Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Turan Dursun > Turan Dursun

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #21  
Alt 12-01-2014, 21:33
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

DAVUT PEYGAMBER VE KADINLARA OLAN İLGİSİ

"Tevrat" ayetleri izlenerek Davut Peygamberin kadınlara olan ilgisi anlatılacak burada. Ancak bu arada açıklanması gereken bir durum var:

Bilindiği gibi, İslami "ilmuhal"lerde ve inançla ("akaid"le) ilgili kitaplarda şöyle denir: "4 büyük kitap vardır: Tevrat, Zebur, Kur'an ve İncil. Tevrat Musa'ya, Zebur Davud'a, İncil İsa'ya inmiştir." Oysa bu yargının bilimsel yönden hiçbir değeri yoktur. Sözgelimi "Tevrat" adı verilen ve Yahudilerin "Tora" dedikleri "Mukaddes Kitap" ("Bible"=küçük kitaplar) içinde Musa'nın döneminde kaleme alınmış olan bölümler çok azdır. "Mukaddes Kitab"ın, M.Ö. 1513'de kaleme alınmaya başlandığı ve M.S. 98'de bitirildiği ve 35 ya da daha çok kişi tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülür.(144) Kesin olan gerçek şu ki "Mukaddes Kitap" denen ve "Eski Ahit"le "Yeni Ahit"ten oluşan kitap çok sayıda kişinin eseridir. Genellikle "Eski Ahit"e "Tevrat", "Yeni Ahit"e de İncil denir. Kur'an'da "Zebur" diye geçen "Davud'un Mezmurları"ysa "Eski Ahit"in yani Tevrat'ın içindedir. "Mezmurlar", birtakım ilahilerden oluşurlar. Tevrat'ın öteki kesimlerinden olduğu gibi "Mezmurlar"dan da birçok "ayet"ler Kur'an'a geçmiştir.(*) "Mizmar" denen bir ney'le okunduğu için bu ilahilere bu ad, yani "mezmurlar" adı verilmiştir.(145)

Burada "Davud"un kadınlara olan düşkünlüğünün Tevrat'ta nasıl anlatıldığından sözederken, "Tevrat Musa'ya indi. Davud'la ilgili öyküler Tevrat'ta nasıl yer alabilir?" diye bir soru akla gelebilirdi. Onun için, yani böyle bir soru karşılığını bulsun diye "Tevrat" ve "Mukaddes Kitap" konusunda kısa bir bilgi sunmayı gerekli bulduk.

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.74-75

_________________________
(144) Bkz: B. Çetintürk, Tanrı Yalan Söylemez, Ankara, 1972, Yargıçoğlu Matbaası, s.23; İslam Ansiklopedisi, Tevrat Maddesi; Yeni Bir Dünyaya İnanmak İçin Esas, Brooklyn, New York, 1957 (Türkçe basılış tarihi), s.19. Ayrıca bkz: Sadeddin Evrin, Kur'an Bilgisi, Ankara, 1973, c.2, 1003 ve ötekiler.
(*) Karşılaştırınız: Kur'an, İbrahim Suresi, ayet:24-26 ve Fetih Suresi, ayet:29 ile Tevrat, Mezmurlar, Kitap 1, Mezmur 1, ayet:3-4. Ve Kur'an, Enbiya Suresi, ayet 105 ile Tevrat, Mezmurlar, Mezmur 37, ayet:29.
(145) Bkz: Sadettin Evrin, Çağımızın Kur'an Bilgisi, Ankara, 1973, c.1, c.12 ve c.11, s.953.

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #22  
Alt 12-01-2014, 23:23
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

DAVUD VE ÇOK KADINLA İLİŞKİSİ

Daha önce İbrahim Yakup (İsrail) Peygamberlerin ve karılarının cariyeleriyle ilişkileri anlatılırken de görüldüğü gibi, Tevrat, "çok kadınla evlilik ilişkisi"ne karşı değildir. Üstelik ayrıca "cariye"lerle de cinsel ilişki kurmayı sakıncasız görmüştür. Onun için Peygamberlerin de "bir"den çok karıları olduğu gibi ayrıca "cariye"leri de vardı ve böylece Peygamberler "çok sayıda" kadınla cinsel ilişki kurabiliyorlardı. Tıpkı İslam Peygamberi Hz. Muhammed gibi... Hz. Muhammed'in çok kadınla ilişkisi ileride genişlemesine anlatılacaktır.

Davut Peygamber de bir çok Peygamber gibi, tek kadınla kalmayıp birçok kadınla ilişki kurmuştur. Kimi Kur'an yorumcularına göre, Davud Peygamberin 100 karısı, 300 de cariyesi vardı.(146)

Kur'an yorumcuları, Davud Peygamberin karılarının 100 tane olduğunu, Sad Suresinin 21 ve 22. ayetlerinden ve bu ayetlerle ilgili hadislerden çıkarıyorlar. Davud'un "Etilerden (Hitti) Üriya"nın karısıyla ilgili öykü anlatılırken görüleceği gibi, Sad Suresinin bu ayetlerinin alındığı Tevrat'ın İkinci Samuel bölümündeki 12. Bab'ın 1. ve 7. ayetlerden de Davud'un pek çok sayıda karısı ve cariyesi olduğu anlaşılıyor.

Tevrat'ın anlattıklarına bakılırsa Davud, oldukça yakışıklıydı. Kadınların ilgisini çekiyordu. Şöyle deniyor Tevrat'ta:

"Kendisi kızıl, gözleri güzel ve bakılışı hoştu."(147) Ayrıca ondan şöyle söz ediliyor: "Beyt-lehemli Yesse'nin oğlu iyi cenk çalar, yürekli bir yiğit, savaş eri, akıllı sözlü ve yakışıklı bir adamdır."(148)

Davud'un çok karısı ve çok cariyesi oluşunda, onun kadınlara düşkünlüğünün ve krallığının yanında bu özelliklerinin de büyük payı olsa gerek. Yani yakışıklı, iyi bir çalgıcı, yiğit ve savaşçı oluşunun. Ama o denli kadınları toplayışında en büyük etken, onun Kral ve Peygamber oluşuydu kuşkusuz. Kur'an'da Ahzab Suresi'nin 38. ayetinde de genellikle Peygamberlerin "çok karılı" oluşlarının, "Tanrı'nın bir yasası" gereği ("sünnetu'llah") olduğu anlatılır. Hatta Kur'an yorumcuları, bu ayette Davud Peygambere de "işaret" bulunduğunu açıkça yazarlar. Sözgelimi Nisaburi Tefsirinde (Garaibu'l-Kur'an ve Reğaibu'l-Fur'kan'da) bu ayetin yorumu yapılırken, "pek çok sayıda karıları olan Peygamberler" bulunduğunu anlatmak için "Davud ve Süleyman Peygamberler" örnek gösterilir. Öteki "tefsir"lerin çoğunda da aynı örneğin verildiği görülür. Ahzab Suresi'nin bu ayeti, Hz. Muhammed'in oğulluğu Zeyd'in karısı Zeyneb'i sevip aldığı zaman ortaya çıkar; "dedikodu"ları kapatma ve bunun da "Tanrı'nın yasası gereği" (Sünnetu'llah) olduğunu anlatma amacına yöneliktir. Yani "Davud Peygamber ve başkaları, aldıkları karıları nasıl Tanrı'nın yasası gereği aldılarsa, Muhammed de aynı yasanın gereği olarak almıştır Zeyd'in karısını. Muhammed, çok karı alırken eski Peygamberlerin uydukları yasaya uymuştur. Onun için kınanmaması gerekir" demek isteniyor. İslam Peygamberinin "Zeyd'in karısı Zeyneb"le ilgili öyküsü ileride gelecek.

