Büyük yalanlar kadar görmezden gelinen büyük gerçekler de var. Onlardan biri:
Açlık.
Dünyada her gün yaklaşık 25 bin kişi (her dört saniyede bir kişi) açlıktan ölüyor..
Ülkemizde de açlık sorunu var. Çöpleri karıştırıp yiyecek arayan insanları görmüyorsak bunun tek sebebi görmek istemememizdir. Zihnimiz hoşumuza gitmeyen şeyleri görmezden gelme ve unutma eğilimindedir. Bazı lokantalarda müşterilerin tabaklarda bıraktığı artıkları toplayıp, evlerine götürüp ailesinin karnını doyuran insanlar var. Bu, onlar için dua ederek yedikleri bir ziyafet. Siz hiç dışarıda yediğiniz bir yemeğin ardından tabakta bıraktıklarınızın akibetini düşünmüş müydünüz?
Dünya edebiyatının önemli eserlerinden biri olan, aç bir yazarın dramını (muhtemelen kendi hayat hikayesini) yazdığı “
Açlık” isimli romanla, Norveçli
Knut Hamsun, 1920 Nobel Edebiyat ödülü almıştı. Açlıktan kendi etini kesip yiyen bir adamın hikayesi..
Oysa bu insanların gördüğünüz gibi kesip yiyebilecekleri hiç eti yok. İşte bir deri, yüz kemik vücutlar.. Bu insanlar gerçekten çok aç.
Obez Amerikalılar.. Dev buzdolapları, market arabaları ve süper, mega, hiper vs. marketleriyle tüketim ve israfta rakip tanımıyorlar. Sadece Çinliler bile Amerikalılar gibi doğal kaynakları tüketerek (örneğin petrol) yaşamaya başlasalar,
kaynakların yetmesi için altı adet daha dünya gerekir. Öyle tembeller ki her yere arabayla gitmekle kalmıyor, sürüşte rahat etmek için de, (küresel ısınmaya katkısı büyük) daha çok yakıt harcayan otomatik vitesli koca motorlu ciplere biniyorlar.
Bir ayağını bağdaş kurar gibi oturduğu yere kıvırıp, tek ayak ve elle araçlarını sürerken yakamadıkları kaloriler obezite olarak geri dönecektir. Onca kiloya rağmen Amerikalı insan açlık korkusu yaşıyor. Bu nedenle de ülkelerinin emperyalist ve terörist politikalarına alkış tutuyorlar. Yeni dünyaya geldikleri yeri unutup "
God Bless Amerika!" (Tanrı Amerika'yı korusun) diye milliyetçi sloganlar atıyor ve karnını doyurmanın hatırına onur ve vicdanlarını satarak, Irak'ta mahkumlara yapılan işkence ve tecavüzlerden rahatsız olmuyorlar. Bencillik Amerikalılara özgü değil ki!. Vahşi kapitalizmin bireysel kurtuluşu öven bu temel yasası, bugün iyi bir hayat için bu ahlaksız sisteme ister istemez entegre olan her bireyin ortak noktasıdır. Sistem tüm çıkışları tutulmuş bir hapishane gibi.
Açlık korkusu genetiktir. Dünyanın büyük baş ağrısı ve belası Amerika'nın obez halkı, “
fırtına yaklaşıyor” haberini alır almaz marketlere hücum ediyor. Bu arada Pasifik'te (Büyük Okyanus) oluşan fırtınaya
Tayfun ve Atlantik'te (Atlas Okyanusu) meydana gelen fırtınaya da
Kasırga denildiğini belirtmek gerek. Bir de bu kasırgalara
Katrina gibi kadın ismi verilesinin sebebi de bir espiriye göre şudur: "
İkisi de büyük bir gürültüyle gelir ve giderken evinizle arabanızı götürür!"
