Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Turan Dursun > İlhan Arsel & Arif Tekin Makaleleri

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 14-12-2013, 01:10
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart Dünyaya gelmesi istenmeyen,somürülen,oldügünde cehennemlere layık bir yaratık; kadın

Bundan önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, her ne kadar İslam'ın kadınü'ı yücelttiği ve kadın haklarını "ulaşılmaz" noktalara eriştirdiği ve ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda eşitlik getirdiği iddia edilirse de, ne yazık ki bu iddialar gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır.

Hiç kuşkusuz diğer semavi dinlerde de kadın'ın zavallı durumlara indirildiği, hak ve özgürlükten yoksun edildiği görülmekle beraber, denilebilir ki şeriat dininin bu konularda getirdiği aşırılıklara başka hiçbir sistemde rastlanmaz. Hiçbir toplumda kadın, şeriat dünyasında olduğu ölçüde erkeğin hizmetine ve sömürüsüne terk edilmemiş ve "kötülük ve uğursuzluk" kıstası yapılmamış, "kara köpek, eşek, domuz, at, vs." gibi yaratıklarla eş kerteye itilmemiştir. Ve kadın'ın bu içler acısı kaderi daha dünyaya gözlerini açtığı andan ölüm döşeğinde kapayacağı ana kadar sürüp gidecek şekilde ayarlanmıştır.

Çünkü o, kız çocuğu olarak doğduğu an ye's ile karşılanan, çocuk yaşlarda eve kapatılan ve sonra bilmediği ve muhtemelen istemediği bir kocaya aktarılan, kocasının hizmetlerini ve şehvetini karşılamaktan ileri bir değere layık kılınmayan ana olarak (gerçek anlamda) saygıya muhatap tutulmayan, ömür boyunca ya kocasının ya babasının ya erkek kardeşinin ya da velisinin iradesine bağlı olarak yaşayan ve yaşantılarıyla ilgili her şeyi onlardan birinin aracılığıyla yapmaya mahkum olan, yaşlandığında arzu duyulmayan ve nihayet bu çileli ve (çoğu zaman) mutsuz yaşamı sona erince üç günden fazla yas tutulmaya layık kılınmayan(1) ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de cehennemdekilerin çoğunluğunu oluşturan ya da kocasının izni ile cennetlere girse bile, orada kocasını cennet hurileri ile sarmaş dolaş bulan ve üstelik Kur'an'ın tarifine göre bu "ceylan gözlü ve memeleri yeni sertleşmiş" dilberlerle rekabet edecek olanaktan yoksun bırakılan bir yaratıktır.

Gerçekten de Müslüman ülkelerde kız çocuk, birazdan göreceğimiz gibi, dünyaya gelmesi istenmeyen ve geldiğinde de "evlat" gözü ile görülmeyen bir biçaredir. "Evlat" sözcüğünü biz, her ne kadar günlük konuşmalarımızda, kız ve erkek çocuklar karşılığı olarak kullanmakta isek de, bu sözcük özü itibariyle kız çocukları kapsamaz; sadece "erkek çocuklar" anlamındadır. Zira evlat sözcüğü aslında velet sözcüğünün çoğuludur. "Velet" ise "erkek çocuk" demektir; bu itibarla "evladımız" ya da "evlatlarımız" dediğimiz zaman "erkek çocuklarımız" demiş oluruz. Ne var ki, toplum bilinci, zamanla bu sözcüğü, kız ve erkek çocuklar karşılığı olarak benimsemiştir. İşte aslında evlattan sayılmayan kız çocuk, daha küçücük yaşlardan itibaren ailenin "itaatli", "terbiyeli", "iffetli" kızı olarak görünmek, evlenme çağına geldiğinde kime verilirse ona gitmek çaresizliğindedir. Kocasını kendi seçmediği gibi, evlilik sözleşmesini de kendi yapamaz; bunu onun adına velisi kim ise o yapar ki; genellikle baba ya da erkek kardeşlerdir. Mehri'nin ne olacağını kendisi değil velisi saptar. Evlenme akdi, onun bakımından, kocasının hizmetlerini görmek, şehvetini gidermek ve onu cennetteki hurilere hazır etmek ve çocuk doğurup yetiştirmek demektir. Çocuklar hukuken ona değil kocasına ait olup, boşanma halinde kendisine değil kocaya ya da kocasının yakınlarına verilir. Evlilik boyunca kaderi, kocasının iki dudağı arasından çıkacak birkaç söze bağlıdır; zira boşama hakkı ona tanınmamıştır, kocaya tanınmıştır. Ve koca bu hakkı, hiçbir şart ve kayıtla bağlı olmaksızın, dilediği gibi kullanmakta serbesttir.

