Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Turan Dursun > İlhan Arsel & Arif Tekin Makaleleri

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #11  
Alt 23-01-2014, 16:07
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

5) "Din'de Zorlama Yoktur..." Kandırması

Kur'an'ın Bakara Suresi'nin 256. ayetinde "Dinde zorlama yoktur" şeklinde bir hüküm var.(14) Şeriatçılar bunu "din ve vicdan özgürlüğünün temel taşı olarak göstermeye çalışırlar. Oysa yalandır, çünkü bu ayetin "din ve vicdan özgürlüğü" ya da "hoşgörü" kavramıyla hiç ilgisi yoktur. Şu nedenle ki, bir kere Muhammed, İslamdan gayrı(15) bir dinin varlığını kabul etmediği gibi, güçlendiği dönemde insanları İslama sokmak ve İslamda tutmak için zor kullanarak, daha doğrusu kılıçla iş görmüştür. Taraftarlarını bu işe hazırlamak üzere Kur'an'a:

"...Yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar
onlarla savaşın"
(Bakara Suresi, ayet 193),

ya da:

"...(Ey Muhammed!) De ki 'Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar
Müslüman olana kadar savaşmaya çağırılacaksınız'..."
(Fetih Suresi, ayet 16)

şeklinde nice hükümler koymuştur. Burada geçen "Güçlü kuvvetli bir millet" deyimi, bazı yorumculara göre İranlıları ve bazılarına göre de Yemen'de yerleşik Benu Hanife kavmini kapsar.(16)

Fakat her ne olursa olsun bundan çıkan anlam şudur ki, İslamı kabul ettirmek için Muhammed kılıçla zorlama yolunu seçmiştir. Ebu Hüreyre'nin rivayetine dayalı bir hadise göre, müşriklere karşı savaşmanın gerekli olduğunu anlatmak üzere de şöyle demiştir:

"Biz Müslümanlar, 'La ilahe ill'llah' diyene kadar (müşriklerle savaşmaya) memuruz, kim ki bu
şehadet kelimesini söylerse hakk-ı şer'isine tevfikan benden malını ve canını muhafaza etmiş olur..."
(17)

Öte yandan, Müslümanlığı kabul etmemiş olan "Müşriklere" karşı şu ölüm saçan ayeti koymuştur:

"Müşrikleri nerede görürseniz öldürün..." (Tevbe Suresi, ayet 5)

Yahudiler ve Hristiyanlar ve Sabiiler gibi "Kitab Ehl-i" (kendilerine Kitap verilenler) diye bilinenlere gelince, onlara karşı dahi "Cihad" emrini vermiş ve fakat onlar için "Müslümanlığı kabul etmek" ya da "Aşağılanmış olarak cizye (kafa parası) vermek" gibi iki yoldan birini seçme şıkkını öngörmüştür ki, zorlama uygulamasından başka bir şey değildir.

Bakara Suresi'ne koyduğu şu ayete göre "Kafirlere" karşı savaşmak ve bu savaşı İslamın koşullarını onlara kabul ettirene kadar sürdürmek gerekir. Ayet şöyle:

"Fitne tamamen yok edilinceye ve dinde yalnız Allah için
oluncaya kadar onlarla savaşın."
(Bakara Suresi, ayet 193)

Yani, bu ayete göre İslamdan gayrı bir din "fitne" (azgınlık) demektir ve azgınlık yok oluncaya kadar savaşmak gerekir.

Şunu da ekleyelim ki Muhammed, sadece insanları Müslüman olmaya zorlamakla kalmamış, fakat Müslümanlıkta tutmak için de zorlama usullerini uygulamıştır. İslamdan çıkanlara karşı sadece "Kim İslamiyetten gayrı bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir" (İmran Suresi, ayet 83-85) şeklinde hükümler sevk etmekle ve onları sadece Tanrı'nın "lanetlemesine" terk etmekle (İmran Suresi, ayet 87) kalmamıştır. Bu gibi kimseler hakkında, sadece gelecek dünyada (cehennemde) uygulanmak üzere değil, asıl bu yeryüzü dünyasında uygulanmak üzere ayrıca cezalar tertiplemiştir. Örneğin Ahzab Suresi'ne;

"...Lanet edilmişler, boyunları vurularak
öldürülmelidirler..."
(Ahzab Suresi, ayet 61)

şeklinde ayetler koyarken,(18) Maide Suresi'ne de:

"Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (İslami)
düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öl-
dürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi, yahut da ...sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüs-
valığıdır."
(Maide Suresi, ayet 33) (19)

şeklinde ayetler eklemiştir. Bu hükümleri İslamdan çıkan kişilere ve kitlelere en acımasız bir şekilde uygulamaktan geri kalmamıştır. Nice iç sızlatıcı örneklerden biri olmak üzere Ükl ve Ureyne kabilelerine mensup bazı kişilere uyguladığı cezayı hatırlatalım:

Medine'ye gelerek Müslüman olduktan ve bu sayede kendisinden bazı yardım sağladıktan sonra İslamdan çıkan bu kişileri Muhammed, işkenceye tabi tutmuş, ayaklarını ve ellerini kestirtmiş, kızgın güneşin altında onları bu halde ölüme terk etmiştir.(20) Her ne kadar İslamcılar, bu kişilerin Muhammed'e ihanette bulunduklarını, örneğin onun çobanlarını öldürüp sürülerini götürdüklerini iddia ederlerse de yalandır.

Yine İslam kaynaklarından öğrendiğimize göre Muhammed, ölümünden az önce, Hicret'in 11. yılında Yemen'de, Esved'i Ansi' adında birinin kışkırtmasıyla kitle halinde dinden çıkma olayları başlayınca, aynı cezaları onlara da uygulamıştır.(21)

Hemen ekleyelim ki, dinden çıkanlara ("mürted" sayılanlara) karşı onun zamanından bugüne kadar uygulanan cezalar, aşağı yukarı hep bu olmuştur.

Öyle anlaşılıyor ki bu cezalar ve bu zorlamalar sadece bu yeryüzünde değil fakat cennette de sürüp gidecektir; nitekim bir hadisinde: "Cennet, kılınçların gölgesi altındadır" (bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.IV, s.214) demiştir.

