boş boş seyrediyordum etrafı, kalkıp otursam o da olmuyordu, iki arada bir derede kalmak böyle bir şeydi.
Ve bu yıllardır, hatta ömrümün yarısından fazlası da böyle sürünce, dinlenmek, istirahat diye bir şey yasaktı bana.

Kendi derdim yetmezmiş gibi eşimde kalkmış, bileklerim çok ağrıyor, masaj eder misin dedi sabah sabah. Ulan dedim kendi kendime, insan kendi derdine bile kalamıyor, ne enteresan dedim. Söylene söylene eşimin masajını yaptım o gitti yattı, ama şu hikayeyi de gider ayak ona anlattım, tabi gülerekte gitti.
Yaşlıca bir şey şehrin dışında ki kendinden daha yaşlı bir şeyhi ziyarete gider, o yaşlı şeyhin evide yüksekçe bir yerdeymiş, bizim yaşlı şey daha tepenin başında yorulunca, Yarabbi bir binek gönder diye dualar eder.
Çok geçmeden boz atlı Hızır, yanında bir tayla çıka gelince bizim yaşlı şeyh buna sevinir, lakin Hızır,
Bu tayı sırtına alacaksın ve hiç yürütmeden, tepede ki yaşlı şeyhe götüreceksin, o ne yapacağını biliyor der.
Tabi bizim yaşlı şeyh, şaşmış bu işe ama emirde büyük yerden olunca canını dişine takmış, düşe kalka, kan ter içinde şeyhe varır.

Yemişler içmişler, hoş sohbet derken tepedi ki şeyh, ee! ne var ne yok mânâ aleminde deyince.
O da Hızır meselesini anlatmış, Allahın eli dar bu aralar galiba, ben ondan at istedim, o sırtıma tay yükledi der.
Ardından da eğer yukarıdan bir şeyler istemezsen, alemde her şey süt liman diyede ekler.
Benim olayda tamda buna benzedi adeta, nefes bile almakta zorlanırken, masaj yapmak kel alakaydı ama birileri o alakayı pek güzel kuruyorlar.
Kimse sizi önemsemiyor, varsa yoksa herkes kendini düşünüyor.

Şeytan azapta gerektir!
Ülen dedim bu böyle olmaz, oldu olacak kırıldı nacak hesabı, tam dalayım bari dedim mistik aleme, nasıl olsa beni düşünen yok, benim kendimi düşünmeme ise hiç fırsat yok, öyleyse kimi çağırmalıyım diye düşündüm.
Bunu düşünürken gözlerim de uykusuzluktan açılmıyor ama beynim de durmuyordu ki uyuyayım.

Lilith, nerelerdesin. !!
Benim bu yaşadıklarımından haberin var mı? yoksa bunları başıma saran sen misin?
Eğer gelirsen soracağım çok şey var!

Cevap vermezsen de burada olduğunu hissediyorum, ruhum bedenimle bu kadar savaş veriyorken, bu savaş boşa değil, ardından bişi çıkacak o da sensin gibime geliyor. Sessizlik zaten kendi içinde öyle bir ip ucudur ki bunu ben yıllardır çok deneyimledim, senin ses vermemen senin olmadığın anlamına gelmez benim kitabımda, hoş gerçi benim kitabım dediğim şey, zaten mana aleminin kuralları değil mi?
Sen onu benden çok daha iyi biliyorsun, belkide o kitabı yazan da sensin. Böyle sessizlik hayra alamet değil.

İnsanların üzerlerine güneş doğdu, uayanıyorlar yataklarından, benimse gece tüm kabuslarıyla çöktü, deliriyor muyum yoksa.

Lanetler olsun ki delirmekte mükün değil, ona bile izin yok. Bu hengamede bile hâlâ bir şeyler düşünmek isteyen bir kafa, nasıl olur da delirebilir.
Lilithh !...

Kız Lilithhhh !!...
+ Merhaba. ^_^
- ?! Şükür sonunda gelebildin, hoş geldin!

+ Hiç gitmedim ki.
- Nasıl yani, hep burada mıydın?

+ Senin içinde bir savaş olacak ve ben başka bir yerde olacağım, bu mümkün mü!
- Başka zamanlarda mı böyleydi?

+ Hayatın boyunca, savaştığın o her geceler de bende yanındaydım.
- Yüzünü de görmedim daha ama o güzelliğini yıldızlardan almış güzellik, neden o zaman be...

+ Suss!
Kendi gürültünden gerçeği söylesem bile, bunu duyamacağını fark edebiliyor musun?
- Yani.

+ Yanisi şu ki benim orada olmam, sana konuşmamdan çok daha önemliydi.
- Ama ben bilmedikten sonra, nasıl bir önem ki bu!

+ Toysun daha çok pişmen gerekecek!
- Pişmesem olmaz mı, normal mi bunlar yani?

+ Aslında gene konuşmayacaktım, ama şu "Kız Lilith" lafın tüm direncimi kırdı
İtiraf etmeliyim ki hiç beklemiyordum böyle bir sözü.
- Valla geçen sefer öyle, bu sefer böyle, illa her seferinde orijinal bir lafı nereden bulacağım ben.
Kaldı ki baksana canım burnuma gelmiş ama öyle seyirci kalacaktım diyorsun.

+ Şimdi geldim, konuştum mesela geçti mi ağrıların?
- Hayır!

+ Gelmem vede konuşmam neyi değiştirdi.
- Hayat bazen bir ses bir nefes değil midir, yanımda birini hissetsem fena mı olurdu?
Biliyorum, 90 yaşıma da gelsem bu ağrılar geçmeyecek, sorun geçip geçmesinde de değil, o defteri çoktan kapattım.

+ Dediğim gibi ben genede gelmeyecektim ama o sözün yok mu, öldürdü beni^_^
Hiç hatırlamıyorum ama bu sözü bana söyleyen ilk kişi sensin.
- Eşeğin canı yanınca atı geçermiş, benimkisi o hesap oldu, bilerek söylememiş değilim, özür dilerim.

+ Özür ne demek, bilakis hiç duymadığım bir sözün tuhaflığını yaşıyorum şu an.
Bunun bana söyleneceğini değil düşünmek, aklıma hayalime de hiç gelmemişti.
Gerçi şimdiye kadar duymadığım hakaret ve iftira kalmadı, İfritten Şeytana, yılan kadından bebek yiyen wampire hepsi söylendi ama bir arkadaş gibi Kız Lilith hiç söylenmedi.
- Her şeyin bir ilki varmış demek ki =)

+ En çok zoruma gidende, İnsanın çocuklarının analarını bu kadar kötü bilmeleri ki bu vefasızlığın bir tarifi yok.
- ANA dan kasıt sensin değil mi?

+ Elbette ama insanlar ANA diye başka şeylere yöneldiler, sadece kendini doğuranı bildiler, elbette o da önemliydi ama onuda doğuran vardı, bu böyle devam eti ve ta ilk başlarda ANA unutuldu ve içini başka şeylerle doldurdular. Bir tek toprak ana doğruydu ama onuda zamanla hiç ettiler, dünyanıza baksana toprak anaya edilenler, hangi evlat bunu eder!
- Toprak anayı hesap eden yok, insanlar bu konuda sınırsızlar, her türlü ruhsatı kendilerinde görüyorlar. Pişmanlık duyanı da yok.
Sana Alemin anası da derler mi?

+ O benim zaten!
- Upss!
Benim bi şiirim var, Alemin anası - Kalp bebeği diye.

+ Biliyorum, söyleyim mi bir iki kıtasını
- Bende bunu hiç beklemiyordum iyi mi? çok şaşırdım, fena olmaz herhalde.

+
İşte bebek bu bağla, Anayı nerede olursa olsun tanır!
Bu tanışma neticesinde, dua misali Anaya eller açılır.
Anada bu arza talip olup, şefkatle kucağına aldığında.
Haniymiş güzelim derken, o bebekte memeye yapışır.

Ana verir bebek alır, artık sevginin transferi başlamıştır.
Bu transferle bebek, yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır.
Fakat alem ağlıyor, bu bebeğin Anası nerede denirsede.
Bebek Anasını tanır, zaten ağlaması da yeni başlamıştır.

Bu haliyle alem, öz Anasını, gerçekten kaybetmiş gibidir.
Onun için ağlamakta, üvey anaları bundan reddetmektedir.
Bu olay Musa ve annesinin, başından geçen olay gibidir.
Musa'nın da üveyleri reddedip, öz Anasını tanıması gibidir.
- Teşekkür ederim.
+ Ben teşekkür ederim, bunlar beni anlatıyor.
- Nereden nereye, yıllar önce yazdığım bir şeydi bu.