Bütün bunlar bir yana fakat İslam'a göre kadın bir de "aklen ve dinen dun (eksik)" yaratık olarak damgalanmış; mirasta erkeğin payının yarısına ve tanıklığı erkeğin tanıklığının yarı değerine layık sayılmıştır. Her ne kadar kadına hak ve özgürlük tanır görünen bazı hükümler var ise de bu hükümlerin aldatıcı ve hatta kadını daha da acınacak durumlara sokucu olmaktan ileri bir değeri bulunmadığı ilerdeki sayfalarda sergilenecektir.

"Şeriat ve Kadın", İlhan Arsel, Kaynak Yayınları:232, 19.Basım, Mart-2012, ISBN: 978-975-343-200-9, sayfa:223-225


(1) Ümmü Atiyye'nin söylemesine göre, Muhammed, ölen bir kadın için üç günden fazla yas tutmayı yasaklamıştır. Fakat ölen erkek ise, bu takdirde karısının dört ay 10 gün yas tutmasını ve yas içinde iken gözlerine sürme çekmemesini, süs için boyanmış kumaştan elbise giymemesini emretmiştir.


*
Baslik, sayin Erdem Alaca tarafindan bolume kazandirilmistir.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 17-12-2013, 00:04
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Muhammed'e Göre Tanrı Kadın ve Erkeği Birbirine Düşman Olarak ve Bir Süre Beraber Yaşamak Üzere Yeryüzüne İndirmiştir; Fakat Asıl Düşman Kadındır

Daha önceki bölümlerde Muhammed'in, kadını fitne ve kötülük kaynağı yapmak üzere, Adem ve Havva olayını ne şekilde ele aldığını belirtmiştik. Hatırlanacağı gibi, Kur'an'a yerleştirdiği hükümlerle Tanrı'nın Adem'i yarattıktan sonra Havva'yı ondan var ettiğini ve sonra Adem'e hitaben:

"Ey Adem, eşin ve sen cennette kal, orada olanlardan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın..." (K. 2 Bakara Suresi, ayet 35)

diyerek onları, belli bir yasağa uymak kaydıyla cennete yerleştirdiğini, fakat bu yasağı dinlemedikleri için cennetten attığını söylemiştir.

Bu konuda yerleştirdiği diğer hükümlerden anlamaktayız ki, Adem ve Havva cennetten çıkarıldıktan sonra yeryüzüne gönderilmişlerdir; fakat her ne hikmetse "birbirlerine düşman edilerek sadece bir süre beraber yaşamak" üzere gönderilmişlerdir. Nitekim Bakara Suresi'nin 36. ve A'raf Suresi'nin 24. ayetlerinde, yekdiğerini tekrar eden şu sözler yer almıştır:

"...Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz." (K. 2: 36; 7:24.)

