Genel olarak bir Tanrının/Yaratıcının veya özel olarak Kuran'daki Allah'ın varlığı/yokluğu üzerine yürütülen tartışmalarda, müslüman arkadaşlarımız bu iddiayı -hem de bir argüman olarak- sıkça kullanmaktalar:
''
Allah, insanlara varlığı hakkında açık seçik deliller vermiş olsaydı, herkes varlığını kabul ederdi ve imtihanın bir anlamı kalmazdı''. (kısaca: ''
imtihan argümanı'')
Bu iddia hakkındaki eleştirilerimi sunmak ve tartışmaya açmak istiyorum.
(1) İmtihan argümanı ile diğer bazı iddialar arasındaki çelişki
(2) İmtihan argümanı ile Kuran arasındaki çelişki
(3) İmtihan argümanı ve hür irade
(4) İmtihan argümanı ve adil imtihan
(1) İmtihan argümanı ile diğer bazı iddialar arasındaki çelişki
İlk göze çarpan tuhaflık, bu argümanı kullananların büyük çoğunluğunun başka bağlamlarda (hatta bazen aynı başlık altında) aynı zamanda ''Allah'ın varlığı açık-seçik ortadadır. Akleden herkes kabul eder.'' gibi iddialarda bulunması. Aslında tartışma genelde, müslüman tarafın bu oldukça iddialı teziyle başlıyor ve fakat argümanların zannedildiği kadar da güçlü/geçerli olmadığı tek tek gösterilince yavaş yavaş, bahsi geçen ''açık seçik'' delillerin bilimsel/felsefi anlamda objektif ve zorunlu deliller olmadığı, daha çok sübjektif, mistik veya şahsi tecrübeye bağlı olduğu noktasına geliniyor. Son ''tahlil''de ise, iman'ın ilahi bir lütuf ve nasip meselesi olduğuna karar kılınıyor. (Bütün bu farklı iddia dereceleri için, Kuran ayetlerinin bulunabilmesi ise ayrı bir rahatlığı beraberinde getiriyor.)
Oysa tartışmaya çok iddialı başlanılmıştı: ''Allah'ın varlığı açık-seçik ortadır. Salt akıl yoluyla kabul edilmelidir.'' Bunun böyle olmadığını kabul etmek zorunda kalan dindar taraf, bu sefer de neden bunun böyle olmadığını açıklamak zorunda kalıyor. İşte burada devreye imtihan argümanı giriyor: ''Eğer Allah varlığını açık seçik belli etseydi, o zaman zaten herkes inanırdı. İmtihan olmazdı.'' Bu argümanla, tartışmaya ilk başlanıldığında savunulan o iddialı tezin arasındaki çelişki daha açık olamaz oysa.
(2) İmtihan argümanı ile Kuran arasındaki çelişki
İmtihan Argümanı şöyle diyor: ''Allah, insanlara varlığı hakkında açık seçik deliller vermiş olsaydı, herkes varlığını kabul ederdi ve imtihanın bir anlamı kalmazdı''.
Fakat bizzat Kuran'ın kendisi bunun tam tersini söylüyor. Kuran'a göre Allah'ın varlığını veya Muhamed'in peygamber olduğunu kesin olarak bilenler bile, iman etmeyebiliyor.
- Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi. => Bakara/75
Elmalılı Tefsiri (Bakara/75) => tıkla
Ey iman ehli! Artık bu katı kalblilerin sizin iyilik dolu temennilerinizden dolayı toptan imana geleceklerini ve ahir zaman Peygamberini ve onun getirdiği kitabı tasdik eyliyeceklerini ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki; Allah'ın kelâmını, yani Tevrat'ı işitirler, bellerlerdi de sonra yine onu tahrif ederlerdi, mânâsını değiştirecek bir surette kelimelerin ve harflerin yerlerini, mânâlarını değiştirirlerdi. Hem bunu anlayamadıklarından, akıl ve idrak noksanlığından dolayı değil, akılları erdikten, ne mânâsında, ne de Allah kelâmı olduğunda asla şüpheleri kalmadıktan sonra bile bile ve kasden yaparlardı. Artık böylelerinden iman ve hayır umulur mu?
|
- Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler. => Bakara/146
Elmalılı Tefsiri (Bakara/146) => tıkla
Tevrat'ta, Hz. Musa'ya benzer bir peygamber, diye vasıfları anlatılmış bulunduğu için öteden beri kitap ehli tarafından Hatemü'l-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu), ahd ifade eden "lâm" ile "en-Nebiy" Yani "O peygamber" diye anılırdı, böyle tanınırdı. "O" dedikleri zaman bunu anlarlardı. Ancak onun Hz. Muhammed olduğunu gösterecek bir belgeye, kesin bir delile ihtiyaç vardı. Hz. Muhammed'in getirdiği açıklayıcı âyetler ve apaçık mucizelerle bu da hakkıyle temin edilmişti. Bunların karşısında özellikle o zamanki Kitap ehlinin âlimlerinin hiçbir şekilde şüphe ve tereddüdü kalmamıştı. Bunu, çocuklarını bildikleri gibi kesin bir şekilde biliyorlardı.
(...)
Bu âyet, özellikle şunu da isbat ediyor ki, sadece bilmek, sırf kalbe ait olan ilim ve marifet, iman için yeterli değildir. Şer'î iman için itaat ve boyun eğmek, bundan başka gerçeği gizlemeyip açıktan ikrar ve itiraf etmek de lazımdır.