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.76-77

______________________
(146) Bkz:Ruhu'l-Beyan ve Alusi Tefsirleri; Ahzab Suresi, ayet:38'in tefsiri.
(147) Tevrat, Birinci Samuel, Bap:16, ayet:12
(148) Tevrat, Birinci Samuel, Bap:16, ayet:18

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #23  
Alt 13-01-2014, 02:09
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

KRALIN KIZI İÇİN DAVUD'UN GÖZE ALDIĞI TEHLİKE

Tarih: M.Ö. onuncu yüzyılın sonları ya da onbirinci yüzyılın başları. Yahudi krallarından: Kur'an'da "Talut"(*) diye geçen(149) Kral Saul'ün dönemi. İsrailoğullarıyla savaşan Filistinlilerin ordusunda, Kur'an'da "Calut" adıyla sözü edilen(150) "Gat'lı Golyat" adında bir insan azmanı, Kral Saul'ün ordusuna meydan okuyor. Tevrat'ın anlattığına göre; "6 arşın bir karış boyu, başındaki tunçtan başlığı, beş bin şekel ağırlıktaki pullu zırhı, omuzları arasındaki tunçtan kargısı, sapı çulha tezgahına benzeyen ve altı yüz şekel ağırlıkta bulunan mızrağı" ile görenlere, duyanlara korku salıyor ve karşısına çıkacak İsrailli bekliyor. Saul ve tüm İsrailoğulları Golyat'ın gücü ve "heybeti"nden korkup yılgınlığa gömülmüş, ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar.(151) O sırada -Gatlı Golyat'ın karşısına çıkacak biri bulunur umuduyla- Kral Saul'ün bir "ilan"ı duyulur: "İsrail'e meydan okuyan adamı gördünüz. Kim onun hakkından gelirse kral o kimseye büyük varlık bağışlayacak ve ayrıca kızını da verecek!"(152)

İşte o zaman Davud ortaya çıkar; "Ben varım!" der. Krala iletirler. Kral huzuruna çağırır:

"Ve Davud Saul'e dedi: O adamdan dolayı kimsenin yüreği güçsüzleşmesin. Bu kulun gidip o Filistinliyle savaşacaktır. Ve Saul Davud'a dedi: Bu Filistinliyle savaşmak için sen onun karşısına çıkamazsın, çünkü sen çok gençsin. O ise, çocukluğundan beri savaş adamıdır. Ve Davud Saul'e dedi: Bu kulun babasının koyunlarını güderdi, aslan, ya da ayı geldiği ve sürüden bir kuzu aldığı zaman, ben ardından izler ve onu vururdum, ağzından kuzuyu kurtarırdım. Aslan ya da ayı bana karşı direnirse sakalından tutup onu vurur-öldürürdüm. Kulun hem aslanı, hem de ayıyı vurmuştur. Ve o sünnetsiz Filistinli de onlardan biri gibi olacaktır.
(...)
Ve Saul Davud'a dedi: Git, Rabb seninle olsun. Ve Saul kendi elbisesini Davud'a giydirdi. Ve Davud'un başına tunç başlık koydu, ona zırh da giydirdi. Davud bu esvap üzerine kılıcını kuşandı. Ama yürümek istedi, yürüyemedi. Çünkü böyle şeyler giymeye alışmamıştı. O zaman Saul'e dedi: Bunlarla yürüyemem. Çünkü alışık değilim. Davud onları üzerinden çıkardı.

Ve eline değneğini aldı. Vadiden de kendine 5 çakıl taşı seçti ve onları üzerinde bulunan çoban torbasına; dağarcığına koydu. Sapanı da elindeydi. Ve Filistinliye yaklaştı.

Ve işte Filistinli yürüyüp geliyor, Davud'a yaklaşıyor. Kalkanı taşıyan uşak da onun önünde.

Filistinli bakındı ve Davud'u görünce onu adam yerine koymadı. Çünkü Davud genç ve kırmızı yüzlü, bakılışı da güzeldi. Filistinli Davud'a dedi: Ben köpek miyim ki, bana değneklerle geliyorsun? (...) Yanıma gel de senin etini göklerin kuşlarına ve kırın hayvanlarına vereyim. Ve Davud Filistinliye dedi: (...) Bugün Rabb, seni benim elime verecek ve sana vuracağım. Ve başını gövdenden ayıracağım. Filistinli ordusunun leşlerini, göklerin kuşlarına ve yerin canavarlarına vereceğim. Ve İsrail'de Allah olduğunu bütün dünya bilecek. (...)

Ve vaki oldu ki Davud'un karşısına çıkmak için Filistinli kalkıp yaklaşınca, Davud çabuk davranıp Filistinlinin karşısına çıkmak üzere savaş dizisine doğru koştu. Ve Davud dağarcığına el attı, oradan bir taş alıp sapanla fırlattı ve Filistinliyi alnından vurdu. Taş, Filistinlinin alnına battı. Filistinli yüzü üstüne yere düştü.

Böylece Davud Filistinliyi, sapanla ve taşla yendi, onu vurup öldürdü. Davud'un elinde kılıç yoktu. Ve Davud koşup Filistinlinin üzerinde durdu, onun kılıcını kınından çekip aldı ve bu kılıçla onun başını kesti. Filistinliler, pehlivanlarının öldüğünü görünce kaçtılar..."
(153)

Davud, bu başarısıyla artık kralın armağanlarını ve onun için armağanların en büyüğü olan "kralın damadı olmayı" hak etmişti. Kralın kızı onun olmuştu artık.

Ne var ki, kralı öfkelendiren bir olay oldu: Kralı karşılamak üzere "İsrail kentlerinden gelen kadınlar", teflerle ve "üç telli saz"larla şarkı söyleyip dans ederlerken, kraldan çok, onun yanında bulunan Davud'a sevgi gösterisinde bulunuyorlardı. Şarkılarında ondan çok Davud'u övüyorlardı. Kral son derece içerlemişti buna. Ve Davud'a içinden kin beslemişti.(154)

Bununla birlikte Davud'a doğrudan karşı çıkmayı, politikasına uygun görmedi. Hatta verdiği sözü yerine getiriyor gözükmek için şöyle konuştu: "İşte büyük kızım Merab. Onu sana karı olarak veriyorum..."(155) Ama gerçekleşmedi bu iş. "Merab, Davud'a verileceği sırada, Meholalı Adriel'e karı olarak verildi". (156)

Kral Saul'ün "Merab"dan başka bir kızı daha vardı; Mikal adında. Bu kız Davud'a adamakıllı tutulmuştu, "aşık" olmuştu.(157) Kral, başka çare bulamayınca bu kızı verdi ona. Ama yine de Davud için iyi şeyler düşünmüyordu. Davud'un ölmesini, öldürülmesini istiyordu. Bu amaçla, kızını verirken "kullarına" şunları söyledi: "Davud'a şöyle diyeceksiniz: Kral ağırlık istemiyor, ancak düşmanlarından öç almak için yüz Filistinlinin gulfesini (sünnet yerlerinin derilerini) istiyor."(158)

Kral gerçekte istiyordu ki, Davud Filistinlilerle savaşırken öldürülsün.

Kralın "kulları", kralın isteğini ilettiler Davud'a. "Mikal"in koynuna girmek için başka çare olmadığını anlattılar.

Davud kralın kızını, "Mikal"i alabilmek için ne istenirse yapacaktı. Kafaya koymuştu bir kez. Ne yapıp ederek kızı alıp Krala damat olacaktı.

"Davud, kralın damadı olmak için Filistinlilerin gulfelerini (sünnet yerlerinin derilerini) getirdi. Ve gulfeleri, tam sayısıyla krala verdiler.