Hoşgörüsüzlük doğrultusunda koyduğu hükümleri, kendi yaşamı boyunca bizzat uygulamak suretiyle kendinden sonra iktidara gelecek olanlara örnekler yaratmıştır. Nitekim ölümünden sonra halifeliğe gelen Ebubekir, O'nun yukarıdaki emrine uyarak Yemen'deki Benu Hanife kavmine saldırmış ve yendikten sonra onlara: "La ilahe illa'llah" dedirtmiştir.(22) Aynı işi, Ebubekir'den sonra halifeliğe gelen Ömer bin Hattab, Farsları İslama çağırarak yapmak istemiştir. Fakat gücü yetmediği için fazla ileri gidememiştir. Sadece Arap kabilelerini İslama zorlamakla, örneğin Medine, Cüheyne, Müzeyne bedevilerini "ehl-i Fürs"e karşı savaşa çağırmakla(23) ve Yahudi kabilelerini sürgün etmekle yetinmiştir.

Bütün bu ve benzeri örnekler, "İslamda zorlamak yoktur" sözlerinin, "höşgörü" ilkesiyle ne derece ilişkisiz olduğunu göstermeye yeterlidir.

Şimdi geliniz hep birlikte, "dinde zorlama olmaz" şeklindeki sözlerin ne maksatla söylenmiş olduğunu inceleyelim.


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.44-48


_____________________
(14) Ayet şöyle: "Din'de zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağatu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." (Bakara Suresi, ayet 256). Burada geçen "Tağut" sözcüğü "Şeytan ve Allah'tan başka tapılan her şey" anlamına gelmekte.
(15) Bu konuda benim İslama Göre Diğer Dinler (Kaynak Yayınları, Mart 1999) adlı kitabıma bakınız.
(16) Beyzevi'nin görüşü budur. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.VIII, s.189
(17) Bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.V, s.19-20, h.689
(18) "İnandıktan sonra inkar eden, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katında büyük bir gazab var." (Nahl Suresi, ayet 106-108)
(19) Her ne kadar bu ayetin eşkıya ve yol kesiciler hakkında indiğini söyleyenler varsa da, Buhari gibi kaynaklar bu hükmün "kafirleri ve mürtedleri (İslamdan dönenleri)" kapsadığını belirtmekteler. Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.257-8.
(20) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.252-258
(21) Esved'i Ansi adında biri Sana denilen bölgede halkı İslamdan çıkmaya teşvik edince Muhammed, derhal üzerine asker göndermiş ve eline geçirdiklerinin ayaklarını ve ellerini çaprazlama kestirmek suretiyle öldürtmüştür. Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.V, s.22 ve Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.X, s.362-378
(22) Yemame kasabasında yerleşik bulunan Benu Hanife kabilesi.
(23) Müseylemetü'l-Kezzab adında birinin idaresinde idi. Hicretin 12. yılında cereyan ettiği kabul edilen bu savaş sırasında Müslüman askerlerden 450 kadarı ölmüştür. Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.VIII, s.304

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 24-01-2014, 01:52
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

6) "Dinde Zorlama Olmaz" Şeklindeki Buyruk, Farklı Din ve İnançtakilere Karşı Hoşgörü
Beslemekle Değil, Fakat Sadece İslami Emirleri Kolaylıkla Yerine Getirmekle İlgilidir


Biraz önce belirttiğimiz gibi, Bakara Suresi'nin "Dinde zorlama yoktur" şeklindeki 255. ayetinin hoşgörülülük ile ilgisi yoktur. Ayet, sadece Müslüman kişiye, dinsel görevlerini (namaz, oruç, vs. gibi) yerine getirirken kolaylık sağlama amacını gütmektedir; örneğin hastalık ya da seyahat nedeniyle oruç tutamayan kimselerin, diğer günlerde oruç tutma olasılığına sahip olabilmeleri gibi. Ne var ki bu amacın altında, kişileri şeriatın olumsuz ve akla sığmaz ya da güçlük arz eden (taşıyan) buyruklarına kolaylıkla baş eğer durumda kılma kurnazlığı yatar. Daha başka bir deyimle, dinsel görevleri kolaylık sağlayıcı usullerle benimsetmek içindir ki Muhammed; "...Allah'ın dini kolaydır, kolaylıktır" ya da "Kolaylaştırın, dini belletirken halkı güce koşmayın" şeklinde konuşurdu.

Yine bunun gibi: "İbadette güçlük ihtiyar edilmez" diyerek kişilere, sanki kolaylık sağlıyormuş gibi görünür ve bu yoldan onları istemedikleri ya da zor nitelikteki işlere sürmek ve hizmetinde iş gördürmek taktiğini izlerdi (örneğin ibadet ettirmek, ya da savaşa götürmek, vs. gibi). Örneğin kişiler genellikle namaz kılmaktan hoşlanmazlar, namaz kılmak istemezlerdi. Oysa Muhammed, onların namaz kılmalarını kendi çıkarları bakımından önemli sayardı, çünkü getirdiği namaz usulünde kişiler Tanrı'ya ve Tanrı'nın elçisi olduğunu kabul ettikleri Muhammed'e hayırdua ederlerdi. Bundan dolayıdır ki Muhammed, çoğu kez vaaz verirken, dinleyenlere bıkkınlık gelmesin ve kaçıp gitmesinler diye, onların durumlarına uygun düşen, gün ve saati kollar ve gecenin ve günün bazı zamanlarında namaz kıldırmazdı; bunu yaparken de: "Kolaylık yolunu gösterin, güçlüğe gitmeyin. Tebşir edin, tenfir etmeyin" derdi.(24) İbadet etmeyi de güya kişinin gücüne göre ayarlamıştı. Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadisinde:

"İbadetlerinizden gücünüz yettiği derecede tekellüf ediniz"


derdi.(25) "İbadet" derken, genellikle namaz kılmak, oruç tutmak gibi görevleri kastederdi. Örneğin namaz sırasında uykusu gelen ya da tükürmek isteyenlere kolaylık olsun diye, "Biriniz namazda uyuklarsa uyusun...", ya da "Namazda yorulunca hemen oturun" der(26) ya da: "Tükürmek isteyen tükürsün" diyerek bizzat kendisi, namazda iken elbisesinin içine tükürmek suretiyle başkalarına örnek teşkil ederdi.(27)

