Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 28-10-2009, 11:53
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart Kurandaki Bilgiler

Halife Memun’un (786-833 M.) görevlendirdiği bilginler, dünya haritasını yapmışlardır. Ahmed Fadlullah el-Ömeri’nin, Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından aynen basımı yapılmış olan eserinin 292-293’üncü sayfalarında yer alan bu haritada dünyanın küre biçimi, enlem ve boylamları kırmızı çizgiyle belirtilmiştir. Haritanın bulunduğu yazma kitap, Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi’nde 2797/1 numaradadır. Kitabın yazarı 749 (1349 M.) tarihinde vefat ettiğine göre bu kitap, Amerika’nın keşfinden en az 144 yıl, Galile’den de 293 yıl önce yazılmıştır. Kitabın büyük bir kısmı da yazarın kendi el yazmasıdır. Memun zamanında yapılmış olan dünyanın başlıca kara ve deniz parçalarını, enlem ve boylamlarını gösteren çok önemli haritanın resmini sözkonusu kitaptan buraya aktarıyoruz. Memun, İ.S. 813-833 yılları asırda hüküm sürmüş bir Abbasi halifesidir. Kristof Kolomp ise Amerika’yı 1493 tarihinde keşfetmiştir. Demek ki Müslümanlar, Amerika’nın keşfinden 660 yıl önce dünyanın yuvarlaklığını öğrenmiş, enlem ve boylamlarını, yaptıkları dünya haritası üzerinde göstermişlerdir.

Bu da bize Kristof Kolomp’un dünyanın yuvarlaklığını, dolaylı da olsa Müslümanlardan öğrendiğini düşündürmektedir.

Şimdi Kuran a bakalım.
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88)

Neml Suresi'ndeki ayette Dünya'nın sadece döndüğü değil, dönüş yönü de vurgulanmaktadır. 3.500-4.000 metre yükseklikteki ana bulut kümelerinin hareket yönü daima batıdan doğuya doğrudur. Hava durumu tahminleri için çoğunlukla batıdaki duruma bakılmasının sebebi de budur.

Bulut kümelerinin batıdan doğuya doğru sürüklenmesinin asıl sebebi Dünya’nın dönüş yönüdür. Günümüzde bilindiği gibi, Dünyamız da batıdan doğuya doğru dönmektedir. Bilimin yakın tarihlerde tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kuran’da yüzyıllar öncesinden -Dünya'nın bir düzlem olduğu, bir öküzün başının üstünde sabit durduğu sanılan 14. yüzyılda- haber verilmiştir.

Dünyanın yuvarlak olduğunu haber veren diğer ayetler:

1 — “Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin kuturlarından geçmeye gücünüz yetiyorsa haydi çıkın. Çıkamazsınız, ancak bir imkan ile çıkabilirsiniz.”(Rahman: 33)

Ayetteki ‘kuturlar’ tabiri bilindiği gibi çaplar demektir. Çap, yuvarlak bir şekil olduğuna göre, hem göklerin, hem dünyanın yuvarlak olduğu anlaşılır.

Einstein’e göre, kainatta her şey, kainata tabi olarak küreseldir. Ondan yediyüz sene önce yaşamış olan Muhyiddin ibn Arabî ise, Fütuhatın birinci cildinde aynen şöyle der: “Allah, kemal sahibidir. Kainatta kendi kemal sıfatını göstermiş, gökleri mükemmel yaratmıştır.” Mükemmel şekil küredir. Onun için Allah kainatı küreler şeklinde yaratmıştır.

2 — “Bundan sonra arzı yapıp düzenledi, ondan suyunu ve otlağını çıkardı.” (Nâziât: 31-31) “Allah geceyi gündüze dolar, gündüzü de geceye dolar” (Zümer: 5).

Ayetlerindeki ‘daha’ fiili yapıp düzenlemek’ anlamına geldiği gibi ‘deve kuşunun yumurtlama yeri, udhiyye, uhuvve, yuvarlak taş ve ceviz atmak’ anlamına gelen dahu’ mastarıyla da alakalıdır. Arapça’da bir fiilin iki değişik anlama gelebilmesi özelliğinden faydalanılarak, Dünya’nın yuvarlak olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca ikinci ayette “dolamak” diye tercüme edilen Arapça ‘tekvir’ kelimesi, yuvarlak şekilde sarmak manasına gelir. Bu ayette de, gece ve gündüzün oluşmasına, Dünya’nın yuvarlak olması ve dönmesinin sebep olduğu kastedilmektedir.

3 — “Gece de bir alamettir onlara. Ondan gündüzü soyar çıkarırız”(Yâsîn: 37.) “Soyup çıkarmak” fiilinin Arapça’sı olan ’sehl’ kelimesinin “yuvarlak bir şeyi soymak”tır. Türkçe’de de hayvanların derilerinin soyulduğu yere ’salhane’ (selhhane) denir.

4 — Kur’an-ı Kerim, kıyametin ansızın, bir anda kopacağını, “Onlar hiç bilmedikleri bir zamanda aniden kıyametin gelmesini mi gözlüyorlar?” (Zuhruf: 66.) ayetiyle ifade ederken, A’raf Suresinin 97. ve 98. ayetleri şöyle demektedir: “Kasabaların halkı, geceleri uyurken onlara gelecek baskınımızdan güvende midirler? Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirken,
baskınımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?”

Kıyamet aniden gelecek ve geldiği zaman Dünya’nın bir tarafında gündüz, öbür tarafında gece olacaktır. Bu da küre şeklinden başka bir şey değildir.

Görülüyorki kuran dünyanın yuvarlaklığının keşfinden önce bu olayı söylüyor
şimdi buna da yalan eskilerin bilgileri deyin.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 28-10-2009, 11:58
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

Bir kısım İslam bilginine göre insandaki Allah inancı, zorunlu ve yaratılıştan olduğu için Allah'ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah'ın varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah'ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah'ın varlığının açık bir delilidir.
İslam bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Allah’ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah'ın varlığına ulaşmak durumundadır. "O'nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder” (el-En'am 6/103) mealindeki ayet, Allah'ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah'ı tanıyacak olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, evrenin ahenk ve düzenidir. Bunlar Allah'ın varlığını gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir ayette şöyle dile getirilir: "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun..." (Fussilet 41/53; ayrıca bk. el-Mü'minün 23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rum 30/20-22; Yasîn 36/37-40; Kaf 50/6-10).
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 28-10-2009, 12:03
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