Ve Saul, kızı Mikal'i Davud'a karı olarak verdi. Ve Rabb'in Davud'la birlikte olduğunu görüp anladı. Saul'ün kızı Mikal, Davud'u (çok) seviyordu. Ve Saul, artık Davud'dan son derece korktu. Yaşamı boyunca da Davud'un düşmanı oldu."
(159)

Bu bölümün 27. ayetinde anlatıldığına göre, Davud, kralın kızını almak için "yüz Filistinli" yerine, "iki yüz Filistinli" öldürmüştü.(160) Ne var ki, Kral Saul'ün ona olan kini azalmamış, daha da artmıştı. Onu öldürmek, öldürtmek için fırsat kolluyordu. Fakat, kralın "Yonatan" adında bir oğlu da Davud'u çok seviyordu. Kral Davud'u öldürmek için çok yollara başvurdu, ama Yonatan, kızkardeşiyle birlikte onun kurtulmasını sağladı. Bununla birlikte Davud'un, Kral Saul'ün elinden kurtulması kolay olmadı. Tevrat'ın uzun uzun anlattığı birçok serüvenden sonra gerçekleşti kurtuluş.(161) Ve İsrail kentlerinin genç kız ve kadınları Davud için şarkılar söylüyor ve onun, Kral Saul'den çok Filistinli öldürdüğünü dile getirmek için şöyle diyorlardı: "Saul vurdu binlerini, Davud'sa onbinlerini."(162)

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.78-82

_____________________
(*) "Talut" sözlük anlamıyla "uzun boylu" demektir. Bu kralın boyu, Tevrat'ta şöyle anlatılır: "...Omuzundan yukarısı, bütün toplumun boyunu geçiyordu." Tevrat, Birinci Samuel, Bap:9, ayet:2
(149) Bkz: Bakara Suresi, ayet:247-249
(150) Bkz: Bakara Suresi, ayet:249-250
(151) Bkz: Tevrat, 1. Samuel, Bap:17, ayet:1-11, 24-25
(152) Tevrat, 1. Samuel, Bap:17, ayet:25
(153) Tevrat, 1. Samuel, Bap:17, ayet:32-51
(154) Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:6-9
(155) Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:17
(156) Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:19
(157) Bkz: Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:20-28
(158) Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:25
(159) Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:27-28
(160) Bkz: Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:27
(161) Bkz: Tevrat, 1. Samuel, Bap:19; Bap:31
(162) Bkz: Tevrat, 1. Samuel, Bap:18, ayet:7; Bap:21, ayet:11; Bap:29, ayet:5

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #24  
Alt 13-01-2014, 02:50
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

MİKAL BAŞKA KOCAYA VERİLİYOR, AMA SONRADAN DAVUD ONU YENİDEN ALIYOR

Davud uğruna birçok tehlikeye atıldığı, adamlar toplayıp 200 Filistinliyi kestiği sevgilisi Mikal'inden bir süre ayrılmıştı. Çünkü Mikal'in babası Kral Saul, onu Davud'dan alıp bir başka kocaya, Laiş oğlu Paltiel'e vermişti.(163) Ama Davud, hiçbir zaman unutmamıştı Mikal'ini. Başka kadınlar da almıştı.(164) Ama Mikal'in tadı-havası başkaydı. Onun kendine özgü bir anlamı vardı: Uğruna nice tehlikeler göze alınmış bir kadındı. Onun için Davud unutamazdı onu.

Davud Peygamber, Mikal'i yeniden almak için sürekli "fırsat" kolladı. Kral Saul'ün ölümünden sonra onun başkomutanı Nerin oğlu Abner, gelip Davud'a anlaşma önerdi.(165) O zaman Davud, anlaşmayı ancak bir koşulla kabul edebileceğini söyleyerek şöyle konuştu:

"...Seninle anlaşabilirim. Ancak senden bir şey isterim, o da şudur: (Antlaşma yapmak üzere) beni görmek için geldiğin zaman, önce Saul'ün kızı Mikal'i getirip göstermelisin. Yoksa yüzümü göremezsin."(166)

Peygamber bir yandan Abner'e bunları söylerken, öbür yandan da Saul'ün oğlu İs-Boşet'e "ulaklar gönderip" şöyle dediğinin iletilmesini istedi: "Mikal'i, Filistinlilerin yüz gulfesi karşılığında kendime nişanlayıp almıştım. Karımı, Mikal'i alıp vermelisin bana."(167)

Başkomutan Abner'in de "teşviki"yle olsa gerek, İs-Boşet, hemen adam gönderdi ve Mikal'i "kocası Laiş oğlu Paltiel'den" aldırttı.(168) Ve kocası, onunla birlikte Bahurim'e kadar ardınca yürüyüp ağladı. Sonra Abner ona, "Haydi dön!" dedi ve adam döndü.(169)

Davud Peygamber, adamı ağlata ağlata karısını elinden aldı, çünkü o kadının, yani Mikal'in o adamdan çok kendinin olduğuna inanıyordu.

Sonuç olarak; Mikal'ine kavuştu Davud Peygamber. Uğruna tehlikelere atıldığı, adamlarıyla birlikte 200 Filistinliyi öldürüp sünnet yerlerini krala armağan ettiği Mikal'ine...

Davud, kimi kadın için böyle adamlar öldürürken, kimi kadına kavuşmak için de öldürmeye ant içtiği adamların kanına girmekten vazgeçmiştir. Örnek: Nabal adında zengin bir kişinin güzel karısı Abigail!

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.83-84

__________________
(163) Bkz: Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:44
(164) Bkz: Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:42-43
(165) Bkz: Tevrat, II. Samuel, Bap:3, ayet:12
(166) Tevrat, II. Samuel, Bap:3, ayet:13
(167) Tevrat, II. Samuel, Bap:3, ayet:14
(168) Bkz: Tevrat, II. Samuel, Bap:3, ayet:15
(169) Tevrat, II. Samuel, Bap:3, ayet:16

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #25  
Alt 13-01-2014, 15:18
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

DAVUD VE NABAL'IN GÜZEL KARISI ABİGAİL

"Ve Maon'da bir adam vardı, onun işi Karmel'deydi ve adam çok büyüktü. Adamın 3 bin koyunu ile bin keçisi vardı. Karmel'de koyunlarını kırktırıyordu. Adamın adı Nabal ve karısının adı Abigail'di. Kadın çok anlayışlı ve bakılışı güzeldi. Adamsa kaba ve işlerinde kötüydü..."(170)

Davud, bu zengin adamın kırdaki çobanlarına, uşaklarına nedense iyilik yapar. Onların birtakım ihtiyaçlarını karşılamaya çabalar. Sonunda da kendi uşaklarıyla Nabal'a selam gönderir ve yaptıklarını bildirir. Bu arada çabalarının karşılığını beklediğini duyurur ona.

Ne var ki zengin adam, Nabal, Davud'u küçümseyen sözler söyleyerek, hiçbir karşılıkta ve yardımda bulunmayacağına ilişkin haber gönderir.

Davud, Nabal'ın bu tutumuna çok öfkelenir. Hemen kılıcını kuşanır ve dört yüz kişiyle birlikte adamdan öç almak üzere yola düşer. "Sabaha dek adamlarından kimseyi sağ bırakmayacağına" ant içer.

Davud'un, adamlarını alıp öfkeyle yola çıktığını, Nabal'ın adamları, Nabal'a değil, gelip onun karısına bildirirler. Nabal'ın karısı, Abigail, bunu duyar duymaz, kocasına hiçbir şey söylenmemesi, bilgi verilmemesi ve herşeyi kendisinin çözümleyeceğini söyler. Ve "çabuk davranıp iki yüz ekmek, iki tulum şarap, hazırlanmış beş koyun, yüz salkım kuru üzüm ve ikiyüz parça basılmış incir" alır, "eşeklere" yükletir ve Davud'u karşılamak üzere yola koyulmalarını emreder uşaklarına. "Siz önden gidin, ben arkanızdan geliyorum!" diyerek onları gönderir.(171)

Genç ve güzel kadın, uşaklarının ardından yetişir ve hepsi birlikte Davud ve adamlarıyla karşılaşırlar:

"Ve Abigail, Davud'u görünce çabuk davranıp eşeğinden indi, Davud'un önünde yüzüstü düştü, yere kapandı. Ve ayaklarına düşüp dedi: Günah benim üzerimde, efendim benim üzerimde olsun. İzin ver cariyen sana söylesin ve cariyenin sözlerini dinle: Yalvarırım Nabal'dan (kocamdan), bu yaramaz (huysuz) adamdan dolayı efendim yüreğine dert koymasın. Çünkü adı nasılsa kendisi de öyledir.(*) (...) Ben cariyen, efendimin gönderdiği uşakları görmedim. Ve şimdi efendim, Hay olan Rabb'in hakkı için ve senin hayatın hakkı için, sen kan dökmekten ve kendin için öç almaktan Rabb seni uzak kıldığı sürece, sen efendimin kötülüğünü isteyenler, Nabal gibi olsunlar.

