Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika > Tarih

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #11  
Alt 16-05-2019, 16:57
Rapi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Rapi Rapi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 02 Mar 2019
Mesajlar: 546
Standart

belgelerlegercektarih Kadir Çandarlıoğlu'nun sitesi. Bu gerçekle yüzleşince hayatını padişah övmeye, Atatürk'ü karalamaya adamış, tarihçi olmayan Kadir Mısıroğlu'na üstad diyen ve kendisinin de tarihte akademik kariyeri olmadan, taraflı, saptırılmış yorumları işine geldiği gibi üreten siyasi din bezirganı birinden başka bir yazı beklenemezdi.

Bu nedenle Tarihçi Sinan Meydan'dan da bir bakalım olaya:

Atatürk'ü Samsun'a Kimler Neden Gönderdi?


Damat Ferit Hükümeti, direniş başlatması için değil, başlayan direnişleri sonlandırması için Atatürk'ü Samsun'a göndermişti. 1923'te Vahdettin,
"Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum" demişti…

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Mevlanzade Rıfat, 1929'de Halep'te basılan "Türkiye İnkılâbının İç Yüzü" adlı kitabında Atatürk'ü, "milli kuvvet hazırlaması" için Padişah Vahdettin'in Anadolu'ya gönderdiğini iddia etmişti.

Turgut Özakman'ın, "yalan, yanlış ve martaval yığını" olarak tanımladığı bu kitabı kaynak olarak kullanan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, Atatürk'ü, Anadolu'ya Vahdettin'in gönderdiğini iddia etmeye başlamıştı.
Ancak Vahdettin düşmana karşı direnerek, savaşarak değil, özellikle İngilizlerin bir dediğini iki etmeyerek saltanatını; tacını ve tahtını koruyacağını düşünüyordu. Nitekim "Kaderimi Allah'tan sonra İngiltere'ye bıraktım" diyordu. "İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım Savaşı'nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit'ten miras aldım" diyordu. Vahdettin, bırakın düşmana karşı direnmek için "milli kuvvet hazırlamayı", milli kuvvetleri yok etmek için İngiliz altınlarıyla paralı bir ihanet ordusu (Hilafet Ordusu) kurup milli kuvvetlere saldırtacaktı. Milli kuvvetlerin büyümesini önlemek için Anadolu'ya nasihat heyetleri gönderecekti.

Ayrıca bizzat Vahdettin, 1923'te Mekke'de yayımladığı Beyannamesinde, "Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum" diyerek Atatürk'ü Anadolu'ya kendisinin değil, hükümetin gönderdiğini; kendisinin bu karara uyduğunu belirtecekti.
Ancak Atatürk düşmanları, her 19 Mayıs'ta, "Atatürk'ü Samsun'a Vahdettin gönderdi" diyerek, akıllarınca Kurtuluş Savaşı'ndan, Vahdettin'e paye vermeye; işbirlikçi padişahtan bir kahraman yaratmaya çalışmaktadırlar.
Ayrıca mesele, Atatürk'ü, Samsun'a kimin gönderdiğinden çok niye gönderdiğidir.

ATATÜRK NİYE GÖNDERİLDİ
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. Maddesi'ne göre "Karışıklık çıkan yerler İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecekti." İtilaf Devletleri bu maddeye dayanarak birçok yeri işgal etmişti.
Mondros'tan sonra Samsun ve civarında bazı karışıklıklar baş göstermişti. Aslında karışıklığı yaratan Rum çeteleriydi. Rum çetelerine karşı Türklerin direnişi, İngilizlerin dikkatini çekiyordu.
İngiliz Calthorpe ve Amet, 1918 Kasım sonlarında "Samsun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" iddia ediyordu.

Ocak ayında Amerikan Tobacco Company, Londra'ya gönderdiği bir raporda "Bütün Müslümanların, özellikle köylülerin silahlandırıldığını" bildirmişti. Bunun üzerine İngiliz Dışişleri "Bu durumun gemi veya silah gönderilerek düzeltilmesi için gerekli tedbirin alınıp alınamayacağını" sormuştu. Bu soruya İstanbul'daki Amiral Webb, "Normal şartlara dönüş için bütün bölgenin tamamıyla silahsızlandırılması gereklidir, bu da ancak büyük bir askeri kuvvetle yapılabilir" cevabını vermişti. Bunun üzerine İngilizler, 9 Mart 1919'da Samsun'a 200 kişilik küçük bir birlik çıkarmışlar, 50 kişilik bir müfrezeyi de Merzifon'a göndermişlerdi. Ayrıca Teğmen Perring ve Yüzbaşı Hörst de incelemelerde bulunmaları için bölgeye gönderilmişti.
İngilizlerin Samsun'a asker çıkarmaları bölge halkının tepkisini çekmiş; 17-18 Mart 1919 gecesi Teğmen Hamdi Bey askerleriyle birlikte dağa çıkmıştı.
Teğmen Hamdi Bey'in direniş için dağa çıkması, İngilizler için bardağı taşıran son damla olmuştu. İngiliz yetkililer, İstanbul Hükümeti'nden bir an önce bölgede asayişi sağlamasını istemişlerdi.

İNGİLİZLERİN İSTEĞİ

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919'da Osmanlı Harbiye Nazırlığı'na şu notayı vermişti:
1- Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması işi çok yavaş gitmektedir.
2- Bu yörelerde, Kars'ta olduğu gibi baştan başa şuralar kurulmuştur. Bu şuralar ordunun denetimi altında asker toplamaktadır.
3- Bu olaylar, Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koymak için İttihatçı Jöntürklerce örgütlenmektedir.

Bu İngiliz notası sonunda Amiral Calthorpe, "Gereken her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere emir ve talimat verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını" bildirmişti.
Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit'e gönderdiği resmi yazıyla da yetinmemiş, Padişah Vahdettin'le de görüşerek özellikle "Karadeniz'deki karışıklıkların bastırılması" konusunda ona da kesin uyarılarda bulunmuştu. Calthorpe, Vahdettin'e, "Yüksek yetkilere sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir generalle derhal görev yerine giderek o bölgedeki 9. Ordu'yu disiplin altına almasını" söylemişti.