“Mikrobu keşfeden (Pastör), keşfinin açtığı harikalar
karşısında Allah’a inanır. Fakat o keşfi (Pastör’den) öğrenen yarım adam: “Mikrobun
keşfedildiği asırda hiç gizliye inanılır mı?” diye Allah’ı inkara kalkar. Bakın nereden gelen
nereye gidiyor” (18) Hemen şunu da söyleyeyim ki, dindarlık insanlığın fıtratında vardır.
Asrımızda, pozitif ve sosyal ilimlerin çeşitli dallarında mütehassıs olan alimler, din hissinin
insanoğlunda fıtrî olduğuna kanidirler. Çocukta iki yaşından itibaren din hissi teşekkül
etmeye başlar. Üç ile beş yaş arasındaki çocuk, hiçbir telkin sözkonusu olmaksızın,
sebebiyet prensibini anlamakta, kendisiyle kendisinden başkalarını ayırdetmekte ve hatta,
“Beni, kuşları, oyuncaklarımı kim yaptı?” gibi sorular sormaktadır. İnsanda, kendisinden
yüce bir varlığa karşı bir özlem bulunduğundan şüphe edemeyiz. Güzel ahlâk, vakar, şeref,
cömertlik, fazilet inkardan değil, hep bu yüce varlığın mevcudiyetinden doğar.
(18) İman ve İslâm Atlası – N. Fazıl Kısakürek.
Fıtrî olarak insanın içinden gelen Allah’a yakarış hissi, O’ndan yardım dileme ihtiyacı ve
O’na yaklaşma arzusu dindarlığın insanda yaratılıştan mevcut olduğunu gösterir. Şu da bir
gerçek ki, ister inansın, ister inanmasın her fert, büyük bir acıyla, dayanılmaz bir felaketle
karşılaştığı zaman, başka bir deyişle, insan; kibir, inat ve gafletden sıyrılıp selîm olan aslî
yaratılışıyla başbaşa kalma fırsatını bulunca başka şeye değil, sadece tek olan Allah’a
yalvarır. O’ndan kurtuluş, yardım ister (19).
Bu girişten sonra sorunuza birkaç tane cevap vereceğim. Yalnız, okurken basit bir roman
gibi okumayıp, düşünerek okumanızı da tavsiye etmek isterim.
A) Bu âlem, maddeden yaratılmıştır. Yani evvelce yok iken sonradan meydana gelmiştir.
Bunu bütün dünya alimleri de kabul etmektedir. Evvelce yok iken sonradan yaratılan
herşey -akıl ölçülerine göre- bir yaratıcının varlığına muhtaçtır…
Öyle ise, bu âlem de sonradan yaratıldığına göre, o da bir yaratana muhtaçtır. Bu yaratıcı
da Allah Teala’dır.
B) Herhangi bir şeyi, meselâ, bir masayı ele alalım; masa elbette kendi kendine masa
haline gelmiş değil.
İlk önce küçük bir ağaçtı, sonra ağaç büyüdü. Büyürken ağacın, güneşe, suya, gıdaya
ihtiyacı olduğunu unutmamak lazım. Daha sonra bir insan tarafından kesildi. Ağaç, araba
ile hızarın yanına getirildi. Hızarda kesildi,biçildi, ölçüleri alındı. Çivileri çakılarak bir
masa haline getirildi. Şimdi, en basit bir masa kendi kendine oluşamazken şu kâinat
masası, hem de üzerinde binbir çeşit yiyecek ve canlılar ile donatılmış olduğu halde, kendi
kendine oluşur mu? Buna hangi akıl “Olur” der.
(19) En’âm: 40-41.
Harikalar diyarı gökyüzünü ele alalım. Ve Rabbimiz’in bir ayeti ile başlayalım:
“Gökleri, yedi kat üzerinde yaratan O’dur. Rahman’ın bu yaratmasında bir düzensizlik
bulamazsın. Gözünü çevir bir bak, bir aksaklık görebilir misin?” (20)
Önce güneş sisteminden başlayalım: Yaşamakta olduğumuz dünya ile birlikte güneşin
çevresinde dönen dokuz gezegenin teşkil ettiği sisteme güneş sistemi diyoruz. Bu sistem
kâinatın, yeni tabirle evrenin küçük bir parçasını teşkil ediyor. Güneşin gezegenleri sıra ile
şöyledir: Merkür, Venüs, Dünya, Mars (Merih), Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton.
Bunlardan sadece güneşi ve gezegenlerinden dünyayı biraz anlatacağım:
GÜNEŞ: Kendi adıyla anılan sistemin beyni ve çekirdeği hükmündedir. Küre şeklinde
olup, çapı 1.4 milyon, dünyaya uzaklığı ise 150 milyon kilometredir. Saniyede dünyayı 7.5
kere dolaşan ışık, bize 8.5 dakikada gelebilmektedir. Saatte 1000 km. hızla giden bir uçak
bugün yola çıkmış olsa, güneşe ancak onyedi yıl sonra varabilir. Aslında bu kâinatın
büyüklüğü yanında gözde büyütülecek bir mesafe değildir.
Güneş de tıpkı dünya gibi kendi mihveri etrafında döner ve bir devrini 25.5 günde
tamamlar. Çekim gücü ise, yer çekimine nazaran 27 kat daha fazladır. Bu orana göre,
dünyada 70 kg. gelen bir adam, Güneş’te 1890 kg. gelecektir. İlmî tespitlere göre, güneş,
alev halinde patlayan gaz kümelerinden meydana gelmiş olup yüzeyindeki sıcaklık 5670 santigrat
derecedir.İngiliz astronomu Eddington’un yaptığı hesaplara göre merkezdeki ortalama sıcaklık 35
milyon santigrat derecedir.
(20) Mülk: 3.
Bu sıcaklıkta katı bir gök cismi bulunamayacağından Güneş’in kütlesi gaz halindedir.
Güneş, dünya kurulalıdan beri aynı hızla radyasyon neşretmektedir ve bu yüzden günde
360 milyar ton kütle kaybına uğramaktadır. Güneş radyasyonu, güneş için enerji kaybı
olduğu aşikar olmasına ve enerjinin korunumu prensibinin de enerjinin yoktan var
olamayacağını kabul etmesine göre, bu kadar uzun zamandan beri devam eden müthiş bir
enerji sarfı için elbette bir kaynak aramak icabeder. Böyle bir kaynak nerededir? Güneşin
bugünkü radyasyonuna bakarak diyebiliriz ki, bu enerji Güneş dışında bir istasyondan
temin edilse bu istasyonun saniyede bir milyar tonlarla ifade edilen bir miktarda kömür
yakması icabederdi. Böyle bir istasyon mevcut değildir. Boş bir okyanustaki bir gemi gibi
seyreden Güneş, sarfettiği enerji için kendi yağıyla kavrulmaya mecburdur. Güneşi,
kömürünü kendi taşıyan bir cisim ve sarfetiği ışık ve ısı enerjisinin bu kömürden hasıl
olduğunu farz etmiş olsak, bu kömürün birkaç bin senede kül ve cüruha inkılab etmesi
icabeder-
Görüldüğü gibi, Güneş var olduğundan beri büyük bir enerji kaybına maruz kalmasına
rağmen bu güne kadar sönmemiştir. Demekki, bunu söndürmeyen bir kuvvet ve her an
onu besleyen ilahi bir kaynak var. İlmin bile izahtan aciz kaldığı böylesine harikulade bir
olayı kör bir tesadüfe yahut iradesiz bir tabiata bağlamak mümkün müdür? Yalnız ısı ve
ışık kaynağı olarak değil, hayatımızınve kainat nizamının mihveri durumunda bulunan ve
ilmin zirveye çıktığı çağımızda bile mahiyeti tam olarak bilinemeyen, tepemizde, kocaman
bir ampul hükmündeki güneşin mevcudiyeti, Allah’ın varlığına, sonsuz kudretine kat’i bir
delil değil de nedir?
(21) Allah ve Modern ilim – A. Nevfel.
Güneşin mutlak sahibi olan Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’inde ondan şöyle bahseder:
“Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu ancak Kadîr ve Alîm olan Allah’ın
kanunudur” (22). Eğer Güneş şimdiki halinden biraz yeryüzüne yaklaşsa yeryüzü yanar,
kavrulur, böylece yeryüzünde hayat olmazdı. Yine Güneş biraz yeryüzünden uzaklaşsa
bütün sular buz tutar, soğuktan her taraf donar, böylece yine yeryüzünde hayat dururdu.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 28-10-2009, 12:06
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

Düşünerek ve anlamaya çalışarak okuyun mucizeyi görün bunun kul yapısı olmadığına şahit olun.