+ Niye yıllar deyipte, bu anı geçmişte bir yerlere sıkıştırıyorsun.
Bırak canlı kalan iyi şeyler, şimdide de canlı kalsın.
Olacak olan oluyorsa, ne geçmiş gelecekten, ne de gelecek geçmişten ayrıdır, şu an sadece bir köprü konumundadır, geri gittiğinde üzülmediğinde, geleceğe gittiğinde de üzülmediğinde GEÇMİŞ VE GELECEK diye bir şey kalmaz ki, her şey şu an da olur ve biter.
Bunları da yazan sen değil misin?
Güneşin doğuşu batışı tekrardan başka bir şey değil.
O tekrarlar tek'i anlatır, maksatıysa teferruat değil.
Sen o tekrarlarla hayalinde garip bir hesap tutarsın.
O tuttuğun hesap dahi, tek bir günü unutturası değil.
+ Teferruatların seni aldatmasıa izin verme!
- Her yazdığımın adamı olsam, kim bilir nerelerde olurdum.

+ Aynı şeyi yapıyorsun, farkında mısın?
- Eheh, bunu bilerek yaptım, sen nasıl ki beni gördüğün halde gözmezden geldin, bende seni duyduğum halde duymazdan geleyim dedim. =)
Senin yaptığını bende sana yapmış oldum, senin aynan oldum.

+ ayyy! öldürürsün sen insanı ^_^
Ağrılar sızılar içerisinde kıvrandığından demler vuruyorsun, lakin espriden de geri kalmıyorsun. Sevsinler senin aynanı.
- Çaresizliğin içinde gelişen ironik çözümler diyelim buna, su aka aka, şeşe şaşa yolunu buluyor.

+ Vay vay vay! acımı da yaşarım, esprimi de yaparım, felsefeden de geri kalmam diyorsun yani.
- "Kronik vakaya ironik yaklaşımlar" felsefem bu.

+ Felsefeni de sevsinler. ^_^
- Çok bekledim çok ümitler ettim ama baktım ki biteceği, duracağı yok, sana rağmen yapacağımı da yaparım dedim.
Uykusuzluğu yazıya, ağrıları düşünceye, ümitsizlikleri şiirlerime evirdim, bir enkazdan kendime yetecek kadar da olsa bir dünya oluşturdum.
Bu benim dünyam. AS la boyun eğmeyeceğiz!!

+ Bu sizin hastalığın sloganı da değil mi?
- Evet, pek kimseler bilmez ama öyledir, hatta benim bu isimde de şiirim vardır.

+ Bana ne zaman şiir yazacaksın?
- O biraz zor gibi, zira çok tanımayınca fikir pek oluşmuyor, haliyle zor bir durum.

+ Sanki Zümrüd-ü Ânka 'yı çok tanıyordun değil mi? O da efsanevi, o da yokluklarda, ona yazdın şiir, onun da hepi topu bir iki yazsını okudun o kadar!
- Ama Ânka bizim edebiyata da girmiş, Nebi'sinden Şeyh galibine cümlesi Divan edebiyatında nakış gibi işlemişler, ben onların yanında mendil bile olamam.
Ama Alemin anası şiiri senin olsun, hatta sana olsun ne fark eder ki o boyutta zaten insan bile yok!

+ O tamam onda sıkıntı yok, ben alemin anasıyım, alem benim bebeğim ama Lilith'te sıkıntı var, insanlar Lilith ismini bilmiyorlar, bilenlerde duyunca bile ifrit oluyorlar, anlayacağın Lilith ile sıkıntım var, zira bu adın temize çıkması, aklanması, gerekiyor.
- Çok zor gerçekten bu kadar lanetler, beddualar, nefretlerle örtülmüş, hemde kutsal olarak örtülmüş bir isim, nasıl temize çıkabilir.

+ Neyse zamanı geldiğinde, bir çiçeğin çiçek açması nasıl ki kaçınılmazsa, kaderiyse, bu isminde aklanması öyle kaçınılmaz bir kader olacaktır, Neticede tüm nefretler bir gün onları kucaklamak için sırada beklerken, kimse en nefret edilenden kaçamaz.
Kaçamayacaklar!

Bir söz var "Neyi inkar ediyorsanız onu güçlendirirsiniz, neye saplantınız varsa onu kendinize çekersiniz." onlar beni kendilerine ister istemez çekecekler, bu çekişle öyle bir noktaya gelecekler ki, "acaba" dedikleri anda şüphe kıvılcımları onların kalbinde ki bir yangını çoktan başlatmış olacaktır.

Her şey yanıp bitip kül olduğunda, önceki kimliklerinden geriye küllerden ve tozlardan başka bir şey kalmadığında, İşte o zaman ben onların sevgili Lilithleri, sevgili Anaları olacağım.
Ben bebeklerimi hiç bir zaman kendimden ayrı görmedim, ama o bebekler analarını hep ayrı gördüler, düşman bellediler.

-Bir şey sorabilir miyim?
+ Sor!

- Tercih yap deselerdi, Analıktan mı yoksa Lilithlikten mi vaz geçerdin?
+ Tek mi cevap istersin.
- Evet.

+ Analıktan vaz geçerdim! Zaten geçtim de!
- Uppss!!
Bu kadar net mi?

+ Evet, çünkü insanlar analarının kıymetini hiç bir zaman bilmediler, bilemediler, hele de erkek zihniyeti asla Anadan yana olmadı.
Ta Havadan Meryeme kadar bu böyle yazıldı.
Meryeme bakar mısın? babasız bir çocuk meydana getirdi ama İsa ne yaptı, dağlarda çöllerde baba aradı, yetmedi göklerde aradı, baktı bulamadı Tanrıyı baba belledi, ondan sonra gelenlerde bunda ısrar ettiler, bir BABA/OĞUL muhabeti aldı yürüdü.
- Meryem n'oldu?

+ N'olacak, koca bir hayal kırıklığı yaşadı, başka bir şey değil.
Canım benim o da benim durumumun bir benzerine düştü, tamamen ondan bir parça olan çocuk, erkek eli değmediği halde ondan oldu ama İsa benim babam nerede? diye, baba aradı durdu.
Meryem şaşırdı kaldı bu işe, yavrum senin baban yok, ananda babanda benim desede o dinlemedi, o çok bilmiş harikâlar çocuğu bunu anlayamadı bir türlü, hoş gerçi kimseler inanamadı bu işe ama Meryem resmen yıkıldı. Bir avuç ona inanla birlikte münzevi bir hayat yaşadı.
Zaten hikayesi de bam-başka bir şekilde evrildi gitti.

Hani kuranda diyorya, İsa, Adem gibidir, Meryem de aynen ben gibidir!
İsa ve Adem babasız doğdular, Meryem ve bende erkeksiz çocuk doğurduk!
- ufff..!!!

+ Tabi bunun sonuçlarını bende bilemedim Meryem de, o yönden ikimiz kader ortağıyız, çilemiz benzer ama genede Meryem benden daha şanslıydı, bu olay onda bende ki kadar çok kötü olmadı, ayrıca bu bir tecrübe de oldu.
O yüzden ANALIK evet o her zaman kadimdir ama ANALIĞIN kendinden ben ve benim gibiler çoktan vaz geçtiler.
- Yani "Denenmemişliğin ardına bakmak, düşünülmeyenin peşinden koşmak" sizi de gafil avladı öyle mi?

+ Öyle oldu diyebiliriz, denenmeden bir şey belli olmuyor, dene, bak, gözle ve sonuç;
Analık bir fiyaskoymuş, kısaca olayımız bu bizim.
- Vay be! olayı hiç bu yönden düşünmemiştim.

+ Olay hayallerde, insanların hayalleri çok kıymetli.
El de olan bir anadan, hayalde ki bir baba her zaman cazip geliyor.

İnsanlar sahip oldukları şeylerin kıymetini bilmiyorlar... insanlık bile ilk insanı arıyor, yani Adem'i aramıyor mu?
Yanında ki anasına babasına ne kadar kıymet veriyor, sonuçları ortada, kıymet veren arar mı?
- Ama aramasalar seni de bulamazlar, öyle değil mi? Sende tanınmadığından bu yüzden şikayet etmiyor musun?

+ Ben dediğim gibi sütten ağzım yandı bir kere, daha doğrusu ağzımız yandı, ama en azından insanlar ellerindekilerin kıymetini bilsinler, bize o bile yeter!
- Ama o zaman sen, hiç bir zaman hayalden ve iftiralardan kurtulamazsın.

+ Ben hayal değilim ki, sorun orada, hayalde olsam elde tutarlardı beni. Beni hayal etmek için başka hayaller üretip, beni de onların altına gömdüler.
Yoksa hayaller kıymetli demiştim, hayalin büyüsü vardır çünkü, aklı baştan alır, beni inkar demezlerdi o zaman.

Başa düştü mü?
- Düştü, düştü!