Eğer şeytana kanıp yasak ağaçtan meyve yemekle suç işledilerse, böylesine ortak bir suç yüzünden birbirlerine düşman olmaları gerekmezdi. Fakat tabii Muhammed, kadını suçlu göstermekle erkeğin çıkarlarına hizmet etmiş olacağını bildiği içindir ki, Adem'i Tanrı tarafından "affedilmiş" durumda kılmış ve Kur'an'a:

"...Adem Rabbi'nden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz o tevbeleri daima kabul edendir..." (K. 2 Bakara Suresi, ayet 37)

şeklinde ayet koymuştur. Neden Tanrı sadece Adem'e emirler vermiş ve onun tevbesini kabul etmiştir de aynı işi Havva lehine yapmamıştır? Ve yine neden dolayı Adem ile birlikte tevbe ettiği anlaşılan Havva'nın suçunu bağışlamamıştır? (Çünkü A'raf Suresi'nin 23. ayetinde: "...Her ikisi -Rabbimiz! kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz..." diye yazılıdır.)

Bu sorulara mantıki bir yanıt bulmak mümkün değildir; fakat Muhammed'in inanç haline getirdiği şey şudur ki; Tanrı Havva'yı "ezeli ve ebedi" suçlu olarak ilan etmiştir. Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre şöyle demiştir:

"Havva anamız olmasaydı kadın cinsi zevcine hıyanet edip aldatmazdı..."(168)

Bununla da kalmamış, fakat kadını erkeğin düşmanı yapabilmek için bir yandan;

"Birbirinize düşman olarak inin" (K. 2 Bakara Suresi, ayet 36) dedikten sonra:

"Benden sonra erkekler için kadınlardan zararlı bir fitne bırakmadım"

diye eklemiştir.(169)

Söylemeye gerek yoktur ki, bu tümcede yer alan "düşman olarak inin" sözlerinde asıl düşman "kadındır", çünkü Tanrı Adem'i affettiği halde Havva'yı etmemiş ve onu fitne-kötülük kaynağı olarak erkek nesli için büyük tehlike ilan etmiştir. Bundan çıkan sonuç şu olmaktadır ki, yeryüzü evlilikleri, birbirine düşman iki insanın, geçici olarak oluşturdukları bir birliktir. Ve bu birlik içerisinde kadının yeri içler acısı bir niteliktedir.

Çünkü bir kere kadın, her zaman için kocasına ihanet ve kötülük yapabilecek bir durumda gösterilmiştir. Öte yandan kocasının gerçek anlamda eşi değildir; geçici bir süre bu işi görmek üzere görevlendirilmiştir. Kocasının gerçek karıları, biraz ilerde göreceğimiz gibi, cennette onu hasretle bekleyen güzel bakire hurilerdir. Kadının görevi, bu geçici süre içerisinde kocasını bu hurilere kavuşturmaya çalışmaktır. Bu nedenle yeryüzü yaşamı boyunca nikah, kadın bakımından "kölelik" olmak üzere tanımlanmıştır.

İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları: 232, 19. basım, Mart.2012, ISBN: 978-975-343-200-9, s.318-320

__________________________
(168) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.9, s.81.
(169) İbid, s.81.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 22-12-2013, 00:56
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Dünyaya Gelmesi Musibet Sayılan Bir Varlık: Kız Çocuk

Erkek çocuğun dünyaya gelişini "mutluluk" ve kız çocuğununkini ise "musibet" imiş gibi göstermek, İslamın kökleştirdiği bir gelenektir ki, 1400 yıla yakın bir süre boyunca geçerliliğini koruyagelmiştir; bugün dahi böyledir.