Yine bunun gibi mevsime ve güne göre namazı soğuk zamanlarda erken kıldırır, şiddetli sıcaklarda da serinlik vaktine tehir ederdi; özellikle cumaları böyle yapardı.(28) Namaz kılmayı Müslüman kişiler bakımından kolaylaştırmak için namazın fazla uzatılmamasını emretmişti. Örneğin Ebu Mes'ud Ensari, bir gün gelip Muhammed'e "Filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki adeta namazı terkedecek gibi oluyorum" dediğinde, Muhammed:

"Ey Nas... (içinizden) halka namaz kıldıran olursa hafif tutsun. Çünkü
cemaatin içinde hastası var, zaifi var, iş-güç sahibi olanı var"
demiştir.(29)

Taraftarlarının, namaz kılarken "misvak" kullanmaktan pek hoşlanmadıklarını bildiği için, onlara kolaylık olsun diye şöyle derdi:

"Ümmetime... meşakkat vermek korkusu olmasaydı, kendi-
lerine her namaz kılarken misvak (istimalini) emrederdim."
(30)

Bununla beraber namaz kılmayı kolaylaştırıcı nitelikteki bu sözlerini zaman zaman unutup namazda iken iki ayağı ve iki baldırı şişene kadar ayakta durduğu olurdu. Muhtemelen Tanrı'ya fazlasıyla tapar görünerek ve şükrederek günahlarından kurtulacağını düşünmüş olmalıdır. Nitekim onun bu şekilde meşakkate katlanarak namaz kıldığını görenler: "Allah, senin işlenmiş ve işlenmesi farzedilmiş günahlarını mağfiret etmiştir. İbadet hususunda niçin bu kadar meşakkat ihtiyar ediyorsun?" şeklinde sorduklarında şöyle cevap verirdi:

"Ben, bu gufran-ı ilahiye (ilahi bağışa) karşı
gece namazı ile şükreder bir kul olmayayım mı?"
(31)

Burada geçen "gufran-ı ilahiye" deyimi "Tanrı'nın bağışı" anlamına geldiğine göre şunu demek isterdi:

"Evet biliyorum ki Tanrı benim işlenmiş ve işlenmesi farzedilmiş günahlarımı
affetmiştir.Ve işte ben, bundan dolayıdır ki Tanrı'ma şükretmek için namaz kılmaktayım."


Onun bu tür davranışı, kişileri namaz kılmaya teşvik bakımından çok etkili olurdu.

Oruç tutmak gibi güçlük arz eden ibadet konusunda da kolaylık yollarını aramıştır. Bir kere hastalık ya da yolculuk (sefer) halinde oruç tutamayanların, tutamadıkları günler sayısınca başka günlerde oruç tutabileceklerini söylemiş ve:

"Tanrı size kolaylık ister, zorluk istemez" (Bakara Suresi, ayet 185) diye eklemiştir. Öte yandan "tan yeri beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar" bütün gece yemek yenebileceğini bildirmiş (bkz. Bakara Suresi, ayet 187) ve oruca dayanamayanlara "...bir düşkünü doyuracak kadar fidye" vermek suretiyle oruç tutmaktan kurtulma kolaylığını sağlamıştır. (Bakara Suresi, ayet 183-184)

Yine bunun gibi hastalık ya da yolculuk nedeniyle oruç tutamayanlara, diğer günlerde oruç tutup telafi olasılığını sağlamak üzere Kur'an'a şunu koymuştur:

"...Hasta ve yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde
tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez..."
(Bakara Suresi, ayet 185)

Öte yandan oruç tutma işini, kişilerin isteğine uydurabilmek maksadıyla oldukça etkili bir usul bulmuştur ki o da, şehevilikle ilgilidir. Araplarda şehvet azgınlığının derecesini herkesten iyi bildiği için oruçlu zamanlarda bile onları bu zevkten mahrum etmenin pek mümkün olmayacağını hesaplamıştır. Nitekim bazı kişilerin, oruçlu iken dayanamayıp şehvet gailesini gidermeye kalkıştıklarını, sonra da tevbe ettiklerini fark edince, Tanrı'nın Müslümanlara oruçlu iken kadının vücudundan yararlanma olasılığını sağladığını söyleyerek Kur'an'a şu ayeti koymuştur:

"Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal
kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize
güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeble tevbelerinizi kabul edip sizi
affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz..."
(Bakara Suresi, ayet 187).


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.49-52

______________________
(24) Bu konuda Abdullah bin Mes'ud'un ve Enes'in rivayetlerine dayalı hadisler için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.I, s.77, h.63-64; ayrıca bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.II, s.526-529, h.347-349-350-351
(25) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.VI, s.291, h.933
(26) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.IV, s.121
(27) Bu konuda Ayşe'nin ve Enes'in rivayetlerine dayalı hadisler için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.I, s.173, h.160, 161; ve s.195, h.178
(28) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.III, s.59, h.492
(29) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.I, s.92, h.79
(30) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.III, s.484
(31) Mugire İbn Şube'nin rivayetine dayalı bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.VI, s.51, h.580

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 24-01-2014, 17:52
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

Bu gibi hallerde, kadının vücudunun hangi kısmının "helal" ve hangi kısmının "haram" olduğu hususunda sorulan bir soruya, Muhammed'in eşlerinden Ayşe şöyle cevap vermiştir:

"Oruçlu olan kocaya, karısının vücudunun her yeri
halaldır. Yalnız avret-i galiza mahalli değil."
(32)

Yine Ayşe'nin söylemesine göre Muhammed: "...oruçlu iken takbil eder (öper), mülamese (vücudunu vücuduna dokundurur) ve müaneka buyururdu (kucaklaşırdı)."(33)

Oruçlu kişilerin gece vakti sabaha kadar yiyip içmelerini (ve tabii bu arada karılarıyla sevişebilmelerini) kolaylaştırmak için Kur'an'a şunu eklemiştir:

"Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar yiyin,
için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın."
(Bakara Suresi, ayet 187)

Yine bunun gibi erkek kullarına kolaylık olsun diye onların "cünüb" iken yatmalarına izin vermiştir.(34)

Bu tür kolaylıkları abdest yapmak ("istinca") ve işemek ("istibra") gibi işlere de uygulamayı ihmal etmemiştir. Bundan dolayıdır ki İmam Gazali, Muhammed'in bu konudaki hadislerini açıklarken, istinca zamanında kişinin fazla sıkıntıya katlanmamasını söyler ve "Kaza-yı Hacet" bitince üç kerpiç taşını sol el ile necaset bulunan yere sürmek ve sonra su ile temizlenmek gerektiğini belirtir ve: "...İstinca (temizlenme) zamanında (kişi) kendini fazla sıkmamalıdır. Rahat durmalıdır. Bu vaziyette suyun ulaşmadığı yer, içten sayılır ve necaset hükmüne girmez... Vesvese etmemelidir" şeklinde öğütler verirdi. Ve bunu, "dinde zorlama yoktur" şeklindeki hükmün uygulama alanını belirlemek için yapardı.

Bunu gibi "istibra" sırasında (yani işedikten sonra temizlenirken): "(kişi) elini üç kere zekerin altına koyup sallar ve üç adım yürür, üç defa öksürür. Bundan daha fazla kendine eziyet vermemelidir" diyerek bu işi de dinsel bir kolaylığa sokmuştur.(35)

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat söylemek istediğimiz şudur ki, bu tür kolaylık sağlayıcı usuller sayesinde Muhammed, tembel ve miskin diye tanımladığı Arap bedevisini, fazla zorlamadan ve mümkün olduğu kadar kolaylık içinde tutarak kendine boyun eğdirtmeye çalışmıştır. Bu düşüncesini şu sözleriyle biraz daha açıklığa kavuşturmuştur:

"Ümmetime meşakkat vermek korkusu olmasaydı, kendi-
lerine her namaz kılarken misvak (isti'malini) emrederdim...

(Yatsı namazını da gecenin sülüsüne kadar te'hir ederdim)."(36)

Belirtelim ki misvak bir cins ağaçtır ve bu ağacın dallarından ağzı ve dişleri temizlemeye yarayan alet (bir nevi diş fırçası) yapılır. Bu ağacın dalı yerine zeytin dalının kullanıldığı da olur. İşte kendi ümmetinin, yani Arap'ın tembelliğini herkesten iyi bilen Muhammed, ağız yıkama zorunluğunun bedeviyi namaz için camiye gelmekten engelleyebileceğini düşünerek yukarıdaki şekilde konuşmuştur. Daha başka bir deyimle bu şekilde kolaylık sağlamayı, hoşgörü düşüncesiyle değil, fakat sırf fazla taraftar toplamak bakımından kendi çıkarlarına uygun bulmuştur. Aslında yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz kolaylıkları istemeyerek sağladığı muhakkaktır. Nitekim namaza gelmeyenlere karşı öylesine bir düşmanlık beslerdi ki, bir gün Ebu Hüreyre'ye şöyle demiştir:

"...Nefsin yed-i kudretinde olan Allah'a kasem olsun, içimden
öyle geçiyor ki, (birçok) odun yığdırayım, sonra namaz için ezan
okunmasını emredeyim ve birine cemaate imam olsun diyeyim.
Sonra o cemaati bırakıp (namaza gelmeyen) kimselerin üzerlerine
gidip evlerini (kendileri içerde iken) yakıvereyim..."
(37)

Bununla beraber taraftarlarını çete saldırılarına ya da savaş (cihad) gibi zor işlere sürükleyebilmek için:

"İnsanoğlunu zorluklara katlanacak şekilde yarattık." (Beled Suresi, ayet 4)

şeklinde ayetler koymayı da ihmal etmemiştir. Bu zorluğu yükleyebilmek için cennet vaatleri yanında, ele geçirilecek ganimet mallarının paylaşılması usullerini öngörmüştür. Fakat taraftarlarını, savaş ya da çetecilik gibi zor sayılan işlere sürüklerken dahi Arap'ı yıldırmamak için bazı kolaylık yollarını terk etmiş değildir. Örneğin sefer sırasında oruç tutmayı gerekli görmemiş ve hatta bunu bir bakıma yasaklamıştır. Cabir'in söylemesine göre Muhammed, sefer sırasında oruç tutmanın "ibadet cümlesinden" sayılmadığını bildirmiştir. Bundan dolayı, seferde oruçlu olanlar oruçsuzları ve oruçsuzlar da oruçluları ayıplamaz olmuşlardır.(38)

Fakat yine tekrar edelim ki, yeteri kadar güçlendikten sonra, dinsel görevlerin ifası konusunda taraftarlarına kolaylık sağlama ihtiyacını pek fazla duymaz olmuştur.

Yukarıda belirttiklerimizden anlaşılmalıdır ki, Muhammed "Dinde zorlama yoktur" hükmünü yerleştirirken bununla "Dinsel hoşgörü"yü öngörmüş değildir. Sadece dinsel görevleri, özellikle ibadeti kolaylaştırmak ve böylece Arap bedevisine dilediğini yaptırtmak istemiştir. Fakat her ne olursa olsun izlediği siyaset, esas itibariyle "hoşgörüsüzlük" anlayışı üzerine bina olunmuştur. Bu hoşgörüsüzlüğü o, namaza gelmeyen kimselerin evlerini yakmak gibi hayallere kapılmaktan(39) ya da "Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir" şeklinde konuşmaktan tutunuz da(40) "müşrikleri nerede görürseniz öldürün...", "çaprazlama ellerini ve ayaklarını kesin" ya da "ehl-i kitab'a karşı İslamı kabul etmelerine veya cizye vermelerine kadar savaşın" şeklindeki emirlere ve nihayet ölüm döşeğinde gözlerini hayata kaparken: "Arap ceziresinde iki din bir arada bulunamaz" şeklindeki son vasiyetine varıncaya kadar tüm yaşamı boyunca sürdürmüştür.