Aynı hafta içinde, 25 Nisan 1919 Cuma günü, İngiliz Komiser Vekili Amiral Webb de Sadrazam Damat Ferit'i ziyaret ederek aynı istekleri tekrarlamıştı. Damat Ferit de İngilizlere, bu sorunu kısa sürede çözeceklerine söz vermişti.
İngilizlerin isteği üzerine Damat Ferit Hükümeti, hiç zaman kaybetmeden Karadeniz'de ve Doğu Anadolu'da asayişi sağlamak için harekete geçti. Hükümet, bu işin üstesinden gelecek; Anadolu'ya gidip yer yer başlayan direnişe son verecek güçlü bir komutan aramaya başladı.
Damat Ferit Hükümeti, bu zor görevi aynı zamanda padişahın yaveri olan Atatürk'e verdi.
Damat Ferit Hükümeti, halkı örgütleyip düşmana karşı direnmesi için değil, yer yer başlamış olan direnişleri sonlandırması için Atatürk'ü Samsun'a gönderdi. Vahdettin de bu kararı onayladı. Amaç İngilizlere yaranmaktı. Çünkü direnerek değil, emperyalizmin merhametine sığınarak kurtulacaklarını düşünüyorlardı.


ATATÜRK'ÜN GÖREV VE YETKİLERİ

Hükümet, Anadolu'ya göndereceği Atatürk'e şu görevleri verdi:
1- Bölgede asayişin sağlanması,
2- Silah ve cephanenin toplanıp koruma altına alınması,
3- Şuralar varsa ve asker toplanıyorsa bunların derhal engellenmesi,
4- Şuraların kapatılması.

Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, Vahdettinci yazarların iddia ettiği gibi durup dururken bir görev icat edip Atatürk'ü Anadolu'ya göndermiş değildi. Damat Ferit Hükümeti, doğrudan doğruya İngilizlerin notası ve isteği üzerine harekete geçmişti. Görev ve yetkilerden de anlaşılacağı gibi Atatürk'ten istenen ve beklenen Anadolu'da bir direniş başlatması değil, tam tersine başlayan direnişleri etkisiz hale getirmesiydi. Vahdettin ise kendi ifadesiyle "bu karara uymuştu".

Samsun'a giderken Atatürk'e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Atatürk, Anadolu'nun büyük bir bölümündeki asker-sivil yetkililere emir verebilecekti. Ancak Atatürk'e bu geniş yetkilerin "direnişi örgütlemesi için" verildiği iddiası yalandır. Bu yetkilerin geniş olmasının iki nedeni vardı. Birincisi, 21 Nisan tarihli İngiliz notasında özellikle Doğu illerinden söz ediliyordu. Yani, yetkilerin geniş tutulmasının birinci nedeni doğrudan İngiliz notasıydı. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla yaptığı görüşme sonunda bizzat Atatürk genişletmişti.
Atatürk'e mülki (idari) yetkiler verilmesinin nedeni ise yine İngiliz notasında belirtilen "şuralara" son verebilmesi içindi. Atatürk'ün bu sivil örgütlere son verebilmesi için idari yetkilere sahip olması gerekiyordu.
Ayrıca Atatürk'ün, Batı'ya ve iç bölgelere değil de Karadeniz'e gönderilmesi, Doğu bölgelerine emir verebilmesi, onu gönderenlerin tamamen İngiliz istekleri doğrultusunda hareket ettiğini kanıtlamaktadır.

Neden Atatürk?

Peki ama Damat Ferit Hükümeti bu görevi neden Atatürk'e verdi? Peki ama Vahdettin neden bu kararı kabul etti?
Aslında bu konuda Atatürk'ün çalışmaları, çabaları belirleyici olmuştu. Atatürk, işgal İstanbul'unda bulunduğu 6 aylık sürede Anadolu'ya geçip direniş başlatmayı düşünmüştü. Bu amaçla bazı İttihatçı yeraltı örgütleriyle temas kurarak Anadolu'ya gizli geçiş planı üzerine çalışmıştı. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Atatürk'ün Gebze-Kocaeli yolu üzerinden Anadolu'ya geçmeyi düşündüğünü, bu konuda her türlü hazırlığı yaptığını anlatacaktı.
Bir taraftan Anadolu'ya gizli geçiş planı üzerine çalışan Atatürk, diğer taraftan güvendiği arkadaşlarıyla Şişli'deki evde gizli görüşmeler yaparak bir "kurtuluş planı" hazırlamıştı. İşte bu görüşmeler sırasında hükümetteki ve Genelkurmay'daki nüfuzlu arkadaşlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştı.

Şöyle ki,
Atatürk, yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey'le tanışmış ve birkaç kere Şişli'deki evde görüşüp nabzını yoklamıştı. Daha sonra da Denizcilik Bakanı Avni Paşa'yla diyalog kurmuştu. Sonra da yaveri Cevat Abbas aracılığıyla Savaş Bakanı Şakir Paşa'yla temas kurmuştu. Ayrıca daha önce değişik cephelerde birlikte mücadele ettiği Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla irtibata geçmişti.
İşte Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Sadrazam Damat Ferit'e ulaşmıştı. Damat Ferit, "Acaba Anadolu'ya kimi göndersek?" diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey'in, Damat Ferit'e telkinleri; Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç Paşa'nın onayıyla görev Atatürk'e verilmişti.
Ancak Damat Ferit çok temkinliydi. Önce Atatürk'le birkaç görüşme yapmış, onu herkese sormuş, soruşturmuştu. Sonuçta hükümet ve padişaha bağlılığına kanaat getirince görevi ona vermişti.
Bu sırada Atatürk, Genelkurmay'daki güvendiği arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşa'dan yardım istemişti. Örneğin Fevzi Paşa, hükümete, bu işin üstesinden Atatürk'ün gelebileceğini söylemişti.