Rahman Suresi


1. Rahmân (çok merhametli olan Allah)

2. Kurân'ı öğretti.

3. İnsanı yarattı.

4. Ona beyanı öğretti.

5. Güneş de ay da bir hesab iledir.

6. Bitkiler ve ağaçlar secde etmektedirler.

7. Göğü yükseltti ve mizanı koydu.

8. Sakın tartıda taşkınlık etmeyin.

9. Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.

10. (Allah) yeri mahlukat için (aşağıya) koydu.

11. Orada meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları vardır.

12. Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.

13. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

14. Allah insanı, pişmiş bir çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.

15. Cinleri de hâlis ateşten yarattı.

16. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

17. (O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.

18. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

19. (Acı ve tatlı) iki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar.

20. Fakat aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.

21. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

22. İkisinden de inci ve mercan çıkar.

23. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

24. Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler de onundur.

25. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

26. Yer üzerinde bulunan her şey fânidir.

27. Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.

28. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

29. Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir.

30. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

31. Ey insan ve cin! sizin de hesabınızı ele alacağız.

32. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

33. Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Ama Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz.
34. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

35. Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir, kendinizi savunamazsınız.

36. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz

37. Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman...

38. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

39. İşte o gün, ne insana ne de cinne günahından sorulmaz.

40. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

41. Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından tutulur.

42. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

43. İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir.

44. Onunla kaynar su arasında dolaşırlar.

45. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

46. Rabbinin makamından korkan kimselere iki cennet vardır.

47. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

48. İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları vardır.

49. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

50. İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.

51. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

52. İkisinde de her türlü meyvadan çift çift vardır.

53. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

54. Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır.

55. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

56. Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.

57. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

58. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.

59. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

60. İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?

61. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

62. Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.

63. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

64. (Bu cennetler) yemyeşildirler.

65. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

66. İkisinde de fışkıran iki kaynak vardır.

67. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

68. İkisinde de her türlü meyva, hurma ve nar vardır.

69. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

70. İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.

71. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

72. Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır.

73. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

74. Bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.

75. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

76. Yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel işlemeli döşeklere yaslanırlar.

77. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

78-Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 28-10-2009, 12:12
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

Prof. William Braun bir bitkinin sesten daha hızlı bir şekilde saniyede 100’den fazla elektroışık dalgası yaydığını tesbit eder ve...
13/03/2009 - 14:55
Şaban Döğen'in yazısı:

Bitki de “Allah!” diyor

Prof. William Braun ekvator bölgesinde bitkiler üzerinde araştırma yapan bir ilim adamı. Heyet başkanı. Oscilloscope cihazıyla bir bitkinin sesten daha hızlı bir şekilde saniyede 100’den fazla elektroışık dalgası yaydığını tesbit ediyorlar. Bu, bilimsel açıklaması mümkün olmayan ilginç bir sonuç. Prof. Braun bunu Amerikan üniversiteleri ve bilim merkezlerindeki çeşitli ilim adamlarına sundu. Fakat onlar da ilmî bir açıklama yapmaktan aciz kalmışlardı.

Aynı deney İngiltere’de bir bilim heyeti karşısında yapıldığında Hindli bir Müslüman bilim adamının söyledikleri onları daha da şaşırtmıştı. “Biz Müslümanlara göre 1400 senedir bu olayın açıklaması var” diyordu Hintli bilim adamı ve “Hiçbir şey yoktur ki O'nu övüp O'nu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız”1 meâlindeki âyeti okuyordu.

Dehşete kapılmışlardı Prof. William Braun ve toplantıdakiler.

Hindli bilgin sonra da şu açıklamaları yapmıştı: “Bu görülen elektroışık titreşimleri, aslında bitkinin ‘Allah! Allah!’ demesidir. Yani bitki kendi diliyle Allah’ı zikrediyor. Bakın zaten cihaz ekranında da ‘Allah! Allah!’ kelimeleri yansımakta, gidip gelmektedir.”

Bu açıklama heyetteki ilim adamlarını şaşkınlık ve sessizliğe gömmeye yetmişti.

İngiliz ilim heyetini hayret ve sessizliğe iten bu olay Prof. William Braun’u bu noktada da bırakmamıştı. Daha sonra Hintli Müslüman ilim adamıyla görüşen ve İngilizce bir Kur’ân Meâli hediyesi alan Prof. William Braun şu sözleri söylemekten kendini alamamıştı: “30 senelik bilim hayatımda böyle bir olayla karşılaşmadım. Bu olayı hiçbir bilim adamı açıklayamadı. Tek açıklamayı Kur’ân’da bulduk. Bu açıklama karşısında diyeceğim birşey var: ‘Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah’ demekten ibarettir.”

Bu ilginç araştırmayı ABD’de çıkan Journal of Plant Molecular isimli aylık bilim dergisi 2007 yılında yayınlıyordu. 2

Dipnotlar: 1- İsra Sûresi: 44. 2- Ahmet Altun, Besmele Mûcizesi (el-Müçtema, 24.2.2007’den naklen.)
Yeni Asya
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 28-10-2009, 12:14
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

İNSANIN SUDAN YARATILIŞI
Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)

O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Ve insanı bir sudan yaratıp onu, neseb ve sihriyyet (sahibi) kılan O'dur. Senin Rabbin güç yetirendir. (Furkan Suresi, 54)

Canlıların ve insanın yaratılışı konusundaki ayetlere baktığımızda, bu yaratılışların mucizevi şekilde olduğunu açıkça görürüz. Bu mucizevi yaratılış şekillerinden biri, canlıların sudan yaratılmasıdır. Pek çok ayette açıkça ifade edilen bu bilgiye insanların ulaşmaları ise, yüzyıllar sonra mikroskobun icadı ile mümkün olmuştur.