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.53-56


_____________________
(32) Kadının hangi mahalli saim olan (oruçlu olan) Zevci için haramdır? sorusuna Ayşe'nin verdiği yanıt şudur: "Kadının saim olan zevcine her tarafı halaldır. Yalnız avret-i galiza mahalli değil", bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.VI, s.273
(33) "Takbil" sözcüğü "öpmek" karşılığıdır, "mülamese ve müaneka" sözcükleri de koyun koyuna çıplak şekilde yapışıp yatmak anlamına gelir. Yukarıdaki hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.VI, s.71-72, h.916
(34) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.I, s.214, h.280
(35) Örneğin Velid b. Mugire'nin bu şekilde konuşması üzerine Kur'an'ın Müdessir Suresi'ne bu tür ayetleri sıralamıştır. Bkz. Müdessir Suresi, ayet 24.
(36) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.III, s.35, h.484. Yukarıdaki hadisin parantez içine alınan kısmı, Zeyd İbn Halid Cüheyni'nin rivayetine dayalıdır.
(37) Buhari'nin Ebu Hureyre'den rivayeti olan bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.II, s.603-604.
(38) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.V, s.539 vd., 551.
(39) Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Muhammed şöyle der: "...İçimden öyle geçiyor ki, (birçok) odun yığdırayım, sonra namaz için ezan okunmasını emredeyim de birine cemaate imam olsun diyeyim. Sonra o cemaati bırakıp (namaza gelmeyen) kimselerin üzerlerine gidip evlerini (kendi içerde iken) yakıvereyim..." Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.I, s.603-604.
(40) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XI, s.255.

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 24-01-2014, 21:18
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

HOŞGÖRÜSÜZLÜK, İSLAM ŞERİATINI
ELEŞTİRİLMEZLİĞE VE DOLAYISIYLA
DEĞİŞMEZLİĞE VE GELİŞMEZLİĞE
MAHKUM KILMIŞTIR

İslamiyet, tıpkı diğer semavi dinler gibi, eleştirme (tenkid) ve tartışma kabul etmeyen bir dindir. Fakat diğer dinlerden farklı olarak daha ilk anlardan itibaren, en yıldırıcı usullerle ve kişileri bu usullerin uygulayıcıları haline getirmek suretiyle, her türlü eleştiri ve tartışmayı, kesin olarak önleme olanağını sağlamıştır. Her ne kadar diğer dinlerin ve özellikle Hristiyanlığın, din eleştiricilerine karşı insanlık dışı işkence usullerini uyguladığı tarihi bir gerçek olmakla beraber, bu usuller dinin kendinden değil fakat kilisenin ve din adamlarının gayretkeşliklerinden doğma şeylerdir. Örneğin, Hristiyanlıkta "Müşrikleri (putperestleri) ya da İslamdan çıkanları (mürtedleri) öldürün" diye, ya da "Kitaplılara (Yahudilerle Hristiyanlara) karşı savaşa çıkın ve İslamı kabul etmelerine ya da cizye (kafa parası) vermelerine kadar savaşı sürdürün" şeklinde buyruk yoktur.

Oysa ki İslam şeriatının özelliği her Müslüman kişiyi, Tanrı'nın ve Peygamber'inin yeryüzündeki jandarması haline getirmiş olmaktır. Hristiyanlıkta kilise ve din adamları ortaçağ boyunca "münafıkları" ve "din düşmanlarını" işkenceye sokarak susturmuşlar, ya da ölüm cezasıyla yok kılmışlardır. Fakat bu işi yaparlarken İsa'dan gelme bir yetkiye dayanmamışlardır, çünkü İsa "farklı inançtakileri öldürün" şeklinde bir şey söylememiştir; aksine "öldürmeyeceksin" ya da "komşunu kendin gibi sev" şeklinde konuşmuş ve kötülük edene iyilikle davranma gereğini öngörmüştür; hem de öylesine ki, tokat yiyen kişiye diğer yanağını çevirmesini emretmiştir. Daha başka bir deyimle İsa, kendisini ya da dini eleştirenleri öldürtmek üzere terör yaratmamıştır; kiliseyi ve din adamlarını terör yaratmakla görevli kılmamıştır; Hristiyan kişileri, din adına terör gönüllüsü birer yardımcı yapmamıştır.

Oysa İslam şeriatında durum böyle değil. Çünkü Muhammed:

"Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi, -Eğer küfrü imana
tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin."
(Tevbe Suresi, ayet 23)

"...Akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Pey-
gamber'e ve mü'minlere yakışmaz"
(Tevbe Suresi, ayet 113)

şeklindeki buyruklarından tutunuz da "Müşrikleri nerede görürseniz öldürün..." şeklinde ve daha buna benzer nice buyruklar getirmiştir. Bu buyruklara göre Tanrı'yı, ya da Peygamber'i yermek ve eleştirmek ya da inkar etmek büyük günah, büyük suç sayılmış ve bu suçu işleyenler en ağır cezalara (örneğin elleri, kolları, bacakları çaprazlama kesilerek öldürülme cezasına) mahkum kılınmıştır (örneğin bkz. Maide Suresi, ayet 33). Üstelik bu buyrukları herkesten önce bizzat kendisi uygulamış ve kendisine ya da yerleştirdiği dine karşı gelenleri en acımasız usullerle yok ederek, daha sonraki kuşaklara Tanrı'nın ve Peygamber'inin koruyuculuğunu yapma gereğini aşılamıştır.

Daha başka bir deyimle hoşgörüden yoksun ve özellikle eleştiriye tahammülsüz karakterde olması ve getirdiği din aracılığıyla taraftarlarının da karakterini bu yönde yoğurmuş bulunması yüzünden İslam dünyasında dini eleştirmek gibi bir gelenek görülmemiştir. Ve bundan dolayıdır ki İslam, diğer dinlerden farklı olarak gelişememiş, gericiliği yenememiştir.