Atatürk, 6 ay kaldığı işgal İstanbul'unda İngilizlerin gözüne batacak faaliyetlerden kaçınan ince İngiliz politikası izlemişti. Bu nedenle İngilizler de Atatürk'ün Anadolu'ya gitmesine itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdi. İngilizler uyandığında iş işten geçmiş olacaktı.
Atatürk bu arada Genelkurmay'da Fevzi Paşa ve Cevat Paşa ile üçlü bir görüşme yaparak onlarla Anadolu direnişi konusunda anlaşmıştı.
29 Nisan 1919 Salı günü Atatürk'e, 9. Ordu Müfettişliği görevi verilmişti.
Atatürk görevin detaylarını öğrenmek için Genelkurmay'a çağrıldığında Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla görüşerek yetkilerini biraz daha genişletmeyi başarmıştı. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşa'nın yanından çıkarken hissettiklerini 1926'da Falih Rıfkı Atay'a şöyle anlatmıştı: "Tarih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum tarif edemem. Bakanlıktan çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim."
Savaş Bakanlığı, Atatürk'ün Anadolu'ya atanması kararını 30 Nisan 1919'da Padişah Vahdettin'e arz etmişti. Padişah onayı aynı gün saraydan çıkmıştı.
Atatürk'ün Samsun'a gönderilmesiyle ilgili kararname 4 Mayıs 1919 Pazar günü Bakanlar Kurulu'nda da görüşülüp kabul edilmişti.

‘Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin'

Atatürk, Samsun'a hareket etmeden bir gün önce, 15 Mayıs 1919'da Padişah Vahdettin'le son bir görüşme yapmıştı. Atatürk'ün anlattığına göre Vahdettin o görüşmenin bir yerine, "Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin!" demişti. Vahdettinci yazarlar, Atatürk'ün verdiği bu bilgiye dayanarak Vahdettin'in Atatürk'ü devleti kurtarması için Samsun'a gönderdiğini iddia etmektedirler. Ancak Vahdettin'in devletin kurtuluşu için bulduğu yol, İngilizlerin isteklerine uymak, İngilizlerin merhametine sığınmaktı.

Vahdettin'in ne demek istediğini Atatürk şöyle anlatacaktı:
"Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız İstanbul'a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğruluğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tutuklarsam Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım."

Atatürk, Anadolu'ya geçip de kendisine verilen görevin tam tersine halkı direnişe çağırıp Milli Mücadele'yi başlatınca hemen geri çağrıldı. Geri dönmeyince görevden alındı, rütbeleri, nişanları söküldü, idama mahkûm edildi. Öldürülmesinin dine uygun olduğunu yazan fetvalar yayımlandı. Üzerine ihanet orduları gönderildi. Bütün bu kararların altında Vahdettin'in imzası vardı.

Sözcü /22 Mayıs 2017
SİNAN MEYDAN
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 16-05-2019, 21:16
ilahimasal ilahimasal isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Oct 2017
Mesajlar: 3.462
Standart

Harika bir paylaşım rapi kutluyorum.

Demek ki neymiş ?
Osmanlı subayı Mustafa Kemal , esir halifenin verdigi görevi değil , sonucu bağımsızlık olan bir harekatın ateşini yaktığı için apoletleri iptal edilip , hakkında idam kararı çıkmış.

Sonuçta
Verilen görevi yapsaydı bağımsız olunamayacaktı.

Devrik esir halifenin bağımsızlık girişimine karşı yaptıkları için VATAN HAINI demek en doğru tespit olur.

Zaten soya bağlı bir aile mensubundan esir olmayı kabul ettikten sonra HALKIN BAĞIMSIZLIĞI gibi bir hareket beklenemezdi.

Hakimiyet KAYITSIZ ŞARTSIZ milletindir diyoruz. Soyun demiyoruz.
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 16-05-2019, 22:57
Rapi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Rapi Rapi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 02 Mar 2019
Mesajlar: 546
Standart

Sayın Türkü,

"Kara Sultan"ı Aklamak


Vahdettin'in hainliği sonradan mı uyduruldu?
"Vahdettin en son melanetini de gösterdi ve hilafet makamından firar ile İngilizlerin kucağına atılmak hıyanetini de irtikab etti.' (…) ‘Hilafet makamından İngiliz kucağına" (Hâkimiyeti Milliye, 19 Kasım 1922)

Oysaki "Vahdettin'in hainliği", cumhuriyetin ilanından sonra Kemalistlerce veya resmi tarih tarafından uydurulmadı; Vahdettin, Milli Mücadele sırasında –Bu mücadeleye yönelik düşmanca tavrı nedeniyle- daha 1920 sonlarından itibaren I. TBMM‘de "hain" ilan edildi. Yani Padişah Vahdettin'i sonradan tarihçiler değil, o dönemde meclis/millet ve tarih "hain" ilan etmişti.

VAHDETTİN AKLAYICILARINA SORULAR

"Atatürk'ü Samsun'a Vahdettin gönderdi" diyerek Milli Mücadele'yi "Vahdettin'in eseriymiş" gibi göstermeye çalışanlar aşağıdaki sorulara hep kaçamak cevap verirler:

1 – İstanbul Hükümeti ve Vahdettin, Atatürk'ü Samsun'a niye gönderdi? Milli Mücadele'yi başlatmak için mi, yoksa İngilizlere yaranmak için mi?
2 – Milli Mücadele'yi başlatmak için gönderdiyse (!) Atatürk'ü Samsun'a gönderdikten bir ay sonra (Haziran 1919) niye geri çağırdı, iki ay sonra (Temmuz 1919) niye görevden aldı?
3 – Atatürk, 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'yi açınca, Padişah Vahdettin, sırtını İngiliz işgal kuvvetlerine dayayan Damat Ferit'le birlikte Milli Mücadele'ye ve Atatürk'e adeta savaş ilan etmedi mi?

a) Atatürk ve arkadaşlarının katledilmesinin "dinen caiz olduğunu" söyleyen fetvalar yayımlamadı mı?
b) Atatürk'ü ve arkadaşlarını gıyaben idama mahkûm etmedi mi?
c) Atatürk'ün rütbelerini ve nişanlarını sökmedi mi?
d) Yurtsever valileri, komutanları görevden almadı mı?
e) Kuvayı Milliyecilerin telgraflarının çekilmesini yasaklamadı mı?
f) Kuvayı Milliye'ye karşı, İngiliz desteğiyle paralı Kuvayı İnzibatiye Ordusu (Halifelik Ordusu) kurup Anadolu'ya gönderip Mehmetçik'e saldırtmadı mı?
g) Türk Milleti'nin idam fermanı Sevr Antlaşması'nın imzalanmasına izin vermedi mi?
h) Milli Mücadele'yi sona erdirmek için Anadolu'ya "nasihat heyetleri" göndermedi mi?
i) Türkiye'nin yönetimini 15 yıllığına İngilizlere bırakmayı teklif etmedi mi? İngilizlerle gizli antlaşmalar yapmadı mı?
j) İngiliz temsilcileriyle gizli görüşmeler yaparak onlardan Atatürk'ü ve Milli Hareketi ortadan kaldırmalarını istemedi mi? Bu görüşmelerde Atatürk'e ağır hakaretler etmedi mi? Büyük Taarruz'dan 20 gün önce bile Atatürk'ü ve milliyetçileri İngilizlere şikâyet etmedi mi?
k) Bu fetvalar, idam kararları, nasihat heyetleri, Kuvayi İnzibatiye (Halifelik Ordusu) gibi girişimler sonunda Anadolu'da Mili Mücadele'ye karşı 20'den fazla iç isyan çıkmadı mı?
l) Milli Mücadele sonrasında "Hayatımı tehlikede hissediyorum" diyerek İngilizlere sığınıp ülkeden kaçmadı mı?