+ Öyle basit değil bu mesele yani, üstte ne dedim, nefret ettiğini sevmeden gün yüzü görmek yok, ya sevecek ya sevecekler!
- Ahaha, acaba seni hiç çağırmasaymıydım ne! =)

+ Senin hastalık dediğin şey de bir hastalık değil ki o bir hâl!
- Nasıl yani, boşa mı uğraşıyoruz tedavi edeceğiz diye, gerçi ben bıraktım gayri tedavi işnide.

+ Aynen, sevinme, üzülme vb. leri de bir hâldir, bunlar tedavi edilebilirler mi?
- Obarak!!

+ Neden seninle konuşmadığımı da biraz biraz anlıyorsun değil mi?
- Valla hani ne derler azıcık bir aklım vardı, onuda sayende yitirdim mi? demeliyim ne demeliyim bilemedim, ama seninle konuşmak çok keyifli onu söyleyebilirim.
Şimdi ağrımı sızımı tüm şiddetine rağmen unuttum desem, yalan söylemiş olmam. Sen çok yaşayasın hemi.

+ Hah biraz keyfin yerine gelmişken, şu korku meselesini de iki çift lafla bağlayalım. İllaki sevecek, nihayetinde insan sevdiği şeyler icat ettikçe, idealler, dinler fark etmez, illaki bunun karşısına da sevmediği şeyleri koyarlar ve başlarlar onunla savaşmaya, fakat ne gariptir ki o şey yok olmak yerine, gittikçe daha güçlü bir hale gelir, öyleki o hiç bir zaman kaybolmaz.
- Sevmediğin ot burnunun dibinde bitermiş.

+ İşte ondan, bunun sebebi de hayatın böyle çekim alanlarının olmasıdır, yani enerji olarak zıtlar bir birilerinin karşılarına otomatik olarak gelirler. O yüzden zıt gruplar içerisinde olanlara huzur diye bir şey yoktur. Bunun tek istisnası vardır o da zıttını sevmek, yani korktuğun şeyi sevebilmek, o olmak, onunla olabilmek.
İmanın zıttı inkar, inkarın zıttı imandır, bu iki zıt bir araya nasıl gelecek! İman eden inkar, İnkar eden de iman etmedikçe, bir araya gelmiş olamaz.
Yani korktuğunun üstüne gitmeden, onu yaşamadan içsel gerçek, kendi yüzünü göstermez.
Adam iman ediyorum der, oysa içinde ne tür bir inkar besliyordur, bunu kendi de bilmez, aynı şekil inkar eden de içinde öyle bir iman saklar ki bunu bilmez, hep ondan kaçar. Bu yüzden ya sevecek ya sevecekler dedim.

Neyse bunu boşverelim, nasıl olsa devran dönecek, günler nelere gebe kimseler bilmez, bilinen hayat kimselere iltimas geçmez.
Ortam biraz yumuşasın mı?
- Tabi neden olmasın, güzel olur.

+ İsa'nın aşkından haberin var mı?
- Neyy... yok daha neler! Baba/oğul meselesinin ardında bir aşk mı var?

+ Hayır canım ne münasebet! ne baba oğulu, o insanların duymak istediği, hayallerin de dizayn ettikleri İsa'dır, sana gerçekte ki İsa'dan bahsedeceğim.
- İSA ve AŞKI
Amman sabahlar olmasın!
Gecemiz hep böyle olsun!!
Alem muhabbet duysun!!!
+ ^_^
- =)

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 21-01-2017, 22:17
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

+ Ama sana daha önce İsa'nın nasıl babasız oluştuğunu, Meryem'in doğuruşunu anlatayım, İsa'nın aşkına öyle geçelim, zira orada hiç hesap edilemeyen bir sembolizm var.
- Tamam, bana uyar.

+ İyi dinle, mesele karışık çünkü.
- Tamamdır.

+ Meryem'in erkeksiz çocuk doğurması, normalde DOĞA kanunlarına aykırı, bu iş için illa 1 Kadın 1 Erkek gerekiyor, ve bu Kadın ve Erkeğin özelliklerinin de çocuğa geçmesi gerekiyor, ki o çocuk ebeveynlerinin tüm özelliklerini miras alsın, ayrıca daha önceki ebeveynlerinin de miras aldıklarını da alsın.
Önceki ebeveynlerini de 1 Kadın ve 1 Erkek doğurduya, geriye doğru olanları da kalıtım yoluyla miras alsın. Dolayısıyla Çocuk tüm atalarının Kadın ve Erkek olarak hepsinin, özelliklerini bünyesinde toplasın.
Buraya kadar anladın mı?
- Gayet iyi anladım.

+ Şimdi Meryem'in burada yaptığı, aslında bu kalıtım denen zincirde bir kırılma, bir kopma oluşturdu.
- Erkeksiz çocuk doğurduğu için mi?

+ Evet, erkeksiz çocuk olunca, bu o çocukta bir eksiklik meydana getirdi. O çocuk her ne kadar harikâlar gösterse de bir yanı hep eksik oldu.
- Baba!

+ Evet, çünkü Meryem onu eksik doğurdu, Meryem, adı üstünde Kutsal Meryem'di o münzevi ve çok inançlı biriydi, Meryem'in annesi ona hamileyken, onu Rabbine adayacağını söyledi ve öylede yaptı, bu zamanla Meryem'i kutsal denilen o noktaya ulaştırdı, onu adeta Tanrıçalaştırdı, öyle ki inkar denen şey ona hiç yanaşamadı bile, o yüzden bir erkeğin ona yanaşması diye bir şey asla olamazdı. Işıl ışıl bir kadındı, güneş gibi parlıyordu.

Zaten bu yüzden kucağında çocuğu görenler, onun bir erkekle birleşeceğine de inanmadılar, Meryem asla öyle birisi değildi çünkü.
Meryem öyle halk ile iç içe de biri olmayınca, hep uzlette yaşadı, inzivalar da kaldı, manastırlar da hayat sürdü, kalabalıklardan hep uzak durdu.
- Yani Meryem hiç normal bir insan gibi yaşamadı, öyle mi?

+ Hem de hiç!
O Rabbe adanmış bir çocuk olarak doğdu, ve öylede yetişti.
Tabi o inzivada ki bir çiçek, manastırlarda ki bir gül oldukça, hayata dair, insanlığa dair, bir takım özellikleri yavaş yavaş yitirmeye başladı, o normal bir kadın değildi artık, o sâf bir sevgi, bir ruh olmuştu.
Kutsal Meryem denmesi bu yüzdendir. Uzun süre inziva da kalınca, insani özellikler gider, yerine ruhani özellikler gelir. Meryem de tam böyle olmuştu.
- Peki çocuk olayı, çocuğu olmasını Meryem mi istedi?

+ Hayır, Meryem istemedi, Meryem istemeyi bile isteyemeyecek durumdaydı, Meryem hiç manastırdan çıkmasın, hep bir oda da kapalı kalsın, hiç şikayet etmezdi ki? istekleri arzuları yoktu, dedimya insani özelliklerini yitirmişti Meryem, o artık bedeniyle de bir ruh olmuştu. Tabi %100 ruh değildi, öyle olsa o bedene de artık ihtiyacı kalmazdı ama bir kadının bu dünyada olabileceği en üst seviye de bir ruh olmuştu.
- Eksiklik bunun neresinde?

+ Hayat içindekilerle bir BÜTÜNDÜR bunun içinde ki bir şeyi alıp, onu %100 kullanınca, bunda da ısrar edince, onun karşıtı diğer şey %0 a düşer.
Hayatta her şey ikilidir, ve bunların %50 %50 payları vardır. Bu denge bozulursa insanda ki denge de bozulur, kırılma meydana gelir.
Sizinkiler demez mi? "Ne var alemde, mevcuttur Ademde"
- Yalnız Adem burada kinayedir, ondan kasıt insandır, o da kadın veya erkek fark etmez.

+ Bunu biliyorum elbet.
Özetle, Meryem çok temiz, çok pâk, çok kutsaldı, doğrudur ama insani değerler, hayatın koyduğu kurallar açısından da yarısı yoktu!
- Eksiklik dediğin bu muydu?

+ Evet, bu eksikliktir, bu mükemmellik değildir, mükemmellik diğer yarıyla tamam olur, yani Erkek ve Kadın bir araya gelecek, 1 bebek yapacak, mükemmelliğin sembolü budur.
- Çocuk bir nevi mükemmelliğin işareti, göstergesi midir?

+ Aynen, mükemmellik BÜTÜNLÜKTÜR aynı zamanda, bütünün parçalayınca bu mükemmellik olmaz.
- Meryem'in de çocuğu olmuş, o niye mükemmelliği temsil etmiyor, çocuksa o da çocuk!