Dev marketlerin dev stoklarını dev alışveriş arabalarıya çekirge sürüsü gibi yağmalayan, evine cipler dolusu kumanya alan bu insanların dev kilolarındaki kalori stoğuna rağmen, aç kalma korkusu yaşadıkları bir gerçektir. İşte ekonomisinin ayakta kalması hep daha fazla tüketimesine bağlı “
Amerikan Rüyası” ve diğer yanda gerçek açlık ve ayakta kalması gerçekten bir lokma yiyeceğe bağlı
Afrika. Kaderi de kendi gibi kara kıta.. ve dünya gezegeninin kaderini belirleyen bir ülke. “
Cesur Yeni Dünya”. Onların cesareti ve saldırganlığı, bizim yokluk ve sefaletimizdir..
Somali’li korsanlara karşı kahraman ordumuzun askerleri olan SAS komandolarının başarılarını alkışlıyoruz. Korsanların bu çağda hala var olmasına şaşırıyoruz. Bunun arkasındaki nedeni sorgulamıyoruz.. Korsanlar bir gazeteciyle yaptıkları röportajda aynen şöyle diyor: “
Yaptığımızın doğru olmadığını biz de biliyoruz fakat, açlık her şeyin üzerindedir.” Açlık insanlığın evrensel sorunudur. Kaynakların %80'inin dünya nüfusununu %20'si tarafından kullanıldığı adaletsiz bir dünyada açlık sorunu çözülemez.
* * *
2001 yılında Türkiye’de yaşanan çok büyük bir dramı burada hatırlatmak istiyorum:
“
Birbirimizi unutmayalım da ne olursa olsun” diye başladılar ölüm orucuna..
Malatya Cezaevinde 1996’da evlenen
Ali Ekber Doğan ve
Havva Doğan çifti nikâhın ardından yeniden koğuşlarına dönerken, diğer mahkûmlar bu evliliği koğuşlarında halay çekerek kutladı. Ancak 2001'e gelindiğinde, F tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm oruçlarına katılma fikri gündeme geldi. Ölüm oruçlarının hemen ardından 19 Aralık'ta bir operasyonu yapıldı. Mahkumların hiç bir talebini kabul etmeyen, pazarlık bile yapmayan dönemin adalet bakanı, ironik bir şekilde onlarca kişiyi katlettikleri kanlı Cezaevi baskınının adını “
Hayata Dönüş Operasyonu” koyacaktı. Devletin koruması altında bulunması gereken, açlıktan ölmek üzere olan mahkumlara utanmadan “
bunlar yiyor!” diyen ve bu terörist saldırıyı düzenleyen insanlar unutulacak mı?
Bu kanlı operasyonun ardından ölüme direnen tutsaklardan, Ali Ekber Doğan Sincan F Tipi Cezaevi'ne konuldu, Havva Doğan Malatya'da kaldı. Her ikisi de cezaevinde ölüm orucunu sürdürdü. Ali Ekber Doğan'ın durumu her geçen gün kötüleşti. Önce hafızasının bir kısmını, ardından bilincini kaybetti. 230 gün süren ölüm orucu yüzünden artık ölüm sınırına yaklaşan mahkûmlardandı. Havva Doğan da, durumu kötüleşince Numune Hastanesi'ne nakledildi. İkisi de tedavisi olmayan
Wernicke Korsakoff'a yakalanmıştı. Havva kocasını hiç hatırlamadı. Yıllar önce yaşamını yitiren babasını hastanenin önünde bekliyor sandı. Kimi zaman da, bisküvisi ve çikolatasının çalındığını sanarak çevresindekilere sinirlendi. Oysa sadece su ve serumla beslenebiliyordu. Ali Ekber Doğan'ın yakınları, çiftin durumunu "
Düğünlerini göremedik, şimdi ölümlerini seyrediyoruz" diyerek özetliyor.
28 yaşındaki Ali Ekber kendisini 8, 25 yaşındaki Havva da 6 yaşında hissetmeye başladı. Kendisini çocuk sanan Havva Doğan'a, Ali Ekber Doğan'ın kim olduğu soruldu. Havva Doğan, hastalık nedeniyle ayakta duramayan kocası için, "Bu amca kim? Neden burada yatıyor?" dedi. Havva, Ali Ekber'e göre daha neşeli, daha çocuk. Ali Ekber'den, Havva'yla aynı koltukta oturmasını istiyorlar. "Ben onu ilk burada gördüm ama hep ayağıma vuruyor. Ayağıma karışmayacaksa, yanıma otursun" diyor. Havva karışıyor söze: "Ben Onu tanımıyordum, burada gördüm. Ama hep yatıyor, biraz kalksın. Yatmaktan saçları düşmüş. Ondan basıyorum ayağına."
