Harun Yahyacıların işi zor!

Harun Yahyacılar ve Akıllı Tasarımcılar, kendi görüşleri açısından oldukça tehlikeli sulara açıldılar. Fosillerin, genlerin, mutasyonların vb. dünyası, yabancısı oldukları bir mekân. Değişimin, dönüşümün, sıçramanın, sonsuz akışın hâkim olduğu dinamik-kaotik bir dünya. Bir anın bir önceki ana benzemediği Herakleitos’un dünyası.

Oysa öte dünyada işleri ne kolaydı. Kurallar baştan belirlenmişti ve hiçbir zaman değişmezdi. Sonsuz bir uyumun yaşandığı durağan bir dünyaydı öte dünya. Her şey başlangıçtaki gibiydi, dönüşüm yoktu; kurulmuş mekanizma hiç sekmeden tıkır tıkır işlerdi. Her şey mükemmeldi, çünkü insanların kavrayamayacağı düzeydeki bir aklın tasarımının ürünüydü. Öte dünyada ne evrim vardı ne de devrim; ne zaman vardı ne de uzam; ne fosil ne de mutasyon… Tek bir yasa ve tek bir kitapla bütün sorunlar çözülmüştü.

Harun Yahya’cılar büyük bir hata yaptı. Mükemmel dünyalarını bıraktılar, bu dünyanın karmaşasına daldılar; üstelik kafayı değiştirmeden! Şimdi bulunan her fosilin, her kemiğin peşinden koşacaklar. Her mutasyona bir kulp takmak zorunda kalacaklar. Zındığın biri çıkıp “En el Hak” diyecek, delinin biri “Dünya dönüyor” diyecek, kâfirin biri “Aydınlanma” diyecek, diğeri “Evrim” diyecek, öbürü “Devrim” diyecek, bir başkası “Görelilik” diyecek… hepsini hizaya getirmeye çalışacaklar.

Mutlaklıklar Dünyası ile Değişimler Dünyası’nın atmosferleri birbirinden tamamen farklı. Her şeyin her an değiştiği bir dünyaya mutlaklık anlayışı ile girdiğinizde sudan çıkmış balığa dönebilirsiniz. Sudan çıkan balık da ya yaşayamayacaktır ya da evrim geçirecektir. Yaradılışçıların böyle bir açmazları var. Mutlak olmanın açmazıdır bu. Dinamik bir dünyada mutlaklık ve mükemmellik aramak zor iş. Mükemmel dediğiniz bozuluveriyor, değişmez dediğiniz değişiveriyor. Ya değişimin yasalarını bulmaya çalışacaksınız, yani bilim yapacaksınız; ya da Tasarımcıyı değişimin peşinden umutsuzca koşturacaksınız. Her an yeni bir “Yaratılış Atlası” yazmanız gerek. O Atlas yazıldığı an eskimiştir, çünkü her şey değişmiştir. Değişimler Dünyası’na ille de bir Tasarımcı sokulmak isteniyorsa, bu Tasarımcı her an her şeyi yeniden başka biçimde yaratmak zorunda! Sonsuz ve durup dinlenmeksizin bir tasarım-yaratım uğraşı… Peki ama -kutsallaştırma kılıfını çekip attığınızda- bunun adı zaten “Evrim” değil mi? Darwin’in yaptığı da Tasarımcıyı bu belalı işten kurtarmak değil mi?
Kısacası, Harun Yahya’cıların yasaları sadece öte dünyanın “huzurlu” ortamında geçerlidir. Bu dünyanın halleri ise, bırakın Harun Yahya’yı, Tasarımcıyı bile bezdirir. İnsanlık bu kadim sorunu, bin bir zahmetten sonra, iki tarafın da gönlünü alarak, ahiret (öte dünya) işleri ile dünya işlerini birbirinden ayırarak çözmüş, herkesin mekânını belirlemiş; bunun adına da “laiklik” demiştir. Harun Yahya’ya kendi mekânına dönmesini tavsiye ediyoruz.

Kapitalizmin postmodern dini/bilimi…


“Bilimsel Yaradılışçılık” ve “Akıllı Tasarımcılık” adlı akımlar, günümüzün postmodern ortamının ürünleri. İnsan ihtiyaçlarından kopmuş, sanallaşmış, yıkıcılaşmış, mafyalaşmış bir kapitalizmin postmodern dini/bilimi… “Yıldız Savaşları”nın dini, “Yüzüklerin Efendisi”nin bilimi… Bütün dünya Hollywood olsa, dini böyle bir din, bilimi de böyle bir bilim olurdu. Dinleri de imaj, bilimleri de… Allah’ı “Tasarımcı” olan bir din… Âlimi şarlatan olan bir bilim…
Küresel kapitalizmin bilime ihtiyacı var; Bilimsel Devrimi ve Aydınlanmayı içermeyen bir bilime. Yani salt teknolojiye indirgenmiş, kuramsal temelinden yoksun bir bilime. Küresel kapitalizmin -bütün sömürücü sistemler gibi- bir dine de ihtiyacı var. Ama İslam ülkelerinin tepesine bomba yağdırmayı olumlayacak Amerikancı bir din olmalıdır bu. Yani geleneksel kuramsal temellerinden koparılmış, cıvıklaştırılmış bir din. İşte “Bilimsel Yaradılışçılık”, “Akıllı Tasarımcılık” veya bizim coğrafyamızdaki genel adıyla “Ilımlı İslam” bu ihtiyacın ürünüdür.

Saygılarımla

 

FORUMLARIMIZ

 

Facebook Sayfamız

facebook

Youtube Sayfamız

Youtube