Ve şimdi efendime getirdiğim bu armağan, efendimin ardınca yürüyen (izinden giden) uşaklarına verilsin. Bu cariyenin eksiğini bağışlamanı dilerim..."
(172)

Abigail'in kuşkusu yoktur Davud üzerinde etkili olacağına. Sunduğu armağanlarla, sözleriyle ve en önemlisi de dişiliğiyle... Davud daha kral değil, sadece Peygamber. Ama Abigail, Davud'un kısa bir süre sonra Kral olacağını biliyor. Onun için tutumunda son derece saygılı ve sözlerinde son derece dikkatli, özenli. "Fettan" kadının kafasındaki düşünce, Davud'a karı olmak, Kral karısı olmak. Bu düşünceyle sözlerine şunu da eklemeyi ihmal etmez: "Ve Rabb, efendime iyilik ettiği zaman (yani Kral olursan, ya da sana bu yol açılırsa) cariyeni (yani beni) hatırlamalısın!"(173)

Davud "hatırlamaz" olur mu bu güzel kadını? Kadın evliymiş, kocası filan varmış... Bu, kadın için önemli olmadığı gibi Davud için de önemli değil... Peygamber, hele kral olunca elverir ki istesin, gerisinin hiç önemi yok. Şeytan kadın bunu bildiği için rahatça anlatır düşüncesini. Pek açık söylemez, ama onun ne demek istediğini Davud çok iyi anlar. Nitekim Davud onu da karıları arasına katacaktır ileride.

Davud Peygamberin, Abigail'e karşılığı şöyle olur:

"İsrail'in Allah'ı mübarek olsun ki, bugün beni karşılamaya seni gönderdi. Senin anlayışın mübarek olsun, sen mübarek olasın. Öcümü kendi elimle almaktan bugün beni alıkoydun. Ve gerçek, sana kötülük etmekten beni alıkoyan İsrail'in Allah'ı, Hay olan Rabb'in ışığına kadar, Nabal'ın erkeklerinden biri bile sağ kalmazdı."(174)

Davud, genç ve güzel kadın Abigail'e bu karşılığı verdikten sonra gelen armağanları alır ve "senin sözünü dinledim ve seni kabul ettim!" diyerek evine uğurlar onu.

Abigail, artık alacağı sözü almıştır. Rahat ve sevinçle evine döner. İleride Davud'a karı olacağını düşünmenin sevinciyle... Evine gittiği gecenin sabahı da, kocası Nabal öbür dünyayı boylar!(175)

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.85-87

_________________________
(170) Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:2-3
(171) Bkz: Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:5-19
(*) Nabal, ahmak demektir.
(172) Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:23-28
(173) Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:31
(174) Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:32-34
(175) Tevrat, I. Samuel, Bap:25, ayet:37-38

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #26  
Alt 13-01-2014, 15:41
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

DİN VE SEKS KONUSUNDA
(Turan Dursun'la Bir Sohbet)

Gürbüz D. Tüfekçi (Sosyal Antropolog)

Dostum Turan Dursun'un "Din ve Seks" konusundaki bu araştırması beni çok etkilemiştir. Kitap yoğun bir çalışma ve geniş bir bilgi birikiminin ürünüdür. Müsvetdeleri okuduğumda, beraber geçen günlerimizi anımsamıştım. Sanki karşılıklı konuşuyormuşuz gibi gelmişti bana. Hala aynı yakınlıkta olduğumu duyumsuyorum. Atatürk'ün yaptığı devrimlerle gerçekleştirmek istediği idealinin insanlığın mutluluğu olduğu konusunda birleşirdi düşüncelerimiz. Araştırdığı konular kuşkularıydı. Elde ettiği sonuçları, önce "Kulleteyn"de, sonra diğer yapıtlarında insanlığın hizmetine sunmuştu. Aydınlık yüzü, yumuşak ses tonuyla anlatırdı dinlerin kökenini, Şer'iatın çarpıklığını. En çok üzerinde durduğumuz konulardan birisiydi bu.

Din bezirganlarının insanları kendi çıkarlarına nasıl alet ettiklerini açıklardı. Tarihin eski kaynaklarından edindiği bilgileri sabır ve özveriyle dile getirirdi. Herşeyden önce bir "beşeri bilimler" uzmanı, bilgesiydi. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde, "Atatürk İlkeleri, Türk Devrimi ve Tarihi" dersi verdiğim günlerde, üzerinde en çok durduğumuz konu insan haklarıydı. Yüksek lisans çalışmalarım süresince de çok değerli bilgiler edinmişimdir kendisinden. Tez konum kısaca: ...Türk Devrimi içinde Kadın Hakları'ydı. Turan'la bu "kadın hakları" sözüne çok takılırdık. "Yani erkeğin hakkı" hiç mi yok? diye sorgulardık...

Türk Devrimi'nin beyin gücü dışdinsaltçılıktır (laiklik). Atatürk dünya uygarlık tarihleri içinde din konusunu, ayrı bir özenle incelemiştir. İnsanların yeryüzündeki serüveni üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur. Vardığı sonuçları dışdinsaltçılık ilkesine yansıtarak, Şeri'at karşıtı bilimsel bir düşünce akımı yaratmıştır.

Kitabın bundan sonra okuyacağınız kesimi, Turan Dursun'la bu konuşmalarımızın bir özeti niteliğindedir.

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.89-90 (88. sayfa boştur)

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #27  
Alt 13-01-2014, 16:40
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

İnsan Öğesine Tarihsel Bakış

Din ve Seks, insana özgüdür ve toplumsal ekin (kültür) kökenlidir. Akademik olarak insan-bilim (antropoloji) ana bilim dalının sınırları içine girmektedir. Bu nedenle önce insan, sonra ekinsel etkileşimle toplumsal değişimler üzerine tarihi kısa bilgiler sunacağız. Yurdumuzda dışdinsaltçı devrim beklentileriyle, sevgili dostum Turan Dursun'un düşünsel paralelliğini göstermeye çalışacağız.

İnsan dediğimiz varlık, çevremizi sarmalayan tüm dünya ve evreni anlamlandırarak, adlandıran tek canlıdır. Etrafımızı çevreleyen biyolojik, fiziksel ve kültürel yapılanmaların tümünü, yaşama geçiren insandır. İnsanın olmaması halinde ne ağaç, ne orman, ne dere, ne deniz, ne hava, ne su; kısaca ne yaratan ne de yaratılan vardır.

"Hayvanlar aleminin bir üyesi olan insan, primat takımının (order), alt takımı (sub order) olan, Simian (anthorophedia) grubuna mensup, homonidis ailesinden, homogenusu kökenlidir. Bugün yer küresi üzerinde yaşayan insanların tümü ise homo sapiens olup, dişisi ve erkeği ile akıllı insan olarak adlandırılırlar."(1)

Yeryüzünde görüldüklerinden bu yana insanlar toplu olarak yaşarlar. Bilim bu sonuca insanlarla aynı grubu paylaşan hayvanların yaşam biçimleri üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına dayanarak varmıştır. Örneğin: Ape'ler, küçük aile grupları olarak yaşamlarını sürdürürler. Buradan hareketle denilir ki: İnsanlar yeryüzünde görüldüklerinden bu yana sürekli bir grup içinde yaşamışlardır. Bunun nedenini biyologlar şöyle açıklıyor: "Evrende yaşamlarını ve topluluklarını sürdürmeye yarayacak hiçbir içgüdüsü olmayan tek varlık insandır." Bu içgüdü yokluğuna karşın insanların çok güçlü bir öğrenme yetisi vardır. Öğrenme, homo sapiensin dişisi ve erkeği için aynıdır. Toplu yaşam, öyle gelişi-güzel, bireysel bir toplaşma değildir. Topluluk, bireyler arası ilişkilerin sürüp gitmesine aracı olarak kişinin dış dünyayla uyumunu sağlar. Bu uyumda etkili olan, o topluluğun kültürel yapılaşmasıdır.

Akıllı insan bir kültür ürünüdür. Bireyi insanlaştıran kültürüdür. Kültür, başka kültürlerle karşılaşınca etkilenerek, değişime uğrar. Kültür değişimi evrensel, kaçınılması olanaksız bir olgudur. Bu tanımıyla değişim tümüyle toplum içindeki insana özgüdür. Değişim canlıdır; gelişir, büyür, etkiler ve etkilenir. Hareketlidir; göç eder, gezer, dolaşır, atlar, zıplar, koşar, yorulur, uyur, dinlenir... Konuşmaz; ama buyurucudur. Kimseye belli etmeden emreder ve yaptırır. Uslu/akıllı bilim düşkünü bir mantığı, yasaları, kuralları ve yöntemi vardır. İnsan ve toplumla ilgili konuların incelenmesinde, kültür değişimi konusu gözardı edilemez. İnsanoğlu, değişim yasasının kural ve koşullarından kendisini kurtaramamıştır.