+ Hangi bebek doğduğunda konuşur! bu doğanın kurallarına aykırıdır. Mükemmellik içinde acziyetten kusurlara, muhtaçlıktan zamana kadar pek çok şeyi içerir. Mükemmellik TAM demektir, içinden bir şeyleri ayıklayıp sunulması mükemmellik olmaz, eksiklik olur.
- İsa'nın babasız oluşunun eksiklik olması ilginç tabi!

+ Zaten en büyük özelliği babasız olması ama bu aynı zaman da en zayıf tarafı, o yüzden BABA arayıp durduya zaten.
Meryem kendi eksik olunca, ondan doğan da ister istemez eksik oldu!
Meryem bu işe çok üzüldü ama o hakikaten bu işin böyle olacağını bilmiyordu, zaten çokta masumdu, bebekler gibiydi, kutsal ruh ona ışıl ışıl bir erkek gibi görününce, bu Meryem'i çok heyecanlandırdı ve kendide henüz bir bedende olduğu için, bu içsel reaksiyonları tetikledi, bebeğin oluşma şartları oluştu ve mucizelerin bebeği doğdu.
Çünkü Meryem erkek ve kadın genlerine sahipti. Hatta Meryem daha ileri gitse, benim kader aynası ile yaptığım gibi, içinde ki o erkeği de çıkartabilirdi.
- Aman çıkartmasın, dünya bir Lilith faciasını daha kaldıramaz.

+ Hahaha,
- Hahaha,

+ Var mı bu konuda sormak istediğin, bak başka kimseyi bulamazsın böyle anlatan. ^_^
- Valla ne sorayım, masal gibi anlatıyorsun ki, ne sorsam saçma olur herhalde.
Aslında hesap edilemeyen bir sembolizm var dedin, onu çok anlamadım.

+ Doğru tabi onu unuttuk, Meryem babasız çocuk doğurması bir eksiklik dedik, aslında Adem'in de annesiz çocuk doğurması da eksikliktir.
Gerçi daha önce bunun böyle olmadığını söylemiştim, ama semavi dinler Adem'in kaburga olayına TAM inanırlar.
Hasılı Meryem'in babasız çocuk doğurması, Adem'in annesiz eşini doğurması eksikliktir. Eksik olmaması için ANNE ve BABA yani İMAN ve İNKAR, 2 zıt olmalıdır, anca böyle BÜTÜNLÜK olur.
Şimdi İnsanların inançlarına gelelim, İnkar erkeği, İman kadını temsil eder, semboliği budur.
Normalde iman inkara, inkar da imana muhtaçtır. Bir birleri olmadan var olmazlar, ZITLAR bir birlerine muhtaçtır, varlıkları birlerine bağlıdır.

Hal böyleyken bu ZITLAR birlerini kabul etmezler, karşı ile birleşmeyi reddederler.
- Senin Adem'i reddettiğin gibi mi?

+ Dur şimdi onu karıştırma, kabul etmeyince birleşme de olmaz, haliyle çocukta olmaz.
- Meryem'le Adem'in olmuş ama.

+ Sabırlı ol oraya geliyorum, diğer türlü Adem ve Meryem de olduğu gibi tek taraflı çocuk olur, olmaz değil ama bu eksikliktir, doğaya uygun değildir, bütünlük hiç değildir.
Bugün insanlar babasız ve annesiz çocuk olmaz derler ama yaptıkları işleri, düşünceleri babasız ve annesiz çocuk doğurmak üzere inşa etmişlerdir. Felsefeleri, ideolojiler, inançları bu temel üzerindedir, kendilerini de bu yönde kanalize etmişlerdir.
Bu en KUTSAL şeyleridir, oysa en kutsal dedikleri şey ise eksikliktir.
- İnanan ve inanmayan aslında benzer şeyleri mi yapıyor?

+ Aynen öyle, aslında ikisi de yanlış yapıyor ama bir birlerine baktıkların da birlerini eleştiriyorlarya, bu bir birlerinden kendilerine yansıyanları gördükleri için böyle oluyor. Aslında aynada kendi terslerini görüyorlar.
- Ayna yalan mı söylüyor, n'oluyor da böyle oluyor?

+ Aynalardan daha büyük yalancı mı vardır dünyada? Ayna doğrudur seni gösterir, ama ters gösterir, sağ elin aynada sol olur, sol gözün aynada sağ olur.
Tıpkı bunlar gibi, Hayat aynasın da imanın inkar olur, inkarın da iman olur. Hayat aynası da böyle ters gösterir bunu.
Asla imanı iman, inkarı da inkar göstermez!
- Yani şimdi bu insanlar, bir birlerine ayna mı?

+ Bir birlerinin kusurlarını gördükleri bir ayna, aynalar olmasa insanlar İÇ ALEMLERİ nasıl görecekler.
İnsanlardan çıkan, her türlü, söz, fikir, düşünce, inanç, ideoloji İÇ ALEMLERİNİ gösterir, kast ettiğim budur. İnsanlar bir birlerinin içine bunlarla bakarlar. Orada da iman ve inkar neyse onu görürler.
- İnsan kendi içine bakamaz mı?

+ Bakar da kendine kusur kondurmaz insan, kendini acımasızca eleştirmez, insanlar kendine karşı hep affedicidir. Biri yıllarca dinsiz yaşar, kafası bozar bir gün dindar olur, tam tersi de olur, inkarcı olur... Sonuç insanlar kendilerine merhametlidir, kolayca geçişte yaparlar. Ama mevzu karşı olunca, yapılmayan bırakılmaz.
Aslında insanlar karşılarına kızdıklarında, bilmezler ki kendilerine kızarlar.
- Sembolizmi şimdi anladım.
Peki sen Adem'le birlikte olsaydın, bu işler gene böyle olur muydu? İman ve İnkar böyle ayrı, bir birine düşman olur muydu?

+ Kader nedir biliyor musun?
- Yazgı, önceden programlanmış bir şey.

+ Orası öylede, neden buna da Kader denmiş, neden böyle kavgalı olmasından Kader mes'ul olmuş, bunu bilir misin?
- Bildiğim, olduğu kadar, olmadığı kader!

+ Ne münasebet! olduğu da kader, olmadığı da kader!
- Bunu nasıl açıklayacaksın merak ediyorum. =)

+ Açıklanmayacak bir şeyi yok, nasıl olsa kimse bunu bu şekil kabul etmez/edemez. Sonuçta insanlar da İRADE vardır ve o irade ile kendi yollarını kendileri çizdiğine inanacaklardır. Bu İrade olayı, iman ve inkar ehline iyi gelir, neticede iradeleri vardır. İrade olan yerde Kadere kim inanır!
- Kadere iman, imanın da şartı ama.

+ Onun için mi? ölene kadar ibadet ediyorlar! Onun için mi bu kadar maddiyat peşinde koşuyorlar, onun için mi olayları bu kadar insanlara mal ediyorlar.
Kader de insan iradesi olmaz, hayata gelmesi, dili, dini, rengi, cinsiyeti, ailesi vs. bir sürü şeyi Kader tayin eder, sonrası bile bu şekilde devam eder, hatta kimse, nerede, ne zaman öleceğini de bilmez, bu kadar bilinmezler içerisin de yaşarlar, hatta yarınlarını bile bilmezler ama genede irademiz var deyip, koşturup durmaktan geri de durmazlar.
- Ama insanlar tamda bu koşuşturmacalarına, kader deyip iman ediyorlar, kaderimi kendim yazıyorum, kaderim de varmış ki iman ediyorum, Tanrı beni seçmiş, ona şükran ediyorum diyorlar.

+ Bu kadere iman değil ki, bu adeta kişinin kendini kutsamasıdır, hemde seçilmiş olarak, ulvi bir yere getirmesidir. Kaderde ki rollerin iyisi kötüsü olmaz ki, bu insanların kendi yakıştırmasıdır, böyle zannetmesidir. Kader'e göre zaten herkes SEÇİLMİŞTİR, seçilmiş olmayan yoktur. Fakat kişi burada sadece kendini seçilmiş sanınca, işte o AYIRIM dediğimiz, bütünlüğe aykırı olan şey karşımıza çıkar.
Kader bu değildir. Bu kadere iman da değildir.
Kadere inanan biri, kaderin herkese bir rol biçtiğine inanır, dolayısıyla kimse kendiliğinden bir şey yapmaz, herkes rolünün hakkını verir. Hal böyle olunca da o kişide iç barış olmuş olur. Öteki türlü İnananlar bile zıtları savaşır dururlar.
- Kaderde savaş yok mudur?

+ Olur mu? kader demek barış demektir. Onu anladığın da suçlayacak kimse kalmaz ki?
- Bu kadar suçlu olan yerde, kadere iman da yoktur öyle mi?

+ Ben sustum, sen ver cevabı.
- Sen susarsan, ben dünden susarım.