Bugün en temel ansiklopedilerde "Su, canlı maddenin en büyük öğesidir. Canlı organizmaların ağırlığının %50-90'ı sudur" ifadeleri yer almaktadır. Ayrıca bütün biyoloji kitaplarında bahsi geçen standart bir hayvan hücresinin sitoplazması (hücrenin temel maddesi) da %80 sudan oluşur. Sitoplazmanın analiz edilip bilimsel kayıtlara geçirilmesi, Kuran'ın indirilmesinden yüzyıllar sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bugün bilim dünyasının kabul ettiği bu gerçeğin Kuran'ın indirildiği dönemde bilinmesi kuşkusuz ki mümkün değildi. Ancak buna rağmen insanların keşfinden 14 yüzyıl önce Kuran'da bu bilgiye dikkat çekilmiştir.

ÇAMURDAN YARATILIŞ

Allah Kuran'da insanın yaratılışının mucizevi bir biçimde olduğunu haber verir. İlk insan, Allah'ın çamuru şekillendirip insan bedeni haline getirmesi ve ardından bu bedene ruh üflemesiyle yaratılmıştır:

Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti. "Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." (Sad Suresi, 71-72)

Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık. (Saffat Suresi, 11)

Bugün insan dokuları incelendiğinde, yeryüzünde bulunan pek çok elementin insanın dokularında da bulunduğu ortaya çıkar. Canlı dokuların %95'i karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O), nitrojen (N), fosfor (P) ve sülfür (S)'den oluşur ve canlı dokularda toplam 26 element bulunur. Kuran'ın bir başka ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. (Müminun Suresi, 12)

Ayette "süzme" olarak çevrilen "sulale" kelimesi, "temsili örnek, öz, hulasa, esas" gibi anlamlara gelmektedir. Görüldüğü gibi Kuran'da 14 asır evvel bildirilenler, modern bilimin bize söylediklerini -insanın yaratılışındaki malzeme ile toprağın içerdiği temel elementlerin ortak olduğu gerçeğini- tasdik etmektedir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 28-10-2009, 12:17
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

Kuran'ı akılsızca değerlendirenler tarafından öne sürülen bir diğer iddiaya daha değinmek gerekir. Kuran'da yer alan bilimsel konulardaki haberlerin, dönemin bilim anlayışından yüzyıllarca ileride olduğunu önceki bölümlerde de ifade etmiştik. Bu, başlı başına Kuran'ın çok büyük bir mucizesidir. Bu gerçeği açıkça görmelerine rağmen inkarda ısrar edenler, bu ilahi mucizeyi insanlardan saklama çabasıyla Peygamber Efendimizin Kuran'daki bilimsel bilgileri dönemin ileri medeniyetlerinin kaynaklarından derlediğini öne sürerler.

Söz konusu iddiaya göre Peygamberimiz, Kuran içinde bahsedilen astronomi, embriyoloji, tıp gibi kavramları eski medeniyetlerin bilgilerinden almıştır. Örneğin astronomi ile ilgili bilgileri Sümer kayıtlarında bulmuş, tıp bilgisini ise eski Mısır papirüslerinden alarak Kuran'a geçirmiştir.

Bu iddianın birçok yönden geçersiz olduğu açıktır. Öncelikle, Hz. Muhammed'in tüm hayatı boyunca böyle bir araştırmaya girmediği herkesçe bilinmektedir. Bunun aksini iddia eden de çıkmamıştır. Peygamberimizin tarihteki gelişmiş uygarlıkların lisanlarını bilmediği bellidir.

Öte yandan, o dönemde böyle bir araştırmanın içine girmek isteyen herhangi bir kişi, büyük zorluklarla kaşılaşırdı. Şüphesiz ki 7. yüzyıl Arabistanı'nda büyük kütüphaneler, yazılı basın, kitapçılar veya internet ağı gibi bilgiye erişimi kolaylaştıran imkanlar mevcut değildi. Bugünün şartlarında bile, örneğin eski Mısır'ın embriyoloji bilgisini araştırmak isteyen bir insanın işi kolay değildir. Mısır uygarlığının kuruluşu günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncelerine dayanır. Eski zamanlardan bugüne ulaşan yazılı kaynaklar kısıtlıdır, üstelik bunların hepsinin tercümeleri de mevcut değildir. Tercüme edilebilenler ise, son derece özel bilgiler içerdiklerinden her yerde bulunmazlar. Ayrıca bu tercümeleri kavrayabilmek ve yorumlayabilmek için çok detaylı bir tarih bilgisine de vakıf olmak şarttır. Kısacası böyle bir araştırma günümüz şartlarında bile son derece zordur.

Kaldı ki, eski medeniyetlerden miras kalan tüm bilgilerin hepsinin doğru ve sağlıklı oldukları gibi bir durum da söz konusu değildir. Aralarında pek çok yanlış bilgiler, batıl inanışlar, hurafeler de bulunmaktadır. Eğer akılsızların iddia ettikleri gibi Kuran'ın bilimsel ayetlerinin eski medeniyetlerin kültürlerinden derlenmesi gibi bir durum olsaydı, elbette aralarında yanlış ya da tutarsız bilgilerin de bulunması gerekirdi. Oysa, Kuran bu tür eksikliklerden münezzehtir. İçindeki bilimsel ayetlerin hepsinin modern bilim tarafından yüzde yüz doğru oldukları ortaya konmuştur. Bu açık gerçek, "Onlar hâlâ Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa Suresi, 82) ayetinde de vurgulanmaktadır.

Bu nedenle Kuran'daki bilimsel ayetlerin, Peygamber tarafından başka medeniyetlerin kaynaklarından alındığı iddiası da, diğer iddialar gibi tamamen dayanaksızdır. Böyle insanların varlığı ve onlara verilmesi gereken cevap Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

İnkar edenler dediler ki: "Bu (Kuran) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur." Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler. Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır." De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Furkan Suresi, 4-6)

Kuran Araplara indirilmiştir yanılgısı

İnkarcıların, insanları Kuran'dan koparmak ve uzaklaştırmak için öne sürdükleri hezeyanlardan biri de Kuran'ın sadece Araplar'a indirildiği ve Kuran'a uymaktan sorumlu olanın yalnızca Araplar olduğu iddiasıdır. Ancak Kuran'ı bir kez okumuş kimse bile böyle bir iddianın ne kadar saçma ve yersiz olduğunu rahatlıkla fark edecektir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in tüm insanlığa gönderilmiş kutlu bir Peygamber olduğu ve Kuran hükümlerinden kıyamete kadar tüm insanların sorumlu olduğu pek çok ayette vurgulanmıştır. Bunlardan birkaçını burada vermemiz üstteki iddianın anlamsızlığını göstermek için yeterlidir:

Biz seni ancak bütün insanlığa bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar. (Sebe Suresi, 28)

De ki: Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (Peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. (A'raf Suresi, 158)

İnkarcılar, bilgisiz insanların kafalarını karıştırmak ve fitne çıkarmak için uydurdukları bu iddiayı aşağıdaki Kuran ayetine dayandırmaya çalışırlar:

Biz her elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (İbrahim Suresi, 4)

Ayet çok açıktır. Elçinin gönderildiği toplum hangi dili konuşuyorsa elçi de aynı dili konuşmaktadır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Ancak bu şekilde elçiler Allah'ın vahyini çevrelerindeki insanlara eksiksiz ve kusursuzca aktarabilirler. Bu sebeple elçiye vahyedilen kitap da elçinin ve kavminin dilinde gönderilmektedir. Bundan daha doğal bir şey olamaz.