"İlk insanlar doğanın her şeyinden, gök gürültüsünden, karanlıktan, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korkuyorlardı... İnsan doğanın bir mahlukudur. Doğanın kendisi dahi mutlak özgür değildir; evrenin yasalarıyla bağımlıdır. Bu nedenle insan ilk önce, yerel ortamda, doğanın yasalarına, koşullarına, nedenlerine, etmenlerine bağlıdır."(2)

Ölüme duydukları korku ise sıralamaya girmeyecek boyutta güçlüydü. Önceleri hiçbir şekilde nedenini kavrayamadıkları bir biçimde, yakınlarında bulunan bir insan hareketsiz kalıyor; sesi soluğu kesiliyordu. Anlam veremiyorlardı; ama, korktukları kesindi. Bunu bilmek için herhangi başka bir belgeye gerek yok. Günümüz insanı da aynı korku içindedir. Kısaca: İnsanlar ölmekten ölesiye korkarlar.

Çağımız bilimselleri yaptıkları araştırmalarla, geçmiş çağlar uygarlıklarına da ışık tutabilmektedirler. "Arkeoloji ve Antropoloji" dallarının araştırma verileri ile eski ve yeni uygarlık tarihleri bu konuda önde gelmektedir.(3)

Bohannon'a göre: "insan tanımlanırken" dört temel nitelikte değerlendirilir. Biyolojik ve fiziksel açıdan "memeli bir hayvandır". Toplu olarak yaşama biçimiyle "sosyal bir hayvandır". Algılama yönünden "psikolojiktir". Son olarak yaptığı ve yarattığı her türden ekiniyle "kültürel bir varlıktır". Bu akıllı varlığın çeşitli yollarla aşamalar geçirerek kendisini tanıması ve tüm yeteneklerinin bilincine varmasının bir öyküsü vardır. Bu öyküyü "antropoloji" (insanbilim) açıklayarak anlatır.(4)

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.90-92

__________________________
(1) Nephan Saran, Prof. Dr., Sosyal Antropolog Gözüyle Toplumumuzda Kadın..., Sosyal Antropoloji Blm. Derg., Sayı. 3, İst. Ü. Ed. Fa. Mat. İst., 1979, s.4. Ayrıca Bkz: Gürbüz Tüfekçi, Türkiye'de Kadın Hakları ve Laiklik, De la Revolution Française A la Turqui d'Atatürk, Varia Turcica XVI'dan ayrı basım, s.250
(2) Afet İnan, Prof. Dr., Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, TTK. Yay., Ank., 1969, s.50
(3) Afet İnan, Prof. Dr., Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.242
(4) Banu Özertuğ, Sosyal Antropoloji ile Fiziki Antropoloji Arasındaki İlişkiler adlı makaleden alıntı., Sosyal Antropoloji Blm. Der. Sayı.3, İst., 1979, s.19 vd.

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #28  
Alt 13-01-2014, 20:02
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

Kadın ve Uygarlık

Yeryüzündeki canlılar arasında insan türünün dişisine kadın adı verilmiştir. Toplum içindeki yeri -statüsü ve rolü- yönünden pek çok araştırmacıya esin kaynağı olmuştur kadın. Kuşkusuz kadına yakıştırılan her türden betimlemenin en önde gideni Ana ve Sevgili oluşudur. Tarihin hangi aşaması olursa olsun değişmeyen bir olgudur bu durum. Analık; statiktir, biyolojik yapısının doğal sonucudur; ama sevgili oluş -biraz tartışmalı da olsa- kadının ilk özelliğiyle atbaşı beraber yürür. Kadın bu özellikleriyle, toplum içinde bir rol üstlenmiş olmaktadır. Her iki konumda da farklı bir seks sözkonusudur. Analık rolünde yasal bir cinsel temas zorunlu. Sevgililik, yasaya bağlanmadan, platonik de olabiliyor.

Kadının statik rolünde, son derece güçlü bir duygu: Analık yer alır. Tüm öbür insancıl duygulardan daha yoğun olan bu duygu, anayı önce yavrusunun yaşamını kolaylaştırıcı yenilikler bulmaya yönlendirmiştir. Böylece ana-kadın içinde yaşadığı topluluğa da yararlar sağlamıştır.

Toplu yaşamın ilk çağlarında kadın ve erkek ayrı gruplar oluşturuyordu. Kadınlar erkekleri kendi gruplarının dışında tutmaya çaba gösteriyorlardı. Genel olarak bu eylemlerinde başarılı da oluyorlardı. Ayrı gruplaşmanın nedeni, kadınların analık duygusundan kaynaklanıyordu. Çocuklarını doğanın olası tehlikeleriyle, yörede et yiyen vahşi hayvanların saldırısından korumaktı asıl amaç. Öteyandan, erkekler et oburdu. Kadınlardan daha kolaylıkla avladıkları vahşi hayvan etlerini yiyorlardı. Kadınlar yerden çıkardıkları kökler ve bitkilerle ağaçlardan topladıkları yaprak ve meyveleri yeğliyordu. Çocuklar karınlarını doyurabilecek çağa gelinceye değin, kadın grubu içinde kalırdı. Ergenlik çağını izleyen dönemde, erkek çocuklar erkekler arasına katılır, kız çocuklar ise kadınlar arasında kalırdı.

Burada şunu hemen belirtmek isteriz; insan bilimcilerin değişik topluluk ve toplumlarda yaptığı araştırmalar göstermiştir ki: Kadınlar, doğuştan erkeklere nazaran, daha yumuşak başlı, daha barış sever, daha sevecen, ev işlerine daha yatkın değillerdir. Bu özellikler kadının yetiştiği toplumsal yapının düşünsel ve ekinsel kökeni, kısaca kültür dokusuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Saptamalara göre, basit tarım topluluklarında kadınlar, büyük oranda, tarlada belirli işleri yapıyorlarsa, bunun temel nedeni, çok uzun süre bakıma muhtaç olan çocuktan, ya da çocuklardan uzak kalmayacak işleri yeğlemelerinden kaynaklanır. Kadın, çocuklarına bakmak, onların sağlıklı büyümesini sağlamak çabasındadır. Çocuğunu beslerken bir gıda uzmanıdır; sayrılığına çözüm bulabilmek için yararlandığı otları karıştırırken, bir farmakologtur. Hangi otun hangi ağrıya iyi geleceğine karar verirken bir tıp doktorudur. Çocuğunu beslerken bir gıda uzmanıdır; sayrılığına çözüm bulabilmek için yararlandığı otları karıştırırkense, bir farmakologtur.(*) Çok güçlü olan öğrenme yeteneği ile yüzyıllardan bu yana uygulanagelen yaşamı sürdürmenin doğal kurallarından da yararlanmaktadır. Yaşlı kadınlardan öğrendiği, deneyimlerden oluşan bilgi birikimlerini, türdeşinin geleceğini güvence altına almak için kullanmaktadır.

Bir sonraki günün hava durumunu, gelecek mevsimin nasıl geçeceğini, ürünün bol olup olmayacağını bilebilmektedir. Toplu yaşamaktan ve bireysel ilişkilerden kaynaklanan sorunların çözümleyicisi de kadınlardı. Bu bilge kadınlara kitaplı kutsallıklar çıktıktan sonra büyücü dediler. Böylece toplum içinde, bilge kadınlara öykünen yeni bir meslek dalı türetilmiş oldu.

Ruhban sınıfı ve engizisyon mahkemeleri, "iyiyi ve kötüyü bilen" birçok bilge kadını, büyücü suçlamasıyla yakacaktır.