(Vahdettin konusunda bakınız: Salahi R Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Ankara, 2007)

Vahdettin'i biz değil meclis "Hain" ilan etti

Tarih 25 Eylül 1920
Yer: TBMM


Saltanat ve hilafet konusu görüşülüyor.
Görüşmeler uzayınca Atatürk söz alıp şunları söylüyor:
"İkide birde Meclisi Âlinizin bu mesele üzerinde müzakere ve münakaşa açması caiz değildir kanaatindeyim. Bugün bu makamı işgal eden zat (Vahdettin) bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar) Müsaade buyurunuz beyim. Hain bir adamdır. (Alkışlar, bravo sedaları)" (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s. 135)

Saltanat ve hilafet tartışması devam edince Atatürk bu sefer de şunları söylüyor:

Vahdettin'in besmeleyle taşlanmasını isteyen önerge. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 24, s. 291.

"Esir olan adam padişah olamaz. (…) haince hareket ediyor…" (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s. 136)

TBMM'de 8 Şubat 1921 tarihli gizli oturumda Muş Milletvekili Hacı Ahmet Efendi, Halife Sultanın, Sevr Antlaşması'nın imzalanmasını kabul ederek "ecnebilere boyun eğen bir mahlûktan (yaratıktan) başka bir şey olmayacağını" söylüyor. (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s. 412)

TBMM'nin 23 Nisan 1921 tarihli oturumunda Saruhan Milletvekili Mahmut Celal Bey, "Papaz Fru isminde bir casus maalesef Sultan Osman'ın tahtında oturmakta olan bugünkü padişahı avucunun içine almış…" deyince, İstanbul Milletvekili Neşet Bey, "O da onun gibidir. Kahrolsun!" diye bağırıyor. (TBMM Zabıt Ceridesi, C. 10, s. 71)

TBMM'nin 9 Temmuz 1921 tarihli oturumunda da Antalya Milletvekili Rasih Efendi, Bursa'da Osmanlı'nın kurucularının türbeleri üzerine Venizelos'un oğlunun ayak basarak fotoğraf çektirmesine sessiz kalan Padişah Vahdettin'e "Muzuriddin" adını takıyor. Bunun üzerine İstanbul Milletvekili Neşet Bey, "Bunu yaptıran o domuzdur" diye bağırıyor. (TBMM Zabıt Ceridesi, C.11, s. 208)

TBMM'de 30 Ekim 1922 pazartesi günü saltanatın kaldırılması için görüşmelere başlanıyor.

O görüşmelerde Antalya Milletvekili Hoca Rasih Efendi, Padişah Vahdettin'e "cani ve hain" diyor. Bütün İslam dünyasının ona "lanet ettiğini" söylüyor. (TBMM Zabıt Ceridesi, C.24, s. 272)

Rasih Efendi bir ara Vahdettin için "zavallı" diyor. Konya Milletvekili Refik Bey, "haindir" diye bağırıyor. Meclisten "haindir" sesleri yükseliyor.

Mardin Milletvekili Necip Bey ve Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey, "O Papaz Fru'nun halifesidir" diye bağırıyorlar.

Hüseyin Avni Bey, "yabancıların tutsağı olan birinin halife değil, ancak kendine patrik süsü veren Papa'nın dostu" olabileceğini söylüyor. "Saltanat makamında Vahdettin değil, Vahimeddin adında aciz biri oturuyor" diyor. Hüseyin Avni Bey sözlerini şöyle bitiriyor: "Kendileri Sevr Antlaşması'nı imza ederken halifenin hukuku ne olduğunu okusaydı, keşke bacağı kırılsaydı da o halife lütfen ayağa kalkamasaydı. Bacakları kırılsaydı."

Çorum Milletvekili Haşim Bey, "Hutbelerde isminin anılmamasını" teklif ediyor.

Muş Milletvekili Hacı İlyas Efendi de "Bütün İslam dünyasının mukadderatına kayıtsız kalan Vahdettin'e biat ettiği için sağ elime nefretle bakıyorum" diyor. Vahdettin'in "böyle haince hareket etmesinin" nedeni "esirliği değil, kişiliğidir" diyor. "Bir an önce zavallı mabetlerimizi, mescitlerimizi, şu alçağın adıyla kirletmemek için buna bir son verelim." diye de ekliyor.

Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey de "İstanbul'da bulunan ve ismine halife denilen (Kahrolsun, sedaları) o herifle kim temas ederse mutlaka insanlıktan çıkar." diyor. Şöyle devam ediyor: "İstanbul'da halife denilen adam, İslam diniyle alâkadar değildir. (…) O halife olsa olsa, daima nasihat aldığı Papaz Fru'nun halifesi olabilir. Müslümanların böyle bir halifeleri yoktur. Biz bunu açık olarak söylemeliyiz. (Yoktur, sedaları)."

Ankara Milletvekili Ali Fuat Paşa da padişahı, sarayı ve Babıaliyi "Milli Mücadele'nin düşmanları" olarak adlandırıyor.
İstanbul Milletvekili Neşet Bey, "Hepsinin Allah belasını versin" diye ekliyor.