Ancak inkarcılar her ne olursa olsun dine uymamak için bu tür bahaneler öne sürerler. Onların bu ters mantıkları Kuran'da, şöyle haber verilmiştir: Eğer biz onu Acemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, Acemi (Arapça olmayan bir dil)mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kuran), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir." (Fussilet Suresi, 44)

İlahi vahyin kusursuz ve eksiksiz olarak insanlığa aktarılması ayrıca dinin temellerinin sağlam olarak atılmasını güçleştirecek iletişim sorunlarının doğmaması açısından Peygamber, kavmi ve kitabı arasında böyle bir uyum olması zorunludur. Elbette ki bu durum başka kavimlere mensup kimselerin Kuran'dan sorumlu olmadıklarını göstermez. Kuran'ın anlamı her milletin kendi dilinde rahatlıkla tefsir edilebilir, açıklanabilir ve hükümleri anlaşılabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu durum dinin öğrenilmesini ve uygulanmasını engelleyen bir durum değildir.

Allah'ın Kendi Zatı için "Biz" hitabını kullanmasını yanlış yorumlama

Allah Kuran'ın birçok yerinde Kendi Zatı için "Biz" tabirini kullanmaktadır. Buna örnek birkaç ayet şöyledir:

Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz, öyle mi? (Bakara Suresi, 87)

Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (Bakara Suresi, 130)

Akledemeyen bazı kimseler, Kuran'da Allah'ın Kendi Zatı için kullandığı "Biz" hitabının çoğul anlamda kullanıldığını sanarak, kendilerince bu sözcüğün kullanılmasının Allah'tan başka ilah olmamasıyla çelişki gösterdiğini iddia ederler. Böylece kendilerince çok büyük bir gerçeği tespit ettiklerini zannederler. Halbuki, son derece yüzeysel ve cahilce bir yaklaşımdan kaynaklanan bu yanılgının açıklaması çok basittir.

Arapça'da "biz" zamiri yalnızca çoğul anlamı vermek için değil, büyüklük, heybet, azamet, yücelik, üstün makam ve mevkiyi vurgulamak amacıyla tekil şahıslar için de kullanılır. Kuran'da Allah için kullanılan "Biz" sözcüğü de bu anlamda kullanılmıştır.

"Biz" sözcüğünün Arapça'daki bu kullanımındaki mantık, Türkçe'de ve diğer birçok yabancı dilde "siz" sözcüğünün, çoğunluk belirtmek için değil, karşıdaki bir kişi için nezaket maksadıyla kullanılmasına benzer bir mantıktır.

Kuran'ın en önemli ve temel mesajı Allah'tan başka hiçbir ilahın olmadığı ve yalnızca O'na kulluk edilmesi gerektiğidir. Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'tan başka ilah olmadığı gerçeği defalarca vurgulanır, bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Şüphesiz bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 62)

De ki: "Ben, yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden Allah'tan başka bir ilah yoktur." (Sad Suresi, 65)

Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur� (Muhammed Suresi, 19)

Dolayısıyla, Kuran'ın birçok yerinde Allah'ın Zat'ı için kullanılan "Biz" sözcüğünün çoğul anlamda kullanılmadığı, yüceltmek, saygınlık ve kudsiyet ifade etmek için kullanıldığı açıktır.

Gerçekte bu sözcüğün kullanılmasındaki hikmeti anlamak için Arapça'daki bu özel kullanımı bilmeye dahi gerek yoktur. Biraz akletme ve düşünme kabiliyeti olan herkes bu kelimenin seçilmesindeki inceliği kolaylıkla görebilir. Bunu kendilerince bir açmaz, itiraz konusu olarak görenlerin durumu, Kuran ayetleri hakkında tartışanların akıl, kavrayış ve zeka seviyelerinin düşüklüğünü göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 28-10-2009, 12:23
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

EŞLER HALİNDE YARATILIŞ
Yeryüzünün bitirdiklerinden, kendi benliklerinden ve daha bilmediklerinden hepsini eşler halinde yaratan çok yücedir.