Ali Ekber'in bacağı, hastanede yatağa zincirlendiğinden, iltihap bağlamış. Şişlikler yeni inmiş. Ayağının neden bu kadar çok ağrıdığını sorduğumuzda, "Top oynadım. Bizim Madende en çok golü ben attım. Diğer takımdakiler, Kadirgiller de benim ayağıma vurdular" diye yanıt veriyor. Kalan yaşamları köyde geçecek. Bu dramatik söyleşiyi ağlayarak dinleyen akrabaları bundan böyle Havva ile Ali Ekberi ayırmayacaklarını söylüyorlar. Akrabalara göre Adalet Bakanlığı, bu insanları bırakarak iyilik yapmadı tam aksine bu insanları başından attı. "Hiçbir aile bu insanlara nasıl davranacağını bilemiyor" diyen akrabaları şöyle konuşuyor: "Çocuk deseniz çocuk değil, eskisi gibi hiç değiller. Biz ne olursa olsun onları ayırmayacağız. Tunceli'de, Ali Ekber'in anne babasının yanında, bir köy evinde yaşayacaklar."..
Oruç işte böyle tutulur. Açlıktan ölen Afrikalı cennete gidebilirse orada ne kadar yer bilemem fakat, sizi bekleyen lüks sofralarınızın başında, iftara kalan dakikaları saymak, bireysel kurtuluş ve kendi geleceğine yatırım amaçlı bencil bir eylem, veya çocukça bir oyundan veya toplumsal sürüye uymak için yapılan bir gösterişten başka bir şey değil. Bu ibadetler hep cennete gitmek için!
* * *
Cehennem ateşinde sonsuza kadar yakmakla tehdit etse de O, sizi seviyor..
Açlıkla terbiye eden, kimini de açlıktan öldüren bir tanrı, oruç bile tutmayan gavurlara bu dünyada rızıkı bol verse de, öteki tarafta cehennem onları bekliyor değil mi? Sanmıyorum.
Bir de “
Ramazan bereketi” yalanı var. İşçilerin geliri mi artıyor? Birden gıda fiyatları mı düşüyor? Nedir peki bu bereket? Şudur: Aç insan alışverişte ihtiyacından fazlasını alır. İftar sofrasında çeşit bol tutulur. Bu zengin sofralar göze bereketli görünür. İsraf rekoru kırılır. Uzun süre aç kalan vücut, kıtlık sinyali verir ve yediklerini daha çok depo etmeye başlar. Ramazanda insanlar bu yüzden kilo alırlar! Mideyi dinlendirmek bir yalandır. Sindirim sistemi istem dışı çalışan organlardan oluşur ve kırmızı kaslar gibi dinlendirilemezler. Kalbinizi düşünün.. Ölene kadar sürekli atan ve hiç durmadan kan pompalayan bu organı nasıl dinlendireceğiz? Boş midede Hidroklorik asit salgısı artarak ülser türü hastalıklara neden olur. Beynin düzgün çalışmak için taze şekere ihtiyacı vardır. Özellikle yaz günlerinde susuzluk da çok ciddi zararlar verir. Orucun ve temelde açlığın zararları saymakla bitmez.
* * *
Çok izlenen güncel bir yemek yarışması var. Sataşma ve kavgaları profesyonel metin yazarları tasarlıyor. Adı “
Yemekteyiz”. Kazayla izleyenlerden kimisi de “
kafayı yemekteyiz” diyor.