Dahası da var!
Şimdi sıkı durun!
Diyarbakır Milletvekili Hoca Şükrü Efendi, meclise verdiği bir önergede "Padişah Vahdettin'in besmele ile şeytan gibi taşlanmasını" istiyor. (TBMM Zabıt Ceridesi, C.24, s.272- 291)

30 Ekim 1922'de saltanatı kaldırmak için Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na verilen 78 imzalı önergede de açıkça Padişah Vahdettin'in Milli Mücadele'de vatana, millete "ihanet ettiği" ifade ediliyor. "Türk Milleti, saray ve Babıalinin ihanetini gördüğü zaman anayasayı değiştirerek egemenliği millete verdi" deniliyor. (TBMM Zabıt Ceridesi, C.24, s.292,293)

Atatürk'e Göre de Vahdettin Haindi

Atatürk, ilk olarak 25 Eylül 1920 tarihli meclis gizli oturumunda "Vahdettin bu millet için hain bir adamdır" diyerek Vahdettin'in ihanetinden söz ediyor.

1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması dolayısıyla mecliste yaptığı konuşmada da Vahdettin'in "hain" olduğunu söylüyor. Atatürk, bu konuşmanın el yazısı notlarında Vahdettin'den "bilinçsiz bir hain", "insanlık duygularından arınmış bir yaratık", "aşağılık bir araç", "alçak" diye söz ediyor. (Atatürk, Belgeler, El Yazısıyla Notlar, Yazışmalar, s. 322-329)

Atatürk, 1927'de kaleme alıp okuduğu Nutuk'ta da Vahdettin'den "hain", "alçak" ve "soysuzlaşmış, aşağılık yaratık" diye söz ediyor.


Atatürk, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması dolayısıyla yapacağı konuşmanın el yazısı taslaklarında Vahdettin'in ihanetinden ‘Vahdettin'in (...) bu hareketi denaatkaranesi', yani ‘bu alçakça hareketi' diye söz ediyor.
Atatürk, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması dolayısıyla yapacağı konuşmanın el yazısı taslaklarında Vahdettin'in ihanetinden ‘Vahdettin'in (…) bu hareketi denaatkaranesi', yani ‘bu alçakça hareketi' diye söz ediyor.

Şu cümleler Nutuk'taki Atatürk'e ait:

"Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin mütereddi (soysuzlaşmış), şahsını, bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.(…) Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi ulusu için tehlikede görebilecek derecede aşağılık bir yaratığın bir dakika bile olsa milletin başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır?"

Demem o ki; bugünlerde birileri, "Yeni Türkiye" dedikleri yapıya uygun yeni bir tarih yazıyorlar. Bu doğrultuda öncelikle Padişah Vahdettin'i, –Ziya Gökalp'in ifadesiyle "Kara Sultanı"- aklamak istiyorlar. Ancak "Kara Sultanı Aklamak" mümkün değildir. Çünkü "Kara Sultan"a sonradan kara çalınmadı, o yapıp ettikleriyle kendi kendini kararttı. Aklanmaz.

Gazetelere Yansıyan İhanet


1 Kasım 1922'de saltanat kaldırıldı. Vahdettin artık sadece halifeydi.
Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922'de İngilizlere sığınıp kaçtıktan sonra birçok gazete Vahdettin'in "hain" olduğunu yazdı.

Tevhid-i Efkâr Gazetesi Vahdettin'in kaçışını, "din ve millet düşmanı padişahın misli görülmemiş alçaklığı" olarak duyurdu. Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, "Hilafet makamından İngiliz kucağına" diye başlık atıyordu. Yeni Gün Gazetesi, "Türk ulusunun utkusu, hain padişahı tahtını ve tacını bırakmaya zorlamıştır (…) Cehenneme gitsin." diye yazdı.

Falih Rıfkı Atay, hâkimiyet-i Milliye Gazetesi'ndeki "Korkak Kaçtı" başlıklı makalesinde Vahdettin'e "Senin kanına hangi kirli su karıştı? (Senin adın Mehmet) peygamberin ve İstanbul fatihinin adı değil miydi?" diye sesleniyor.

Süleyman Nazif, 21 Kasım 1922'de İleri Gazetesi'nde "Malta'daki" başlıklı yazısında Vahdettin'i "lanetli" diye adlandırıyor. Dünyanın her yerinde "Vahdettin'in adı lanetlerle anılsın" diyor. İlkokuldan üniversiteye "her okulda her kışlada, her fabrika ve dükkânda sefil mahlûk olan Vahdettin'in resmini teşhir etsinler" diyor.

Süleyman Nazif, 30 Kasım 1922'de İleri Gazetesi'nde "Vahdettin'e Mektup" başlıklı yazısında ise Vahdettin'e "Başınızı yukarıya, göğe doğru da sakın kaldırmayınız" diyor. Tüm ecdat ruhları sizden "utanacaktır" diye yazıyor. "Kızarmak bilmeyen yüzünüze gökten lanetler yağar" diyor. "Yere daima yere… Yerin dibine geçeceğiniz dakikaya kadar yere bakınız, ey bu dünyanın en soysuz adamı…" diyor.

17 Kasım 1922 tarihli İleri Gazetesi'nde Ziya Gökalp, "İstida (Dilekçe)" başlıklı şiirinde Vahdettin'e "Kara Sultan" diye sesleniyor.

6 Kasım 1923'te Hüseyin Cahid (Yalçın) da Tanin Gazetesi'nde "Vahdettin, Osmanlı padişahları arasında ilk defa olarak vatana ihanet etti" diye yazıyor.

Sözcü/ 19 Kasım 2018
SİNAN MEYDAN
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 16-05-2019, 23:17
Rapi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Rapi Rapi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 02 Mar 2019
Mesajlar: 546
Standart

Vahdettin'in Milli Mücadele Düşmanlığı

Kuvayı Milliye'ye Karşı Yunan'a Destek Oldular
"Hükümet Yunan ordusunun ileri hareketini protesto etmek niyetinde değildir. Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza da uygun olarak Mustafa Kemal'e ceza verme işini yapıyor…" (Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi, Peyamı Sabah, 12 Temmuz 1920)
(Alemdar, 11 Nisan 1920) 1. Dürrizade Abdullah'ın fetvası, 2. Padişahın hattı hümayun sureti, sağda "Milletin hayatıyla oynanamaz" başlıklı yazı, 3. Hükümetin Milli Mücadele karşıtı beyannamesi. (Osmanlı yönetimi üç koldan Milli Mücacadele'ye savaş açtı)

Milli Mücadele'de Yunan ordusunun galip gelmesi için İngilizlerle birlikte hareket eden yerli işbirlikçiler vardı. İşte bugün o yerli işbirlikçileri "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen fesli Kadir Mısıroğlu temsil ediyor.

