Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 03-11-2010, 02:17
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Kerameti olmayana seyh denmez

Islami sitelerin internet dünyasina en büyük katkilarindan biri inanilmaz miktarda keramet öyküleri anlatmalari. Ben de karsilastigim bazi kiramet öykülerini burada aktarmak istiyorum. Seyh ucmaz, mürid ucurur derler ama, isin asli gercekten öyle mi? Seyh olmak icin keramet gerek, keramet icin de seyhin buna uygun davranmasi, birseyler yapmasi gerek.

Ahmet Ziyaeddin Gümüshanevi ile ilgili bir yaziyi kurken bu basligi acmak aklima geldi. Gümüshanevi Naksibendilikte önemli bir zattir, Sultan Abdülmecîd, Sultan Abdülazîz ve Sultan Abdülhamîd'in sohbetlerine katildigi söyleniyor. Yazida deniyor ki: "Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri yaz aylarında bâzan Beykoz’daki Yûşâ Tepesi adı verilen mevkiye çadır kurarak, talebeleriyle sohbet ederlerdi. Birçok kerâmeti görüldü." Buyrun keramet üykülerine:

Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri bir talebesinin evine misâfir olmuştu. Bu sırada birisi bir sepet tâze üzüm getirdi ve ev sâhibine; “Bunlar kendi mahsûlümdür ve helâldir. Kendi ellerimle topladım. Ziyâeddîn Efendi hazretlerine mahsus bir meyvedir.” dedi. Ev sâhibi üzümleri alıp Ziyâeddîn hazretlerine ikrâm etti. Ziyâeddîn hazretleri üzümleri görünce; “Bunlar haramdır. Ben böyle üzümleri yemem. Zîrâ bunun bağı yetim malıdır. Fidanlar gasb edilmiştir. Şu üzümler çalınmış olduğunu bana haber vermektedir.” buyurdular. Orada bulunanlar buna hayret ettiler. Ev sâhibi daha sonra o üzümlere helal olan üzümler karıştırdı ve işâretledi. Yemekten sonra Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerine takdim etti. Ziyâeddîn hazretleri o üzümlerden sâdece helal olanları yedi. Sonra da; “Allahü teâlânın yardımıyla biz haram ve helâli biliriz. Haramlarda zulmet, karanlık görürüz. Demek sen bizi imtihan edersin. Bu şekilde hareket hatâdır. Tövbe et de Allahü teâlâ seni affetsin. Allah adamlarına gizliler âşikâr olur.” buyurdular.
Dogrulama sansimiz var mi? Tabii ki yok. Inanmak isteyen icin bir engel de yok. Keramet öyküsü üretmek ne kadar kolay degil mi? Buyrun bir baskasi:

Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerinin ticâretle uğraşan bir talebesi bir gece başka bir beldeye gitmek için yola çıktı. Yalnızlık, karanlık ve gideceği yerin uzaklığı onun için büyük tehlikeydi. Bir müddet yol aldıktan sonra kendisini bir korku kapladı. Bu korku gittikçe arttı. Neredeyse korkudan aklı gidecek oldu. O an aklına hocası Ziyâeddîn hazretleri geldi. Gelmesiyle birlikte onu önünde beyaz bir at üzerinde görüverdi. Hemen süratlenip ona yetişti. Ziyâeddîn hazretleri talebeye tebessüm edip; “Korkma oğlum! Bize tâbi ol. Allahü teâlânın izniyle biz darda kalanlara yardım ederiz. Biz sana yoldaş olduk. Bizi tâkib et, maksadına ulaşırsın.” buyurdular. O talebe atından indi, lâkin Ziyâeddîn hazretlerini göremedi. Tekrar korkusu çoğaldı. Hemen atına bindiğinde Ziyâeddîn hazretlerini gördü. Bu hal üç defâ tekrar etti. Sonra onu tâkib etti. Bir hayli mesâfe gittiler. Sabah olmuştu. Talebenin korkusu gitmiş, gideceği yere de hocasının rehberliğinde varmıştı.
Adam, korkuyla hayal görüyor, ama gördügü hayali keramet sayiyor.

Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri bir gün çayırlık bir yerde talebeleri ile sohbet ediyordu. O sırada oraya erkekli kadınlı bir grup yahûdî geldi. Berâberlerinde getirdikleri hasta bir kadını Ziyâeddîn hazretlerinin huzûruna koydular. Sonra da bir kenarda şarkı söylemeye başladılar. Bunun üzerine Ziyâeddîn hazretleri ayağa kalkıp oradan uzaklaşmak istedi. Yahûdî topluluğu onun uzaklaşmak istediğini görünce telaşlanıp; “Bu zât acabâ kime incindi. Biz onun için şarkılar söylüyoruz. Yanında olmakla bereketlenmek istiyoruz. Ne olur gitmesin, dursun ricâmız budur. Getirdiğimiz şu hastamıza bir duâ ediversin. Biz kendimizce ona hürmet etmek istemiştik. Onu bu hareketimizle üzeceğimizi bilmiyorduk. Ne olur bize merhamet edip duâ etse de hastamız iyi olsa.” dediler. Talebeler bu arzularını gidip Ziyâeddîn hazretlerine haber verdiler. Ziyâeddîn hazretleri merhamet edip onların bu arzularını kabûl etti. Sonra yahûdîler teker teker yanına yaklaştılar ve Ziyâeddîn hazretlerinin ellerinden öptüler. Hasta da yalvarmaya başladı. Herkesi bir heybet kapladı, ağlayıp titremeye başladılar. Yahûdîler bu hal karşısında Kelime-i şehâdet getirip îmân etmekle şereflendiler. Hastaları da şifâ buldu.
Uydurma bir hikaye oldugu nerdeyse her halinden belli oluyor. Musa'nin onlarca kerametine inanmayip, yine gidip altindan buzagi yapan, etrafinda dans eden bu yahudiler demek ki hizli bir degisim gecirmisler. Hastanin iyilesip iyilesmedigi belli degil, ama yahudilerin müslüman oldugu kesin.
Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri Mısır’da iken bir talebesi ona gelip bir iş için hıristiyanların yaşadığı bir yere gideceğini söyledi ve nasîhat istedi. Bunun üzerine o; “Git, lâkin Allah’tan kork ve dünyâya meyletme. Sonra küfür alâmeti olan şeyleri kullanma. Bir müslüman kâfirlere benzemez.” buyurdu. O talebe kâfirlerin memleketine gitti. Orada hocasının nasîhatlarını unutup hıristiyanlarla haşır neşir oldu. Onların âdet ve ibâdetlerine uydu. Dünyâya meyletti. Sonra geri döndü ve Ziyâeddîn hazretlerini ziyârete geldi. Ziyâeddîn hazretleri onu görünce; “Özrün bizce kabûl edilmez. Îmân çerağını sen söndürdün. Dediklerimizi tutmadın. Bizimle olan bağını kopardın. Dînini dünyâ ile değiştin. Eyvah sana! Şeytan seni kendine köle yaptı. Git ağla. Yaş döküp Allahü teâlâya yalvar. Başını aç ve yüzünü yerlere sür.” buyurdu ve artık onunla görüşmedi.
Keramet bunun neresinde? Bu arada hiristiyanlarin adet ve ibadetlerinin dünyaya meyletmek oldugunu ögreniyoruz. Gümüshanevinin ögrencisi herhalde protestan olmus

Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri kalpten geçenleri bilirdi. Dergâhta hizmet edenlerden biri bir gün kalbinden; “Evlenseydim mutlaka birkaç evlâdım olurdu.” diye geçirdi. Ziyâeddîn hazretleri onu görünce tebessüm ederek; “Çocukların büyüdüler mi?” diye sordu. O hizmetçi mahcub oldu ve bunun üzerine af diledi ve sonra kalbinden geçenlere dikkat etmeye başladı.
Yani ...