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.57-59

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #15  
Alt 24-01-2014, 22:04
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

1) Muhammed'in Aleyhinde Laf Edenler (Fiskos Edenler)
Tanrı Aleyhinde Laf Etmiş Sayılırlar


Nasıl ki Hristiyanlıkta, kilisenin (ve din adamlarının) hoşgörüsüzlükleri nedeniyle, koca bir Ortaçağ boyunca İncil'in eleştirilmesi, ya da şüphe konusu edilmesi en büyük günah sayılmış idiyse ve örneğin Meryem'in bakire olmadığını söyleyenler yakılmış idiyseler(1) İslamda da, Kur'an'ı Tanrı sözleri kabul etmemek, ya da Muhammed'i "Peygamber" olarak benimsememek, ya da ona saygı beslememek benzeri cezaları gerektirir olmuştur. Şu farkla ki, biraz önce değindiğimiz gibi, Hristiyanlıkta hoşgörüsüzlüğün kaynağı, bu dinin kutsal bildiği Kitap (yani İncil) ya da bu dinin kurucusu olan İsa değildir. Oysa İslam şeriatında hoşgörüsüzlüğün kaynağı Muhammed'in Kur'an olarak bıraktığı Kitap ve Kur'an olmayarak bıraktığı hadis (ve sünnet) hükümleridir. Ve çünkü Muhammed, Kur'an'ı Tanrı sözleri olarak kabul etmeyenleri, örneğin: "Bu Kur'an yalnızca bir insan sözüdür" şeklinde konuşanların yakıcı bir ateşe yaslanacaklarını bildirmiştir (Müddessir Suresi, ayet 24-25).(2)

Kur'an ayetleri üzerinde tartışmanın Tanrı'nın öfkesini arttıracağını söylemiştir (Mü'minun Suresi, ayet 35).(3)

Öte yandan kendisini eleştirenleri susturmanın çok şiddetli yollarını denemiştir. Bir kere bu gibi kişileri "Fitneci, ya da ikiyüzlü" (münafık) diye ilan etmiş ve halkın gazabını onların üzerine yöneltmiştir.(4)

Yine bunun gibi, kendisine "eza" edilmesini Tanrı'ya eza edilmiş gibi görmüş ve göstermiştir. "Eza"dan anladığı şey kendisi ve nesebi hakkında olumsuz laf söylenmesidir.(5) Yine aynı şekilde kendisini ve Tanrı'yı incitenlere dünyada lanet ve ahirette azab bulunduğunu bildirmiştir (Ahzab Suresi, ayet 57). Fakat sadece lanetlemekle ya da ahiret azabını "müjdelemekle" kalmamış, aynı zamanda dehşet verici cezalar öngörmüş ve uygulamıştır. Örneğin Ahzab Suresi'ne koyduğu bir ayet şöyledir:

"Lanet edilmişler, nerede bulunurlarsa yakalanırlar
ve boyuna öldürülürler..."
(Ahzab Suresi, ayet 61)

Kendi aleyhinde konuşulmasını önlemek için fısıldaşmayı ya da "fiskos" etmeyi dahi yasaklamıştır. Bu konuda Kur'an'a koyduğu ayetlerden biri şöyle:

"Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman...
Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamayın..."
(Mücadele Suresi, ayet 9) (6)


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.59-60

__________________
(1) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.406
(2) Örneğin Velid bin Mugire'nin bu şekilde konuşması üzerine Kur'an'ın Müdessir Suresi'ne bu tür ayetleri sıralamıştır. Bkz. Müdessir 24.
(3) "Bunlar Allah'ın ayetleri üzerinde... tartışırlar. Bu Allah katında, inananların yanında da, öfkeyi arttırır..." (Mü'minun Suresi, ayet 35)
(4) Örneğin Uhud Savaşı sırasında bazı kişiler, Muhammed'in bir takım boş vaatlerle halkı kandırdığını söylemişlerdir. Bunu duyan Muhammed Kur'an'a: "İkiyüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar: 'Allah ve Peygamber'i bize sadece kuru vaatlerde bulundular' diyorlardı..." şeklinde ayetler koymuştur. (Ahzab Suresi, ayet 12-17). Ayrıca bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.X, s.199
(5) Diyanet İşleri Başkanlığı, Sahih-i Buhari Muhtasarı... adlı yayınlarda bunu söyler. Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.V, s.277
(6) İlgili hadisler için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.327 vd.

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Alt 24-01-2014, 23:38
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

2) Dini İşlerde Aşırı İnceleyip Sık Dokuyanlar ve "Mezmun"
(Yasaklanmış) Soru Soranlar Helak Olacaklardır


Herkes tarafından bilinmeyen şeyleri bilir gibi görünmek hususunda Muhammed son derece başarılı bir taktik uygulardı. Bu sayede kendisini biraz daha kolaylıkla "Peygamber" olarak kabul ettireceğini düşünürdü. Bundan dolayıdır ki, "Bana istediğinizi sorun" diye konuşmaktan kaçınmazdı. Fakat bunu, daha ziyade hoşlandığı soruların sorulması sırasında, ya da soruların ne olduğunu ve bunlara yanıt verebileceğini tahmin ettiği zamanlar yapardı. Sorulara cevap verme güçlüğü ile karşılaştığı an gazaba gelirdi. Bu hususta verilebilecek bir örnek şöyle:

Ebu Musa'nın rivayetine göre bir kere kendisine hoşlanmadığı bazı sorular sorulur; hoşlanmamasının nedeni bunlara yanıt bulamayacağını anlamasındandır. Bu yüzden öfkelenir, fakat tutumunun etraftakiler tarafından iyi karşılanmadığını fark ederek, yine de, "Bana istediğinizi sorun" der. Bunun üzerine orada bulunanlardan biri kalkıp: "Benim babam kimdir?" diye sorar. "Baban Huzafe'dir" der. Bir başkası ayağa kalkar: "Ya benim babam kimdir?" diye sorunca, ona da "Senin baban Şeybe'nin azadlısı Salim'dir" der. Fakat konuşurken hala öfkeli halde göründüğü için, dinleyenlerden bazıları kendisini yatıştırmak isterler ve: "(Ey Peygamber) biz Aziz ve Celil olan Allah'a tevbe ediyoruz!" derler. Bu arada Ömer bin Hattab, başkaca soru sorulur da Muhammed karşılığını veremez, güç durumda kalır düşüncesiyle: "Allah'ın Rabbimiz olduğuna, İslamın dinimiz olduğuna, Muhammed'in Nebi olduğuna razı olduk ya peygamber" der.