36 Yasin Suresi 36
Ayette geçen "Ezvac" kelimesi "zevc"in çoğuludur ve “çift, eş” anlamlarına gelmektedir. Osmanlıca'da karı-kocanın, zevc-zevce diye tanımlanması da bu kelimeye dayanmaktadır. Görüldüğü gibi bu kelime benzerler içinde zıtları, bu şekilde eş oluşları ifade etmektedir. Ayette eşler halinde yaratılışa 3 örnek verilmektedir.
a) Toprağın çıkardığı eşler: Toprağın çıkardığı eşler deyince akla ilk gelen bitkilerdeki dişilik ve erkeklik özelliğidir. (İleride ayrı bir konu olarak işleyeceğiz)
b) Kendi benliklerimizden eşler: Akla ilk gelen insanların dişierkek şeklinde yaratılışlarıdır. Fakat insan benliğindeki ters karakterleri; cesurlukkorkaklık, sevginefret, cömertlikcimrilik... de ayetin işareti içinde değerlendirenler olmuştur.
c) Bilinmeyen eşler: Evren'deki eşli yaratılışların birçoğundan Kuran'ın indiği dönemde insanların haberi yoktu. Bu bölümde özellikle bunları işleyeceğiz.
NOBEL ÖDÜLÜ GETİREN KEŞİF
Evren'deki tüm maddelerin yapı taşı atomlardır. Tüm Evren'de yaratılışın eşler halinde olup olmadığını merak eden bir kişi maddenin bu en küçük parçasını inceleyip bu konuda bir yargıya varabilir. Eğer maddenin en küçük parçasında eşler bulunuyorsa, Evren'deki her şey bu küçük parçalardan yaratıldığına göre, her şey eşlerden yaratılmış demektir.
Atom üzerindeki çalışmalar ilerledikçe var olan parçacıkların sırf protonlardan, nötronlardan, elektronlardan oluşmadığı, atomun sandığımızdan da kompleks, daha hassas, daha mükemmel bir yapısı olduğu anlaşıldı. Atomun en küçük parçaları için bile eşler halinde yaratılış hüküm sürmektedir.
Protona karşı eşi antiproton vardır.
Elektrona karşı eşi pozitron vardır.
Nötrona karşı eşi antinötron vardır.
Maddenin eşler halinde yaratılışı fiziğin en önemli keşiflerindendir. İngiliz bilim adamı Paul Dirac bu konudaki çalışmalarından ötürü 1933 yılında Nobel Fizik ödülü'nü almıştır. Dirac'ın buluşu "Parite" adıyla bilinir ve maddenin antimadde denilen bir eşi olduğu da bu buluşla ortaya konulur.
Allah'ın her şeyi tüm detaylarıyla planlaması, Evren'in yaratılışında protonların, elektronların, nötronların ve bunların eşlerinin sayılarının belirlenmesinde de kendini göstermektedir. Elektronu ve eşi pozitronu örnek olarak ele alalım. Bu ikisi bir araya gelirse enerji açığa çıkar. 10 birim elektrona karşı 15 birim pozitron olursa, 10 birim elektron ile 10 birim pozitron yok olur, 5 birim pozitron kalır. İkisinin sayısı eşit olursa sadece enerji açığa çıkar, geriye hiç elektron ve pozitron kalmaz. Yani gerek protonların, gerek elektronların, gerek nötronların var olabilmesi karşı karşıya geldikleri eşlerinden sayıca fazla olmalarına bağlıdır. Bu arada elektron, proton ve nötronların kendi aralarındaki sayısal dengeleri de çok önemlidir. örneğin elektronların sayıca protonlardan az olduğu bir durumda Evren'de canlılık oluşamazdı.
Şu andaki varlığımız tüm bu hesapların ince bir şekilde yapılmasıyla mümkün olmuştur. Binlerce ayrı oluşumdan biri bile, rastlantılara, rastgeleliklere bırakılsaydı bugün var olamazdık. Yaratıcımızın her şeyden haberdar olması, her şeyi kontrol etmesi, sonsuz kudreti sayesinde var olabiliyoruz.
ZITLIKLARIN BİRLİĞE HİZMETİ
Daha önce de dediğimiz gibi Kuran'ın bilimsel mucizelerinin dikkat edilecek tek yanı Peygamberimiz dönemindeki insanların bilgileriyle bu açıklamaların yapılamayacak olması değildir. Elbetteki bu da çok önemlidir. Fakat bu ayetlerde geçen bilimsel bilgileri incelediğimizde Allah'ın kudretinin, sanatının, ilminin, planlarının muhteşemliğini görmemiz de çok önemlidir. örneğin Kuran'ın, Evren'in bir teklikten, bir bitişiklikten yaratıldığını söylemesi (2. bölümde açıkladık: 21Enbiya Suresi 30. ayet) incelenerek; Kuran'ın insan sözü olamayacağının, Peygamberin dönemindeki herhangi bir kimsenin bu bilgiyi bilemeyeceğinin ortaya konması çok önemlidir. Fakat aynı zamanda bu bilginin; Allah'ın maddeyi, Evren'i yarattığını ispatladığının, Allah'ın Evren'i yaratışını bilinçli bir şekilde, belli gayelerle, büyük bir kuvvetle gerçekleştirdiğini gösterdiğinin bilinmesi de çok önemlidir. Bu yüzden kitabımızı yazarken Kuran'ın ayetlerindeki bilimsel mucizelerin varlığı kadar, bu bilimsel bilgilerin nasıl Allah'ın varlığını, kudretini, sanatının ihtişamını gösterdiğini, birbirinden ayırmadan, içiçe bir şekilde açıklamaya çalışıyoruz. Kısacası bizim için Kuran mucizelerinin varlığı kadar, bu mucizeleri gerçekleştiren ayetlerin tüm boyutlarda düşündürdükleri de çok önemlidir.
Maddi Evren'in eşler halinde yaratıldığını söyleyen ayetlerde de aynı noktaya dikkat etmeliyiz. Kuran'ın indiği dönemde Evren'in eşler halinde yaratılışının, oynadığı kritik rolün bilinmesi imkansızdır. Bu nokta çok önemlidir. Fakat bu nokta kadar Evren'deki çiftli yaratılışları incelediğimizde itmeçekme kuvvetlerinden, proton antiprotonların, nötron antinötronların dengesine kadar görülen harikalar da çok önemlidir. çünkü Kuran ayeti sadece bir mucize olsun diye değil, aynı zamanda tüm bu çiftli yaratılışlar üzerinde düşünelim, Allah'ın yaratışındaki harikalıkları anlayalım diye de Evren'deki eşli yaratılışlara dikkatimizi çekmektedir.
Evren'deki eşli yaratılışların önemi proton ve nötronların içindeki quarkların keşfiyle de devam etmiştir. Laboratuvar çalışmalarından quarkların da, leptonların da (diğer bir atom altı parçacık) ikişer ikişer yani eşli bir şekilde ortaya çıktıkları anlaşıldı. "Up", "Down", "Charm", "Strange" quarklarından sonra "Bottom" adı verilen quark bulununca, çiftli yaratılışın bilinci bilim adamlarına o kadar yerleşmişti ki "Top" adlı quarkın adı daha bu quark bulunmadan koyuldu. Kuran'ın 1400 yıl önce işaret ettiği, bilim adamlarının çok yakın zamanlarda kavuştuğu bu öngörü haklı çıktı. 1994 yılının Mayıs ayındaki Time dergisinin kapağı "Top" quarkının keşfini haber veriyordu. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Fermi Laboratuvarları'nda yapılan çalışmalarla "Bottom" quarkının eşi olan "Top" quarkı keşfedilmişti.
Evren'deki tüm eşli yaratılışlar Evren'in birlik bütünlük içindeki düzenine hizmet etmektedir. Ne "Up" ve "Down" quarklarının, ne protonun ve antiprotonun, ne de Evren'deki artı ve eksi yüklerin bir bilinçleri vardır. Tüm bu düzenli, bilinçli oluşumlar bilinçsiz maddenin en mikro düzeyinde yaratılmaktadır. Ve bu yaratılışlar sayesinde galaksiler, yıldızlar, gezegenler, bitkiler, hayvanlar, insanlar var olabilmektedir. üstün bir kudret yaratmasaydı birbirine zıteş güçlerin, zıteş parçacıkların var olması da mümkün olmazdı. Bu birbirlerine zıteş güçlerin kaos yerine düzenli, renkli, olağanüstü bir Evren yaratması da mümkün olmazdı. İlk yaratılışı yapan, sondaki hedefleri belirleyen kim ise, ilk yaratılış anında eş güçleri ortaya çıkartan, son hedeflere varıncaya kadar bu eşleri bir Bir'lik için çalıştıran kimse de O'dur. İbret almaya, aklını çalıştırmaya niyeti olanlar için Allah'ın Evren'de koyduğu deliller ortadadır.
Düşünüp ibret almanız için her şeyi eşler halinde yarattık.
51Zariyat Suresi 49
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 28-10-2009, 12:25
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