Talebesi anlatır: “Bir zaman Osmanlı Devleti harbe girmişti. O zaman ben İstanbul’daydım. Çoluk çocuğum ise sınırda tehlike ile karşı karşıyaydı. Çok kimseler harp korkusu içinde hicret ediyordu. Ben de hicret etmek, çoluk çocuğumu emin bir yere nakletmek istedim. Bu sırada yakınlarımdan bir mektup geldi. Mektupta; “Bu işi istişâre et, danış ona göre hareket et.” deniyordu. O sırada İstanbul’u teşrif eden Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerine durumu arz ettim. Bunun üzerine o; “Mâdem ki sen bizlere danıştın o halde emrimizi tutman gerekir. Üzülme düşmandan evine ve yakınlarına hiçbir zarar gelmeyecek. Hicret etmenize lüzum yoktur.” buyurdu. Bunun üzerine yakınlarıma haber gönderip hicret etmeye lüzum olmadığını bildirdim ve Ziyâeddîn hazretlerinin buyurduğu sözü tuttum. Hakîkaten âilem ve yakınlarım düşmandan hiçbir zarar görmedi.
Ben, burda da bir keramet göremedim. Siz görebiliyor musunuz?

Yine bir talebesi anlatır: “Bir zaman yağmurlar yağmadı. Her yer kuraklıktan kavruldu. Bu sebeple sebze, meyve yetişmedi. Çok duâ edildi lâkin kuraklık bir türlü kalkmadı. Bu sırada insanların hatırına Ahmed Ziyâeddîn hazretleri geldi ve kalkıp huzûruna gittiler. Duâ talebinde bulunup içinde bulundukları kuraklık hâlinden şikâyetlerini dile getirdiler. “Efendim! Etrafta zerrece su yok. Gökyüzünden rahmet bulutları çekildi. Çeşmelerimiz kurudu. Her yeri kuraklık dehşeti kapladı. Susuzluktan hayvanlar ve küçük çocuklar yandılar. Ağaçlarımız kurudu, meyve vermez oldu. Ne olur himmet edip bir duâ buyursanız.” dediler. Bunun üzerine Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri; “Söyleyin ben kime duâ edeyim. İnsanlar nefisleri peşinde eğlenceye dalmış gaflette yüzüyorlar. Kötülük her yeri kaplamış, fısk günâh modalaşmış. Duâlarım bu kasvet ve zulmeti gidermez. Allahü teâlâ bu millete selâmet versin.” buyurdu. Gelenler çâresiz kalıp yine duâ etmesi husûsunda ısrarda bulundular. “Efendim! Ne olur merhamet ediniz. Biz günâhkâr kimselere acıyınız. Duâlarınız ile bu sıkıntıdan kurtuluruz.” dediler. Ziyâeddîn hazretleri gelenlere acıdı ve mübârek ellerini kaldırıp sıra ile evliyânın büyüklerinin isimlerini ayrı ayrı sayıp, Allahü teâlâya duâ ve niyâzda bulundu. Daha duâ bitmeden gökte rahmet yüklü bulutlar belirdi. Şimşekler çakıp bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Sokaklardan dereler aktı. Her taraf suya kandı. Yeryüzü baştan başa hayat buldu. Allahü teâlânın sevgili kulu Ziyâeddîn hazretlerinin duâsı ile Allahü teâlâ insanları sıkıntıdan kurtarıp arzularına kavuşturdu.
Bak iste buna keramet denir. Ama bildigimiz kadariyla yagmur duasi cok defa yapilir. Bunlarin sadece gerceklesenleri keramet sayilir, ya gerceklesmeyenler ne olacak?