Bunun üzerine Muhammed'in öfkesi zail olur ve içi rahatlar.(7) Ancak ne var ki kısa süre sonra hoşlanmadığı ve yanıt bulamadığı sorularla karşılaşır; bu sefer ne yapacağını bilemez hale gelir. Bununla ilgili bir örnek şöyle:

Bir aralık Yahudileri hoşnut etmek ve bu sayede kendisine çekmek maksadıyla Muhammed, kıble yönünü Mekke'den Kudüs'e çevirir. Fakat az geçmeden anlar ki bu yaptığı iş faydasızdır; zira Yahudiler ona yanaşmazlar. Üstelik de bazı Müslümanlar, kıblenin Kudüs yönüne çevrilmesini yadırgamışlardır. Yahudileri kazanamayacağını anlayınca kıbleyi Kudüs'ten tekrar Mekke yönüne çevirtir; bunu da Tanrı'dan geldiğini söylediği bir ayeti Kur'an'a koyarak yapar (Bakara Suresi, ayet 142). Tanrı'nın bu şekilde fikir değiştirmiş olmasını akla yatkın bulmayanlar, kendisine bu konuda soru sorarlar. Bu soruları soranları, "Beyinsizler" diye damgalayıp Tanrı'dan geldiğini söylediği şu ayeti koyar:

"İnsanların beyinsizleri 'yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir? diyeceklerdir; de ki
'Doğu ve Batı Allah'ındır, O dilediğini doğru yola eriştirir."
(Bakara Suresi, ayet 142)

Söylemeye gerek yoktur ki, Tanrı'yı bu şekilde konuşur gösterirken karşısındakilerin:

"Pekiyi ama, madem ki Tanrı dilediğini doğru yola sokabiliyor, o halde
neden Yahudileri hoşnut etmek için kıble yönünü değiştirmek istesin?
Neden onların kalblerini müslüman yapıp senin de işini kolay etmesin?"

şeklinde soru sormaları ihtimalini düşünmüştür. Ve işte bu tür ihtimalleri kökünden yok etmek üzere bir gün halkı toplar ve şöyle der:

"Ey nas! Ben sizi halinize bıraktıkça siz de beni kendi halime bırakınız
(Size bir şey tebliğ etmedikçe, siz de bana sormaya kalkışmayınız)."

Bunları söylerken bir de ayrıca soru sormanın tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini ekler ve örneğin daha önceki ümmetlerin soru sormak suretiyle peygamberlerine karşı geldiklerini ve bu yüzden "helak" edildiklerini hatırlatır; vaktiyle Musa'ya "Bize Allah'ı apaçık göster!" diyenlerin yıldırım çarpmasına uğradıklarını anlatır (Nisa Suresi, ayet 153-154); ve ayrıca da:

"Yoksa daha önce Musa'nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygam-
berinizi mi sorguya çekiyorsunuz?"
(Bakara Suresi, ayet 108) (8)

diye tehditler savurur. Soru soranlarla tartışmaya girmektense Tanrı'ya sığınmanın daha iyi olduğunu anlatır (İmran Suresi, ayet 20). Ve nihayet asıl maksadını belirtmek üzere:

"Ben sizi bir şeyden nehyedersem (yasaklarsam), ondan ictinab ediniz; bir
şeyin ifasını da emredersem, onu da gücünüz yettiği kadar yerine getiriniz"(9)

der. Bu söylediklerini biraz daha pekiştirmek üzere de, soru sormanın Müslüman kişiler bakımından "hayırlı" bir şey olmadığını anlatır ve Kur'an'a:

"Ey iman edenler! Hatırınıza her gelen şeyi (Peygamber'e)
sormaya kalkışmayınız. Sonra da bu (soruların karşılığı açık-
lanacak olursa) fenanıza gider"
(Maide Suresi, ayet 101-2)

şeklinde ayet koyar.(10) İnsanlar, soru sordukları takdirde hiç de hoşnut olmayacakları bir yanıtla karşılaşma ihtimalini hesap ederek sormaktan vazgeçeceklerdir.

Görülüyor ki Muhammed'in istediği şey verdiği emirlerin halk tarafından sorgusuz sualsiz, körü körüne benimsenmesidir. Bu arada en çok çekindiği ve yanıt veremeyeceğini bildiği bir soru vardır ki, o da "Tanrı'yı kim yarattı?" sorusudur. Bunu önlemek üzere şöyle konuşur:

"İnsanlar birbirlerine birtakım sualler sormaktan vazgeçmeyeceklerdir.
Hatta 'Her şeyi yaratan Allah'tır, fakat Allah'ı kim yaratmıştır?' diyeceklerdir..."(11)

Böyle bir şeyi sormanın ve tartışmanın ve hatta bunu düşünmüş olmanın dahi "şeytani" bir şey olduğunu ve dini temelinden yıkmaya yeterli bulunduğunu bildirir. Fakat her şeye rağmen gerek Araplar ve gerek Yahudiler soru sormaya devam edince, bir yandan onlara Tanrı'nın ağzıyla yanıtlar vermeye, diğer yandan da yeni yasaklar koymaya çalışır. Örneğin "Ruh nedir?" sorusu sorulduğunda, Kur'an'a şu ayeti ekleyiverir:

"Tanrı sizin hakkınızda üç şeyi iğrenç bilir: Dedikodu
(yapmak), malını ortaya vurmak ve fazla soru sormak."(12)

İslamcılar, her konuda olduğu gibi bu konuda da yine kandırma yolunu denerler ve soru sormanın yasak edilmediğini ve fakat soruların "Memduh" (yani "uygun sorular") ve "Mezmum" (yani "uygun olmayan", "fuzuli", "yasaklanmış sorular") diye ikiye ayrıldığını söylerler. Dayanak olarak da Kur'an'ın Nahl Suresi'nde:

"...Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun..." (Nahl Suresi, ayet 43-44)

diye yazılı bulunduğunu belirtirler.(13)

Oysa soruları "mezmum" (uygun) sorular, ya da "fuzuli" (uygun olmayan) sorular diye ikiye ayırmak demek ve hele bu ayrımı yapma yetkisini "ehl-i ilm'e" (din adamlarına) vermek demek, soru sorma ve tartışma özgürlüğünü kökünden yok etmek, hoşgörüsüzlüğü desteklemek demektir.