Büyücülerin hizmetleri karşılığı belli bir ücretleri vardı. Varsayılan kutsal güçlerle insanlar arasında aracılık ederken, tabu saydıkları güce getirilen armağanları, bu yeni işkolu yerine ulaştırıyordu. Sıradan bir insan neyin, nereye nasıl verileceğini nereden bilsindi? Doğal olarak büyücüler bu işi üstlenmekle büyük bir hizmet görmüş oluyorlardı. Kendileri için hiçbir istekleri yoktu doğrusu(!) Tabuya verilen armağanların kıyısından köşesinden sarkanlar yeterdi ona ve yandaşlarına. Herhalde her dileğin bir karşılığı o çağlarda da var olmalıydı. Günümüz falcı, medyum, vb. emekçiler bedava mı çalışıyorlar ki? O dönemde de yapılan hizmetlerin bir fiyatı vardı herhalde.

Toplumsal sorunlar da bilge kadınların denetimindeydi. Örneğin: Avlanma zamanı, kök toplama mevsimi, ertesi gün havanın nasıl olacağı konuları hep onlardan sorulurdu. Bilge kadınlar kendi cinslerinin yaşlılarından edindikleri bilgileri topluluklarına aktarıyorlardı. Ölmüşlerin ruhlarıyla iletişim kurabildiklerini söylüyorlardı. Zaman içinde kadınlar doğum işlerinde de yardımcı olmaya başladılar. Doğa olaylarıyla ilgili tahminlerinin tutması nedeniyle, artık tapınma derecesinde bağımlılık kazandılar. En eski çağlarda kadınların ateşi keşfetmeleri yeni kutsallıkların yaratılmasına neden olacaktır.

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.92-95

_____________________
(*) İki kere tekrarlanan "sayrılığına çözüm bulabilmek için yararlandığı otları karıştırırkense, bir farmakologtur." ifadesi, kitabın orjinalinde bu şekilde yer almaktadır. (E.A.)

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #29  
Alt 14-01-2014, 00:25
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

Stok ve Savaş

Bilge kadınların en önemli buluşları hayvanların evcilleştirilmesiydi. Neolotik çağ bu koşullar altında başladı diyebiliriz. Yine bu çağda kadın, tarımı kolaylaştıracak bir araç da buldu: Çapa. Çapanın bulunuşunu Gordon Childe bir devrim olarak değerlendiriyor. Childe'a göre:

"Yeryüzünde Endüstri ve Fransız Büyük İhtilalinden önceki en büyük devrim çapanın bulunuşudur."(5)

Orta neolitik çağda (M.Ö. 6000-3000) ikinci bir devrim daha gerçekleşti. Kadınlar evcilleştirdikleri hayvanları tarımda kullanmaya başladılar. Hemen hemen aynı dönemde sabanı buldular. Bu keşiflere koşut olarak, doğa güçlerini de insan aklının buyruğu altına aldılar. "Su gücü, rüzgar gücü" bunlar arasındadır.(6)

Yeni bulgular insanların statü, rol ve hakları ile görevleri üzerinde de etkili oldu. Childe'a göre:

"Tarımın ağır bölümünün sorumluluğunu erkekler üstlendi... Ufak bahçeler tarla oldu. Küçük yerleşim alanları, yerlerini kasabalara bırakmaya başladı. Mal mülk sahiplerinin hem ürünleri, hem de mal varlıkları arttı. Bir tür servet doğdu. Zanaatkarlık, işçilik başladı ve yeni kazançları savunmak, malları korumak amacıyla güvenlik güçleri devreye girdi."(7)

İnsanların ölüme duydukları korku, birkaç boyutluydu. Beraber yaşadıkları baba-dedelerinden biri ölünce, her zaman akıl danıştıkları bir büyüğü yitirmiş oluyorlardı. Ölenin ne olduğunu, nereye gittiğini bilmiyorlardı. Bu durum korkularını daha da arttırıyordu. Ölüm ekonomik, psikolojik, sosyal bir olgu; korkutucu bir olaydı.

Zaman içinde güneş, fırtına; yerine göre ağaç, toprak, ay ya da yıldız; kısaca ulaşamadıkları, anlamlandıramadıkları olaylarla, insanlara zarar veren ne varsa toplumlarca kutsallaştırıldı. Örneğin: Yürürken ayaklarını çarptıkları taşın verdiği acı nedeniyle, bir daha o taşın yanından geçmediler. Yol üzerinden kaldırıp kenara koymayı düşünemediler.

İlkçağ kabilelerindeki yaşam biçimleriyle ilgili bilgilere Batı dünyası, keşiflerle ulaştı. Kadının toplumdaki yeriyle ilgili en özgün bilgilerden bir kesimini, papaz Joseph Lafitau'nun Society of Jesus (1727) (İsa Topluluğu) adıyla yayınlanan mektuplarında buluyoruz. Peder Lafitau, mektuplarında "İroquaların" yaşam düzeninden söz ederek şu bilgilere yer veriyor:

"...Kabilede kadının üstün konumundan başka gerçek yok... Ulusu ayakta tutan kadın... Kan bağı ile şecerenin asaleti kadın kökenli... Tam başatlık kadınlarda... Toprak ve ürünler kadınların. Savaş ve barış kararlarının hakemleri kadınlar. Hazineden, tutsaklardan, evlilikten, çocuklardan onlar sorumlu... Erkekler izole edilmiş durumda... Çocukları (babalarına) yabancıydı..."(8)



Kadın Tanrıça

Kadınların biyolojik yapıları nedeniyle, gerekçesini o zamanlar tam bilemedikleri, bir yetenekleri daha vardı. Kadınlar doğuruyordu; yeni bir canlı dünyaya getiriyorlardı. Konunun o dönem insanı için ne denli korkutucu olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Kadının doğurması, onu toplum içinde ayrı bir konuma ulaştırmıştı.

"Örneğin: Dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır ve değildir. İnsan dünyaya geldikten sonra da, daha ilk andan, doğadan ve bir çok canlı varlıktan güçsüzdür. Korunmaya, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye muhtaçtır."(9)

Kadın doğurduğu çocuğa bakabildiği gibi toplumsal sorunlarla da uğraşıyordu. Doğum olayını hiçbir erkek başaramamıştı. Hala da -şimdilik- başarabilmiş değiller. İleriki yıllarda ne olur bilinmez. Kuşkusuz, çok büyük bir olaydı kadınların doğurması. O günün insanı bu işi yaratıcılık yönünden ele alıyordu ve de öyle düşünmekte haklıydı. Toplumsal yaşamın her alanında yeniliklere imzasını koymuş olan kadın, artık vazgeçilemez bir güç kaynağıdır. Bireyin, uzun süren, bakıma muhtaç çocukluk döneminin ardından, karşılaştığı doğa güçlerine duyduğu korku nedeniyle, insan yeni bir koruyucuya gereksinim duymuş olmalıdır. Uzun yıllar yeteneklerini görerek danıştıkları bilge kadını kutsallaştırdılar. "İnsanlık bir kez yaratma düzeyine erişip" yaşam koşullarını geliştirdikçe, çok yararlı ve sevgili bir varlık olan kadını Tanrıça ilan ettiler. İnsanlar bu kutsallığı, yontulara yansıttılar. "...Mağaralarına çizdikleri figürinlerle ölümsüzleştirdiler... Daha ileri uygarlıklarda gördüğümüz 'Ana Tanrıça' ve Yakın-Doğu'daki, Greco-Romen dünyasının 'Magna Mater' kültünün insanlık tarihlerindeki ilk örnekleri, Üst Paleolotik'te mağaraları süsleyen kadın figürleri ile başlamıştır."(10)



Erkeğin Toplumda Rol Almaya Başlaması

Kadının toplumdaki özgün durumu, erkeklere de yansıdı. Doğrusu onlar da bir üst konuma gelmeliydi. Toplumun yönetiminde sorumluluk üstlenecek, yeni bir iş kolu oluşturuldu.