+ Sözün özü Adem'le benim meselem de kadermiş, bende ilk başlarda anlamamıştım ama sonradan anladım ki hepsi de kadermiş!
- Ne zamandır bunu demeni bekliyordum. =)

+ Öyleyse ve İsa'nın aşkına gelelim, onuda söyleyeyim de tam olsun, eksik kalmasın ^_^
- Yani bu kadar eksiklikten bahsedip, onu eksik bırakmak olmaz.

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 23-01-2017, 04:44
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

- İsa'nın Aşkı! -
İki Aşk!
♥ ♥

+ İsa'nın son zamanlarını okudun değil mi? orada bir şey fark ettin mi?
- Evet, sanki biraz sinirli gibi bir İsa hissettim, adeta çevresine saran, onları azarlayan bir İsa.

+ Başka?
- Ölüme gitmesi mi? sanki intihar etmek gibi bir şey bu.

+ Aynen ama bir insan ölümün üstüne bu kadar gitmesi, başka bir şeyden kaçtığını da göstermez mi?
- Dünyadan!

+ Kısmen.
Aslında İsa'nın kafası karışıktı, o son zamanlarda ki sinirli hali de bu yüzden, biran önce dünya bitsin diye ölüme yürüdü ama hikaye bitmedi ki, devam etti ve İsa kimselerin bilmediği, gözlerden ırak bir yerde, genede yaşadı aşkını.
- Bu benim Muhammed'in aşkını anlattığım gibi, planları tutmayan bir İsa'dan mı söz ediyoruz yoksa.

+ Ayısının tıpkısından hemde, kadın çok güzeldi ve İsa'da anca "Seni kalbime gömdüm" diyebildi ona ve yolunu ayırdı, bu kadını güyâ kalbine gömdü. Sonrada peygamberlik işlerine gömüldü gitti tabi.
Lakin hiç bir zaman unutamadı.

Kalp bir mezarlık mı (?)
- Değil elbette, oraya bir şey gömülemez, illaki orası kabarır ve ne var ne yok ortaya çıkar, insanlar kalpten olan duygularını gizleyemezler.

+ İşte o çok bilmiş, bilgili İsa'da o aşkı kalbine gömebileceğini sandı, nasıl olsa kimseler de görmeyecekti, lakin bu boyundan büyük bir sözdü.
Gömmek ne mümkün! Aşk gömülemez!

İsa kontrolden çıkmıştı bir kere, kimselere de diyemeyince, ölüyüm de bitsin bu işkence dercesine ölümüne gitti.
Tahammülü kalmamıştı artık.
Ölümüne hiç direnmedi bile, çünkü tek kurtuluşu buydu ona göre, bütün hesaplarını bu yönde yaptı.
- Aşk için kendini feda etmek, tam da aşıklara göre bir tercih.

+ O kendini feda etti, doğrudur ama o insanların dediği gibi değildi mesele, insanlar onun bu fedakârlığını din ile örtüler. Bunu Tanrı ile özdeşleştirdiler. Tanrı için ölüme gitmek kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? ya da o insanların günahları için bir kefaret!

İsa bizim için ölüme gitti!
Bu ne kadar âsilâne, onurlu bir davranış değil mi?
- Hadi ya! Muhammed'in aşkı da bir din ile örtülmüş, aynısı İsa içinde mi oldu?

+ Gerçek hiç bir zaman söylenenler gibi olmadı, İsa, Tanrı için bile ölüme gitmedi, o sadece kalbine gömdüğünü sandığı bir aşktan, bir beladan, ruhunu yakan o kor gözlerden kurtulmak için, ölümü tercih etti.
Ölümü göze alamayan, aşkı bilemez!

Bu aşk İsa'ya göre, imkansız, yasaklarla örülü bir aşktı. O öyle zannetti, neticede bir peygamberdi, bu daha önemli bir görevdi diye kararını verdi.
Fakat verdiğine de bin pişman oldu, çünkü Aşk yakan bir şeydi, yangın da gittikçe büyüyordu.
- Hele de bunu kimselere söyleyememek, en fenası da bu olsa gerektir.

+ Kim dedi aşıklar, aşkını bülbül gibi şakır diye!
- Haklısın.

+ Aşk konuşturmaz insanı, çünkü yasaklarla örülüdür etrafı, normal bir insan anlatamaz bunu, insanların gözünde küçüldükçe küçülür, taşlanır çünkü, hele ki İsa, o dev gibi sözleri, dokunduğunu iyi etmesi filan derken, bir adı var alemde, insanların gözünde bir namı var, babasız doğmuş bir unvanı var, sıradan basit bir kadın, hele de buna bir de fahişe demişlerse, o halkİsa'yı da taşlamaz mıydı?
- Ama genede madem aşk ölümü bile göze almaktır, neden korkuyor ki? böyle ölsün!

+ Unuttuğun bir şey var!
- Nedir?

+ İsa'da da "İki Aşk!" var!
- Ayyy... şimdi anladım,"İlahi aşk!" ve "Aşkın ilahileşmesi!"

+ Yaaa... Bu İsa ne yapsın! birinden vazgeçecekti, o da kendince doğru tercihi yaptı.
- Bu tercihi yaptığı içinde, kendini ispat etti ve Tanrı tarafından ödüllendirildi.

+ Aynen, İki Aşk! - İki hikaye! - İki örnek! - Muhammed ve İsa
- Başkaları da var mı?

+ Başkalarına gerek var mı? Bunlar yetmez mi? Bunları anladın da başkaları mı kaldı?
- Mükemmel !!!

+ İsa ve Muhammed bir madalyonun iki yüzüdür ve ikisinin de sırları aşktır.
Sır denilen şey zaten Aşktır, başka hiç bir şey sır değildir!
- Dinler büyük aşkları örtmek için, mükemmel zemin oluşturmuş anlaşılan.

+ Bu öyle bir zemin ki, babasız doğan ve insanların Tanrı olarak gördüğü birini bile, bir sefil gibi çarmıhta öldüğüne inandıracak kadar hikayeler de üretebilir.
İsa, asla normal insanlar gibi ölemezdi, bunu akıl edemediler!
Normal insanlar gibi yaşamadı ki normal insanlar gibi ölsün!
- Kendileri gibi görmek insanlara iyi geliyor demek ki!

+ Kaç kişi bir tarafta aşkı, diğer tarafta peygamberliği arasında seçim yapabilir ki? ama onlar yaptılar ve peygamberliği seçtiler.

İşin aslı Muhammed de İsa da büyük oynadılar. Kendilerince büyük planlar yaptılar ama bu oyun onların sandığından da çok çok daha büyük bir oyundu.
Her şeyi göze aldılar, ölümü bile ama hesap etmedikleri tek bir şey vardı?
- Tanrı mı?

+ Aynen, Tanrıyı hiç hesap etmediler, tüm zamanların en sessizi mesele aşk olunca, devreye girer ve son dokunuşları o yapar.
- Hakikaten ya Muhammed meselesinde de o Zeynep dokunuşları olamasa, kimsenin haberi de olmayacakmış o meseleden.

+ Dedikya Aşk bir sırdır ve bunun bütününü yerde kimseler bilmez, tüm boyutları ile sadece Tanrı bilir ve o da kendince bunu öyle bir şekle sokar ki gene kimseler bilmesin diyedir bu. Bu işin kokusunu alanlar, şüphelenenler bu meseleden ayrıdır.
Zira Tanrı aşka büyük saygı duyar. Onun için her şeyi yapar, her kanunu, her yasayı, her töreyi deler geçer, tüm planları bozar, hatta doğanın kanunlarını bile hiçe sayar.
- Yani İsa o gün gerçekten ölmedi mi? peki aşkını yaşadı mı?

+ Şüphen mi var!
Bu aşkı yaşamadan İsa nasıl ölebilirdi ki? Kader böyle bir şeye asla izin vermez!
Çarmıha kadar olanlar kağıt üstünde İsa'nın planı idi ama sonrası ve öncesi tamamen Tanrı'nın planıdır, kaderin oyunlarıdır, o gün orada bir vizyon gerçekleşti ve İsa'yı öldürdük zannettiler, oysa başkasını öldürdüler, İsa başka taraftan, aşkına doğru çoktan yollara düşmüştü bile.
- Ya Havariler!

+ Onların ve İsa'ya inananların kalplerine Tanrı tarafından bir korku salındı ve hepside ortalardan kayboldu, düşünsene Tanrı kadar önemli biri öldürülecekti ve buna gökler nasıl kızmazdı !...
Bir inanan, bu olaya nasıl şahit olabilir?
İnançlı kalpler nasıl tahammül edebilir?

Buna kimse şahit olmak istemedi o yüzden saklandılar, sindiler, hele de iman edenler asla o yöne bile bakmaya cesaret edemediler!
Korku dağları gerçekten sarmıştı, bu korku ona inananlara yetti !...
Hatta o korku kalıtım yoluyla, onlardan sonra gelenlere bile yetti !...

Korku kuşaklardan kuşaklara aktarılan bir şeydir!

