Muhammed
40 yaşına kadar bir hiçti !...
Eğer Hatice olmasaydı genede öyle kalacaktı, lakin Hatice faktörü olayın seyrini değiştirdi.
Mağarada ki
oku! olayı bile Muhammed için değildi, Hatice içindi.
Zaten o vahiy Hatice'ye mesajdı, Muhammed anca şaşırmış ve korkmuştu.
Kime ne okuyacağını, nasıl okuyacağını, neyi okuyacağını Muhammed bilmiyordu ki!
Ona bir şey öğretilmedi, şöyle yap denmedi, sadece
oku! dendi.
O da farkında olmadan doğru kişiye okudu, okuması gerekeni. Lakin genede bilincinde değildi yaptığının..
Ve Hatice yıllardır beklediği bu mesaja kayıtsız kalamadı ve gerekeni yaptı.
O bunu bekliyordu !...
Bu beklediği şeydi !...
Ondan sonra hiç kimse
oku! kelimesinin tesirini, Hatice kadar yaşamamıştır. Bu mümkün değil! olamaz!
Aksini söyleyen anca yalan söyler, hatta Muhammed bile yaşamamıştır, o zaten korkmuştur, şaşırmıştır başka bir şey hissetmemiştir.
Uyuyan hücrelerin uyanması gibi, ya da Yedi uyurların uyanması gibi, bu mesajla Hatice'nin yeni görevi de başlamıştır.
Artık bekleyişi bitmiştir.
Böylelikle "
peygamber doğuran dişi" operasyonu da başlamış oluyordu, insanlar bir peygamber doğdu derlerken, o peygamberi, yıllarca içselinde taşıyan, büyüten, geliştiren ve doğuran kişiydi o.
Daha sonradan onun adı unutulsada, başka isimler onun isminin çok önüne geçsede, tarih başka şekilde yazılsada, bu asla değişmeyecektir.
Hatice bu hikayede ki
yegâne kişidir! ötesi yoktur.
Hatice'nin Muhammed'den böyle bir şeyi beklemesi, onunla evlenmeden önce bazı ipuçlarını değerlendirip, Muhammedi bu yüzden alması hiç rast gele şeyler değildi, o şehrin üstüne gölgesi düşen bir peygamberdi ve bunu rüyasında gören kişiydi Hatice.
Başka ön-görülerde birleşince Hatice tüm riskleri alıyor ve Muhammed üzerine ciddi bir yatırım yapıp, korumasına alıyor.
Bunu amca Varaka bin Nevfel ile de paylaşıyor.
Muhammedin bu olaylardan bi-haber olması da tuhaftır elbet ama haberi olsa Hatice'ye karşı olan hisseleri darma-duman olurdu herhalde.
Onu o olduğu için değil, peygamber olacağı için seven biri-ki bu da menfaat demektir-Sevgi ise menfaati kaldırmaz.
Tabi bunları Muhammed 'in düşünecek zamanı olsada, asla öyle ileri seviyede bir görüşü olamazdı, o kervan senin bu kafile benim, çöl yolların da geçen tozlu bir hayat. Geriye baktığında düşünecek hiç bir şey yok. Anne yok baba yok, hayata başlarken darbeler alınmış, öz güven baskılanmış. Sonrası öncesinden farklı gibi görünsede, işin için de ince hesapların olduğu bir evlilik.
Öyle ki cam bir fanus içinde ki bir kelebek misali, keskin bir çift gözün sürekli gözetiminde yaşıyor Muhammed.
Mağara da bile yalnız kalamıyor ki?
Sürekli gidip gelip kontrol eden bir eş, kendi gitmese bile adamlarını gönderiyor. Her zaman tam saha markaj altında Muhammed.
Kimseler bilmese de o biliyordu ki o bir peygamberdi ve asla yalnız bırakılamazdı!
Bir annenin çocuğu üzerine titremesi gibiydi, Hatice'nin Muhammed üstüne titremesi!
Bu kimselerin bilmediği bir sırdı!
Bir eş gerçekten bu kadar iyi olabilir miydi?
Olamazdı elbet, zira işin içinde manevi de olsa bir menfaat olması, karşıya ister istemez olumsuz da yansıyacaktı. Bu gerçek bir aşk değil, sahteydi, öylede oldu netekim.
Muhammed'de bunu anlayamadı, sevgiden mi, kıskançlıktan mı, yoksa başka bir sebepten mi?
Tabi Muhammed mağaraya niye gidiyor? Hatice de bunu hiç bir zamanda öğrenemedi! o sandı ki Muhammed peygamber olacağı için, böyle yapıyor.
Bir peygamber başka ne yapabilirdi ki
!?
Sonradan gelen ayetlerde "
Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun." deniyor ki acaba Hatice bu ayeti görünce, öyleyse Muhammed mağaraya neden gidiyordu diye demiş midir?
Muhammed, mağaraya sanıldığının aksine Tanrı, din vb. için gitmiyorduysa, ya ne için gidiyordu !?
Hatice bunu nereden bilsin!
Bilemedi de zaten.
Onun bildiği yıllar önce rüyasında gördüğü bir işaret ve o rüyanın gerçek oluşu. Detayların bir önemi kalmamıştı artık. Bir peygamber doğmuştu ve onuda elleriyle bizzat doğurmuştu.
Kader ağlarını Hatice içinde ince ince örerken, sözde aşk evliliği gibi görünen bu evliliğin, temelde menfaate dayanmasıyla, Hatice de bu meselede madalyonun öteki yüzünü görememiştir.