AŞILAYICI RÜZGARLAR
Rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik…
15 Hicr Suresi 22
Gerek Dünya'mızın içindeki fiziksel oluşumlar üzerine yapılan araştırmalar, gerek bitkiler üzerine yapılan araştırmalar, bize rüzgarların aşılayıcı özelliğinin önemini gösterdi. Rüzgarlar bitkilerin üremesinde, bitki tozlarını taşıyarak rol oynamaktadır. Aynı zamanda rüzgarlar, yağmur yağabilmesi için yağmur bulutlarını da aşılamaktadır. Böylece rüzgarlar aşılayıcı foksiyonlarıyla Dünya'daki yaşam için olmazsa olmazlar listesindedir. Diğer olmazsa olmazlar gibi rüzgarların da olmaması, bizim de, Dünya'daki tüm canlılığın da olmaması anlamına gelmektedir.
Denizlerin ve diğer suların üzerinde köpüklenme nedeniyle "Aerosol" adlı hava kabarcıkları oluşmaktadır. Bunlar rüzgarların karadan sürüklediği tozlarla karışarak Atmosfer'in üst katmanlarına doğru havalanır. Rüzgarların yükselttiği bu parçacıklar su buharı ile birleşir, su buharı bu parçacıkların etrafında yoğunlaşır. Bu parçacıklar olmasa, yüzde yüz su buharı, bulutu oluşturamaz. Bulutların oluşması, rüzgarların bu şekilde havada serbest şekilde bulunan su buharını, taşıdıkları parçacıklarla aşılamaları ile olmaktadır. Rüzgarlar bu görevlerini yerine getirmeseydi, yağmur yağdıran bulutlar oluşmayacaktı. Dolayısıyla yağmur, yağmur olmayınca ise yaşam mümkün olmayacaktı. Rüzgarın görevi burada bitmez, Atmosfer'de tonlarca ağırlığa sahip bulutların sürüklenmesi, hava ile sürtünen bulutlarda negatif ve pozitif elektrik yükleriyle aşılamanın olması da bulutlar sayesindedir. Rüzgarlar olmasaydı bulutlar oluşmazdı; fakat oluştuklarını kabul etsek bile, o zaman da bulutlar buharlaştıkları okyanusların, denizlerin üstüne yağacaklar ve yeryüzündeki bitkilerin, hayvanların, dolayısıyla insanın var olması mümkün olmayacaktı. Rüzgarlar bulutların oluşumundan, yağmurların boşalmasından, yağmurun karalara da yağmasına kadar birçok ayrı fonksiyonu yerine getirmektedir. Rüzgarların bu fonksiyonlarının her biri yaşamın devamı için kesinlikle gereklidir. Yaratıcımız her şeyi olduğu gibi bunu da mükemmel bir şekilde planlamıştır.
RüZGARLARIN HARİKA SİSTEMİ
Yaşamımız için olmazsa olmaz şart olan rüzgarlara Kuran'da dikkat çekilmiş, rüzgarların aşılayıcı özelliği vurgulanmıştır. Rüzgarların yaratılışındaki incelikleri incelediğimizde Dünya'mızdaki mükemmel yaratılışların bir örneğine daha tanık olmaktayız. Dünya'nın dönüşünden Dünya'mızdaki yerşekillerine, alçak ve yüksek basınç alanlarına kadar birçok etken rüzgarların oluşumunda etkilidir. Eğer Dünya'mızın 23,5 derecelik eğikliği olmasaydı, güney ve kuzey kutuplarındaki soğuma ve Güneş'in etkisi her gün için farklı olmazdı. Ekvatorla kutuplar arasındaki ısı farkı azaltılarak rüzgarların ılımlı esmesi sağlanmıştır. Eğer böyle olmasaydı, yerşekilleri böyle ayarlanmasaydı kutuplardan ekvatora, ekvatordan kutuplara doğru esen rüzgarlar yaşamı mahvedecek fırtınalara sebep olabilirdi.
Ayrıca kutuplarda ve ekvatorda Atmosfer'in kalınlığının farklı oluşundan dolayı havanın üst kısmında ayrı, alt kısmında ayrı akımlar oluşmaktadır. Böylece rüzgarların çeşitli yönlerden esmesi sağlanır. Dünya'nın tüm yerleşim bölgelerine çeşitli rüzgarların gelebilmesi için dağlardan, ovalardan, yaylalardan öyle motifler işlenmiştir ki her yerleşim bölgesi çevresinde sıcak ve soğuk cephe sistemleri dönüşümlü olarak doğar. Görüldüğü gibi rüzgarlardan yağmura, dağlardan ovalara, Dünya'nın dönüşünden ısı ayarlamalarına kadar her şey birbiriyle bağlantılıdır. Bu oluşumlardan birini yaratan kim ise, hepsini yaratan da O'dur. Bu oluşumlardan her biri diğerleriyle bağlantılı olduğu için, bunun aksini düşünmek imkansızdır. Dünya'mızdaki oluşumlardaki bu birlik Yaratıcının birliğini ortaya koymaktadır. Bu oluşumlardaki incelikler, mükemmellikler, detaylar ise onun kudretinin, sanatının, bilgisinin, gücünün sınırsızlığını anlamak isteyenlere anlatmaktadır.
Sıcaktan bunaldığımızda bir rüzgar esince duyduğumuz hoş hislerin yanında, bu rüzgarların Yaratıcısının yarattığı incelikleri de hatırlayalım. Rüzgar hem matematiktir, hem sanattır, hem kudrettir, hem ilimdir. Bu oluşumlar yaşadığımız Evren'deki tüm oluşumların nasıl mükemmel şekilde planlandıklarını, aralarından hiçbirinin başıboş olmadığını, dolayısıyla tüm bu oluşumlarla alakalı olan ve bu oluşumların birer parçası olan bizim de başıboş olmadığımızı haykırmaktadır. Rüzgar ister meltem, ister poyraz, ister lodos olsun; her şekliyle Yaratıcımızın planladığı, fiziksel kurallara bağladığı, yaşamımızı onsuz imkansız kıldığı bir tabiat olayıdır.
...Rüzgarların yönlendirilmesinde de aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.
45 Casiye Suresi 5
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 28-10-2009, 12:26
mindar mindar isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 21 Sep 2009
Mesajlar: 431
Standart