Bunlara Şef ya da Reis demiş olmalılar. Taze iş kolu ayağının tozuyla, toplumu daha sıkı çalışmaya zorladı. Daha çok ürün elde edilmesini istiyorlardı. Artık Paleolotik dönemin barışsever yaşam biçimi değişiyordu. Fazla ürün için sınırları genişletmek gerekiyordu. Komşuların topraklarını almaktan başka çözüm yoktu. Kimse kimseye sahip olduğu toprağı vermezdi. Savaşılmalıydı. Savaş erkek işi olarak görüldü. Aklı evvel birtakım kişiler, yönetim ve savaştaki başarıları kendi icatları olan tabuların (Kutların) gücüyle birleştirme yolunu seçtiler. Savaşı kendileri istemiyordu; savaşmak buyruğunu, varsayılan kutsal güçlerin verdiğini söylüyorlardı. Halk reisin değil, büyücünün Tabuyla konuşabildiğine şartlanmıştı. Bu yolla yeni arazi veya mülk sahibi olmak, yöneticiler için öylesine avanta bir gelir kaynağı oluşturuyordu ki, kendilerine yardımcı olan büyücünün rolü hiç değişmeden kaldı. Sadece bu orunu (makamı) işgal edenin adı sanı değişti. Böylece de yeni meslek dalı olarak ruhban sınıfı icad edildi. Kazanılan savaşta elde edilen gelir ve kaynakların en büyük bölümü yöneticilerin kasasına -kesesine- akıyordu. Bu büyük kazançtan ruhban sınıfını da yararlandırdılar. Böylece yöneticilerle ruhbanlar arasında öyle bir işbirliği doğdu ki anlatmakla bitmez...

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.95-98

____________________
(5) Zafer İlbars, Prof. Dr., Kadın Tarihi, DTCF, Yüksek Lisans Ders Notu, 1988, s.23
(6) Nephan Saran, Prof. Dr., Sosyal Antropolojiye Giriş, 1974, s.77-80
(7) Zafer İlbars, a.g. ders notu, s.27
(8) Gürbüz Tüfekçi, a.g.e., Brown'dan alıntı, s.252
(9) Afet İnan, y.a.g.y., s.50
(10) Işın Yalçınkaya, Prof., Der. Paleolitik Devirlerde Kadın, 1973, s.203. Daha geniş bilgi için Bkz: Gürbüz D. Tüfekçi, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşunda Kadın Hakları... Ank. Üni. Sos. Bilim Ens. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ank. 1990

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
  #30  
Alt 14-01-2014, 02:50
Erdem Alaca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Erdem Alaca Erdem Alaca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 29 Jun 2013
Bulunduğu yer: Anadolu
Mesajlar: 1.496
Standart

Emperyalizm - Din Etkileşimi

Ben yaştaki gençlerin tarih dersi bilgilerinin, ana kaynağından alıntılayacağım bir konuyu anlatmak istiyorum. Örneğimiz Türk Tarihinin Ana Hatları adlı yapıttan olacak.(11) Kitapta, Mısır'ın Tarihi ile Mısır'da Tarih Devirleri başlıklı kesiminde yer alan bilgilerin bir özetini sunacağım.

"Bugün kesindir ki, ilk Mısır ahalisi Milattan 5000 sene evveline doğru Asya'dan gelmiş beyaz ırktır; bu ırk Nil vadisinde yerleşti. Kabileler halinde kümeler oluşturdu. Her bir kümenin reisi, dini ve kanunları vardı... Mısır'ın ilk ahalisini oluşturan aile ve kabilelerin ayrı ayrı -bayrak makamında- birlik işaretleri vardı. Bunlar kurt, şahin gibi hayvanların ve güneşin levhalar üzerine çizilmiş resimleri veya bir hayvan derisi üzerine resmedilmiş (çizilmiş) çapraz oklar, vs. gibi şeylerdi. Bu belirtiler kendilerine kutsallık yüklenen birtakım semboller idi. Eski Mısır ahalisi evvela bu semboller etrafında kabileler halinde idi. Kabileler reis tarafından idare olunurdu. Bu reislere Saru derlerdi. Daha sonraları bu kabileler birleştiler. İşgal ettikleri araziye Nome (El) dediler... Semboller zamanla allah makamına çıkarıldı (orununa yüceltildi). Bu allahlar, diğer taraftan da Saruların üstünde, yegane reisler ve krallar olarak tanındılar: Allah-Kral... Sonra bütün krallıklar bir kralın etrafında birleştiler. Artık Mısır sosyal heyeti, bir devlet haline geçmiş oldu. Mısır tarihi milattan 4-5 bin sene öncesinden başlar" denilerek "...Her Nomenin Nut adı verilen bir merkezi" olduğundan ve burada ünvanı "Nep" olan Allahların oturduğu; ahalinin, "Allah'ın yasalarını uygulayan hükümetinin, krallar yahut Nome valilerince" yönetildiği anlatılmakta. "Her durumda iradenin kaynağı ilahi" idi. "...Egemenliği kullanan organı Allah'ın vekili olarak gösterilmektedir..."(12)

Yapıtta, o çağda Kalde ve Elam'da uygarlığın ilk yıllarında, yönetim biçimi ve uygulanmasının Mısır'la aynı olduğuna işaret edilmektedir.

Yukarı ve Aşağı Mısır olarak ikiye ayrılan ülkede ahalinin birçok allahlara bağımlı olarak pek çok savaşın yapıldığı anlatılmakta; en büyük Allah'ı temsil eden Güneş Horus için, "...insanların birbirleriyle boğazlaşmaları... Devlet teşkilatının, Mısır tarihinin başlangıcında olduğu gibi, dini karakterde olması, insanlar arasında, daima düşmanlık hislerini ve yok yere kan dökülmesini gerektirmiştir... Birçok Tanrı yönetiminin mahiyeti böyleydi" denilmektedir.(13)

Bulunan belgeler "Heykellerde, ehramlarda, mabetlerde görülen zafer övgüleri, özgeçmişler, kral buyruklarından oluşmaktadır... Objektif değildir; hepsi mabetlerde bulunmuştur. Dini eğilimlerin etkisi altındadır."(14)

Mısır'ı yönetenlere Firavun adı veriliyordu. "Firavun gözle görünen bir allah sayılırdı. Bu allah aynı zamanda kainata (evrene) hükmeden büyük güneş Ra'nın oğlu olarak tanınıyordu. Ahali bu firavunlara taparlardı... Mısır'da rahipler çoktu ve saygın idiler. Rahipler kralın verdiği arazinin geliriyle geçinirlerdi... Sonra, yine sayıları çok olan muharipler (savaşçılar) gelirdi. Firavun onlara da arazi verirdi. Fakat kralın canı savaşmak isteyince itaat etmeye mecburdular. Sami ve Hami Mısırlılar savaşçı değildiler. Askerlikten kurtulmak için kaçarlardı... Çok çalışıyorlardı; fakat esirler gibi, genellikle ancak karınlarını doyurabiliyorlardı... Köylüler Firavun, rahipler ve savaşçıların topraklarında çalışırlardı. Tahsildara belli oranda tahıl vermek zorundaydılar. Aksi takdirde, sopayla dayak yerlerdi veyahut başaşağı Nil'in suyuna atılırlardı. Halk angaryaya da tabi idi... Yapım işlerinde çalıştırılırlardı... Dayak, düzenli bir yönetim aracıydı. Esirlere hayvan gibi muamele edilirdi..."(15)



Emperyalizm'in Ayak Sesleri

Şimdi aynı kaynakta Mısır'da Dini İnanışlar alt başlıklı bölümden bazı düşüncelere ilginizi çekmek istiyorum.

"Mısırlılar yüzlerce Allahlara taparlardı: Güneş'e, Ay'a, hayvanlara ve Nil'e. Mısır ilahları içinde en çok tanınmışları, hayvan ilahlar idi. Her şehrin kedi, timsah, kurbağa veya aslan, kurt, çakal, leylek, akrep gibi bir hayvan ilahı vardı... Kendisine tapılan hayvanın cinsinden bütün hayvanlar o bölgede kutsal idi. Bunları öldürenler idama mahkum olurlardı.(16)

Vahşi hayvanların tümünü kutsallaştırmışlardı. Rahipler işin rezilinin çıktığını fark ederek Tanrı sayısını azaltmaya karar verdiler. Nasıl yapacaklardı bu işi peki? Kolayını Firavunları Tanrılaştırmakta buldular.