Gerçekten de Müslüman ülkelerin tümünde, oğlan çocuğunun doğumu bayramlaşmalara, sevinç çığlıklarına, kurban adamalara vesile yarattığı halde, kız çocuğun doğumu üzgünlüklere ve esef vesilelerine ve "bir daha sefere inşallah erkek çocuk doğurursun" temennilerine yol açar.(2)

Örneğin, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerde, ailenin erkek çocuk sahibi olduğunu duyanlar, büyük bir mutluluk içerisinde ana-babayı kutlar ve "Tanrı büyüktür" duaları ile ilahi güce şükranlarını sunarlar. Fakat kız çocuk doğmuş ise, böyle bir şeye gerek görmezler; sadece çocuğun kulağına Kur'an'dan bir kaç cümle okumakla yetinirler.(3)

İran'da hamile kadının yakınları, erkek çocuk doğurması için dua etmeyi görev bilirler; bu vesile ile hacca çıkanlar da olur. Eğer doğan çocuk kız ise, umutlarının boşa çıkması nedeniyle herkese bir üzüntü çöker. Doğum sırasında hazır bulunanlar, eğer erkek çocuk doğmuş ise ana-babayı tebrik, kız çocuk doğmuş ise teselli ederler. Köylerde kız çocuğun varlığı ile yokluğu bir sayılır; köylüye "Kaç çocuğun var?" diye sorulduğunda, köylünün vereceği cevap erkek çocuklarının sayısını belirtmekten ibarettir.(4)

Türkiye gibi din ve devlet işlerini birbirinden ayırma dönemi geçirmiş bir ülkede dahi köylerde, erkek çocuk doğurmayan kadının adı kötüye çıkar; kız çocuklar çoğu kez nüfusa bile kaydolunmaz. Ailelerin tek tesellisi, ev işlerine yardımcı olacak birinin gelmiş olmasıdır. Fakat her şeye rağmen, çok genç yaşta "el oğluna" varacakları ve evden ayrılacakları için kız çocuklar evde adeta birer misafir durumundadırlar. Bu itibarla onların bakımına dahi fazla önem verilmez.

Erkek çocuk doğuracak yerde kız çocuk doğuran kadınların, kocaları tarafından dayağa çekilip hastanelik edildikleri çok görülür. Bu yukarıdaki örnekleri tüm Müslüman ülkeler bakımından aynıyla çoğaltmak mümkündür.

Ne var ki, bütün bu acı gerçeklere rağmen, şeriat dininin kız çocuğuna güya değer ve önem verdiği iddia edilir. Bu iddialara başvuranlar İslam öncesi dönem ile kıyaslama yolunu denerler. Arapların "Cahiliyye"de kız çocuklarına karşı düşmanlık beslediklerini, kız çocuğun doğumunu utanç verici bildiklerini ve bu nedenle kız çocuklarını diri diri gömdüklerini söylerler, Kur'an'dan örnek verirler ve:
Alıntı:
"Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir, halktan gizlemeye çalışır, onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün?"
(K. Nahl Suresi, ayet 56-59.)
Alıntı:
"Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler..."
(K. 6 En'am Suresi, ayet 140.)
Alıntı:
"Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman..."
(K. 81 Tekvir Suresi, ayet 140.)
şeklindeki hükümlere işaret ederler ve Muhammed'in bu kötü geleneği değiştirdiğini ve kız çocukları, erkek çocuklar gibi aynı değerde kıldığını söylerler.(5)

Oysa ki bu iddialar abartma olduğu kadar yalandır da; çünkü bir kere İslam öncesi dönemde Arapların kız çocuğuna karşı kötü değil, fakat iyi davrandıkları tarihi araştırmalarla sabittir. Muhammed'in Kur'an'a soktuğu yukarıdaki hükümler, kız çocuklarını öldürme geleneğini önlemek için değildir. Sadece çocuk olur korkusu ile evlenmekten vazgeçenleri faziletsiz göstermek amacıyla konmuştur...

İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları:232, 19.basım, Mart-2012, ISBN: 978-975-343-200-9, s.225-227

__________________________________
(2) Bkz. Women..., 1978, s.314.
(3) İbid, s.97.
(4) İbid, s.97.
(5) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.7, s.301
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 05-01-2014, 00:30
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Kulağın zinası musikidir

Muhammed'e göre kadın, her şeyi ile kötü ve bu kötülüğü içerisinde erkekler için tehlikeli bir yaratıktır. Kadını sadece "fitneci", "şeytan", "küfran" (nankör) olarak ya da benzeri şekillerde tanımlamakla kalmamış, fakat sesindeki cinsel içerik bakımından da erkekler için "şeytani bir tehlike" saymıştır. Bundan dolayıdır ki, kadınların konuşma özgürlüğünü dahi Tanrı ve peygamber yasaklarıyla kısıtlamaya çalışmıştır. O kadar ki, kadınların "hoş bir eda" ile konuşmalarının ve seslerini "işveli sözlerle" belirginleştirmelerinin ve işveli bir sese özenmelerinin caiz olmadığını söylemiştir. Bir hadisinde şöyle emretmiştir:

"Yabancı bir erkekle konuşurken hoş bir eda ile konuşmayın. Yoksa kalbinde (cinsel) hastalığı bulunan kimse cinsellik ümidine kapılır..."(180)

Kadınların şarkı söylemelerini ve daha doğrusu musikiyi (askeri musiki hariç) yasaklamasının bir nedeni de budur. Nitekim Ebu Davud'un naklettiği bir hadise göre Muhammed:

"Kulağın zinası musikidir, musiki kalbde nifak doğurur"

demiştir(181) ve erkeğin şehevi duygularını uyandırır korkusu ile musiki çeşitlerinden pek çoğunu yasaklamıştır. Özellikle güftesinde içkiye, sevişmeye ve aşka dair sözler bulunan ya da kadın vücudunu tasvir edici olan musiki türlerini haram saymıştır. Yine bunun gibi kadın-erkek bir arada ve içkili yerlerde bu şekilde dinlenilen musikiyi ya da şarkıcı kadınlar tarafından sahnede ve şu veya bu şekilde icra olunup da erkekler tarafından dinlenen musikiyi tüm olarak yasaklamıştır.(182) O kadar ki, Taberani'nin rivayet ettiği bir hadiste, Muhammed:

"Çengi bir kadının çengilik ücreti haramdır, (bunun hayasız) yüzüne bakmak da haramdır; çenginin ücretinin semen-i kelb'den farkı yoktur"(183)

diyerek musikiye karşı olan düşmanlığını bir yandan kadına ve diğer yandan köpeğe karşı beslediği husumetle birleştirmiştir. Çünkü bilindiği gibi "kelb" sözcüğü "köpek" karşılığıdır ve Muhammed bir hadisinde Müslümanları "kelb bahasından, zina kazancından ve kehanet ücretinden" nehyetmiştir.(184) Yani köpek alım-satımından elde edilen bedeli ne kadar haram saydı ise, şarkı söyleyen kadına sağlanan ücreti de o kadar haram saymıştır. "Çenginin ücretinin semen-i kelbden farkı yoktur" derken anlatmak istediği budur.

Fakat hemen ekleyelim ki, bu yasaklar sadece kadınların sahnede şarkı söylemeleri ve erkeklerin onları (velev ki perde arkasından dahi olsa) dinlemeleri hallerine inhisar etmiş değildir. Gözle görülmese dahi sesinde işve ve cinsellik bulunan bir kadın tarafından söylenip de erkekler tarafından dinlenen her tür musikiye şamildir.(185)

Bütün bu esaslar ve yasaklar, günümüzde Tanrı ve peygamber emirleri olarak Müslüman yığınlarına belletilen şeylerdir. Ne hazindir ki, bu tür dinsel emirlerle toplumsal ahlakı sağlamaya çalışanlar, insan denilen varlığı ne ilkel kertede tutmaya çalıştıklarının farkında değillerdir. Uygarlık gelişmesinin en etkili araçlarından olan musikiye dadanmakla, kişiyi taş devri yaratığı haline getirdiklerini düşünmezler. Üstelik erkek sınıfını, kadının "işveli sesine karşı" mukavemet edemeyecek kadar aciz ve zavallı kabul etmenin ne kadar haysiyet kırıcı olduğunu da hesap edemezler.