YUVAYI DİŞİ ARI YAPAR
Efendin dişi bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda, insanların kurdukları kovanlarda evler edin.
16 Nahl Suresi 68
Kuran, arının yaptıklarını anlatırken, fiilin dişi formunu kullanmaktadır. Arapça'da fiiller dişiye ve erkeğe göre farklı çekilirler (Başka birçok dünya dilinde de bu böyledir). Arının yaptıkları anlatılırken fiilin dişi formunun kullanılması Kuran'ın saydığı eylemleri dişi bal arısının yaptığını göstermektedir. Bu yüzden ayeti "dişi bal arısı" diye çevirmek daha doğrudur. Dişi bal arısının yaptıkları Kuran'da şöyle tarif edilmektedir: (Arapça'da arının erkeği ve dişisi aynı şekilde yazılır, bu kelimenin ayrıca dişisi yoktur.)
1 Evini (kovanını) inşa etmesi (68. ayet)
2 Bal özünü toplamak için doğadaki faaliyeti (69. ayet)
3 Bal yapması (69. ayet, bir sonraki bölümde inceledik)
Kuran'ın saydığı bu üç faaliyeti de dişi arı olan işçi arılar gerçekleştirmektedir. Bu yüzden Kuran'da arıdan sonra gelen fiile dişilik takısı eklenmiştir. Kuran'ın saydığı bu faaliyetler ile erkek arıların hiçbir ilişkisi yoktur. Dişi olan işçi arılardan daha iri yapılı ve kocaman gözlü olan erkek arıların tek görevi genç ana arıyı döllemektir. Yaz sonunda bu görevini yerine getiren erkek arılar dişi arılar tarafından kovandan atılır ve dişi arıların bakımıyla yaşamaya alışkın oldukları için çok geçmeden açlıktan ölür.
Kuran'ın indiği dönemde insanların kovan içindeki iş bölümünün detaylarından, işçi arıların dişi olduğundan, kovanı inşa etmenin, bal yapmanın, bal yapmak için meyvaların özünü toplamanın dişi işçi arıların görevi olduğundan haberleri yoktu. Bu yüzden Kuran'ın dişi arının görevlerini sayarken fiili dişiye göre çekmesi ve erkek arıları bu görevlerden dışlaması mucizevi bir ifadedir.
ARI BİR MATEMATİK PROFESöRü MüDüR?
Kuran'da dikkat çekilen dişi bal arısının yaptıklarını iyice incelediğimizde arının kabiliyetlerine şaşmamak elde değildir. Arının yaşayacağı evini (kovanını) oluşturması, bu evin içindeki petekleri inşa etmesi matematiksel bir deha gerektirmektedir.
Bal arıları milyonlarca yıldır peteklerini altıgen yapmaktadır (On milyonlarca yıl öncesine ait arı fosillerinden bu anlaşılmaktadır). Acaba neden bu şekil dikdörtgen, beşgen, sekizgen değil de altıgendir? Bunu araştıran matematikçiler birim alanın tamamen kullanılması ve en az malzemeyle petek yapılabilmesi için en ideal şeklin altıgen olduğunu ortaya koydular. Petekler üçgen ya da dörtgen olsaydı, boşluksuz kullanılabilecekti. Fakat altıgen hücreler için kullanılan malzeme üçgen ya da dörtgen için kullanılan malzemeden daha azdır. Diğer birçok geometrik şekilde ise kullanılmayan bölgeler ortaya çıkacaktı. Sonuç olarak altıgen hücre, en çok miktarda bal depolarken, yapılması için en az balmumu gereken şekildir.
Dişi (işçi) arıların bu çalışmalarında en çok ilgi çeken durumlardan biri onbinlerce işçi arının her birinin, birer tuğlacığını bıraktığı bu yapının, geometrik ölçülere bütünüyle uyabilmesidir. Matematikçiler verilen belirli miktardaki balmumuyla yumurtadan çıkacak kurtçukları içine alabilecek daha geniş bir yer yapılamayacağını ispatlamışlardır. Böylece işçi arılar belirli miktardaki gereçle, gereken büyüklükteki bir yapının en ekonomik biçimde nasıl yapılabileceğini göstermektedirler.
Antoine Ferchault adındaki bir Fransız böcek bilgini, bunu "Arılar problemi" diye tanınan bir geometri problemi olarak ortaya koymuştur. Bu problem şudur: "Tabanı birbirlerine göre eğimi aynı olan üç çeşit eşkenar dörtgen ile kapanmış düzgün altıgen bir dik prizma verilsin. Bu prizmanın toplam yüzey alanının en küçük değerde olması için eşkenar dörtgenler arasındaki açılar ne olmalıdır?" Biri Alman, biri İsviçreli, biri de İngiliz olan üç tanınmış matematikçi bu problemin çözümüyle uğraştılar ve şu sonuca vardılar: 70° 32' (70 derece ve 32 dakika). Gerçekten de bu, dişi bal arılarının yaptığı petek gözeneklerinin açısının tamı tamına aynısıdır.
İşçi arılarımız peteğin yapımına birkaç farklı noktadan başlarlar. İş ilerledikçe peteğin gözenekleri orta yerde birleşir. Bu durumda kaynaşma noktasındaki peteklerin açıları yine kusursuzdur. Bu işçi arıların peteğin yapımına rastgele koyulmadıklarını, başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki uzaklıkları, arkadaşları olan diğer işçi arılarının pozisyonlarını önceden çok ince bir şekilde hesapladıklarını ortaya koyar. En usta matematikçiler bile arının hesabının kusursuzluğunu 70° 32' (70 derece ve 32 dakika)'yı hesaplayarak ortaya koymaktadırlar. Fakat bu matematik profesörlerine elinize bir cetvel alın, bu açıları tam tutturarak bir altıgen çizin desek, hele hele bu hesapları yapan üç profesöre üçünüz ayrı yerden başlayarak altıgenler çizin, ortadaki altıgenler de tam düzgün, kusursuz olsun desek hiç şüphesiz bu kadar ince bir çizimi beceremezlerdi. Görülüyor ki arı, hem büyük bir teorisyendir, hem de müthiş bir pratisyendir. Teoride hesaplanması çok zor olanı hesaplamış, pratikte ise bizim el ve gözlerimizle tayin edemeyeceğimiz hassaslıktaki ölçüleri tutturmuştur. (Kuran'ın matematiksel mucizelerinden bahsedeceğimiz kitabımızın ikinci kısmının, KUM15 bölümünde "arı"dan bahseden sure ve ayetlerdeki matematiksel kodu, arının kromozom sayısına işaretleri inceleyeceğiz. Arının yaratılışında arıya matematikçi özellikleri veren Allah, arıdan bahsettiği sure ve ayetlerde de matematiksel mucizeler oluşturmuştur.)
Altı hafta yaşayabilen arılar tüm bu hesapları ve uygulamaları nasıl gerçekleştirmektedir? Arıların bu yaptıklarını "içgüdü" diye niteleyip, tüm bu harikalıkları tesadüfen oluşmuş gibi göstermek Yusuf suresinin 40. ayetinin işaret ettiği gibi isimlendirmelerin arkasına sığınmaktır. İçgüdü kelimesi, sadece bir isimlendirmeden ibaret olup aslında hiçbir açıklama ortaya koymayan bir terimdir. Kuran arıya vahyedildiğini söyleyerek, arının tüm bu yaptıklarının, Allah'ın proglamlaması ve düzenlemesinin sonucunda olduğu ortaya koymaktadır. altı haftada en zeki canlı olan insan "1,2,3" diyerek, üçe kadar saymayı bile beceremez... Arının tüm bu yaptıklarının ne arı tarafından öğrenildiğini, ne de tesadüfen oluştuğunu söylemek mümkündür. Açıkça bellidir ki arıyı Yaratan, arıyı bütün özellikleriyle beraber yaratmış, tüm bu matematiksel problemleri halletmiş ve arıya en mükemmel uygulamaları yaptırmıştır. Yine bu Yaratıcı, arıya kendi ihtiyaçlarından fazla bal yaptırtarak, insanlara nimetlerini göstermektedir.
71 Görmezler mi ki kudretimizle nice hayvanları yarattık da onlara sahip olmaktadırlar.
72 Onları kendilerine boyun eğdirdik. Bir kısmına binmekte, bir kısmını yemektedirler.
73 Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Hala şükretmiyorlar mı?
36 Yasin Suresi 71-73
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Muhammed Hakkındaki Bilgiler Nereden Kaynaklanıyor? DreiMalAli Önerdiğimiz Başlıklar 332 23-01-2017 18:52
Pratik Bilgiler milomanara Konu-dışı 1 22-06-2009 10:07
Hücre Hakkında İlginç Bilgiler... korelmis Evrim 19 09-09-2007 19:12

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:19 .