"...Papazlar, bellibaşlı allahları üçe indirmişlerdir: Baba (Osiris), Oğul (Horus), Ana (İsis). Teslis denilen inancın esası budur. Masum ve cahil insanları, yüzlerce allaha taptırmak veya allahları belli gruplarda toplamak ve en nihayet bir allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir... Yerel Tanrı ile Güneşi bir yaptılar. Ataum-Ra = Ammon-Ra allahını icad ettiler ve papazlar herkese anlattılar, öğrettiler ve tedris ettiler (eğittiler) ki, Ammon-Ra, en büyük allahtır; diğer allahları, insanları ve herşeyi yaratan odur."(17)

Mısır Tanrısı artık güneşi temsil eden Firavundu. Böylece güneşin aydınlattığı alanların sahibi sayıldılar. Yeni mesleklerini çok sevmiş olmalıydılar ki, Firavunlar bu yeni işlerini, yani Tanrılığı, başkalarına kaptırmak istemediler. Kızkardeşleri ile evlendiler. Böylece görev aile içinde kalacaktı. İlk sömürgecilik, Güneş + Firavun = Tanrı denklemi oluşturularak EMPERYALİZM yaratıldı.



Büyü, Din ve Bilim

İnsanların korkularından kurtulmak amacıyla yarattıkları tabulara tapınmaları, sosyal antropolojinin üzerinde önemle durduğu bir konudur. Bu olayı araştıran uzmanlardan birisi de James Frazer'dir.

Frazer: Büyü, sihir ve dinsel kökenli inançların kültürler üzerindeki etkilerini incelemiş bir bilim insanıdır. Ona göre: topluluklar üç aşamadan geçmiştir: "Sihir, din ve ilim." İlk insan mutlak büyü ve sihirin etkisi altındaydı. Bunların inancına göre, doğada insanların etkisi olmaksızın bir takım olaylar "bazı kanunlara bağlı olarak vuku bulurdu. Ancak büyücüler ve sihirbazlar bu kanunun işleyişini bildiklerinden doğadaki olayları kontrol edebilirlerdi. İlk büyücüler hayali birtakım kanunlara inanmışlardı." Zaman ve mekan içinde çeşitli çıkarların devreye girmesi sonucu, akıllı açık gözler, insanları daha soyut ögeler üzerinde düşünmeye yönlendirdi. "Bunlar, doğadaki düzeni ruhlarla izaha çalıştılar; ki, insanlık böylece dinsel döneme erişti."(18)



Tek Tanrıya Doğru

Tarım ürünlerinin stoklanarak saklanmasından çok daha önceleri, kadınlar ateşi kullanmaya başlamışlardı. Bu buluşları onlara yeni bir ün daha kazandırmıştı diyebiliriz. Kathleen Gough'a göre: "Ateşin bulunuşu", alet ve dilin gelişmesi sonunda aile hayatı başlamış olmalıydı. Ateş: ışığı, sıcaklığıyla önce barınağın, sonra da evlerin kalbi oldu. Artık pişirme işlevi başlamıştı. Sıcak yemek ev halkını birbirine bağlayan ögelerin başında geliyordu. "Pişirme olayı cinsler arasında işbölümünü de etkiledi."(19)

Bu cümleden olarak kutsallıklar yeni adlarla anıldı. Örneğin: Orta Asya'da Tanrıça yerine "Od Ana"yı devreye soktular. Ateşli kutsallıktan erkekler de yararlanmasını bildi; ilk kez kendilerine kadınınkine koşut yeni bir ad ve san yakıştırdılar. "Od Ata"yı icad ederek, Tanrı katına erkek cinsini soktular.(20)

İnsanlar arasındaki buluşlar, yeni kültür ögeleri olarak oradan oraya geçerken, değişerek gelişiyordu. Ayrı inançları yansıtan Tabular, daha da geniş alanlarda etkili olabilecek biçimde güçlendirilerek, genelleşiyordu.

Bu konuda en özgün örnek, kuşkusuz Mısır'da Firavunların, Güneşin oğlu olarak Tanrılaştırılmasıdır.

Yaklaşık M.Ö. 2000-1900'lerde Ehram inşaatında çalışan tutsak işçiler kırbaçlar altında eziliyordu. Ama güneşin oğluna nasıl karşı koyabilirlerdi ki? Bu tutsaklar arasında Sami kabilesinden bir adam çıkarak; "kainatı yaratan Yehovadır. Güneşi de Yehova yaratmıştır" dedi. Tanrıçalar dönemini kapatmak için Tanrıya yeni bir cinsiyet veriliyor; erkekleştiriliyordu.

Anadolu'da bir başka yöntem daha vardı. Uygarlıkların doğum yeri olarak nitelendirebileceğimiz Çatalhöyük, Çayönü gibi merkezlerde, yönetici hakanın yanında kadınlar da görev almaktaydı. Hatta yabancı toplumlarla yapılan anlaşmalara, kadın hatunlar da imza koymaktadırlar.

Ama öte yanda, "Finike uygarlığında, Akdeniz'in doğusunda, Ugarit kentinde, Baal, Yehova, Adonis adlarıyla anılan ve sonraları Tevrat'ta da yer alan erkek Tanrılar da yaratılmış bulunuyordu."(21)

Mustafa Kemal, Mısır'da Firavunların kendilerini Güneş Tanrı yerine koyarak halkı sömürmelerine, daha gençlik yıllarından itibaren karşı olmuştur. Tek Tanrı olarak Yehovanın tarih sahnesine sokulmasını Museviliğin başlangıcı alarak, şöyle anlatmaktadır:

"Musa Mısırlıların kamçıları altında inleyen Yahudilerin, bu baskı ve tutsaklıktan kurtulmaktan oluşan eğilimlerinin, Tanrı'nın sözleriyle avutucusu oldu. İsa, çağının sonsuz düşkünlüklerini kavrayarak ve genel ızdıraplar döneminde dünyada gerçekleşmeye başlamış olan, koruyucu sevgi gerekliliğini, din biçimine çevirerek bu sıkıntıları yoketme yolunu bildi."(22)

Sanki, o günlerde bilinen uygarlık dünyası kaynıyordu. Asya, Anadolu, Akdeniz'in doğusu, Mısır... heryerde değişik bir uygulama...

Turan Dursun, Din ve Seks, Berfin Yayınları: 100, 3.basım, Haziran 2010, ISBN: 978-975-6680-01-8, s.98-104

_______________________
(11) Türk Tarihi Heyeti, Türk Tarihinin Ana Hatları, Devlet Matbaası, İst., 1930, 2. 3. basımlar ise, Kaynak Yayınları tarafından yapılmıştır. Her yurttaşa önerilecek bir yapıttır. Okuyunuz. G.D.T.
(12) a.g.y., s.170, 171
(13) Aynı kaynak, s.172
(14) Aynı kaynak, s.170
(15) Aynı kaynak, s.182, 183
(16) Aynı kaynak, s.183
(17) Heyet, Türk Tarihinin Ana Hatları, Kaynak yay. 187, 2. basım, İst., 1996, s.184, 185
(*) Atatürk kitabın müsveddelerini okuyarak düzeltmeler yapmıştır. Tek Tanrının icadını, Emperyalizm'in başlangıcı olarak yazmıştır. Bu not basılan yapıtta yoktur. G.T. // 17 ile 18. dipnot işaretlerinin arasında, (*) dipnot işareti, kitapta bulunamadı - baskı hatası olsa gerek. (E.A.)
(18) Nephan Saran, Antropoloji ve Kolları, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Böl. Der. s.1, Ed. Fa. Mat. İst. 1972, s.13, 14
(19) Kathleen Gough, The Origin of Family, Toward an Antropology of Woman, New York 1975, Monthly Rewev Press. s.51-76. Ayrıca y.a.g. tez, s.14
(20) Perihan Omay, Türkiye'nin Kalkınmasında Kadının Rolü, Ajans Türk Mat. Ank. 1964, s.7
(21) Turan Dursun, Doğu Bilimleri Uzmanı (dinbilimci), Dinler Tarihi Üzerine, Söyleşi, Arşivde, Banttan.
(22) Atatürk'ün Askerliğe Dair Eserleri, İş-Bank yay. 1959, Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal, 1334, s.14

1930'lar: Uçak ihraç ediyoruz, 2010'lar: Saman ithal ediyoruz...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Turan Dursun-Din ve Seks kitabı hatac Konu-dışı 4 07-08-2012 18:53
Doğa'da Seks cinsan Konu-dışı 2 06-11-2011 23:59
100 milyon yıldır seks yok İslam 6 30-10-2008 23:22

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 20:00 .