Bu korkuları yüzündendir kiİsa öldü diye bildikten sonra, inananlar Hristiyanlığa dört elle sarıldılar, o korku ile dört bir yana Hristiyanlığı anlattılar.
Bunu parayla pulla, yalanla dolanla asla yaptıramazsınız, bunu anca gönülle yaptırabilirsiniz. Onlar bu gönüle, pişmanlıklarıyla sahip oldular.
- Bir dakika! İsa onlar için aşkından vazgeçti ama onlar İsa için hiç bir fedakârlıkta bulunmadı, öyle mi?

+ Öyle!
- Ne trajik bir son!

+ Ama sonradan bu trajediyi affettirmek için de çok çalıştılar.
Çünkü onlarda biliyorlardı ki onlar İsa'yı yalnız bıraktılar, onu savunmadılar, onun için hiç mücadele etmediler.
Meryem'in oğlu İsa yalnız öldü! Bu tarihe böyle geçti!

İste bu pişmanlık yüzünden de Hristiyanlık bu kadar yayıldı.
Sevgi dini dedikleri şey, aslında bir korku ve pişmanlık dini olmuştu.
İsa günahlarımıza kefaret olarak öldü derlerken, bu en dipte de onların İsa'ya olan, gecikmiş bir vefâ borçlarıydı.
- Çok ilginç!

+ Daha ilginci, sonradan Hristiyanlar bu korku ve pişmanlığı unuttular, daha doğrusu bunu bir günah olarak evirdiler, ve içini başka bir şeyle doldurup, bu günahı başka bir olaya bağladılar. Çünkü bunun hatırlanması, hakikaten insanlara acı veriyordu, onun yerine günah ve vaftiz ve af ile bu acının üstünü örttüler.

O gün(ün)ah(ı) onları tuttu!
- Gün-ah! o yüzden diğer iki dinde vaftiz yok!

+ Bu onlara mahsustu, o yüzden İsa yaşarken yapmadıkları görevlerini, o öldükten sonra ki korku ile yaptılar.
İsa canlıyken sevgiyle yaptıramadığını, öldükten sonra ki ölüm korkusu yaptırdı!

Korku çok büyük bir güçtür, sevgi de eşit bir güçtür ama yumuşak bir güçtür.
- Hayattayken tuz katmazlar aşına, ölünce türbe dikerler başına!

+ Ölüme giderken götürenlerin hiç biriİsa'yı tanımıyordu bile, onlara lazım olan bir isimdi.
- ve o isimde bir hain tarafından verildi hemi, tabi bir başkası gösterilerek.

+ Kimine göre hain, kimine göre de sadık! artık ne fark eder ki isim verildi mi verildi, yer gösterildi mi gösterildi! askerler yaka paça birini götürdü mü götürdü, Emir yerine geldi mi geldi!!
- O da mı işin içindeydi?

+ Her zaman arada biri olur, işleri kolaylaştımak veya zorlaştırmak içindir bu. Yolu açar veya tıkar, böyledir bu işler.
- Akıl alacak gibi değil!

+ Aslında işin içinde olmayan kimse yoktu ki eğer sorduğun buysa, herkes Tanrı planının bir parçası oldu, İsa'yı öldürenlerden, İsa'yı kaçıranlara, ona tükürenlerden, cesedini taşıyana herkesler işin içindeydi ama kimselerde işin içinde olduğunu bilemedi. İsa bile bilemedi, ötesini var sen hesap et!
- İsa'nın da bilemediğini, ben nasıl hesap edeyim!

+ Kimileri zevkten dört köşeydi, yalancı bir peygamberin ölümüne gülerek katıldılar, kimileri de korku ile sinebildikleri kadar sindiler.
Akıllar tamamen devre dışıydı, devrede sadece HİSLER vardı ve deprem filan da olunca vizyon öyle bir değişti ki, bir oldu bitti ile hikaye böyle bitti.

O gün bir tarih yazılıyordu ama zaman da durdurulmuştu, hiç bir şey ne geri gitti, ne de ilerledi, kimse hiç bir şeyi kendinden yapmıyordu, rüyada gibiydiler, şuurları yok gibiydi, anca komutlarla hareket ediyorlardı, kimse kendinden bir eylem yapmadığı için, zaman nasıl geçiyor kavramı oluşmamıştı, sonradan sadece tek tük görüntüler hatırladılar.

Derken bir depremle kendilerine geldiklerinde, İsa öldü dediler, onlara gösterilen vizyon bu idi. Ama uyku sersemi gibi oldukları için, hemen de ayıkamadılar, haliyle olaya vakıf olamadılar. Kendilerine gelmeleri günler sürdü.

İsa'nın cesedini bile kaç gün sonra almak akıllarına geldi. O derece zaman vurgunu yemişlerdi ve birden bire zaman eski işleyişine geçince, bu şok etkisi yarattı.
Aslında deprem denilen şeyde, bu şok yüzünden olan bir şeydi.
- Vay anam vay! bu neymiş böyle.

+ Bu hikayeden, bir birinden farklı başka üç ana hikaye daha doğdu.
- İkisini biliyoruz diyelim, peki öteki bilinmeyen İsa n'oldu? hikayesi nasıl devam etti.

+ Aşkını yaşadı dedimya, ötesi var mı? Hikaye nasıl devam ederse etsin, bugün o günlerden kalan soyunu bilseler, sence onu yok etmezler mi? kökünü kazımazlar mı?
- Bilinmezlik örtüsüyle örtmek, hikayenin kahramanlarını korumak içindi öyle mi?

+ Evet! Buna bizim tarafta Tanrı jesti derler!
- Bu nasıl bir jest! işleri bu hale getirmek, kaotik bir hale sokmak, nasıl bir jest olur ki?

+ Bir şeyi gözden kaçırıyorsun, bu insanlar peygamberlikleri için aşklarını gömen insanlar, kendilerini ispatladılar, bunun için her şeyi yapabileceklerini gösterdikleri anda, Tanrı onların sadakatinden emin oluyor, onlara olan vaadini gerçekleştiriyor ve onlara ödül olaraktan bu aşkı yaşamalarına izin veriyor. Bu jest değilde nedir?
- Ama insanlar bilmiyor ki bunu bu kadar gizemlerle, sırlarla örülmesine ne gerek var?

+ Anlayamıyor musun !?
Tanrı bunu yaparken, o da kendi itibarından fedakarlık yapıyor, Tanrılığını bir kenara koyuyor !...
- Aha! Tanrı bu sırrın bilinmesini o yüzden istemiyor yani, oy oy oyy!

+ Hele şükür, meseleyi anlamaya başladın, bir şey örtülmüşse bir sebebi vardır. Olay sadece insanların inandığı şeylerin zarar görmesi değil, Tanrısal ilkelerin de zarar görme endişesidir yani.
- Mesele bildiğin gibi değil diyorsun yani.

+ Hiç bir şey görüldüğü gibi değildir!
- Kesinlikle değilmiş, işin içinde ne işler varmış.

+ Bu kadar yetmez mi?
- Yeter, hatta hakikaten yeter!
Benim bunları hazmetmem bir ömür sürer, olaya bakar mısın?
İnsanların din dedikleri şeylerin ardında, büyük aşklar olması akıllara zarar!

+ Dinler aslında iyi birer taşıyıcıdırlar, geçmişi geleceğe taşırlar.
- Böyle taşıma mı olur? asıl hikaye harici ne varsa, ne hayal etmişlerse onu taşımışlar.

+ Tamam işte bende onu kast ediyorum zaten.
- Anlamadım!

+ Dinler geleceğe hayali taşıyorlar, doğru mu?
- Ok.

+ Ama asıl hikaye de altta bir yerler de öylece duruyor, doğru mu?
- Ok.

+ İşte sır denilen şeyler bunun için vardır, yani o sırlar bir gün açıldığında insanlar şok geçirsin, şaşırsınlar diyedir bu.
Sırlar sonsuza kadar sır olarak kalmazlar, onlar bir gün açılmayı bekleyen goncalar gibidirler.
- Yani bu tohumlar toprağa ekildiler, açmayı bekleyen çiçekler gibiler öyle mi?

+ Daha fazla söze gerek var mı?
- Öyle diyorsan öyle olsun.

+ Öyle dediğim için değil, öyle olduğu için, öyle söylüyorum.
- Peki sen ne zaman çiçek açacaksın, onu ne zaman göreceğiz.

+ Ah! sen yok musun sen!
Ağzımdan bu kadar lafı aldım, arada onuda nasıl alırım derdindesin öyle mi?
- Başka ne olacaktı, bu senin hikayen benim değil, senin hikayeni senden dinlemekten daha masum bir istek olabilir mi?