Bir gün taşradan bir hoca efendi, Ahmed Ziyâeddîn hazretlerinin dergâhına gelip hürmetle el öptü ve ağlamaya başladı. Kendisinden ağlamasının sebebi soruldukta, şöyle anlattı: “Efendim! Ben size daha görmeden âşık oldum. Bir şehirde vâizdim. Bir gün kürside vâz ederken kulağıma; “Allah için bu zamânın kutbu, Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleridir.” diye bir nidâ geldi. Bunun üzerine aklım başımdan gitti. Konuşamaz oldum. Ağlamaya başladım. Benim ağlamamı görünce, cemâat da ağlamaya başladı. Sonra güçlükle; “Ey müslümanlar! Hastayım. Vâz edecek hâlim kalmadı.” dedim ve kürsüden indim. Eve gittim. Aklımdan gitmez oldunuz. Uyku uyuyamaz oldum. Ertesi gün mescide geldim ve kürsüye çıktım. Yine aynı nidâ geldi. Kendimden geçtim. Üç gün bu hâlim devâm etti. Cemâat gelip; “Bu hâlin nedir bize anlat? Derdine derman olalım, tabib bulalım. Bizden saklama!” dediler. Bunun üzerine onlara; “Benim ilaç kabûl etmez bir derdim var. Beni perişan eyleyen bir sevgidir, bir aşktır, gece gündüz kalbimi yakar, gözlerimden yaş akıtır. Câmide vâz ederken kulağıma gelen bir nidâ ile ben bu hâle geldim. O nidâ da; “Bu zamânın büyüğü Ahmed Ziyâeddîn hazretleridir.” nidâsıydı. Bunun üzerine bu zâta âşık oldum. Nerede olduğunu bir bilsem.” dedim. Cemâat dağıldı. Bir müddet sonra bana, sizden haber getirdiler ve nerede olduğunuzu öğrendim. Şimdi de mübârek huzûrunuza gelerek sizleri görmekle şereflendim.” Hoca efendinin anlattıklarını dinleyen Ziyâeddîn hazretleri tebessüm edip; “Hoca efendi, Allahü teâlânın sevgili kulları kerâmetini açıklamaktan hayâ eder. İnsan, Allahü teâlâya kul olmakla, ibâdet etmekle şereflenir. İstikâmet doğru yolda olmak en büyük kerâmettir.” buyurdu ve onu talebeliğe kabûl etti.
Bunlar her seyi keramet saymislar. Simdi su hikayenin neresinde bir keramet var?

Bu seyh büyük bir seyhti, cok seveni, saygi duyani vardi, hatta bazilari ona deli gibi tapardi derseniz, diyecek birsey yok. Cok dogru, durum ortada, cok sevilen ve sayilan birisi. Ama ben keramet diye birsey göremiyorum.

http://www.biriz.biz/evliyalar/ea1502.htm

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 03-11-2010, 02:32
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

Yine ayni yazidan bir kac öykü daha. Bunlar daha da ilginc. Olaylarin hicbirinin keramet ile ilgisi yok. Insanlar yasadiklari psikolojik durumlari (bunun adi psikolojide nedir bilmiyorum, bilenler daha iyi aciklar) keramet olarak yormuslar. Iste iki öykü ve ikisinde de tamamen hayal mahsülü bir keramet var.

Bir talebesi şöyle anlatır: “Bir gün hocam Gümüşhânevî hazretlerinin huzûruna vardım. Niyetim taşraya gidip ilim öğrenmeye müsâadesini istemekti. Daha bir şey söylemeden bana; “Oğlum! Şimdi sen falan yerdeki câmiye git, oradaki müslümanlara nasîhat et.” buyurdu. Ben de; “Peki efendim.” deyip buyurduğu câmiye gittim. O günlerde Arabî gramer bilgilerini öğrenmekle meşgûl olduğumdan başkalarına nasîhat verecek bir durumum yoktu. Emir üzere câmide vâz için kürsüye çıktım. Her taraf dolmuştu. Şaşırdım. O halde iken hocamı hatırladım ve yardımını istedim. Çok geçmeden dilim çözüldü. Bülbül gibi anlatmaya başladım. Lâkin ne söylediğimi bilmiyordum. Herkes büyük bir dikkat ile dinliyordu. Söylediklerimi anlamaya gayret ettiğimde hakîkaten hikmetli sözlerdi. Bu bilgileri hocam Ahmed Ziyâeddîn hazretlerinin himmet ve yardımlarıyle söylediğimi anladım. Ben ise bir tercümandan başka bir şey değildim. Onun yardımı ile güzel bir vâz etmiştim. Bunun için Rabbime şükrettim.”