..Rakibine puan vermemek için türlü yalan kıvırtan yarışmacılar: “
Aç kaldım bu gece yiyecek bir şey bulamadım” diye emek ve nimetle dalga geçerken gülüyorlar. Bu utanmaz şovmenler malzemesi bol pideleri yemeyip çöpe gönderirken,
bu ramazan tutacakları oruç, bu günahı affettirebilir mi? Siz, mide bulandırıcı
Yemekteyiz" yarışmasında gecenin sürprizlerinde göbek atarken, bu adaletsiz dünyada insanlar açlıktan ölüyor. Bu büyük ahlaksız oyun ise her gece reyting için tekrar tekrar oynanıyor. Çilekli değil jiletli pasta yesinler. Diğerlerine karşı bu kadar kayıtsız, duyarsız bu insanlara sorsanız, hepsi de tanrıya inancı olan, sevgi dolu, iyiliksever ve güzel insanlardır. Süperdirler. Aslandırlar. Hayran olunasıdırlar. Onlar “
Yemekteyiz” de yarışmadadır. Evet.. Hepimiz “
Büyük Yalanları Yemekteyiz”. Oysa dünyada milyonlar, hatta milyarlar bu gece de aç yatıyor. Açkarnına uyumak ne kadar zordur. Sadece şansı olanlar yarını görebilecek..
* * *
Senede bir ay oruç tutulduğu halde neden açlıktan ölenler çoğunlukla Müslüman ülkelerden? Sosyal adaletin en az olduğu ülkeler İslam ülkeleri. Kadercilik ve bu dünyaya gereken önemi göstermeme nedeniyle ilerleyemiyor, Ortaçağ karanlığından çıkamıyorlar. İslam dünyası artık özeleştirisini yapmalıdır. Oruç işe yaramıyor.. Halk daha aç, daha yoksul ve daha sağlıksız koşullarda yaşıyor. Bilimsel ilerleme ve sanayi üretimine ilgi gösterilmediği için toplumsal kalkınma hayal bile edilemez. Petrol gibi zenginliklerden ise emperyalistlerle işbirliği yapan bir avuç hain azınlıktan başka kimseye pay yok.
Nahl Suresi 75. Ayet:
“
Allah, hiçbir seye gücü yetmeyen, baskasının malı olmuş bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi örnek verir. Bunlar hiç eşit olurlar mi?”
Yaratıcı, insanları köle ve efendi olarak yaratmış ise açlık bir sınav yöntemidir. Onlar açlara yardım etmez. Çünkü sınava müdahale etmek olmaz. Allah onları açlıkla sınamak istiyorsa, rahmet yağdırıp rızık vermiyorsa buna saygı duymak gerekir. Açlara yardım etmek yanlıştır. Diğer taraftan da ironik bir biçimde
oruç tutarlar.
Bu, açlığı daha şiddetli hissedip bu duruma düşmemek için daha da hırsla bencilleşmeleri için bir eğitimdir. Aynı zamanda bu ibadet çoğunluğa uymak için yapılan bir gösteriştir. Onaylanma ihtiyacından ve sorgulamadan yapılan kültürel bir ritüeldir. Veya daha gençler için çocukça bir oyun ve eğlencedir. Ne olursa olsun küresel açlıkla savaşta hiç işe yaramaz. Bin dört yüz senede gelinen yer çok açık: Sefalet, açlık, sağlıksızlık ve adaletsizlik. Gerçekten inanan saf insanlara ise, kandırıldıklarından ve kullanıldıklarından başka söylenebilecek bir şey yok.
1994 yılında bu fotoğrafı
Sudan'da çeken
Kevin Carter hayalindeki Pulitzer ödülünü alsa da, üç ay sonra depresyona girip intihar edecekti. Bu akbaba, sürünerek yardım kampına ulaşmaya çalışan zavallı çocuğun ölmesini bekliyor. Peki bunun adı "
kader" mi? Buna sınav veya kader diyen, kendine "
insanım" demesin!
Kader, bir yalandır. Önlenebilir afet ve felaketler, çoğu bebek ölümleri kader değil, cinayettir. Sorumlular etrafta rahatça dolaşıyor. Yeni cinayetler planlıyorlar. Bunu neden göremiyoruz?
Yalanların sesi gür çıkar, gerçeğin çığlığı ise sessiz..
Kimse kendini kandırmasın.
Oruç yalan, Açlık gerçek..