+ Sen Felâsife değilsin! tam bir Belâsife'sin.
- Aha! bak bende bunu hiç beklemiyordum, çok şaşırdım iyi mi?
İyi bir şey mi demek istedin, yoksa kötü bir şey mi, çok anlamadım.

+ Daha yaşın genç, anlarsın.
- Elli genç mi oluyor, valla iyiymiş.

+ Geç olsun da güç olmasın.
- Sanırım sıkıldın zira cevaplar muğlaklaşmaya başladı. =)

+ Seninle konuşmak hem zevk, hemde işkence, bunu yüzüne söylemeliyim.
- Dost acı söyler hemi.

+ Bak sende de cevaplar muğlaklaşmaya başladı ^_^
- İki muğlaktan, bir mutlak çıkmaz!
Belâsife önünde saygı ile eğilir, sevgilerini gönderir.

+ Ayyy!! sen insanı öldürürsün ^_^
- Bana Belâsife demeyecektin, onun gereklilikleri bunlar =)

+ Doğru! sana vesile olan o belalı güzellik benim!
- Benim suçum y..

+ Ayy yeterr!! ben gidiyorum artık! işlerim güçlerim var ^_^
- Hani hep buradaydın, nasıl gideceksin!

+ Gidince anlarsın.
- Kızmaca yok değil mi, hepsi latife idi nihayetinde.

+ Bana kur yapmıyorsun değil mi?
- Bunu da senin bana latifen olarak alıyorum, Lilith'ten latifeler =)

+ Sen hakikaten Belâsife'sin! ^_^
- Sen de çok Letaife'sin!

+ Beni görmeden nereden biliyorsun, letaifliğimi?
- "Gönül penceresine can kulağımı koydum, dudak görmedim amma konuşulanı duydum" Mevlana

+ Delisin sen!
- Senin kadar değil!

+ Çılgınsın sen!
- Yanında adım olmaz!

+ Ne halin varsa gör!
- Kız Lilith !...

+ Hahaha,
- Hahaha,

+ ^_^

- =)

♥ ♥ ♥
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU 'dur.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 06-03-2017, 21:27
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

DÜŞÜNCE KENDİNİ ARIYOR !
RobSan
Robot=İnsan

+ Felasife uyan.
Uyan Felasife!
Uyan...
- Ta-tamam kalkıyo... ama ben bu sesi tanıyorum.
Lilithhh!

+ Günaydın Felasife
- Gecenin bir yarısı, nasıl bir günaydın bu. Daha uyuyalı 10 dk. olmamış, gözlerim bile açılmıyor.

+ Sanki ilk kez karşılaşıyorsun böyle bir durumla, beynin ve bedenin ne zaman bir biriyle uyum içinde oldu ki?
- Hakikaten ya çoğu zaman hiç uyum içinde olmadı, Beynim kapandığında gözüm kapanmadı, gözüm kapandığından beynim kapanmadı.
Bu niye böyle oldu ki?

+ Cevap sorunun içinde değil mi?
- Valla cevap içindeyse bile onu göremediğim kesin, biraz anlatır mısın?

+ Biraz ne demek, sana tüm hikayeyi anlatabilirim. İnsanlığın hikayesi bu aynı zamanda.
- Vayy...

+ İnsan ve Robot, sence aralarında ki fark ne!
- Fark üretim aşamaları, robotları insanlar kendi işleri için programladıkları makineler diyebiliriz.

+ Başka!
- Ne iş için üretilmişse, onu yapan makineler, kısaca budur.

+ Peki İnsan!
- Doğada doğmuş, gelişmiş, büyüdükten sonrada istediğini yapabilen özgür bir canlı!

+ Özgür mü?
- Değil mi?

+ Neyden özgür mesela!
- Pek çok şeyden özgür mesela, istediği inancı yolu seçebiliyor, kararlarını kendi verebiliyor, üreyip çoğalabiliyor, medeniyet, alet edevat derken, yaşam koşullarını da değiştirebiliyor, neticede irade sahibi, bunlar onu özgür kılıyor.

+ Bunları dişiyle tırnağıyla hayatın içinden mi çıkartmış, yoksa bunlar zaten hayatın içinde var mıymış?
- Yani hayatın içinde olmayan ne çıkartabilir ki? hadi çıkarttı diyelim, bu ne kadar gerçek olabilir ki?
Bu anca hayal olur!
İnsanlar tarafından kabul görmeyen bir şey, hayata nasıl uygulanabilir ki?

+ Yani, insanların gerçeği, gene kendi çizdiği sınırlar içerisinde kalır öyle mi?
- Bunun başka yolu yok ki, bu böyle mecburen, zaten olmayan bir şeyde kalmamış ki, insanlar ne var ne yok ortaya da çıkartmışlar.

+ İnsanlar onaylamayınca, bir şeyin gerçek olabilmesi mümkün değil diyorsun yani.
- Bunu ben değil ki herkes böyle diyor.

+ Herkes!
- İstisnasız!

+ Peki herkesin bunu böyle bilmesi, bu böyledir demesi yanlışsa, sizin deyimizle bir örtü ise!
- Gerçeği insanlar, başka bir gerçekle mi örtüyorlar diyorsun.

+ Evet! tam da onu diyorum.
Bir şeye herkes doğru demişse, bu herkesin başka bir seçeneği olmadığı için, öyle demeye mecbur olduklarını gösterir.
- Zoraki gerçeklik mi!

+ Buna gerçeklik yanılsaması da denir.
- Daha hiç bir şey açıklamadın, açıklamadığın şeyin kısa adını değil, uzun hikayesini bekliyorum ben.

+ Çokta sabırlıymışın ^_^
- Öyleyimdir =)

+ İnsanlara kalsa her şey matematiksel yaratılmıştır, evrende matematikseldir, oysa matematik doğada yoktur, insan çevresini incelemeden, her şeyi matematiksel görmeyi sever, oysa ormanlar, dağlar, denizler, araziler, bitkiler vs. hepsi gelişi güzel, salaş bir biçimdedirler, böyle varolmuşlardır, hesap kitapla bir işleri yoktur.
- Bunları biliyorum, sonuçta insan icadı ve insanlar da icatlarını her yere taşımak istiyorlar, her şeyi de böyle açıklamak istiyorlar.

+ Evet, bir şeyleri açıklamak, cevaplar bulmak onları rahatlatıyor olabilir ama bir yandan da gerçeklerden de bir o kadar uzaklaştırıyor.
Haliyle buldukları o gerçek, o neyse bir süre sonra, biri çıkıp o yanlıştır diyor ve hoop bütün bildiklerini güncellemek zorunda kalıyorlar.
- Dinde, bilimde bu güncelleme işleri olmasa bu günlere gelemezlerdi zaten, güncellenmeye mecburlar.

+ İşin garibi o zamana kadar doğru diye inandıkları bildikleri bir şey, o dakikadan sonra yanlış oluyor, ve bunu da sineye çekiyorlar.
Neden?
- Neden?

+ Başka seçenekleri yok ki bu seçeneksizlikten böyle oluyor!
- Yani hiç seçeneksizlik yerine, bir seçenek olması iyidir mi mantığı?

+ Evet aynen öyle.
Bu kadar lafı bunun için anlattım, seçeneksizlik insanlar için, kabus gibidir, o yüzden illa bir seçenek icat ederler, doğru veya yanlış olmasıda önemli değildir, bir seçenek olsun, bir cevap olsun meselesidir mesele.
- Cevap olmasa olmasın, illa cevap olacak diye bir kural olmasa gerek, bu neden bu kadar önemli ki?

+ Önemli çünkü, insanın kodlarında bilmiyorum diye bir kod yok!
Esas mesele o!
- Kod derken!

+ Kendine bak! bilmiyorum dediğin ne var!
- Pek çok şey var, ben mesela yarınlarımı da bilmiyorum, yarın n'olacak, ne bitecek, ne zaman öleceğim, ölümden sonrası, vs. diye uzar gider bu, kısaca pek çok şey var. Bilim teknik tarafında da pek çok şey var bilmediğim zaten bilinecek gibide değil.

+ O tarafı hiç karıştırma onlar birer meslektirler, din adamlığı da bir meslektir, meslekleri herkes bilemez zaten, bu gayet normal.
- Normal mi, bir yaşıma daha girdim =)

+ İlim irfan, din bilim birer meslektirler, para kazanmasalar, makam mevki sahibi olmasalar kim hangi kitabı açar, kim hangi bilinmezin peşinden koşar.
- Ahaha, ilahi Lilith bir ömürsün, seni çok sevdim ben =)
Sen her zaman gel, derin uykulardan uyar beni, gözlerim kanlar otursun ama ruhum seni dinlesin, razıyım ben.

+ ^_^
Bilmiyoruma geri gelelim, ne dedik insanın kodları arasında bilmiyorum yok!
Mesela sen bile çoğunca bilmediğimi biliyorum diyorsun, Filozofta böyle dememiş mi "Bildiğim bir şey varsa o da bir şey bilmediğimdir" böyle demek bile bir bilgidir ve bilmektir, bu bilmiyorum demek değildir ki biliyorum demektir!
- !!