Kaldı ki Nahl Suresi'nde yazılı olanlar, yukarıdaki şekilde değil fakat: "Bilmiyorsanız Kitaplılara sorun" şeklindedir (Nahl Suresi, ayet 43-44). Anlatılmak istenen şey, daha önceki dönemlerde Tanrı tarafından peygamberler ve "Kitap"lar gönderildiğini ve bunun böyle olduğunun kendilerine Kitap verilenlerden öğrenilebileceğidir; yoksa dini sorular sormak değildir. Bunun içindir ki, İslam ülkelerinde soru sorma geleneği diye bir şey yerleşmemiştir.(14)


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.61-65

___________________
(7) Gazali, age (1975), c.II, s.106
(8) Bu konuda Kur'an'a koyduğu şu ayetlere bakınız: Bakara Suresi, ayet 108; İmran 20; Nisa Suresi, ayet 153-154; Müddessir Suresi, ayet 9-12.
(9) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.406
(10) Bu çeviri için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.406
(11) Enes İbn Malik'in rivayeti için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.405, h.2173
(12) "Allah'u Teala üç şeyi sizin hakkınızda kerih gördü: Dedikodu, izaa-i mal, kestert-i sual." Bu husus için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.V, s.277
(13) Ey Muhammed! Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek ek verirlerken, and olsun ki hoşnut olmuştur... Onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir... Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir" (Fetih Suresi, ayet 19-20)
(14) Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.XII, s.406

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Alt 25-01-2014, 00:12
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

YAŞAMÖYKÜSÜ (İlhan Arsel'in - E.A.)

Cenevre (İsviçre) Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden "La Responsabilite Politique Ministerielle et la Chambre des Lord (Balkanların Siyasi Sorumlulukları ve Lord'lar Kamarası)" adlı çalışmasıyla "Hukuk Doktoru" ünvanını alan Prof. Dr. İlhan Arsel, otuz yıllık bir süre boyunca Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verdi. 1955 yılında, Ankara Üniversitesi ile New York Üniversitesi arasında yapılan "Öğretim Üyesi Mübadelesi" sözleşmesi gereğince 1955-1956 öğretim yılında "School of Public Administration and Social Services"te çalıştı.

27 Mayıs 1960 İhtilali'nden az önce, o zamanlar iktidarda bulunan Demokrat Parti'nin Türkiye'yi şeriat felaketine sürükleyen tutumu nedeniyle öğrencilerine, "Bu ülkede artık Anayasa Hukuku öğretimi yapılamaz!" diyerek derslerini kesti. İhtilal'den sonra yeni bir "Anayasa Ön Tasarısı" hazırlamakla görevlendirilen Ord. Prof. Sıddık Sami Onar'ın başkanlığındaki on kişilik "İstanbul Komisyonu"na atandı. Az sonra "Kurucu Meclis Ön Tasarısı"nı hazırlamak üzere kurulan beş kişilik bilim komisyonuna üye seçildi.

1966 yılında, ders vermekte bulunduğu Ankara Polis Enstitüsü'nden istifa etti; istifa nedeni, enstitü yöneticilerinin iki öğrenciyi, fikir özgürlüğünden yoksun eder nitelikteki kararlarını protesto etmekti. 1966 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Senatosu'na "Kontenjan Senatörü" olarak atandı.

1969 yılında, Ankara Hukuk Fakültesi'ndeki görevinden istifa etti; bu kez istifa nedeni, üniversite öğretim üyelerinden pek çoğunun, toplum sorunları karşısındaki susmuşluklarını ve ülkenin şeriat karanlığına sürüklenmesine karşı nemelazımcılıklarını protesto etmekti.

Üniversiteden ayrıldıktan sonra, merkezi New York (ABD) olan "Inter-University Assoc" adlı kuruluşta danışman (Senior Consultant) olarak görevlendirildi ve bu kuruluşun yayımladığı "Constitutions of the Countries of the World (Dünya Ülkeleri Anayasaları)" adlı çalışmalara katıldı; 20 ciltlik bu yayınların "Türkiye" ve "Belçika" bölümlerini hazırladı (1971 itibariyle).

Prof. Dr. İlhan Arsel, İslam şeriatını akılcı eleştiriden geçiren ve serbest düşüncenin öncülüğünü yapan yayımlarıyla tanınıyor.

Yazarın Kaynak Yayınları'ndan çıkan diğer kitapları şunlardır:

Arap Milliyetçiliği ve Türkler; Şeriat ve Kadın; Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları: Din Adamları; Biz Profesörler; Aydın ve "Aydın"; Şeriat Devleti'nden Laik Cumhuriyet'e; Diyanet'e Cevap; Turan Dursun'a Mektuplar; Müslümanlık Sınavı; Şeriat ve Kölelik; Şeriat'tan Kıssa'lar 1; Şeriat'tan Kıssa'lar 2; İslama Göre Diğer Dinler; Kur'an'daki Kitaplılar; Tevrat ve İncil'in Eleştirisi; Kur'an'ın Eleştirisi 1; Kur'an'ın Eleştirisi 2; Kur'an'ın Eleştirisi 3; Muhammed'e Göre "Muhammed"; Şeriat, İnsan ve Akıl; Cahiliyye; Şeriat ve Eşitsizlik; Kur'an'daki Tanrı; Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı.


İlhan Arsel, Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük, Kaynak Yayınları: 531, 2. basım, Mayıs 2009, ISBN: 978-975-343-545-1, s.66-67

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Şeriatın Ahlaksızlığı Jolly Jocker Kadın & İslam 17 03-07-2012 22:27
Şeriatın Gölgesindeki Kadın aydoe Kadın & İslam 76 29-12-2009 03:57

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:42 .