Bir talebesi şöyle anlatır: “Bir zaman hanımım hastalandı. Hastalığı günden güne arttı. Onun bu hâlini görünce ben de hastalandım. Aradan altı ay geçti. Hasta hâlimle abdest aldım ve kıbleye doğru oturdum. Rabbime yalvardım; “Yâ Rabbî! Günâhkârım. Yüzüm kara. Lâkin derdimize derman istiyorum. Bu biçârelere yardım et. Belâları geri çevir. Bu günâhkâr kuluna merhâmet et. Şifâ veren sensin ey Rabbim!” diyerek göz yaşı dökerken birden Ziyâeddîn hazretlerini karşımda gördüm. Hayretler içinde kaldım. Zîrâ hocam altı aylık çok uzak bir yerdeydi. Tebessümle hâlimi hatırımı sorup bana ve hanımıma duâ etti. “Üzülmeyin hiçbir şeyiniz kalmayacak!” buyurup gitti. O saatten îtibâren bende ve hanımımda hastalıktan eser kalmadı. Bu, hocam Ziyâeddîn hazretlerinin kerâmet olarak bize yardımlarıydı.
Simdi de baska bir öykü. Bunu okurken düsünün ki Gümüshanevi binlerce müridi olan, her yerden haber alabilme gücüne sahip birisi ve hangi ögrencisinin kimlerle iliskisi oldugunu gayet iyi biliyor.

Talebelerinden Aziz Bey anlatır: “Bir gün hocam Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerini ziyâret etmek için yola çıktım. Giderken bir tanıdığın evine uğradım. İçeride tanımadığım birkaç kişi vardı. Selâm verdim ve güler yüz gösterdim. Bu hâlimden ev sâhibi çok memnun oldu. Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de; “Niyetim büyük velî mübârek hocamı ziyâret etmekti.” dedim. Orada bulunanlardan biri; “Kimdir o zât?” dedi. Ben de; “Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleridir.” dedim. Meğer onlar, Ahmed Ziyâeddîn hazretlerine karşı nefsiyle mağrur kimselermiş. Benim bu cevâbım üzerine dayanamayıp; “Demek seni de aldatmış o!” dediler. Bu sözüne dayanamayıp ona; “Sus ey inkârcı kişi! Hocam aleyhinde konuşma!” dedim ve o kızgınlıkla yanlarından ayrılıp hocamın yanına gittim. Elini öpüp edeple huzurlarında oturdum. Hocam bana bakıp; “Evlâdım nereden geliyorsun bana anlat!” buyurdu. Bunun üzerine ben edeple; “Evden geliyorum efendim.” dedim. O tekrar bana; “Gelirken bir yere uğramadın mı? Bir kimse görmedin mi?” buyurdu. Ben hayret edip; “Efendim! Bir tanıdığım olan Tahsin Beye uğradım.” dedim. O; “Keşke uğramasaydın ve oradaki inkârcı kimseleri hiç görmeseydin.” buyurdu. Sonra da; “Evlâdım! İt ürür kervan yürür. Bu hakîkatı şüphesiz herkes görmektedir. Sana söylenen sözlerden hiç incinme ve sabret. Zîrâ meyveli ağaç taşlanır.” diyerek, bana nasîhatlerde bulundu.”
Bunlarda hicbir keramet olmadigi gibi, bu olaylarin nasil oldugunu anlayabilmek icin fazla zeki olmak bile gerekmiyor. Hepsi son derece basit. Asil garip olan bunlari anlatan ve okuyan insanlarin bunlardan keramet öyküleri, büyük adam öyküleri cikarabiliyor olmalari.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 04-11-2010, 01:49
diamat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
diamat diamat isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 02 Aug 2010
Mesajlar: 742
Standart

sevgili sargon

bu muhterem zatların sağlıklarında gösterdikleri kerametlerinden başka, öldükten sonra da himmet buyurduklarını dünyevi işlere müdahale ettiklerini de üstüne koyun.

aman diyorum.
adına din denen şeye yakasını kaptıran bir adamın dünyası yalanla başlayıp yalanla biter.

inanıyorsun ! çünkü; saçma..
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 04-11-2010, 02:02
SonAkbaba SonAkbaba isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 11 Oct 2010
Mesajlar: 52
Standart

Subhanallah kardeş ibretlik bir paylaşım
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 04-11-2010, 02:41
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

Bugün size Menzil tarikati seyhi Mehmet Resit Erol'un kerametlerinden bir demet sunayim dedim. Ariyorum ariyorum, internette bir türlü bulamiyorum. Nasil olur diyorum, su Caglayan'dan, Trabzon'dan, Rize'den Adiyaman'a bu seyhin kerameti icin otobüsler kaldirilirken, nasil olur da internette olmaz. Hata bendeydi "Seyda Hazretleri" diye aramam lazimdi. Rasit Erol'un babasi da seyhtir, onun da kerametleri vardir. Biz onu gecelim.