(...)

İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları: 232, 19.basım, Mart 2012, ISBN: 978-975-343-200-9, s.138-140

_________________________

(180) Bu konudaki hadisler için bkz. Ali Rıza Demircan, İslama Göre Cinsel Hayat, Eymen Yayınları, İstanbul, 1986, c.2, s.92 vd. Hatırlatalım ki, bu tür hadislerin kaynağı, Muhammed'in Kur'an'a koyduğu şu ayettir:
"Ey Peygamber'in hanımları!.. Allah'tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümid eder..." (K.33 Ahzab Suresi, ayet 32.)

(181) Demircan, a.g.e., c.2, s.90 vd.
(182) ibid, c.2, s.92
(183) Sahih-i Buhari..., c.6, s.542
(184) Sahih-i Buhari..., Hadis No: 1022, c.6, s.451
(185) ibid
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 26-01-2014, 18:49
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

(...) Hemen belirtelim ki kadını "mal" verir gibi birine verme geleneğinin öncülüğünü yine Muhammed yapmıştır. Sehl İbni Sa'd'ın rivayet ettiği şu hadis bunu doğrulayan nice tipik örneklerden biridir.

Birgün bir kadın Muhammed'e gelerek herkesin önünde kendisini "zevceliğe" almasını ister. Muhtemelen kadını güzel bulmadığı ya da pek fazla beğenmediği için olacak ki, Muhammed cevap vermez; gözlerini indirir ve sessiz bekler. Düşünür ki kadın çekip gidecektir. Orada hazır bulunanlar durumu seyretmektedirler. İçlerinden biri ki belinde peştemal ve yarı çıplak haliyle fakir olduğu anlaşılmaktadır:

"Ya Resulallah, bu kadını bana tecviz etseniz (benimle evlendirseniz)"

der.

Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir durumda Muhammed'den beklenen şey kadına dönüp: "Bu adamla evlenmek ister misin?" diye sormaktır. Eğer onun şahsiyetine ve özgürlüğüne değer veriyor ise bunu yapmak kadar doğal ne vardır? Fakat kadının mal gibi alınıp verilebilirliğine inandığı için Muhammed bu yola gitmez. Kendisinden kadını isteyen adama sorar:

"(Mehir olarak dünyalık verecek) bir şeyin var mı?" Adamcağız son derece fakir olduğu için: "Hayır" der ve "yanımda hiçbir şey yoktur" diye ekler. Bunun üzerine Muhammed kendisine: "Haydi git araştır ve demir bir yüzük olsun (bul, getir, tak)" diye emreder.

Adam gider ve az sonra dönüp gelir ve şöyle der: "Hayır ya Resulallah, dünyalık bir şey, demir bir halka bile bulamadım ve lakin şu izarım (belimden aşağıda bulunan peştemalım) var. Bunun yarısını verebilirim" der. Bunun üzerine Muhammed kendisine:

"İyi ama (peştemalınla) ne iş görebilirsin, neye yarar? Onu sen giyersen kadının üstünde ondan bir şey bulunmaz, açıkta kalır; kadın giyerse sen çıplak kalırsın" der. Fakat onun ümitsizliğe ve üzüntüye kapıldığını görünce: "Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı?" diye sorar. Adam Kur'an'dan bir iki sure okuyunca Muhammed memnun olur ve:

"Seni bu kadına malik kıldım (tezviç eyledim)."

der ve kadını onunla gönderir.(63)

Görülüyor ki Muhammed, geçimini sağlamaktan yoksun bir adamla bir kadını evlendirmek suretiyle, kadının rızasına aldırış etmemekle kalmamış, onun bakımının sağlanıp sağlanamayacağı hususunu dahi dikkat nazarına almamıştır. Başka bir deyimle, kadının ne özgürlüğüne ve ne de çıkarlarına önem vermiştir.