İşin içinde işler, sırlar içinde de sırlar vardı.
Muhammed iyi bir hanif olmadığı gibi, iyi bir putperestte değildi, o devire göre inançlı biri ise hiç değildi, o sadece kamp ateşleri etrafında dinlemeyi seven, içine kapanık, yetim öksüz sıradan biriydi.
Tabi bu yaşananlar hiç sıradan olmadığı için, sonrası da hiç sıradan olmadı ve bir peygamber böylece gayri iradi sahalara sürüldü. O aslında peygamber olmadı,
olduruldu!
Hatice'nin başını çektiği bu gizli operasyon da Muhammed'in tercih hakkı da yoktu. Kaderinin ona hazırladığı sürprizlerden ise haberi zaten yoktu.
Hiç bir kadının yapamayacağı bir adanmışlıkla, o kendini Muhammed'in peygamber olduğuna adamıştı bir kere. Bu adanmışlığın önünde hiç bir gücün adı bile olmaz.
Ön-görüsü bu kadar kuvvetli bir kadının, özgüveni de sağlamdı elbet, adanmışlığının ise bir tarifi yoktu, hele de
oku! ile beklediği haber gelince;
Haticeyi tutabilene aşk olsun!
Nihayetinde tutulamadı zaten.
Peki ya Muhammed!
Onu gerçekte düşünen kimse yoktu, o ne düşünüyor diyen de yoktu. Tüm kumpaslar onun etrafında dönerken, o başka bir sevdanın yollarında olabilir miydi?
Bilinmez!
Neden mağaraya gidiyordu, kaçtığı şey gerçekte neydi?
Hangi onmaz yaraların tedavisine, isli duvarlar çare olabilecekti?
Bilinmez!
Hatice gibi tarihin seyrini değiştiren, böyle kaç kadın vardır?
Bilinmez!
Peki ya sen, ey mağara!
Sen ne sırlar saklıyorsun, sen söylesen olmaz mı?
Sen niye susarsın?
Bilinmez!
Atatürk, Afet İnan hanıma, tarih hakkında ;
"Tarih belgelerinin ilerideki keşifleri buna dayanacaktır. Her tarihi kişinin söylediği sözler toplanabilecek ve böylece biz onları kendi seslerinden ve sözlerinden dinleyebileceğiz."
Akabinde "Bunlar bir gün olacaktır... Görürsünüz, işitirsiniz..." der.
İlla o günler mi beklenecek?
Bilinmez!
Bilinen sadece Hatice'nin bir peygamberin doğumunu gerçekleştiren ANA olmasıdır. Lakin çoğunca bu bile bilinmez!
Onu da diğer kadınlar gibi eşi olarak görüyorlar ki bu komiktir. O bunlardan çok çok daha fazlasıdır.
Diğer bütün herkesin, (
buna Muhammed'de dahil) Arap çöllerin de doğan bu çok yönlü hikayede, ondan sonra geliyor olması gerekir.
Gelmiyorsa bir
sıkıntı vardır.
Bu Hatice'nin hikayesidir!
Onun göz yaşları, onun hayalleridir.
Antik çağların rahipleri, bilginleri birinin geleceğini hissettiler, söylediler ama sadece Hatice bunun kim olduğunu bildi.
O, onu doğacağı güne kadar, korudu, kolladı, sakladı ve doğurdu, doğduktan sonrada alakası devam etti.
Hatice'nin bu hikayede ki tek olumsuz tarafı, o hiç bir zaman Muhammed'e aşık olmadı, olamadı. Olmasıda gerekmiyordu, anca sevdi, sevebildi ötesi değildi, ötesi maalesef sahteydi.
Lakin o bir anaydı ve analık iç güdüsüyle hareket ettiği için, bu da böyle olmuştur.
Bir sevgili, eş çok olamadı, yaş farkı da vardı ama mükemmel bir
ANA olmuştur.
Burada ki ANALIK pozisyonu ölçecek hiç bir ahlaki değer olmadığı gibi, bir ANANIN neler yapabileceğinin bir sınırı da yoktur!
Böyle bir ANALIK boyutu ölçülemez!
İnançlar, ideolojiler, öğretiler bunu yargılayamaz!!
Erkek düşünce sistemleri bunun ne olduğunu kavrayamaz!!!
Bunun tek istisnası, erkeğinde doğum yapmasıdır ki, "
manevi doğum" işin şeklini değiştirir.
Böylesi artık ne ERKEK ne de KADIN 'dır. O da ANADIR, doğurandır.
Sonuç itibariyle Hatice, peygamber doğurmuş bir dişidir!
Meryem nasıl ki İsa'yı doğurmuş, Hatice de Muhammed'i doğurmuştur.
Yöntem farklıdır elbet, lakin manevi yön aynıdır.
Her iki doğumda da benzeşir şekilde erkek eli yoktu, olmazdıda.
Lakin sonradan erkek eli değdikçe, her iki kadında sâf dışı edilmiştir.
Yok Havariler, yok Sahabeler derken, erkek egemen anlayış esmiş gürlemiştir.
Dinlerin o hallerinden bu çok özel kadınların bir sorumluğu olmadığı gibi, hiç bir zamanda anlaşılmamışlardır.
Dişi güç her zaman geri planda kalmıştır, dışlanmıştır lakin geriye bakabilen için de onlardan
daha güçlüsü de yoktur.
Bu yazı dişiliğe olan saygının sonucudur ve onlara ithâf olunmuştur.