Buyrun, baslayalim:

Birgün Menzil'e gidiyorduk, varmamıza kırk dakika vardı, o sırada akşam oldu. O sıralarda Şeyda hazretleri (k.s.) akşamla yatsı namazı arasında sohbet ediyor, bizde kitap haline getirmek için banda alıyorduk. Bir an önce sohbete yetişmek için arkadaşlardan rica ettik, Şeyda hazretlerinden (k.s.) himmet isteyinde vaktinde varalım, diye. Gerçekten sohbet yeni başlarken köye vasıl olduk ve banda aldık. Ertesi gün Diyarbakır'a geri dönerken arabanın kilometre saatine gözüm takıldı. Her zaman Diyarbakır çıkışı kadranı sıfırlardım, kaç kilometre yaptığımı bilirdim. Daima 152 kilometre olarak ölçerdim, fakat bu defa 142 kilometreyi gösteriyordu. Göstergemi bozuldu diye düşündüm fakat Diyarbakır'a dönüşte yine 152 kilometre katettim. Demek kilometre kadranı bozulmamış, Şeyda hazretlerinin (k.s.) himmetiyle yol 10 kilometre kısalmıştı.
Nasil yorum yapacagimi bilemiyorum. Baska aciklamasi yok tabii. Kesin seyh yolu kisaltmistir

Simdi gercek bir keramet hikayesi. Burda Gays adi ile anilan kisi Rasit Erol'un babasidir. Hikayede aslinda Rasid Erol'un kendisinin bu keramet isine inanmadigi anlasiliyor. Ama yazan kisi onun kerametine o kadar inaniyor ki, seyhin ne dedigi bile bir anlam ifade etmiyor.

* Bir gün Menzile bir hasta getirdiler. Şeyda Hz. (k.s.) lerinin evini sordular, bende camiye gelir oraya götürün dedim. Oldukça halsiz, adeta cansiz bir kişiyi arabadan çikarip camiye götürdüler ve yatirdilar. Şeyda Hz.leri (k.s.) geldi, namazini eda ettikten sonra hastanin yanina yaklaşti. Dua okuduktan sonra elini hastanin başina koydu ve ayagina kadar gezdirdi, hasta sahiblerine döndü: " Allah şifa versin, saglik Allah'tandir, hastalikta. Biz dua ettik, gerisi Allahu Tea-la'nin bilecegi iştir. Bizim elimizde birşey yoktur." diye buyurdu. Bunun üzerine sahibleri hastalarini alarak hiçbir şey demeden ve teybe de almadan gittiler. Ben de içimden kızdım, niçin böyle inançsız kişileri yolluyorlar. Mübareği rahatsız ediyorlar dedim. Bu olaydan 2-3 gün sonra şöyle bir rüya gördüm: Camideyim ayni hasta yatiyor, fakat çenesi aşagi dogru hareket etti, kulagi uzadi ve büyüdü garip bir şekil aldi. Gavs hazretleri de ayakta kibleye karşi duruyordu. Birden Şeyda hazretleri (k.s.) geldi, hastaya nazar etti, hastanin şekli degişti ve simasi çok güzel bir hale geldi. Uyaninca ferahladim,Seyda hazretlerine anlatayim hoşuna gitsin dedim. Ertesi sabah caminin önüne gittigimde Şeyda hazretleri iki kişiyle konuşuyordu. Yavaşça sag tarafina yaklaştim, rüyami anlatacaktim, dönüp bana bakti, sonra konuştugu iki kişiye şöyle hitap etti: "Bazi kişiler bir rüya görüyor; sanki ne olmuş! Görmüş, gitmiş!". Bunun üzerin utanarak oradan uzaklaştim. Aradan 1-2 ay geçti. Köye bir araba geldi. Içinden 6-7 yaşlarinda bir çocukla bir adam indi. Adami görünce gözlerime inanamadim. Hasta olan şahisti, tamamen iyileşmiş, sihhat bulmuştu. Camiye gittiler, tevbe aldilar. Hastalik hidayete vesile olmuştu. Benim de kalben itirazima büyük bir ders verilmişti.
Rasid Erol bir zamanlar Hürriyet gazetesinin muhabirleri ile bir röportaj yapmis. Bu röportajda muhabirlerin sifa dagittigi söylemleri ile ilgili sorusuna söyle cevap veriyor: "Sifa cebimde mi ki dagitayim. Gelenlere sifa, huzur telkin ediyorum, cekip gidiyorlar" Söyle devam ediyor. "Bu durumda ben onlara ne diyebilirim? Allah belani versin mi diyeyim? Büyük bölümü zaten geri dönüyor. Dönmeyenler ise ceketini yastik yapip camide uyuyor. Türkiye'nin her yerinden kalkip gelene nasil git denir?" (Rusen Cakir, Ayet ve Slogan, sf. 68)