Mısır, Tunus, Lübnan, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde yukarıdaki uygulama bazı değişikliklere sokulmuş ve güya Kur'an'da özel bir ayet yoktur diye, veliye, evlenecek olan kadının muvafakatini alma görevi yüklenmiş olmakla beraber,(64) kadınlar için yine de özgür irada beyanıyla ve diledikleri erkeklerle evlenme olanağı bırakılmamıştır.

Çünkü velisinden gerekli izni almadan hiçbir kadının hiçbir şekilde evlenme akdi yapması mümkün değildir. Öte yandan veliyi izin verme durumuna zorlayan bir şey de yoktur. Hele kadının evlenmek istediği erkek "Müslüman" itikadında değilse, böyle bir evlenmeye velinin izin vermesi düşünülemez bile.

Her ne kadar Kur'an'da:

"İnanmalarına kadar, puta tapan erkeklerle mü'min
kadınları evlendirmeyin"
(K.2 Bakara Suresi, ayet 221)

diye yazılı ve sanki kadınların evlenmeleri sadece bu yasakla sınırlandırılmış gibi görünürse de, Müslüman bir kadının Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi olanak dışı bırakılmıştır. Fakat buna karşılık Müslüman bir erkeğin, Müslüman olmayan bir kadınla evlenmesi mümkündür.(65) Her ne kadar Kur'an'da:

"...inanmalarına kadar Allah'a eş koşan kadın-
larla evlenmeyin"
(K.2 Bakara Suresi, ayet 221)

şeklinde hüküm varsa da "Kitab ehli" olanlarla (örneğin Yahudiler ve Hristiyanlar "Allah'a eş koşanlardan" sayılmadıkları için onlarla) evlenmek imkansız sayılmaz. Fakat Müslüman kadına aynı olanak tanınmaz. 1981 yılında geçen şu ilginç olayı nakletmekte yarar vardır:

Denis Mazchio adındaki bir Fransız genci, 1975 yılında Cezayir'de Zehar adında bir Müslüman kızla tanışır. Denis, Fas'ta doğmuş ve Cezayir'de yerleşmiş ve orada yetişmiştir; fakat Hristiyandır. Sevişen iki genç evlenmek isterler. Fakat kızın ailesi evliliğe karşı çıkar, çünkü damat olacak kimse "kafir"dir. Ailenin gazabından kurtulmak için Denis ve Zehar gizlice Paris'e kaçarak orada evlenirler. Fakat kendilerini Paris'te huzur içerisinde hissetmezler. Zira Zehar'ın erkek kardeşi Mesud kendilerini devamlı bir tehdit altında tutmaktadır. Mesud zengin bir işadamıdır ve Cezayir hükümet çevrelerinde sözü geçen bir kimsedir. Hristiyan bir kişi ile evlenmiş olan kız kardeşine kötülükte bulunabilecek yeterliktedir. Bu nedenle Denis ve Zehar uzak bir diyara, Kanada'ya göç edip kendilerini bu tehditlerden kurtarmaya çalışırlar. 1975 Ağustos'unda Kanada'ya yerleşirler ve Kanada yurttaşlığına geçerler.

Fakat Mesud, kız kardeşinin Müslüman olmayan biriyle evlenmiş olmasını hazmedemediği için, 1978 yılının Nisan'ında özel bir uçak kiralayarak Montreal'e gelir ve bin bir kurnazlıkla Zehar'ı kaçırarak Cezayir'e getirir. Mahkemeden karar çıkartılarak Zehar'ın Denis'le olan evliliği iptal ettirilir ve kızcağız, "beşik nikahı" vardır diye Cezayirli bir profesöre verilir.