+ Niye n'noldu!? sen bilmiyor biri değilsin, kendince bilen birisin, tek farkla bilmiyor bilincine ersende, buna genede bilerek erensin. Fakat bu genede dediğim "insanın kodları arasında bilmiyorum yok!" sözüne yaklaşamadığını gösterir.
Yani sende o filozoflarda bilmeyen değil, bilenlerdir, herkes bilenlerdir zaten, çünkü kodların bilmiyorum yok, hakikaten yok!
Olmadığı için de bilmiyorum sözü denk gelen her yerde, bu sözün yerine, bu sözü ört-bas edecek başka bir kavramlar getirilir.
Bilmiyorum'a en iyi kamuflaj biliyorumdur!

Çok örnek verebilirim, örn. "Her yer" insan evinin biraz ötesini bile bilmez ama mesele Tanrı olunca o her yerdedir der çıkar, veya matematik her yerdedir der çıkar, ve ya ne bileyim her şeyin bir sebebi vardır derler, derler de derler.

Oysa gerçekte bunların hiç birini de bilmiyorlar, bilmeleri de mümkün değil ama o "Bilmiyorum" sözcüğü kodların da olmadığı için, bilmediklerine bile biliyoruz demeye mecbur kalıyorlar.
- Daha iyi anlamak için soruyorum, insanların iyi bildikleri şeylerin altında, aslında bilmiyor olmaları mı yatıyor?

+ Çoğunun altında bilmiyor oldukları gerçeği yatıyor, ama onu didiklemeye de korktukları için, onu öylece de bırakmıyorlar.
Biliyoruz diye etiketleyip öyle bırakıyorlar.
Bir şeyi bilmemek, onu yanlış bilmekten daha kötü olamaz diyerek, bilmeye sıkı sıkı sarılıyorlar.
- Hem bilmiyor olacak, hemde bilmediğini bilecek, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, öyle mi?

+ Aynen öyle, bilmemek bilinemez, ona kılıflar giydirilmiş olsa bile genede bilinemez.
O zaman bilinmez, bilinmez olmaz ki?
- Ne olur?

+ Artık ne dersen de, ne fark eder ki?
Yanlış de, hatalı de, örtülmüş de, ıskalanmış de, ne dersen de, bilinmez gene bilinmez olarak kalacaktır demektir bu.
- Ee nasıl bileceğiz o zaman biz onu?

+ Sorunda oradaya zaten, bilemeyeceksin! kimsede bilemeyecek bunu! Tanrı da bilemedi zaten bunu!
- Nasıl yani?

+ Hikayeyi bilmiyorsun değil mi?
- Hangi hikayeyi!

+ Tanrının hikayesini!
- Biliyorum demeye korkuyorum, çünkü bam-başka bir şey anlatacaksın gibime geliyor.

+ ^_^
...
- Bu sessizlik!
Biliyorum ben bu sessizliği, evet diyememenin sessizliği bu!

Gönder ne gelirse gelsin.

+ Dinlere göre Tanrı nedir? her şeyi yaratandır değil mi?
- Evet.

+ Bu gerçekte hiç böyle değildir, Tanrı hiç bir şey yaratmamıştır, her şey zaten vardı o da tıpkı sizler gibi, her şeyin hazır olduğu bir aleme gelmiştir.
Tek farkla! o sizler gibi doğmadı, doğrulmadı, o bir tasarımdı ve öylece biranda oluşturuluverdi, ondan önce onun gibi bir şeyde yoktu, bu doğruydu ama o hiç bir şeyi de yaratmadı, sizlerin bilmediği buydu.
Daha ilgincide o da bunu böyle sandı, onun da bilmediği buydu, yani her şeyi ben yarattım sandı ve buna kendide inandı.

Bir şey demedin!
- Ne diyebilirim ki tutuldum kaldım resmen.
Tanrı vardı ama hiç bir şey de yaratmadı, buna kim ne diyebilir ki?

+ ^_^
Tamam, devam ediyorum.
Bu öyle bir inanıştı ki, yer yüzünde hiç kimse o denli bir inanca sahip değildir, Tanrı kendinin Tanrı olduğuna inandıktan sonra, Tanrısal bir şekilde düşünmeye başladı, zaten her şey vardı, fakat her şeyi bir şekilde ele geçirmeli yönetmeliydi, adeta imzasını atmalıydı.
Fakat bir sorunu vardı yaratma gücü yoktu, pek çok şeyi biliyor ama iş uygulamaya gelince, bunu uygulayacak zemin bulamıyordu. Bedensiz bir ruh gibiydi.
- Bu nasıl Tanrı anlamadım, vücudu yoktu ama düşünebiliyor muydu?

+ Aynen, o bir tasarımdı demiştik, düşünce formuydu, sizin deyiminizle yazılımdı, o bir çeşit yazılımdı ama bedeni olmayan bir yazılım.
Ona bir beden lazımdı, o da beden olarak kendine Ademi seçti.
Ne demişti onun için.
- Kendi yerime bir halife yaratacağım!

+ Aynen, kendi yerine geçecek, onun gözü, kulağı, eli vs. azaları olacaktı, ve böylelikle onunla Tanrı da çeşitli yaşamları yaşamış, deneyimlemiş olacaktı, ayrıca isminin anılması da sağlanacaktı, ki Tanrı o kendi ilahi yalnızlığını bir nebze olsun unutacak ve kendini iyice Tanrı olduğuna inandıracaktı.
- Tanrıya Tanrı olmak iyi mi geldi diyorsun yani?

+ Başka ne olabilirdi ki?
Aslında ondan istenen de tam da buydu, o kendinin Tanrı olduğunun bilincine ersin, Tanrı olmadığının bilincine asla ulaşamasın, istenen buydu.
- Böyle bir şeyi, kim niye istesin ki?

+ Kim mi?
- Başkaları da mı var?

+ Kimler yok ki?
- Sen varsındır kesin!

+ Benimde payım vardır elbet ama hepiniz varsınız, teorik olarak herkes için içinde ama pratikte de kimse bunun bilincinde değil.
- Nasıl yani, herkes mi işin içinde?

+ Bu hikayeyi enteresan yapanda tam da budur zaten!
- Ama niye hiç kimse bilmiyor bunu?

+ Tanrı nasıl Tanrı olduğunu bilmiyorsa, insanlar kendini bilmemiş çok mu?
- Hahaha, çok anlamadım ama madem öyle diyorsun öyle olsun.

+ İnsanda yazılım kökenlidir aslında, o yüzden hafıza olayları yoktur, hafıza/bellek için elle tutulan ekstra sabit şeylere ihtiyaç vardır.
- Ruh değil miydi o?

+ Ruhta zaten bir çeşit yazılımdır, beden olmadan statiktir, eylemsizdir, kendi bilincine eremez, lakin ona bir beden verildiğinde, dinamikleşir ve yerinde durmaz.
- İnsan dediğimiz şey bir robot mu?

+ Evet, organik bir robottur!
- Ufff!

+ N'oldu sanki canın çok yanış gibi oldun!
- Nasıl yanmasın, insana organik bir robot dedin, ben bile şu taktirde bir robotum öyle mi?

+ İnsanı geçtik, bana canlı olupta robot olmayan bir şey gösterebilir misin?
- Nasıl yani.

+ Bir çiçek, bir ağaç, o olduğu şeyin aksinde başka bir şey olabiliyor mu? O nasıl programlandıysa onu oluyor, başka bir şey olmuyor, bu robot değilde nedir?
- Yalnız ben doğayı hiç bu şekilde düşünmemiştim, hatta onun kutsallığı filan noktalarından düşünmüştüm, ona bir robot/program demek beni aşar.

+ Doğanın ruhları olduğuna inanıyorsun, bitkiler, hayvanlar, dağlar, ormanlar vs.
- Evet, buna inancım tam.

+ Üstte ne dedik, Ruh bir çeşit yazılımdır, beden/bitki/hayvan her ne ise, onu yaşatan candır senin için öyle değil mi?
- Evet!

+ Tamam işte, mistik dünyanın yazılımı da Ruhtur, o Ruh dediğin şeyi kaldır yerine yazılım/program onu koy ve tekrar bak!
Fark eden bir şey yok ki, ikisi de aynı kapıya varıyor.
- İtiraf etmeliyim ki Lilith çok kafamı karıştırdın, daha doğrusu inandığım bir şeyi şu an yerle bir ettin.
Bana biraz zaman ver, bunu biraz düşünmeliyim, hazmetmeliyim, kafamı toplamam lazım!

+ Tüm zamanlar senin olsun. ^_^
- ...

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Etiket
adem, aşk, lilith


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:47 .