Şöyle ki!
SALTANATI KORUMA İÇGÜDÜSÜ VE İHANET

Padişah Vahdettin Milli Mücadele yıllarında ne pahasına olursa olsun saltanatını sürdürmek istiyordu. Bu nedenle ülkeyi işgal edenlerden önce saltanatı tehdit edenleri "düşman" olarak görüyordu. İlginçtir! Ülkeyi işgal edenler sultanı kontrol ediyorlar ancak saltanatı tehdit etmiyorlardı. Örneğin, Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'na göre saltanat devam edecekti. Yani Sevr, sarayın değil, milletin idam fermanıydı. Buna karşın Atatürk ve onun açtığı TBMM, "milli egemenlik" ilkesiyle aynı zamanda gizliden gizliye saltanatı tehdit ediyordu.

Padişah Vahdettin, eğer Milli Mücadele başarılı olursa tahtını ve tacını kaybedeceğini düşünmeye başladı. İngiliz merhametine sığınarak tacını ve tahtını kurtarabileceğini sandı.
Padişah Vahdettin'in ne pahasına olursa olsun saltanatını koruma içgüdüsü ve kayıtsız koşulsuz İngiliz merhametine sığınması onu "ihanete" savurdu.

Gerçek şu ki: Milli Mücadele'de Osmanlı Hükümeti, (Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit) Atatürk'e ve Türk ordularına değil, Venizelos'a ve Yunan ordularına yardım etti. Ayrıca Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye yardım eden veya etmek isteyen asker-sivil yurtseverleri de görevden aldı.

SARAY, MİLLİ MÜCADELE'YE DÜŞMANDI

Nisan 1920'den itibaren Osmanlı yönetimi; padişahından sadrazamına, içişleri bakanından şeyhülislamına kadar bütün unsurlarıyla Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye açıkça düşman oldu.

8 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiseri Robeck'i ziyaret ederek Atatürk'e karşı İngilizlerden yardım istedi.

10 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Milli Mücadele'ye katılanları öldürmenin "din gereği" olduğunu belirten bir fetva yayımladı. Halife/Padişah Vahdettin'in onayladığı bu fetva İngiliz uçaklarıyla Anadolu'ya atıldı.

10 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit bir beyanname ile Milli Mücadele'yi kınadı.

11 Nisan 1920'de Padişah Vahdettin'in Milli Mücadele karşıtı fermanı yeniden yayımlandı. Padişaha göre siyasi durum düzelmeye giderken Anadolu'daki "ayaklanmalar" durumu büsbütün bozuyordu. (Padişah, Kuvayı Milliye'den "Anadolu'daki ayaklanmalar" olarak söz ediyordu).

12 Nisan 1920'de Alemdar'da Refi Cevat, Atatürk ve silah arkadaşları hakkında verilen fetvayı kastederek "Bu din ve devlet düşmanları böyle tepelenir" diye yazdı.

13 Nisan 1920'de Adliye Nazırı Ali Rüştü Bey, gazetecilerin Kuvayı Milliye ile ilgili sorusuna şöyle cevap verdi: "Kuvayı Milliye'nin hareketi pek çirkindir. Vazgeçirmeye çalışacağız. Aksi halde cezalandıracağız. İhtiyaç olursa jandarma kuvveti kuracağız."

15 Nisan 1920'de İçişleri Bakanı Reşit Bey, Şeyhülislam fetvası ve hükümet bildirisinin halk üzerinde etkili olacağını, bu fetva ile gerçeğin anlaşılacağını ve verilen sürenin ardından isyancıların (Kuvayı Milliyecilerin) bastırılmasına başlanacağını söyledi.

18 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit, Halife/Padişah Vahdettin'in onayıyla ve İngilizlerin desteğiyle Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurmaya karar verdi. 1.250.000 lira ödenekle Kuvayı Milliye'ye karşı Kuvayı İnzibatiye kuruldu.

8 Mayıs 1919'da Padişah Vahdettin'in "paşa" yaptığı Ahmet Anzavur, paralı bir kuvvetle Kuvayı Milliye'yi dağıtmak için İzmit'ten Adapazarı'na hareket etti. 15 Nisan 1920'de İçişleri Bakanı Reşit Bey, Anzavur hareketinin "doğrudan doğruya hükümet hareketi" olduğunu söylemişti.

11 Mayıs 1920'de İstanbul Divan-ı Harbi, Atatürk ve bazı silah arkadaşları hakkında idam kararı verdi. Padişah Vahdettin bu idam kararını 24 Mayıs 1920'de onayladı.

13 Mayıs 1920'de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye'ye kurşun sıkan 13 Kuvayı İnzibatiye mensubunu Mecidiye Nişanı'yla ödüllendirdi.

14 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye Kuvayı Milliye'ye saldırdı, yenildi ve İzmit'teki İngiliz bölgesine sığındı.

13 Temmuz 1920'de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye'ye katılan subaylara 7 yıl hapis cezası verilmesi hakkındaki kararı onayladı.

10 Ağustos 1920'de Padişah Vahdettin'in kabul etmesiyle Osmanlı Hükümeti, Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Milli Mücadele kazanıldığı için Sevr onaylanmadı ve hayata geçirilemedi.

30 Ağustos 1920'de padişah yanlısı Teali İslam Cemiyeti, Milli Mücadele karşıtı ihanet bildirileri yayımladı. Bildirilerde Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu.

23 Mart 1921'de Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'la yaptığı bir gizli görüşmede Atatürk'e ve Kuvayı Milliyecilere ağır hakaretler etti: "Bir avuç haydut Anadolu'da erki ele geçirmiştir" dedi. Ayrıca şunları söyledi: "Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir. (…) Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur."

7 Ağustos 1922'de -Büyük Taarruz'dan sadece 19 gün önce- Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'a aynen şunları söyledi: "Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakki'nin canlandırıcılarıdır. (…) Bolşevikten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim barış yapmaya ve bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır."

Kısacası Halife/Padişah Vahdettin açıkça Milli Mücadele'ye karşı iç savaş başlattı.
Milli Mücadele'de padişah onaylı hükümet kışkırtması nedeniyle Anadolu'da çok sayıda isyan çıktı.
Bunun adı "ihanet" değil de nedir Allah aşkına?