Seyhin kendisi böyle söylese de keramet iddialari bitmiyor.

Bir gün dili tutulmuş bir fakih getirdiler. 7-8 gün devamli gezdi. Bir ara bir otobüs gelmişti. Bu fakih şoförü gözlemeye başladi, aniden şoförün yanina geldi. "Dur gitme" dedi. Daha başka kelimeler de söy-ledi. Babasi duyunca çok sevindi. "Bize son çare olarak buraya gelmemizi söylemişlerdi. Çok şükür oglumun dili açildi." dedi.
Insanlarin neden dili tutulur, neden acilir. Psikolojik degil mi?

Ayağımda rahatsızlık vardı. Şeyda hazretlerine (k.s.) söyledim, Diyarbakır'a gitmemi söyledi. Ben de bulunduğum yerde halletmeye çalıştım. İlaç aldım, tabii ilaç yapanlara gittim, ne yaptıysam iyileşmedi. En sonunda Diyarbakır'a gittim ve hastalığım iyileşti.
Ayagindaki rahatsizlik icin Diyarbakir'da herhalde doktora gidiyor. Ee, seyhin doktora git demesi baska, kendi gitmesi baska. Seyh deyince keramet oluyor.

Kuskusuz Menzil'e gidenlerin en büyük kismi ickiyi yada kumari birakmak icin karilari yada aileleri tarafindan oraya gönderilenler:

Kocam devamlı içki içiyor, bazen kavga ediyordu. Bu duruma çok üzülüyordum. Doktorlara gittik, fakat çare bulamadık. Devamlı dua ediyordum. Bir ara Güneydoğu'da bir zat varmış giden içkiyi bırakıyormuş diye duydum. Allah'ım benim kocama da nasibet diye dua ettim. Ramazan ayı girmişti; kocam içki içmiyor teravihe gidiyordu. Birisiyle arkadaş olmuş, Menzile götürmeyi teklif etmişti. Kocam kabul etti, gidip geldiğinde içki aklına bile gelmiyordu. Namaz kılıyor, zikirini yapıyordu. Bunun üzerine bende namazımı düzgün kılmaya başladım, örtündüm ve tevbe aldım. Allah dostu sayesinde ailemiz düzene girmişti.
Liste böyle devam ediyor. Meraklisi icin
http://squares.blogcu.com/seyda-hazr...etleri/1487027

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 04-11-2010, 11:30
diamat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
diamat diamat isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 02 Aug 2010
Mesajlar: 742
Standart

sayın sargon

izninizle küçük küçük takılayım bende konuya.

fazlaca dağılmasına sebep olmadan eklemelerde bulunayım.

bu gavs hikayesi de ayrı bir komedidir.

gavs zamanın sahibidir.
peygamberin temsilcisidir, belli bir zaman diliminde dünyada bir çok gavs yaşamaz.
sadece bir tane olur.
gavs neredeyse peygamberin mesleği neyse onu icra eder.tanrı tarafından korunur, idare edilir, rüya yoluyla bir anlamda vahiy de alır.

bir de bu mürid-talebelerin benim şeyhim gavs, seninkini döver çekişmeleri vardır ki tam akla ziyan.