İmanın kökü, kalbe ait bir nitelik olmakla beraber onun geçerli bir iman olması, o kökün, zorunlu bir engel bulunmadıkça açıktan ortaya çıkıp yayılmasına bağlıdır. Kitap ehlinin âlimleri O peygamberi, kalben pek iyi tanıdıkları halde mümin olamamışlar, aksine bile bile gerçeği gizlediklerinden halktan daha fazla yerilen ve ayıplanan inatçı kâfirlerden olmuşlardır.
|
=> Demek ki, Kuran'ın kendi iddiasına göre, insan kesin olarak, açık seçik bildiği halde yine de boyun eğmeyebiliyor, iman etmeyebiliyor. Yani Allah, varlığını açık delillerle herkesin bileceği şekilde gösterseydi bile, yine de İMTİHAN gayesi ortadan kalkmış olmazdı. Çünkü ''bilmek'' -Kuran'ın iddiasına göre- iman için zaten yeterli değil.
Allah'ın varlığını açık seçik bilenlerin bile -Kuran'ın iddiasına göre- inkar edebileceğine diğer bir örnek:
- Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşleri ancak bizedir. Biz de onlara yaptıklarını haber veririz. Allah, göğüslerin içindekini (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. => Lokman/23
- Biz, onları (dünyada) biraz yararlandırırız. Sonra da onları ağır bir azaba sürükleriz. => Lokman/24
- Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu bilmezler. => Lokman/25
Allah'ın varlığını açık seçik bilenlerin bile -Kuran'ın iddiasına göre- şirke ''düşebileceği''ne bir örnek:
- O’nu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler şefaat edebilirler. => Zuhruf/86
- Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, “Allah” derler. Öyleyken nasıl döndürülüyorlar? => Zuhruf/87
=> Sonuç olarak bizzat Kuran'ın kendisine göre, Allah varlığını açık seçik delillerle ortaya koysaydı bile, yine de bazı insanlar boyun eğmeyerek imandan uzak duracak, inkar edecek veya da şirke düşecekler. Dikkat ediniz: Yukardaki ayetlerde (Elmalılı'nın tefsirinde de vurgulandığı gibi) insanların ''şüheye düştükleri'' için DEĞİL, hiçbir şüphe olmadan kesin olarak bildikleri halde iman etmedikleri anlatılıyor!
Kaldı ki, İslam'a göre tek ''ayrıştırıcı'' kriter iman-küfür de değil. Bir insan Allah'ın varlığını, Muhammed'in peygamberliğini, Kuran'ın Allah sözü olduğunu kesin olarak bilse bile, (İslam'a göre) yine de zaman zaman nefsine yenik düşüp günahlar işleyebilir. Yani herşey ayan beyan ortada olsaydı bile, bu açıdan da hayatın (iddia edilen) ''imtihan'' özelliği ortadan kalkmış olmazdı.
(3) İmtihan argümanı ve hür irade
Kısaca bu noktaya da değinmek istiyorum. Bazı müslümanlar, ''Allah varlığını açık-seçik ortaya koysaydı, hür irade kalmaz, herkes mecburen kabul ederdi.'' şeklinde bir iddia atıyorlar ortaya. Oysa konunun hür irade ile bir ilgisi yok. Dünya'nın yuvarlak olduğunu kesin ve zorunlu delillere binaen kabul etmemiz, hür irademizle kabul etmediğimiz anlamına gelmez (eğer ''hür irade'' diye birşey genel olarak varsa tabii). Burada kanıtların kesin/zorunlu olması ile irade'nin hür olup olmaması gibi iki farklı kategori birbirine karıştırılmakta. Hür irade örneğin bazı kimyasal maddelerin etkisi altında bazı şeyleri ''yapmaya'' fiziken mecbur bırakıldığımız zaman yoktur (ki aslında bu durumda biz birşey yapmıyoruzdur.). Aklen/mantıken zorunlu olan şeyleri kabul ederken, (hep ''hür irade'' diye birşeyin genel olarak olduğu varsayımından hareketle) irademiz hürdür.
(4) İmtihan argümanı ve adil imtihan
İmtihan argümanını işleyen müslüman yazarlar, genelde şöyle bir örnekleme getirirler: ''Allah'ın varlığını açık-seçik, herkesin akıl yoluyla kabul edebileceği bir şekilde ortaya koyması, ÖSS'den önce öğrencilere cevapları vermek gibi olurdu. İmtihan adil olmazdı''.
Oysa durum, bundan çok farklı. ÖSS örneğinde kalmak gerekirse, durum şöyle: Bırakın cevapları ve hatta muhtemel soruları, imtihanın olup olmayacağına dair kesin ve net bir duyuru/bildiri yok ortada. Bazı dinler şöyle bir sınav olacağını iddia ediyor, bazı dinler böyle bir sınav olacağını, kimi dinlerde hiçbir sınav yok. Kimse neye çalışacağını, hangi kriterlere göre imtihan edileceğine dair net ve kesin bir bilgiye sahip değil.
Adil bir imtihan, en azından imtihan'ın kendisinin gerçekleşeceği konusunda net ve kesin bir bilgi gerektirirdi. İnsanlığın büyük çoğunluğu müslüman değil ve müslümanların iddia ettikleri gibi bir imtihana inanmıyor. Müslümanların da ezici çoğunluğu -diğer bütün dinlerin mensupları gibi- araştırarak sonradan müslüman olmuş değil, inancını içine doğduğu toplumun sosyal gerçekliği olarak devralmış durumda. Buna rağmen, Kuran'ın müslüman olmayan herkesin ebedi cehennemde kalacağını söylemesi (bkz.
Allah neden bu kadar acımasız olsun?) ve müslümanların da buna inanması, ya kendilerinin çok zeki, müslüman olmayan herkesin de oldukça aptal olduğuna, ya da Allah'ın sebepsiz bir şekilde milyarlarca insana sunmadığı bir lütufu kendilerine sunarak aslında büyük bir adaletsizlik içinde olmasına inanmaları demektir.
saygılarımla