Yunan galibiyetini bekleyenler

10 Nisan 1921'de Padişah Vahdettin'in has adamı Ahmet Anzavur şöyle bir açıklama yaptı:

"Padişah, Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değildir. Yunanlar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızasına aykırı olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır."

14 Mayıs 1920'de Beyazıt Meydanı'nda, Bekir Sıtkı Bey komutasındaki İkinci Kuvayı İnzibatiye Alayı'nı irşad amacıyla bir dini tören düzenlendi.

Törende ünlü İzmirli vaiz Hafız İsmail Efendi, Halifenin ordusu durumundaki Kuvayı İnzibatiye'nin "asileri" yani Kuvayı Mimleyicileri yok etmesi için dua etti. Dinleyiciler "âmin" sesleriyle duaya eşlik ettiler.

Hafız İsmail Efendi, İngilizlere düşman olanlara "aramızdaki hainler" dedi. Sonra da şunları söyledi: "Yarabbi sen bizi ıslah et! (…) Hele içimizdeki vatan ve İngiliz düşmanlarını atalım. Caniler, hak ettikleri cezaları alsınlar."
‘Geyve Boğazının Sükutu, Anzavur Paşa'nın Yeni Muvaffakıyyeti' manşetli bu haberde Anazavur'un Kuvayı Milliye'ye karşı nasıl savaştığı anlatılıyor. (Alemdar, 13 Mayıs 1920)

Hafız İsmail Efendi, Kuvayı Milliye'ye de şöyle saldırdı: "Kuvayı Milliye memleketi kurtaracakmış gibi adi, bayağı propagandalara kapılmak, karanlığa kapılmış görülmek, bunlar ne fena şeylerdir." Daha sonra da Kuvayı Milliye'ye en ufak bir merhamet gösterilmemesini istedi. (Sabahattin Özel, Mustafa Kemal Atatürk, Yeni Gerçekler Yeni Düşünceler, s. 152-154)

12 Temmuz 1920'de Osmanlı Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi, Peyam-ı Sabah'a verdiği demeçte, Yunan taarruzunun, İstanbul Hükümeti'nin programına uygun olduğunu açıkladı. "Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza da uygun olarak Mustafa Kemal'e ceza verme işini yapıyor. Bu hareket zorlukla karşılaşmaz. Mustafa Kemal'in ordusu haydutlardan, yağmacılardan, sabıkalılardan kuruludur" dedi.

Mili Mücadele'den sonra meclis gizli oturumunda 150'likler konusu görüşülürken Ertuğrul (Bilecik) Milletvekili Dr. Fikret Bey'in "Yunan bayrağını öptü" dediği kişi, işte bu Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi'dir.

12 Ağustos 1920'de Yunan Başbakanı Venizolos'a bir suikast girişiminde bulunuldu. Venizelos hafif yaralarla kurtuldu. Bunun üzerine aynı gün, Yunan işgali altındaki Edirne'de Metrpolithane Kilisesi'nde Venizelos için bir "şükran ayini" düzenlendi. Ayine Edirne Müftüsü Hilmi Efendi de katıldı. Öğleden sonra Rum Vali, General Zimbrakakis, General Leonardapulos, Metropolit Efendi ve yanındakiler Selimiye Camisi'ne geldiler. Müftü Hilmi Efendi Selimiye Camisi'nde Venizelos'un sağlığı için dua etti. Hilmi Efendi okuduğu duada Venizelos'u "özgürlük ve adaletin temsilcisi" olarak andı. (Özel, s. 156)

30 Ağustos 1920'de Yunan uçakları, Eskişehir üzerinde uçarak Teali İslam Cemiyeti'nin bildirilerini attılar. Bildirilerde Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu.

İşbirlikçi basın da bir Yunan zaferi bekliyordu.

Örneğin, 8 Eylül 1921'de Refi Cevat Ulunay, "Görüyoruz ki Yunanistan, kısa zamanda Mustafa Kemal kuvvetleri denilen çapulcuları tepeleyecektir" diye yazdı.


‘Mustafa Kemal İsyanı, ilk günler' başlıklı bu haberde Milli Mücadele, ‘Mustafa Kemal isyanı' olarak adlandırılıyor. (Alemdar, 19 Mart 1920)

Milli Mücadele'de Mütareke Basını Kuvayı Milliye'den "Kuvayı Gayri Milliye" diye söz ediyordu. Alemdar ve Peyamı Sabah gibi işbirlikçi gazeteler Kuvayı Milliyecileri "bolşevikler", "İttihatçılar", "asiler", "eşkıyalar", "caniler", ve "Kemaliler" olarak adlandırıyordu. Kuvayı Milliye Yeniçeri Ocağı'na benzetiliyor, II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nı kaldırması gibi VI. Mehmet Vahdettin'in de Kuvayı Milliye'yi kaldıracağı söyleniyordu. Alemdar Gazetesi, Nisan 1920'de günlerce "Sultan II. Mahmut Yeniçeri Ocağı'nı Nasıl Kaldırmıştı?" başlıklı bir yazı dizisi yayımladı. Mütareke Basını'nın kirli kalemleri Milli Mücadele'nin önderi Atatürk'e "eşkıya", "cani", "sergerde" vb sıfatlarla acımazsızca saldırıyordu. Misakı Milli'den bile iğrenerek söz ediyorlardı. 2 Şubat 1920'de Alemdar'da Refik Halit, Misak-ı Milli'den "Allah'ım ne çirkin, ne gayri milli bir kelime" diye söz etmişti.

Sözcü/ 26 Kasım 2018
SİNAN MEYDAN
Alıntı ile Cevapla
  #15  
Alt 17-05-2019, 09:14
ilahimasal ilahimasal isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Oct 2017
Mesajlar: 3.462
Standart



" Yunan galip gelmesi için "
püsküllüye ilham kaynagı olan nesriyat buymuş demek ki !

Rapi TURKAN SAYLAN icinde bir
Başlıkta paylaşımlarınızı bekliyoruz.
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Alt 17-05-2019, 10:47
kartopu kartopu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 02 Dec 2014
Mesajlar: 3.695
Standart

Buna göre, hemen bir özet geçersek; evet, Atatürk'ün Samsun'a çıkışı Padişah'ın kararıyla oluyor ama Milli Mücadele ya da Kurtuluş Savaşı fikri ve başarısı tamamen Atatürk'te aittir!