inanıyorsun ! çünkü; saçma..
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 08-07-2013, 14:30
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Guncelleme.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 27-01-2019, 12:53
Engse Hohol - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Engse Hohol Engse Hohol isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Feb 2010
Mesajlar: 1.879
Standart



islam şeyhi olması gerekirken milli eğitim bakanı olan akp'li ismet yılmaz, akparti adayı hilmi bilgin'e oy vermenin kıyamet gününde mağfiretinize berat olacağını söyledi. Akp seçmenindeki günah seviyesi birçok mağfirete gereksiniyor diye biz niye rol alalım bu oyunda? Ayrıca akp'li adaya oy vermenin dışında başka alternatif var azap meleklerinden kurtulmak ve mağfiret için. cübbeli ahmet'in halidi kolundan olmak!

islamın yıkıma uğraması karşısında müslümanların, el-lah'ı ayakta tutundurabilmek için yalanlar söylemeleri kaçınılmazdır. hohol : aesir
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 27-01-2019, 13:03
upuaut - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
upuaut upuaut isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 21 Jan 2010
Bulunduğu yer: Ancient Egypt
Mesajlar: 3.976
Standart Ateizm Piramidi!!!

ADIM İKİ: Halkımızı dinden imandan çıkarıcı bir laf ederek deizmin, ateizmin merdivenine basamak olduğu için tüm İslam âleminden bağışlanmasını istemelidir.

Ateizm piramitini tırmanmaya başladığınız an, kendinizi piramitin tepesinde yani ateizmde bulursunuz. Bu yolculuk sırasında "Aaa ben Deizm'de durayım!" diyemezsiniz. Çünkü yolculuk bir kere başlamıştır ve resimde gördüğünüz gibi hiçbir taşta (basamakta) durmanız mümkün değildir. İşte Ahmet Hakan, bu tehlikeye dikkat çekmek istemiştir ya da çekmiştir.

Not.

1. Resmi görebilmeniz için siteye üyelik bilgilerinizle giriş yapmanız gerekir!
2. Bu sanat çalışmasında 1885'te bir grup turistle birlikte onlara katılan Mısırlı yerlilerin Büyük Piramit'in kuzeydoğu köşesinden tepesine tırmanırken tabandaki bir benzeri ancak 100 M koşuda görülebilen inanılmaz eforlarını gösteren resim kullanılmıştır!

AKHENATON döneminde II. RAMSES'in Anılması

7. Yusuf babası Yakup'u getirip Firavun AKHENATON'un huzuruna çıkardı ve Yakup AKHENATON'u kutsadı.

8. Firavun AKHENATON, Yakup'a, "Kaç yaşındasın?" diye sordu.

9. Yakup, "Gurbet yıllarım 130 yılı buldu" diye yanıtladı, "Ama yıllar çabuk ve zorlu geçti. Atalarımın gurbet yılları kadar uzun sürmedi."

10. Sonra AKHENATON'u kutsayıp huzurundan ayrıldı.

11. Yusuf babasıyla kardeşlerini Mısır'a yerleştirdi; AKHENATON'un buyruğu uyarınca onlara ülkenin en iyi yerinde, Ramses bölgesinde mülk verdi.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 27-01-2019, 14:14
onesihi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
onesihi onesihi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Nov 2018
Mesajlar: 42
Standart

sivas'ı hilmi bilgin kazanacak zaten, ismet yılmaz niye kasmış bu kadar? halihazırda sivas belediye başkanı sami aydın akp'li bir müteahhit. yani tam akp biyografisine uyumlu kişilik ama sevilmiyormuş. sankli hilmi bilgin'i sevecekler! tayyip kimi gösterirse sivaslılar onu seçecekler, bu kadar basit. ismet yılmaz'ın kasmasına gerek yoktu bu konuda ama ismet yılmaz'ın geçen yıl eğitim bakanlığı yapması utanç kaynağı olarak kaydedilmiştir. türkiye'de eğitim sisteminin kötü olmasının birden çok faili vardır. başlıca tayyip erdoğan, sonra ömer dinçer, hüseyin çelik, ismet yılmaz dır. dördünün ortak kerametleri islamcı pragmatist olmaları dır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Etiket
gümüşhânevî, keramet, seyh


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Tanrıya allah denmez! cigi İslam 21 16-11-2015 23:05
Tanriya allah denmez cigi Multimedya 5 22-05-2010 23:06
Müslüman Kur'an'da olmayana inanır mı?! pante İslam 10 23-12-2005 23:41

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:52 .