Zavallı Denis perişan olur ve Zehar'ın ailesine başvurarak Müslüman olacağını söyler ve onlardan insanlık göstermelerini ister. Fakat olumlu bir karşılık alamaz. Bu arada Kanada'daki "İnsan Hakları" ile ilgili kuruluşlar olaya karışır ve kamuoyu ile Kanada hükümetini harekete geçirmeye çalışır. Bu girişim sonucu Kanada hükümeti, resmen Cezayir hükümetine başvurur ve "insan özgürlüğü ve kadının kendi kaderine sahip olması" gereklerini öne sürerek olaya bir çözüm bulunması hususunda işbirliği teklifinde bulunur. Fakat Cezayir hükümetinden bir ses çıkmaz.

Bütün bu olaylar cereyan ederken Zehar, Cezayir'de eve kapatılmış olarak cehennem hayatı sürmekle beraber, gizliden gizliye Denis'e haberler iletmektedir. Ailesini ve kocasını kandırıp ve bir yolunu bulup kaçmak niyetinde bulunduğunu ona bildirmektedir. Nitekim planlarını buna göre hazırlar. Herşeyden önce kocasına sonsuz bir sevgi ile bağlı olduğu kanısını yerleştirmek ister. O kadar ki, onunla birlikte San Francisco'ya yaptığı bir seyahat sırasında, kendisinden mülakat isteyen gazetecilere, Denis'i artık unutmuş olduğunu ve yeni kocasıyla yepyeni bir hayata başladığını ve çok mutlu olduğunu söyler. Bu ve buna benzer yalanlarla ailesinin ve kocasının güvenini sağlar. Hem de öylesine sağlar ki, kocası onu devamlı olarak beraberinde seyahatlere götürmeye başlar.

Ve işte 1981 yılında İsviçre'ye yaptıkları bir seyahat sırasında Zehar, gizlice Paris'e kaçar ve orada Denis'le buluşur. Genç sevgililer, uzun yıllar sonra tekrar bir araya gelmenin mutluluğu içerisinde Kanada'ya uçarlar. Bu kez Kanada hükümeti, geçmişteki bahtsızlığa uğramamaları için onları polis himayesine alır.(66)

Bu olay, mutlu bir sonuca ulaşan acı bir gerçeğin öyküsüdür ki, din emri diye insanlara kabul ettirilmek istenen, akla ve vicdana ters düşen hükümlerin, aydın çevrelerin azmi karşısında ne kerte değersiz kaldığını göstermeye yeterlidir.


İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları: 232, 19.basım, Mart 2012, ISBN: 978-975-343-200-9, s.252-256


__________________
(63) Buhari'nin Sahih'nde yer alan bu hadis için bkz. Sahih-i..., Hadis No: 1803, c.11, s.292. Velisinin izniyle kadını evlendirme konusunda İbn-i Malik ve Ebu Hanife'nin ve diğerlerinin görüşleri için bkz. Sahih-i..., Hadis No: 1805, 1806, 1807, c.11
(64) Women..., 1978, s.39
(65) Cariyelerin evlendirilmeleri söz konusu olduğunda, kısıtlama daha da keyfiliğe yöneliktir. Zira Kur'an'da: "...cariyelerinizden iyi olanları evlendirin..." (Nur Suresi, ayet 32) diye yazılı olduğu üzere, veli, kendi kanısına göre "iyi olmayan" cariyesini evlendirmeyebilir.
(66) Bkz. The New York Times, 4 March 1981.

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Alien Serisi ALKA Sinema 23 05-12-2019 04:09
istenmeyen köleler-mevsimlik işçiler AlbatrosS Politika 0 07-08-2011 17:24
Kamil ve İbadete Layık fevziyapak Felsefi Tartışmalar 0 03-07-2010 01:42
Yeni Bir Yaratık? toli Biyoloji 20 15-01-2010 21:46
fettullah gülene rusyada yasaklama gelmesi muratmesut İslam 1 13-04-2008 22:18

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:34 .