Mustafa Kemal Daha samsuna ayak basmadan Yunanlılara karşı direniş başlamıştı Balkanlarda kırılan direniş ve dağılan ordu güçleri kendilerince direnişler yapmakta idi .İstanbuldan gizlice anadoluya kaçışlar çoğalmış ve bu güçler kendilerince bir araya gelerek küçük çaplı direnişler yapmakta idi .Balkanlarda denenmiş olan gayri nizami savaş yöntemi Anadolu da da yapılmış başarı da kazanmıştır.

Albay Bekir Sami bey bu işlerin başından beri içinde.

Yunan a karşı ciddi biçimde ilk barikat Salihli de kurulmuş ve güçlü direniş yapılmıştı. Anadolu da bir çok insan anayurt savunmasına katılmış ve emek vermiş şehit gazi olmuştur. Salihli de başlayan direniş cephesi planlı geri çekilerek Anadolu da güçlü direnişin örgütlenmesinde büyük emeği vardır. Yunan ordusu Kütahya nın Gediz ilçesinde tamamen durdurulmuş bütün saldırılarına cevaplar verilmiş hatta geriletilmiştir.
Şu da dikkat çekicidir Yunan ordusunun başarısız atakları yunan devletine pahalıya mal olması sebepiyle Yunanistan da isyanlar çıkmış hükümet değişikliğine de sebep olmuştur. Yunan ordusuna gereken teknik ve ekonomik destek giderek azalmış ordu içinde bayağı rahatsizlıklara sebep olmuştur. Yunan Ordusunda isteksizlikler artmıştır

Hiç bir şey bir insanın parmağını şıklatmasıyla olmamıştır.
Bu ülkede yunanlardan çok iç isyanlar da dikkati çekmiştir. Çapanoğlu isyanı Aznavur İsyanı Konya ayaklanması. Manisa Menemen deki dinci gericilerin isyanı da milli mücadele içindedir.

Her şeyi Mustafa Kemalin sırtına sarmayın onun süper güçleri yoktu. Komutan savaş kazanmaz ölecek davası olan insanların gücü inançları komutanla birleştiğinde savaş kazanılır.

Mustafa Kemalden daha çok söz edilmek isteniyorsa milli mücadeleye değil Türkiye Cumhuriyetinin kurulumuna bakmak gerekir.
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Alt 17-05-2019, 10:47
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

Ordusu dağıtılan Osmanlının adliyecisi, İhtiyaç olursa jandarma kuvveti kuracağız.
Atatürkü yakalamaya jandarma kuracakmış. ahahah niye kaldırdın niye kuracan


İstanbulun işgali daha gizemli. O İngilizler ilk defa nasıl ayak bastılar, kim davet etti. Arada ne oldu bitti.
Hiç kurşun sıkmadan başkent nasıl alındı. Hiç direniş olmamış.

İslamcılar içlerine düştükleri durumu kader olarak kabul ettikleri için asla karşı çıkmamışlar.
Ters bi durum yok.

Sıçtık battık ama onlar bizden üstünler, bizi iyi güder demişler.

Heralde nakşi bendicilerin çoğu İslamı Yunan altında yaşasak daha iyi yaşardık lafında hemfikir.

Nasıl olsa Bade' lenen daha evvel de bade' lenmiş Hatta bazıları '' Nur Çeşmesinden '' içerek ?? nurlanmışlardırlar
Alıntı ile Cevapla
  #18  
Alt 17-05-2019, 10:58
ilahimasal ilahimasal isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Oct 2017
Mesajlar: 3.462
Standart

Kartopu şu yukarıda mucadeleye dahil yazdıklarına itiraz eden mi olduda ATARLANDIN ?

Rapi nin ortaya koydukları bilinmesi gerekli görülen yazılı kaynaklar. Kışkırtıcı Başkada bir durum yok. Hayırdır !

Kaldı ki konu başlıgında arkadaşları da denmiş.
Alıntı ile Cevapla
  #19  
Alt 17-05-2019, 11:07
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

ata"türk" demişler ya bir kısmın travmatik düşmanı. anti komünist amerikancı falan çözemiyolar adamı çözemeyince de error veriyor.

maalesef o günlerde ankarada falan da başka grup yokmuş ki. doğudan iş aş göçü yok bişey yok. kürtleri düşünememişler düşünseler niye batar onu da bilmiyom ben bu bilinçaltına dair.

Nasıl olsa Bade' lenen daha evvel de bade' lenmiş Hatta bazıları '' Nur Çeşmesinden '' içerek ?? nurlanmışlardırlar
Alıntı ile Cevapla
  #20  
Alt 17-05-2019, 12:03
Turdur Turdur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 10 Nov 2017
Mesajlar: 1.822
Standart

Karmaşa bir konu. Emperyaller Mustafa Kemal rejimi oturtmaya başlayınca çekip gidiyorlar. Belkide Mustafa Kemal'in rejimi kuracağından şüphe duyuyorlar. Nedense artçı saldırı yapmıyorlar. Yunanı Anadolu'da dövdürürken gidip orayı da karıştırıyorlar.. Türkiye yeni ülke, emperyal kapitalist sisteme entegre olacağını anlayınca çekip gidiyorlar.
Ortada bir hain falanda yok. Padişah (Vahdettin) var ve bir general (Mustafa Kemal) var. İkisi de ayrı ayrı yollardan iş bitirmeye çalışıyorlar. Vahdettin kaybediyor. Padişahçılar yeni rejimin iç düşmanı oluyor. Kazım Karabekir bile hapis hayatı yaşıyor. Kanlı yıllar yaşanmış. İpe giderken bile Mustafa Kemal'in kendisini kurtaracağını zanneden insanlar var. Asılmadan kısa bir süre önce gerçeği anlıyorlar. Olayın içinde bir kurtuluş mücadelesi var birde rejim tesisi. Bu yüzden bu tartışmalar hiç bitmez.


"İçinde ışığı olmayan insanlar, kalabalığa karışıp ışık edinmeye çalışırlar."
Arthur Schopenhauer
-
"İtin kuyruğuna basma, arkandan havlar durur."
Tecrübe
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 15:39 .